Tehlike çok büyük…

Pek çok kez söyledik, söylendi.

Madalyonun iki yüzü var.

Ters yüzden başlayalım.

Bu yüzde bir 

'kalkışma çabası'

 var. 

Daha doğrusu Gezi Parkı olaylarından istifade 

etmek isteyen, alana kendi hesaplarını sokan, 

muhtemel bir kaos üzerine planlar yapan 

güçler var. 

 

Bunlar arasında barış sürecine öfke duyan malum gruplar da var, başka gruplar da… 

Dertleri iktidar, hatta Tayyip Erdoğan, bu açık. 

İktidardan sokağa muhafazakar kesim, bu durumu özellikle algılıyor, tepki duyarak içe kapanıyor ve keskinleşiyor.

Ancak bir de madalyonun asıl yüzü var.

Bu yüzde ne 28 Şubat ortamı bulunuyor, ne Cumhuriyet mitingleri ortamı… Tersine bu yüzün özünü, daralan kamu alanının genişlemesini isteyen, özgürlük talebinin altını çizen, katılım diyen, vesayetçi mantıktan uzak bir anlayış, bu anlayışın Gezi'de ve Gezi üzerinden aktifleşmesi oluşturuyor. Olaylara meşruiyeti sağlayan, insanları toplayan, polis ve iktidar şiddetiyle karşı karşı kalan, görülmedikçe iktidar-şiddet ilişkisi üreten, basınıyla finansıyla toplumlarıyla dünyanın gözünü diktiği bu yüz, bu cephe…

Bariz: Bu cephede gerilimin demokratik yollarla düşürülmesi, diğer ateşin oksijensiz kalması, 28 Şubat, 27 Mayıs heveslerinin buharlaşması demektir.

Başbakan bunu görmüyor; iktidar ruh hali diyelim…

Gelin görün ki muhafazakar kesim de bunu görmüyor, hiyerarşiyi doğru ve akılcı kurmaya yanaşmıyor.

Belki bu görmemezliği açıklayan bir bagaj var, bir geçmiş var, 28 Şubat, 27 Nisan, Cumhuriyet mitingleri, darbe girişimleri belleği, korkular ve endişeler var.

Ancak tek başına bu durumu açıklamaya yetmez bu bellek…

Bu belleğin yanında artan özgüvenle birlikte muhafazakar kesimi kaplayan kimlikçi ve çoğunlukçu bir ruh hali bulunuyor.

Aksi halde, kamu alanı darlığından çekmiş bir kesimin, bugün kamu alanını darlaştıran politikalara yönelik tepkileri görmemesi, gayri meşru ilan etmesi, bu çerçevede polis şiddetini doğrulaması mümkün olabilir mi?

Bu ruh halinin ciddi bir sonucu da var.

Demokratik zihniyet ve toplumsal tasavvur için zehir olan bu sonuç komplo fikridir. Toplumsal, meşru ve doğal olanın komplo fikri içine hapsedilmesidir. Komplo fikri toplumsalı asayiş nesnesi kılar, asayişi toplumsalı tanımlamak için kullanır.

Meraklıları açıp bakabilir, pek çok ülkede, pek çok dönemde, pek çok iktidar, yeni ve farklı talepleri, itirazları geçiştirmek ve bastırmak için komplodan söz etmiştir. Ve bunu baskı, otoriterlik, iktidar tahkimatı takip etmiştir.

Bizde de öyle oluyor…

Toplumsal hadiseleri iktidar devirme girişimine endeksleyen, siyasi yaşamı, dahası toplumsal yaşam ve talepleri kelle alan kelle veren bir iktidar kavgasının ötesinde açıklayamayan, ele alamayan, muhafazakar kesimi eliti, basını, siyasetçesiyle kuşatan bu algı ve buna ilişkin söylem ürkütücüdür.

Ülke 15 gündür tanınmaz halde…

Ülkeyi tanınmaz hale getiren sadece yönetim hataları, şiddet değildir, aynı zamanda siyasi iktidar endeksli, savunma ruh halinden doğan ve toplumsal bir dalgaya dönüşen baskı ve bastırma arayışıdır.

Meselemiz sadece politik değildir.

Meselemiz sadece iktidar kişileşmesinden, otoriter söylem ve uygulamalardan ya da kaos, darbe ve yıkma arayışlarından oluşmuyor.

Meselemiz aynı zamanda toplumsaldır.

Ülke ciddi bir kutuplaşmaya sürükleniyor.

Ve bunun temelinde yaşam biçimi değil, demokrasi-otoriterlik fay hattı bulunuyor.

'Çoğunlukçuluk'tan 'çoğulculuğa' geçiş krizi yatıyor.

Türkiye son 10 yılda toplumsal olarak büyük yol aldı. Toplum kendisini kuşatan siyasi bir blokajı kırdı, bunu yeni siyaset sayesinde yaptı. Şimdi o yeni siyaset toplumu yeniden cendereye alan bir yolda ilerliyor.

Tehlike, kutuplaşma üzerinden tüm kazanımların buharlaşmasıdır, yeni toplumsal sentez çözülmesidir…

Kimliklere, kesimlere değil, ilke, hak ve özgürlüklere sahip çıkmayı öğrenene kadar bu böyle sürecek…

Fırsat tepiyoruz…

 ALİ BAYRAMOĞLU