BeKoS tv Every Day A Film We are now less then a minute Türkiye'yiz

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Haziran 2013 Pazartesi

24 Haziran 2013 15:00 Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, 2020 İstanbul Olimpiyatları için TRT1'de yayınlanan "Seksenler" adlı dizide rol aldı.

Bakan Kılıç Seksenler dizisinde rol aldı

24 Haziran 2013 15:00

Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, 2020 

İstanbul Olimpiyatları için TRT1'de 

yayınlanan 

"Seksenler" 

adlı dizide rol aldı.

 

Türkiye madalya sıralamasında ikinci

24 Haziran 2013 22:55 MERSİN AA

17. Akdeniz Oyunları'nda dördüncü günün ardından toplam madalya sayısını 56'ya çıkaran Türkiye, sıralamada İtalya'dan sonra ikinciliğini sürdürdü.

17. Akdeniz Oyunları'nda dördüncü günün ardından toplam madalya sayısını 56'ya çıkaran Türkiye, sıralamada İtalya'dan sonra ikinciliğini sürdürdü.

İtalya'nın 39 altın, 33 gümüş ve 33 bronza ulaştığı oyunlarda, Türk sporcular günü 4 altın, 5 gümüş ve 1 bronz madalya ile tamamladı. Toplamda 19 altın, 21 gümüş ve 16 bronza ulaşan Türkiye, madalya sıralamasında İtalya'nın ardından ikinci sırada yer aldı.

13'er altın madalyaya sahip Fransa ve İspanya'nın yerinin değişmediği sıralamada, Mısırlı sporcular bugün kazandıkları 6 altın madalyayla bu 2 ülkenin altın sayılarını yakaladı.

Anadolu Ajansı'ndan kamuoyuna açıklama 24 Haziran 2013 18:06 Anadolu Ajansı hisselerinin bir şahsa devredilmesi iddiası doğruyu yansıtmamaktadır Konu kanuni zorunluluğun yerine getirilmesi ve hukuki bir belirsizliğin ortadan kaldırılmasından ibarettir

Anadolu Ajansı'ndan kamuoyuna açıklama

  24 Haziran 2013 18:06

Anadolu Ajansı hisselerinin bir şahsa devredilmesi iddiası doğruyu yansıtmamaktadır. 

 

Konu kanuni zorunluluğun yerine getirilmesi ve hukuki bir belirsizliğin ortadan kaldırılmasından ibarettir.

Anadolu Ajansı Kurumsal İletişim Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada şöyle denildi:

Bazı gazete ve internet medyasındaki 

haberlerde Anadolu Ajansı hisse durumuyla 

ilgili gerçeği yansıtmayan bilgiler yer 

aldığından aşağıdaki açıklamanın yapılmasına 

gerek duyulmuştur.

Anadolu Ajansı A.Ş hisseleri 1920 yılından beri karmaşık ve dağınık halde bulunmaktadır. 

 

Şirketin çoğunluk hissesi yüzde 47,75 ile Hazine

 

 Müsteşarlığı’na aittir. 

 

Yüzde 10 hisse sahibi bilinirken, hisselerin 

yüzde 42,25’nin kimde olduğu belli değildir. 

 

Hissedarların bulunması için son 40 yıldır 

yapılan tüm çalışmalar sonuçsuz kalmıştır. 

Hissedarların önemli bir kısmının bilinmemesi 

bazen Ajansı’n olağan genel kurulunu 

toplayamama riskini doğmuştur.

 

Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlüğe 

girmesi nedeniyle şirkette sermaye miktarının 

50 bin Türk Lirasına çıkartılması zorunlu hale 

gelmiştir. Kurulduğu günden itibaren 

hisselerinin yüzde ellisinden fazlası doğrudan 

devlette ait olmamasına özen gösterildiğinden 

sermaye artırımında hisseler Hazine 

Müsteşarlığı tarafından alınmamıştır. 

 

Arttırılan hisseler Anadolu Ajansı A.Ş tüzel 

kişiliği üzerine alınmak istenmiş ancak 

kanunen bu mümkün olmamıştır. 

 Bunun 

üzerine arttırılan hisseler Genel Müdürlük 

makamı üzerine alınmış ancak hisselerin 

üzerindeki tüm kullanma, oy ve kar payı 

hakları, her türlü idari ve mali haklar, Hazine 

Müsteşarlığı’na devredilmiştir.  

 

Ayrıca 

hisselerin her Genel Müdür değişiminde yeni 

Genel Müdürlük makamına devredilmesi 

taahhüt altına alınmıştır.

 

Anadolu Ajansı’nın 93 yıldır devam eden hisse 

sorununun kökten çözümü için kanuni 

düzenleme gerekmektedir ve bu konuda 

çalışmalar yapılmaktadır.

Haberlerde bahsedildiği gibi hisselerin bir 

şahsa devredilmesi ya da

 “AA, Genel Müdüre satıldı” 

gibi iddialar doğruyu yansıtmamaktadır. 

Konu kanuni zorunluluğun yerine getirilmesi ve hukuki bir belirsizliğin 

 

ortadan kaldırılmasından ibarettir. 

Yapılan 

tüm işlemler ve düzenlemeler kanunlara uygun 

bir şekilde ve ilgili taraflarla istişareler edilerek 

gerçekleştirilmiştir.

Her türlü bilgi kirliliğinin önüne geçmek 

amacıyla kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Anadolu Ajansı

Kurumsal İletişim Müdürlüğü


Rousseff eylemci grupla görüştü SAO PAULO 25 Haziran 2013 02:15 Brezilya Devlet Başkanı Rousseff, toplu taşıma ücreti zammına karşı başlattıkları protestolarla gündeme gelen eylemci grupla bir araya geldi

Rousseff eylemci grupla görüştü

SAO PAULO   25 Haziran 2013 02:15

Brezilya Devlet Başkanı Rousseff, toplu taşıma ücreti zammına karşı başlattıkları protestolarla gündeme gelen eylemci grupla bir araya geldi.

 

Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff, yaklaşık iki hafta önce Sao Paulo'da toplu taşıma ücreti zammına karşı başlattıkları protestolarla gündeme gelen eylemci grupla görüştü.

Rousseff, "ücretsiz toplu taşıma" talebiyle yola çıkan grubun temsilcileriyle bir araya geldi ancak görüşmenin içeriğine ilişkin henüz açıklamada bulunulmadı. 

Şu ana dek protestolarla ilgili gelişmelerde yeterince aktif olmamakla itham edilen Devlet Başkanı Rousseff'in, bugün bazı büyük kentlerin vali ve belediye başkanlarıyla da toplantı yaptığı kaydedildi. 

Ülke geneline yayılan protesto gösterileri pek çok kentte sürerken, başkent Brasilia yakınlarında bir ana yolu kapatmaya çalışan eylemcilerden iki kadının hayatını kaybettiği belirtildi. Bir otomobilin kadınlara çarpıp kaçtığını bildiren polis, sürücüyü bulmaya çalıştıklarını söyledi.

Sao Paulo eyaletinde eylemcilerin Santos limanına giden yolu kapattığı, başkent Brasilia'da da 300 kişilik bir öğrenci grubunun sokak gösterilerini sürdürdüğü ifade edildi.

Rio de Janeiro'daki protesto gösterilerininse daha geç saatlerde başlamasının beklendiği belirtildi.

Brezilya'da toplu taşıma ücretlerine yapılan zamma karşı Sao Paulo'da başlayan gösteriler tüm ülkeye yayılmış, halk, yolsuzluk, kamu hizmetlerinin yetersizliği ve uluslararası futbol organizasyonlarına para harcanmasına yönelik tepkilerini sokağa çıkarak duyurmaya çalışmıştı. 

Bazı yerel yönetimlerin metro ve otobüs bileti fiyatlarında yapılan düzenlemede geri adım atmasının ve Devlet Başkanı Rousseff'in pek çok alanda reform sözü vermesinin ardından protestocu sayısı nispeten azalsa da gösteriler kesintisiz sürmüştü.


HOLLANDA'DA BARBAROS HAYREDDİN PAŞA KONULU TİYATRO GÖSTERİSİ AFİŞİ, 17 EKİM 1818

HOLLANDA'DA BARBAROS HAYREDDİN PAŞA KONULU TİYATRO GÖSTERİSİ AFİŞİ, 17 EKİM 1818

Robert Koleji, Amerika Birleşik Devletleri sınırları dışında kurulan ilk Amerikan okuludur

ROBERT KOLEJİ VE FATİH'DEN ALINACAK İNTİKAM

Robert Koleji, Amerika Birleşik Devletleri sınırları dışında kurulan ilk Amerikan okuludur.

Dünyanın en büyük emperyalist devleti olacak ABD kendi toprakları dışındaki ilk faaliyetlerine Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethine bir karşılık olmak üzere Robert Kolejini Rumelihisarı'nın hemen yanına -ama burçlara tepeden bakacak bir şekilde- kurarak başlamıştır. Kolejin kilisesinin haçının, -bugün sadece minaresi kalan- hisar camisinin hilalinden yukarıda tutulduğu da Cyrus Hamlin tarafından ifade edilmiştir.

Cyrus Hamlin 1811-1900 yılları arasında yaşamış ABD'li bir misyoner eğitimcidir. American Board misyoner kuruluşu adına Ocak 1839'da Osmanlı topraklarına geldi. Görevi öncelikle Amerika’nın çıkarlarını koruyacak, geliştirecek, tohumlarının yeşermesini sağlayacaktı. Hamlin'in en büyük destekçisi ise Kırım Savaşı'nın sonlarına doğru İstanbul'a gelen ve koleje de adını veren Amerikalı iş adamı Chiristopher R. Robert'tan başkası değildir. Bu ikilinin önderliğinde ABD’nin Osmanlı ülkesindeki en teşkilatlı misyoner eğitim kuruluşu olacak Robert Koleji 1863 yılında faaliyetlerine başladı.

Hamlin, okulun ana binasının yapılışında bizzat çalışmış, sırtında taş taşımış ve mimari şekline bilinçli olarak yön vermiştir. Bu kararlılıkla okul binasını inşa ettiği taşları bile Fatih'in Rumelihisarı'nda kullandığı taşların aynısından seçmiş ve 1876 yılına kadar da okulun müdürlüğünü yapmıştır.

Cyrus Hamlin'in Robert Kolej'i kurduğu Rumelihisarı sırtlarına çıkarak: "Fatih'in İstanbul'u aldığı surlardan bu milletin kültürünü fethedeceğim" demiştir. Cyrus Hamlin, okullardaki faaliyetlerini anlattığı iki kitabını yayınlanmamak şartıyla çocuklarına miras bırakmış fakat Osmanlı Devleti'nin yıkılmasından sonra yasağın anlamsız kaldığını düşünen torunları tarafından kitaplar yayınlanmıştır. Bu kitaplardan “Among the Turks (Türkler Arasında)” adlı hatıratında Robert Koleji'ni kurmak için Rumelihisarı tepesinin seçilmesinin sebebi olarak; "Fatih'in İstanbul'u fethe buradan başlamış olmasını" göstermektedir. Yani amaç, Fatih Sultan Mehmed'in İslam yaptığı toprakları hristiyanlaştırarak geri almaktır.

Tam anlamıyla bir ajan yuvası ve yabancı güçlerin üssü haline gelen okulun mezunu olan gençler Bulgar isyanlarına liderlik etmiştir.

Hamlin’in görevi sadece İstanbul’da bir okul açmak değildi. O, 1840’lı yıllarda gelecekte bütün Anadolu’yu saracak olan Anadolu Kolejlerinin de temellerini atmıştı. Nitekim Anadolu kolejleri içinde Merzifon’da kurulu olan okul 1880 ve 90’lı yıllarda Ermeni ve Rum isyanlarının da merkezi oldu.

Osmanlı’nın son yıllarında Anadolu’daki Amerikan misyoner okullarının sayısı 400’ü aşmıştı. Sayıları binleri bulan görevli ve eğitimciler, çoğunluğu Ermeni ve Rum olan on binlerce öğrenci üzerinde eğitim adı altında Osmanlı aleyhine faaliyet göstermekteydiler.

Misyonerlerin bir ağ gibi Anadolu’nun her yanına yayılması ile birlikte Ermeni isyanları patlak vermiş, Anadolu’nun bir Türk ve İslam ülkesi olma özelliği yok edilerek hristiylanlaştırılmak istenmiştir.

Bir zamanlar Fatih’in İstanbul’u fethederken Boğaz kıyısında Rumelihisarını yaptırmasından yüzyıllar sonra bu kez Batılı ülkelerin "eğitim faaliyetleri" adı altında Osmanlı’yı ifsâd etme planları doğrultusunda Robert Koleji'nin haçı aynı surların yanı başında yükselmiştir..

Yahya Kemal, ‘Ezân-ı Muhammedî’ şiirinde Sultan Selim-i Evvel’i râm etmeyip ecel, Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî

İstanbul’un şehâdet parmakları olan zarif minarelerin esrarlı gölgesinde coşan

 

 Yahya Kemal, ‘Ezân-ı Muhammedî’

 şiirinde, 

‘Muhammedî cihan’ dediği İslâm topraklarını, Ezân-ı Muhammedî’nin sadâsının kâmetine kâfi görmez;

“Keşke sekiz yıllık padişahlığında doğuyu 

fetheden Yavuz Sultan Selim genç yaşta 

ölmeseydi de, onun kılıcıyla bütün bir âlemi, 

şân-ı Muhammedî fethetseyd
i!” temennisinde bulunur ve hislerini mısralara 

şöyle döker:

“Emr-i bülendsin ey ezân-ı Muhammedî,
Kâfi değil sadâna cihân-ı Muhammedî.
Sultan Selim-i Evvel’i râm etmeyip ecel,
Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî.”

MÜHR-Ü SÜLEYMAN DESENLİ BİR OSMANLI KOLYESİ

MÜHR-Ü SÜLEYMAN DESENLİ BİR OSMANLI KOLYESİ

İç içe iki üçgenden oluşan yıldız şeklindeki Hz. Süleyman (A.S.)'ın mührü geçmişte müslümanlar tarafından yaygın olarak kullanılan ve Mühr-ü Süleyman olarak bilinen Rahmani bir simgedir. İstanbul'daki yüzlerce yıllık tarihe sahip pek çok caminin tavan, duvar ve cam süslemelerinde de Mühr-ü Süleyman deseni bulunmaktadır. Mühr-ü Süleyman, İslam tezyini sanatlarının metal, ahşap, mimari, dokuma gibi pek çok dalında da nakış amaçlı kullanılmıştır. Taş, ağaç, cam, kağıt vb. satıhlarda merkezî motif niyetine kullanılmıştır. 

 

Tekke vb. mekanların kubbe veya tavan nakışlarında yahut medhal sövelerinde Mühr-ü Süleyman desenleri bulunur. Anadolu Selçukluları, Artukoğulları ve İlhanlılar'ın eserlerinde bilhassa kubbelerin kilit taşlarında sık rastlanır. Osmanlılar'da ise başta hamam kubbe delikleri olmak üzere mezar taşları, cami tezyinatları, padişah gömlekleri, sancaklar, anıtlar ve kemer kilit taşlarıyla çini, seramik gibi mimariyi ilgilendiren hususlarda, mutfak eşyalarında, çeşmelerde, sebillerde, madeni paralarda, giyim eşyaları ve takılarda kullanılmıştır. Nitekim Barbaros Hayreddin Paşa’nın, "rüzgara hükmedebilmek maksadıyla" sancağına Mühr-ü Süleyman motifi nakşettirmesi de bu geleneğin bir neticesidir.

Türk-İslam tarihinde sıkça kullanılan bu "altı köşeli yıldız" deseni zaman içinde "Seal of David (Davut Yıldızı)" adıyla Yahudi ve Masonlar tarafından da sıklıkla kullanılmaya başlandı. Yahudiler bu şekli kutsal kabul edip sancak, flama ve muskalara işleyerek büyücülük tılsımı yaptılar. Bu şeklin Yahudiler tarafından bir sembol olarak sıklıkla kullanılmaya başlanması ve özellikle İsrail Devleti ile siyasi bir nitelik kazanmasıyla birlikte günümüzdeki müslümanlar tarafından kullanımı da o oranda azalmıştır.

OSMANLI DİLSİZ MEKTEBİ ŞAKİRDÂNI, İSTANBUL İşitme Engelliler Okulu Öğrencileri

OSMANLI DİLSİZ MEKTEBİ ŞAKİRDÂNI, İSTANBUL
İşitme Engelliler Okulu Öğrencileri

Ahmed Cevdet Paşa okuyun çözüm sürecini anlayın türedilere lüzum yok herkes haddini bilsin fendi fendi


“Devlet-i Aliyye, başlangıçta, her ne kadar bir 
 
küçük hükümet şeklinde idi; lakin Türklüğe 
 
mahsus olan üstün sıfatlar ile İslâmî şecâ’at ve 
 
dindarlığı kendisinde toplamış bir kabile 
 
olduğundan, kendisinde İslâm milletinin 
 
birliğine vesile olmak gibi bir kabiliyet vardı. 
 
Bu Devlet-i Aliyye, diğer devletler gibi, 
 
imtiyazlı bir toplum içinden ortaya çıkıp da 
 
hazır millet ve memleket bulmuş bir devlet
 
 değildir; belki yeni topraklar feth ederek, 
 
kendine yer edinmiş ve teşkil ettiği Osmanlı 
 
Milleti dahi, dilleri farklı, tavır ve ahlakları 
 
ayrı ayrı çeşitli milletlerin en güzel edeb ve 
 
tavırlarından seçilmiş üstün ve güzel bir 
 
topluluktur. 
 
Bunların dedeleri de, çok eski zamanlardan 
 
beri Türkistan’da dahi han ve sultan olarak 
 
el-hakk asîl ve soylu bir Türk hanedanıdır”.

Ahmed Cevdet Paşa

Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'e Girişi BİR HUZUR ÜLKESİ: OSMANLI FİLİSTİNİ

BİR HUZUR ÜLKESİ: OSMANLI FİLİSTİNİ

Her taşında ve toprağında Hz. İbrahim, Hz. 

İshak, Hz. Yakup, Hz. Yusuf, Hz. Davut, Hz. 

Süleyman, Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. İsa 

(a.s.) gibi yüzlerce Peygamberin ölümsüz 

hatıralarını taşıyan ve her karışında nice büyük 

insanların izlerini barındıran Kudüs, binlerce 

yıldır üç medeniyet tarafından da uğrunda 

savaşılan, rüyalar kurulan, çok sevilen, hasreti 

çekilen, canlar verilen, adı gibi mukaddes, 

temiz, bereketli, şerefli, aziz ve azametli bir şehirdir.

 

 Ona hakim olan medeniyetler bir ölçüde dünyaya da hakim olmuştur. İslam'ın hakim olduğu zaman dilimlerinde yaydığı huzur ve sükûn insanlık tarafından kana kana emilmiş, dizginlerin zulmün eline geçtiği kesinti dönemlerinde ise kan ve gözyaşı oluk oluk akmıştır. Hz. Davut'un bu topraklarda kurduğu büyük devlet Hz. Süleyman'la muhteşem bir medeniyet zirvesine yine burada ulaşmıştır. Hz. İbrahim (a.s) Hz. Sara ile birlikte bu topraklarda ikamet etmiş, Hz. Meryem (r.a) cennet meyvelerini bu topraklarda yemiş ve Hz. İsa'yı bu topraklarda doğurmuştur. Hz. İsa (a.s) ve Hz. Muhammed (s.a.v) bu topraklarda göklere yükseltilmiştir. Hz. Ömer ve Selmân-ı Fârisî (r.a) gibi sahabeler, Rabiatü'l Adeviye gibi tâbiinler, İmam-ı Gazali gibi alimler de hep bu yolun yolcularından olmuştur. Balak Gazi'lerin, Nureddin Zengi'lerin, Selahaddin Eyyubi'lerin, Yavuz Sultan Selim'lerin hayallerini süsleyen Kudüs, İslam sanatının zirvesine çıkmış toplumun, Baybars'ları, Kalavun'ları, Kayıtbay'ları ve Mimar Sinan'ları ile nakış nakış süslediği, kubbe kubbe donattığı, Kanuni'lerin, Hürrem Sultan'ların, Kâsım Paşa'ların, Sultan Abdülhamid'lerin imaret ve vakıflarla, hanlar ve hamamlarla, surlar ve medreselerle, şadırvan ve çeşmelerle süslediği ve üzerine hassasiyetle titrediği bir şehir olmuştur.

Arz-ı Filistin denilen bölge, Akdeniz'in güneydoğu ucunda, Suriye ile Mısır ve Akdeniz ile Şeria Nehri arasında kalan topraklardır. Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar'ın üçü tarafından da "Kutsal Topraklar" olarak kabul edilen ve büyük önem verilen bu bölge ilk kez Hz.Ömer'in halifeliği zamanında Amr bin As komutasındaki Müslüman orduları tarafından 637 yılında fethedilerek İslam hakimiyetine girmiştir. İslam'ın ilk kıblesi ve Müslümanların üçüncü önemli beldesi olan ve bir çok büyük Peygamber'in kabirlerini de misafir eden Filistin, yüzyıllarca İslam adalet ve hoşgörüsünün en güzel temsil edildiği yerlerden biri haline gelmiş ve hep huzur soluklamıştır. Hz. Ömer, fetihten hemen sonra gayrimüslim halkın isteği üzerine Kudüs'e bizzat giderek barış anlaşmasını imzalamış ve orada yaşayan gayrimüslimlerin can, ırz, mal ve inanç hürriyetlerini -meşhur ahitnamesiyle- ilan etmiş ve bu ahitname kendisinden sonra gelen Müslüman idarecilerin de çok önemli bir yol haritası olmuştur. Böylece yüzyıllar boyunca Müslümanlar, Yahudiler, Rum Ortodoksları, Ermeni Katolikleri, Süryaniler, Kıptîler, Rus Ortodoksları, Protestanlar, Habeşiler, Samiriler ve Latinler bir arada barış, huzur, emniyet ve güven içinde dinlerini özgürce yaşamışlardır.

Selçuklular zamanında 1077 yılında Türk idaresine geçen Kutsal Filistin Toprakları sıkıntılarla çalkalanan Avrupa'nın ilk hedefi haline gelmiş ve otoritesini korumak isteyen Papa'nın emriyle bölgeye yönelik ilk Haçlı Seferleri başlatılmıştır. Bu seferler sonucunda Kudüs 1099'da Hıristiyanların eline geçmiş ve binlerce Müslüman katledilmiştir. 88 yıl süren işgal ve karışıklıklar sonunda Selahaddin Eyyubi'nin haçlılarla yaptığı destansı mücadeleler meyvesini vermiş ve miracın şehri Kudüs, Miraç Kandili'ne denk gelen 2 Ekim 1187'de yeniden fethedilerek Türk-İslam topraklarına katılmıştır. Büyük Türk Hükümdarı Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs fethedilene kadar hiç gülmediği ve sarayda değil çadırda yaşadığı da bilinmektedir. 1229'da bir kez daha Hıristiyanların eline geçen Kudüs kısa süren bu durumdan sonra Mısır Eyyûbîleri'nin Harzem Türkleri'ni yardıma çağırmasıyla 1244'de fethedilerek yeniden İslam topraklarına katılmıştır. Nihayet 1517 yılında, Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethedip Memlük Devletine son vermesinin ardından 400 yıl sürecek Osmanlı hakimiyeti başlamış ve çevresiyle birlikte bölgenin fethi Kanuni Sultan Süleyman zamanında tamamlanmıştır.

Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'e Girişi


Şam'ın fethinden sonra Osmanlı aleyhine faaliyetlerini ittifaklarla sürdüren Kansu Gavri liderliğindeki Memluk Devleti'ne karşı başlatılan harekat öncesi Mısır yolunun güvenliğini sağlamak üzere bölgeye gönderilen Vezir-i Azam Sinan Paşa önderliğindeki Osmanlı Ordusu Filistin'in Safed, Nablus, Aclun, Gazze ve Kudüs şehirlerini 28 Aralık 1516'da savaşsız fethetmiş ve bu fetih Kudüs halkını çok sevindirmiştir. 31 Aralık 1516'da Kudüs'e giren Yavuz Sultan Selim ile beraberindeki Yunus Paşa, Hüsam Paşa, Hafız Mehmet, Hasan Can, Molla İdris (İdris-i Bitlisi), Nişancı, Beylerbeyiler, Divan Katipleri, Silahdar Ağalar ve Katipleri, Kazaskerler, Sağ ve Sol Ulufeciler, Sağ ve Sol Garipler, 1000 Yeniçeri ve 500 Sipahi'den oluşan devletin ileri gelen yönetici ve askerleri şehre girişleri sırasında Kudüs'ün tüm ruhanileri tarafından şehir dışında büyük bir saygı ve hürmetle karşılanmıştır. Ruhanilere gereken ilgiyi gösteren Padişah ikindi vakti otağını şehrin tam karşısına kurdurmuş, burada bir müddet ıstırahat ettikten sonra Kubbetü's-Sahra'da Rummân-Davud (a.s.) ile Nahl-i Hamza (r.a.)'yı ziyaret ederek Hacer-i Sahra'yı tavaf etmiş ve Kubbetü's-Sahra'da iki rekat hacet namazı kılmıştır. 12.000 kandille aydınlatılan Mescid-i Aksa'da görevliler tarafından kokulu mumlarla karşılanmış, burada akşam ve yatsı namazlarını kıldıktan sonra otağına dönmüş, ertesi gün binlerce deve ve koyun kurban ettirerek bir kez daha Kubbetü's-Sahra ve Mescid-i Aksa'yı ziyaret etmiştir. Aynı gün Kudüs halkına ihsanlarda bulunan Sultan, 1 Ocak 1517'de Kudüs Şehri'nden ayrılmıştır. Osmanlı'nın Kudüs'ü fethi üzerine İspanya Kralı da Hıristiyanlar'ın Kudüs'ü ziyaret edebilmesi için Yavuz Sultan Selim'den harç karşılığında izin almıştır.

Osmanlı Dönemi Filistin'de Demografik Yapı

Filistin’de bir Yahudi topluluğunun oluşturulması 19. yüzyıl boyunca yükselen bir seyir izlemiştir. Bu dönemde Filistin topraklarında üç farklı Yahudi grup bulunmaktadır: İlki uzun yıllar önce bu topraklara gelmiş olan ve büyük ölçüde bölge halkı ile kaynaşmış bulunan Sefarad Yahudileridir. Yüzyıl içerisinde parça parça gelen ve daha çok Kudüs, Safed, Taberiye ve el-Halil gibi bölgelere yerleşmiş bulunan ve yerleşik bulunan Yahudilerden de uzak durmaya çalışan Eşkenazi Yahudi tabaka, ikinci grubu oluşturmaktadır. Üçüncü grup ise yüzyılın sonlarına doğru Siyonizm hareketinin güçlenmeye başlaması ile birlikte bu topraklara göçen Yahudilerden oluşmaktadır.

Osmanlı döneminde Filistin’de önceden olduğu gibi Müslüman Araplar, nüfus içinde çoğunluğu oluşturmaktaydı. Müslümanlar, 1880’de nüfusun %87’sini, 1890’da %85’ini ve 1914’te %83’ünü (Bu dönemde bölgeye göç eden ancak vatandaşlığa kaydedilmeyen Yahudiler hesaba katıldığında %77) oluşturmaktadır. Filistin’de yaşayan Müslümanların tamamına yakını Sünni’dir. Filistin topraklarının büyük bir kısmı devlet kayıtlarında miri arazi olarak geçmektedir. Bu nedenle burada yaşayan Müslümanlar hayatlarını devletin kendilerine verdiği toprakta tarımla uğraşarak kazanıyorlardı. Devlet toprakları dışında kalan topraklar ise vakıflara aitti. Filistin topraklarında nüfusun az bir kısmını teşkil eden Hıristiyanlar ve Yahudiler daha çok şehirlerde yaşıyorlardı. 19. yüzyılda elde ettikleri ticari imtiyazlarla bu azınlık, bütün Ortadoğu’ya ticari kurumlarıyla birlikte giren Avrupalılara bağlı olarak ticaretle uğraşıyordu.

Bir Adalet ve Hoşgörü İdaresi

Osmanlı Devleti, daha önceki Müslüman yönetimleri gibi, üç büyük din tarafından kutsal sayılan bu bölgede Müslüman olmayan topluluklara karşı hoşgörülü tavrını devam ettirmiştir. Osmanlı arşiv belgeleri, Filistin’deki idarenin bölgede yaşayan Yahudileri dini vecibelerini yerine getirme konusunda ne kadar serbest bıraktığını açıkça göstermektedir. Osmanlı Devleti, Müslümanlara ait topraklarda yaşayan gayrimüslimler hususunda "Şer-i Şerif" adı verilen hukukun çizdiği sınırlar çerçevesinde hareket etmiştir. "Şer-i Şerif" denilen bu İslam hukukuna göre, Müslümanlarla barış yapan ve İslâm Devleti'nin hakimiyetini kabul eden gayrimüslimlere "Zimmi" denirdi. Din, dil ve ırk farkı gözetilmeksizin hepsine aynı şekilde Şer-i Şerif’e göre muamele yapılırdı. Müslümanlara ait topraklarda yaşayan zimmilerin aynı topraklarda yaşayan Müslümanlardan farkı, din ayrılığından doğan bir farklılıktı. Örneğin, Müslümanlar zekat vermekle yükümlü oldukları halde, gayrimüslimler zekat vermekle yükümlü değillerdi. Gayrimüslimler kazançlarına göre, senede bir defa "Cizye" denilen bir vergi vermekteydiler. Fakirler, işsizler, din adamları, yaşlılar ve hastalar ise bu vergiden muaftı.

Gayrimüslimler askerlik yapmak zorunda da değildi. Aile hukuku, miras hukuku ve dinlerinin gereği olan diğer konularda, kendi inandıkları hukuki hükümler uygulanırdı. Bütün bunların yanında, gayrimüslimlerin de can, mal, namus ve şerefleri Müslümanlarda olduğu gibi gibi dokunulmazdı. Muhtaç gayrimüslimler, sosyal haklardan bir Müslüman ile eşit şekilde yararlanırdı. Bazı istisnaların dışında, devlet kademelerinde yer alabilirlerdi. Bütün hukuki davalarda müslim ile gayrimüslim farkı yoktu.

Birçok Osmanlı beldesindeki kiliseler, havralar, mezarlar, arşivlerdeki belgeler, mahkeme kararları Müslüman hoşgörüsünün en büyük delilleridir. Hz. Ömer’in Kûfi hattı ile kaleme aldığı ve Kudüs’teki gayrimüslimlerin hak ve hürriyetlerini özellikle zikrettiği ve sonradan Osmanlı Sultanları'na ilham kaynağı olan fermanın aslı Osmanlı Arşivleri'nde hala mevcuttur. Filistin’in Osmanlı hakimiyetine girmesinin ardından Patrikhane'nin ve Hıristiyan toplulukların hak ve imtiyazlarını belirten çeşitli fermanlar çıkarılmıştır.

Hz. Ömer ile başlayan ve Selahaddin-i Eyyubi ile devam eden Kudüs’teki mukaddes mekanların fermanlarla teker teker sayılması ve burada yaşayan gayrimüslimlerin sahip oldukları hak ve hürriyetlerin tespit edilmesi adeti, bu topraklar Osmanlı yönetiminden çıkıncaya kadar devam etmiştir. Osmanlı Devleti farklı unsurlara hukuki bir statü ve serbestlik sağlayan millet sistemini Filistin topraklarında daha kapsamlı bir şekilde sürdürmüştür. Kısaca Kudüs, Osmanlı hakimiyeti altında tam bir barış ve huzur dönemi yaşamıştır.

BATILILARIN "PAX OTTOMAN" DEDİĞİ "OSMANLI BARIŞI" NE ANLAMA GELİYOR


BATILILARIN "PAX OTTOMAN" DEDİĞİ "OSMANLI BARIŞI" NE ANLAMA GELİYOR?

Batı literatüründe Pax Ottoman olarak ifade 

edilen kavram, Osmanlı Devleti’nin 

hükümferma olduğu çağlarda dünya barışına 

olan katkısı anlatılmak için kullanılır. 

Devrinin süper gücü olduğu halde bu gücü 

dünya barışının sağlanmasında kullanan 

Osmanlı’nın geniş bir coğrafyada tesis ettiği 

barışın ne anlama geldiği gün geçtikçe daha iyi 

anlaşılmaktadır.


YEiNKAPI MEVLEViHANESi SON POSTNiŞiNi ŞEYH ABDÜLBÂKi EFENDi iSTANBUL

YENİKAPI MEVLEVİHANESİ SON POSTNİŞİNİ ŞEYH ABDÜLBÂKİ EFENDİ İSTANBUL

Tanıyanlar, Abdülbâki Efendi’nin yüksek bir ilim ve irfan seviyesine sahip olduğunda hemfikir.

 

 Hüseyin Vassaf ondan bahsederken

 “ilm ü fazlı edeb ü terbiyesi, her türlü mehasin-i ahlakı, fart-ı tevazuu itibarıyle cidden bais-i iftiharımızdır” 

diyor. 

Abdülbâki Dede imparatorluğun son günlerinde vazife yapıyor. Balkan, Trablusgarp, Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşları hep bu kısacık dönemde cereyan ediyor. 

Herkes gibi şeyh efendi ve Mevlevîhâne de etkileniyor sıkıntılardan. 

Divan sahibi bir şair olan Abdülbâki Dede’nin (Baykara) gönlü de vatan toprağı gibi yangın yerine dönüyor:

 “Yıkıldı hâne-i kalbim harâbe-zâr oldu / Vatan mıdır acebâ böyle târumâr oldu…”

Balkan ve Çanakkale savaşları esnasında Yenikapı Mevlevîhânesi’ni hastaneye çeviren Abdülbâki Dede, diğer mevlevîhânelerin de aynı maksatla kullanılmalarının sağlanmasına vesile oluyor. 

Söz bu bahse gelmişken Mücâhidîn-i Mevlevîyye Alayı’nı bir daha hatırlamak gerekiyor. 

Osmanlı ordusunun bir cepheden diğerine koştuğu yıllar. 

 

Ne halkta ne askerde takat kalmış, ancak İttihat ve Terakki Birinci Dünya Savaşı’na girmek niyetinde. 

Abdülbâki Dede, aralarındaki hukuka dayanarak padişaha milletin bir savaşı daha kaldıramayacağını açıklıkla izah ediyor. 

 Sultan Reşad’ın, Dede’ye, 

“Oğlum, bu harbin iki neticesi vardır: Galibiyet veya mağlubiyet. 

Eğer galip gelirsek bizim menfaatimizedir, milletin menfaatine mâni olmak hıyânettir.

 Mağlup da olabiliriz. 

Fakat bu deliler 

(ittihatçılar) 

bir defa karar vermişler ve girmişler.

 

 Mâni olmanın imkânı yok. 

Önlerine geçerek mâni olmağa çalışsam beni mahvederler. 

Bu ise büsbütün delilik olur.”

 dediğini Şeyh Efendi’nin küçük oğlu Resuhi Baykara hatıralarında aktarıyor. 

Bir kez savaşa girilince yapılacak tek şey kalıyor; orduya maddi, manevi destek olmak. 

İşte bu günlerde kuruluyor Mücâhidîn-i Mevlevîyye Alayı.

 Bütün tekkelerden gelen tasavvuf erbabı bir alayda toplanıyor. 

Dervişler nefer, onbaşı, çavuş; şeyhler de muhtelif rütbelerde subay tayin ediliyor.

 Hepsinin başına Mevlevî sikkesi giydirildiğinden Mücâhidîn-i Mevlevîyye ismiyle anılıyorlar.

 İstanbul’da kurulan birliğe Konya’ya kadar Abdülbâki Efendi komuta ediyor.

 

 Anadolu’nun dört 

tarafından gelen dervişler Konya’dan Veled 

Çelebi (İzbudak) kumandasında Şam’a hareket 

 ediyor. Abdülbâki Dede Süveyş Kanalı’nı 

İngilizlerden geri almak için yapılan Kanal 

Harekâtı’na da Mücâhidîn-i Mevlevîyye 

Alayı’nın başında binbaşı rütbesiyle katılıyor. 

 

Önde; başında destarlı sikke, arkasında derviş 

hırkasına benzer kolsuz bir pelerin, 

ayaklarında diz kapaklarını epeyce aşan 

çizmeler, sağ elinde bir kamçı, sol elinde eski 

redif yüzbaşılarının taktıkları gibi tahta kınlı 

bir kılıçla Abdülbâki Efendi, ardında dervişler…

Savaş tek cephede değil. Bir yandan işgal ordularıyla, bir yandan tasavvuf erbabının maruz kaldığı yozlaşma ile mücadele etmek gerekiyor. 

 

Şeriat ile tarikat arasındaki mesafe gittikçe açılıyor. 

 

Tahirü’l-Mevlevî; çile çıkardığı günlerde 

Kayseri’deki bir arkadaşına gönderdiği 

mektupta Yenikapı’nın sûfîleriyle, 

Kulekapısı’nın sarhoşlarıyla, Beşiktaş’ın ise 

cerrarlarıyla (dilenci) meşhur olduğunu 

söylüyor. 

 

Yozlaşmanın hızlandığı bu dönemde 

Yenikapı’da abdestsiz yere basılmadığı rivayet ediliyor. 

 

Tekkelerde ve mutasavvıflarda baş gösteren 

bozulmayı fark eden Abdülbâki Efendi, buna 

çare arasa da muvaffak olamıyor. 

Ve kader deyip teslim oluyor başına gelene.

30 Kasım 1925’te alınan bir kararla tüm dergâhlar kapatılıyor.

 

 42 yaşındaki Abdülbâki Efendi, bir anda ömrünün tamamını altında geçirdiği çatıdan mahrum kalıyor. 

Hüseyin Vassaf tekkeler kapatıldıktan sonra Abdülbâki Efendi’nin harem dairesinde ikametine izin verildiğini belirtiyor. 

Zira harem şahsi mülk ve tapusu Osman Selahaddin Dede’nin üzerinde. 

Semahane mühürleniyor, hânkâhın selamlık kısmı ise ilk mektep hâline getiriliyor.

Son dönem divan şairleri arasında mühim bir yeri olan Abdülbâki Baykara; 

tekkesi sırlandıktan sonra yazdığı bir şiirde, 

“Harîm-i vuslatında bir zamanlar şâd idim efsûs / Benim şimdi enîsim, hemdemim yalnız hayalindir” 

diye sesleniyor Mevlevîhâne’ye. 

Zaman zaman derin bir yeis içine düştüğü de oluyor. 

O demlerden birinde 

“Bana sanma yalnız bahâr ağlıyor / Bu bîçâre kalbe mezâr ağlıyor” diyor. Tahirü’l-Mevlevî, Abdülbâki Baykara’nın 28 Şubat 1935’teki vefatını mealen ‘Sesi; tarikatin sesi duyulmayan ney’i gibi kesildi’ cümlesiyle özetliyor.

"Mevlevî şeyh ve dervişlerinden İstanbul'da bir alay teşkil olundu. 

Bütün Mevlevîlerin bu alaya kaydolunması bildirildi. 

Dervişler nefer, onbaşı, çavuş oldular.

 Şeyhler de muhtelif rütbelerde subay. 

Maamâfih bu alaya diğer tarikatlerden veya hiçbir tarikata intisabı olmayanlar da yazıldı. 

Fakat hepsinin başına bir Mevlevî sikkesi 

giydirilerek Mevlevî addolundular. 

Başlarına o 

zaman Konya'da bulunan Hazret-i Mevlânâ Dergâhı Şeyhi ve Mevlevîlerin en ulusu sayılan Veled Çelebi (İzbudak) alay kumandanı tayin olundu.

 Teşkil olunan alayı ve sancağı alarak Konya'ya, alay kumandanına, Veled Çelebi'ye vermek vazifesi, Çelebi efendinin İstanbul'da kapı çuhadarı yani vekil-i umûru olan Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi Abdülbâkî Efendi'ye tevdi olundu. 

Harbiye Nezâreti 

(Şimdiki üniversite merkez binası)

 önünde yapılan merasim ve edilen duaları müteakip alay sancağı, Şeyh Abdülbâkî Efendi'ye verildi ve onun riyasetinde kafile Konya'ya hareket etti.

 

 Konya'da diğer yerlerden gelen Mevlevîlerle 

kadrosunu tamamlayan alay, Hazreti Mevlânâ 

türbesi önünde yapılan merasimden sonra, 

Veled Çelebi'nin kumandası altında Şam'a hareket etti."

24 Haziran 2013 Pazartesi 22:18 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, "Olaylar devam ederse 2020 Olimpiyatları hayal olur" dedi

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş,

 "Olaylar devam ederse 2020 Olimpiyatları hayal olur". 

dedi.

24 Haziran 2013 Pazartesi 22:18

Gezi parkı olayları turizm sektörünü on milyonlarca dolarlık kayba uğrattı.

Kadir Topbaş uyardı: "Eğer burada sıkıntılar devam ederse olimpiyatlar hayal olur."

Gezi parkı olayları en çok İstanbul'u vurdu. "Turizmdeki kayıp yüzde 60'lara ulaştı.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, durum değerlendirmesi yapmak için turizmcilerle bir araya geldi. 

Kadir Topbaş: "İstanbul'suz bir turizmin olmayacağı aşikardır. Bir takım organizasyon ve rezervasyonların iptali gibi konularla karşı karşıyayız. İstanbul ne kadar zinde ve başarılı olursa Türkiye o kadar gelişir. Hassasiyeti olan yurttaşlarımıza seslenmek istiyorum; bu kenti daha fazla sıkıntıya sokmayalım."

Topbaş, "Bunun dozunu kaçırmayalım"dedi ve İstanbul turizmini bekleyen tehlikelerden bahsetti ve "Türkiye'nin ekonomideki ciddi kayıplara baktığımız zaman Türkiye'nin geleceği karartılmakta. Bir iki yıl toparlayamayacağımız sonuçlar ortaya çıkabilir. Endişemiz burada. Yani bu etkileyebilir." ifadelerini kullandı.

Topbaş, 2020 Olimpiyatları nın da riske girebileceğini söyledi:

"Tabi önümüzde 2020 Olimpiyatları var. Olimpiyatlarla ilgili artık karar aşamasına gelindi. Eğer burada sıkıntılar devam ederse Olimpiyatlar hayal olur. Kim kaybeder. Millet olarak biz kaybederiz. İstanbul kaybeder."

24 Haziran 2013 Pazartesi, 22:34 UEFA, Beşiktaş ve Fenerbahçe hakkında aldığı kararların yazımını tamamladı.. UEFA, verdiği kararları kısa süre içinde kulüp ve kişilere tebliğ edecek, sabah ise siteden paylaşacak

 

UEFA'dan son dakika açıklaması

24 Haziran 2013 Pazartesi 22:34 

UEFA, Beşiktaş ve Fenerbahçe hakkında aldığı kararların yazımını tamamladı.. 

 

UEFA, verdiği kararları kısa süre içinde kulüp ve kişilere tebliğ edecek, sabah ise siteden paylaşacak.
Fenerbahçe'nin geri çektiği CAS davasında ve Beşiktaş'ın yine UEFA ile yaşadığı mali tablo davasında görev alan avukat Emin Özkurt,  UEFA'nın, aldığı kararların yazımını tamamladığını söyledi.

UEFA'nın, aldığı kararları bu gece kişi ve kulüplere tebliğ edeceğini, tüm kamuoyuyla da sabah siteye koyarak paylaşacağını dile getirdi.

Özkurt, kararların içeriğiyle ilgili olarak ise, şimdilik herhangi bir bilgi veremeyeceğini sözlerine ekledi.

24 Haziran 2013 22:12 MERSİN AA 17. Akdeniz Oyunları'nda kadınlar serbest stil 63 kilo finalinde Elif Jale Yeşilırmak, serbest stil 72 kiloda Yasemin Adar ve serbest stil 59 kiloda Hafize Şahin altın madalya aldı

Minderin "altın kızları"

  24 Haziran 2013 22:12 MERSİN AA

17. Akdeniz Oyunları'nda kadınlar serbest stil 63 kilo finalinde Elif Jale Yeşilırmak, serbest stil 72 kiloda Yasemin Adar ve serbest stil 59 kiloda Hafize Şahin altın madalya aldı.

17. Akdeniz Oyunları'nda kadınlar serbest stil 63 kilo finalinde milli güreşçi Elif Jale Yeşilırmak, İtalyan Maria Diana'yı 2-0 yenerek, altın madalya aldı.

Yenişehir Fuar Alanı C Salonu'nda yapılan kadınlar serbest stil 63 kilo müsabakalarının finalinde Elif Jale Yeşilırmak, İtalyan Maria Diana ile karşılaştı. Mücadeleyi 3-0 ve 1-0'lık setlerle 2-0 kazanan milli güreşçi, altın madalyaya uzandı.

Diana, gümüş madalyada kalırken İspanyol Irene Garcia ve Yunan Agoro Papavasileiou, bronz madalya elde etti.

Serbest stil 72 kilo

17. Akdeniz Oyunları'nda kadınlar serbest stil 72 kilo mücadeleleri sonucunda 3 maçını da kazanan milli güreşçi Yasemin Adar, altın madalya kazandı.

Yenişehir Fuar Alanı C Salonu'nda yapılan ve sıklette katılımın az olması nedeniyle Nordic sistemine göre oynanan 72 kilo müsabakalarında çıktığı 3 maçı da kazanan Yasemin Adar, altın madalyaya uzandı.

Yasemin'in ardından 2 galibiyeti bulunan Mısırlı Nadia Ahmed gümüş, İspanyol Auroa Fajardo bronz madalya elde etti.

Serbest stil 59 kilo

17. Akdeniz Oyunları'nda kadınlar serbest stil 59 kilo mücadeleleri sonucunda yaptığı 4 maçı da kazanan milli sporcu Hafize Şahin, altın madalya elde etti.

Yenişehir Fuar Alanı C Salonu'nda yapılan ve sıklette katılımın az olması nedeniyle "Nordic" sistemine göre oynanan 59 kilo müsabakalarında 3 maçını da kazanan Hafize Şahin, şampiyonun belirleneceği son maçta İspanyol Karima Sanchez'i tuşla yenerek, altın madalyaya uzandı.

Kadınlar serbest stil 59 kiloda, Mısırlı Haiat Youssef gümüş, Tunuslu Hela Riabi ise bronz madalya kazandı.