BeKoS tv Every Day A Film We are now less then a minute Türkiye'yiz

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

16 Haziran 2013 Pazar

Modern bilimsel zihni anlama kılavuzu 15 Haziran 2013 Cumartesi

 15 Haziran 2013 Cumartesi

Modern bilimsel zihni anlama kılavuzu

 

Popper’ın “yeni akılcılığı”, Kuhn’un “tarihsel inşacılığı”, Feyerabend’in “çoğulcu anarşizmi” sanki bütün önem ve ipuçlarını Gaston Bachelard’ın bu eserinde yansıtır.

Fransız bilim tarihi ve felsefesinin kendisinden sonra gelenler üzerinde de derin etkileri bulunan bir temsilcisi Gaston Bachelard. Althusser, Canguilheim, Foucault başta olmak üzere pek çok filozofu derinden etkilemiş, pek çok Fransız düşünürü etkilemiş bir eser Bilimsel Zihnin Oluşumu. Özellikle Kuantum Fiziği alanında önemli dönüşümlerin yaşandığı, bu fiziğin kendini olgunlaştırmaya çalıştığı bir dönemde ilimin ideal bir imgesini değil, fiili üretimini, kavram ve pratiklerini konu alan Bachelard düşüncesi, bu gözle görünmez gerçekliğin aletsiz ve kavramsız, “saf” deneyim betimlemelerinden hareketle anlaşılamayacağını savunur. 

Edmund Husserl’in Kriz düşüncesinde dile getirdiği fenomonelojik hareketin tersi bir hat izler Bachelard’ın modern bilimsel zihni anlamaya dönük çabası ve düşünce stratejisi. Bachelard’a göre, modern bilimin ürettiği bilginin çeşitliliği karşısında yapılması gereken, bir “ilk deneyim”e dönerek bilgiyi burada mümkün kılmak, “şeylerin kendisine dönmek” değil, bilimin kendine özgü üretkenliğinin farkına varmaktır. Modern bilimin varlığını ortaya koyduğu olguların üretimini kavramak için iki temel tutumu benimsemek gerekir: Bilimsel kavramların incelenmesini ve eleştirilmesini merkeze alan yeni bir akılcılık ve bu üretimi kolektif ve tarihsel kimliğiyle kabullenecek, kısacası bir pratik olarak kavrayacak “inşacı” bir epistemoloji. Bu yaklaşım, yani bilimsel üretim bölgelerinin içinden düşünerek bilimsel kavramların tarihsel oluşumunu inceleyen tarihsel epistemoloji, özellikle Fransa’da hem fenomenolojiye hem de mantıksal pozitivizme alternatif oluşturan ve bugün hâlâ etkinliğini sürdüren bir bilim tarihi geleneğinin merkezinde yer alır.

Tarihsel aklın eleştirisi

Türkçe’de Ateşin Psikanalizi, Mekanın Poetikası gibi özellikle ‘şiirsel’ bir dilin hakim olduğu eserleriyle yakından tanınan Bachelard’ın, Poincare, Popper, Kuhn ve Feyerabend gibi klasik bir bilim filozofu olmadığını da görmek gerekir. Popper’ın bilim felsefesinden siyaset felsefesine uzanan yeni akılcılığı, Kuhn’un paradigma değişimlerini ve bilimsel devrimleri irdeleyen ‘tarihsel inşacılığı’, Feyerabend’in ‘bilimsel yöntem’ adı verilen dayatmalara karşı ‘çoğulcu’ anarşizmi sanki bütün önem ve ipuçlarını Gaston Bachelard bu eserinde yansıtır. Bachelard’ın şaheseri sayılması gereken kitap Ahmet Öz’ün deyimiyle Batılı tarihsel aklın oluşumunu da irdeliyor.     

Bilimsel Zihnin Oluşumu, Gaston Bachelard, Çev. Alp Tümertekin, İthaki, 2013

 

İbn Sina ve günümüz filozofisi

 

“İbn Sina’da Doğa Felsefesi ve Meşşai Gelenekteki Yeri” isimli çalışma, klasik felsefenin günümüz bilimsel ve felsefi verileriyle karşılaştırılarak yapılacak olan modern değerlendirme ve yeniden üretme aşamasının güzel bir örneği olacak nitelikte. Felsefe tarihinin en önemli filozoflarından biri olan İbn Sina’nın doğa felsefesini inceleme konusu yapmış olan bu kitap, başta Aristoteles olmak üzere Meşşai (Peripatetik) felsefi gelenek içerisinde mukayeseli bir çalışmayla İbn Sina’nın bu gelenek içinde kavram, konu ve biçim yönünden nasıl bir doğa felsefesi inşa etmiş olduğunu başarılı bir şekilde ortaya koymaktadır. 

İbn Sina’da Doğa Felsefesi ve Meşşai Gelenekteki Yeri, M. Macit, Litera, 2013

 

İnanç üstüne parçalı felsefe

 

Varoluşçu filozoflardan Kierkegaard’ın itiraz ettiği ve sürekli eleştirdiği filozof Hegel’dir. Hegel’in rasyonalist ve sistematik felsefesini Kierkegaard kabul edilemez bulur. Bu açıdan Nietzsche gibi Hegel’in en amansız eleştirmenlerindendir. Dindar bir Hıristiyan olan Kierkegaard için din ve Tanrı bireysel meseleler olduğu için felsefesinin merkezinde de birey yer alır. Etkisi etik, estetik, ontoloji gibi felsefenin çeşitli alanlarında sürekli hissedilir. 1844’de kaleme aldığı Felsefe Parçaları ya da Bir Parça Felsefe onun inanç, hakikat, Tanrı gibi kavram ve konularla ilgili düşüncelerini ihtiva ediyor.

 

Felsefe Parçaları ya da Bir Parça Felsefe, Søren Kierkegaard, Çev. Doğan Şahiner, İş Bankası, 2013

 

 Murat Güzel

Bakın işte bu bir ‘sınıf’ savaşı 16 Haziran 2013 Pazar

 Bakın işte bu bir ‘sınıf’ savaşı

 16 Haziran 2013 Pazar

Cemil ERTEM


Cuma günü, Muş Alparslan Üniversitesi’nin 

 

Malazgirt ilçesindeki Meslek Yüksek 

Okulu’nun yeni kampüsünün temel atma 

töreni için Muş ve Malazgirt’e gittik. Ekonomi 

Bakanı Zafer Çağlayan Muşlu ve bu kampüsün 

yapımını üstlenmiş. Temel atma töreninde Muş 

Alparslan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat 

İnanç, ilk olarak söz aldı ve konuşmasını 

Kürtçe selamla bitirdi; daha sonra söz olan 

 

Zafer Çağlayan ise konuşmasına yine Kürtçe 

 

selamla başladı ve bol alkış aldı.

 

 Biliyorsunuz, Malazgirt’in tarihi, milliyetçi -ve aslında bu 

anlamda bölücü- söylemler için epey kullanılan 

bir tarihtir. Tamam, 1071 tarihi önemlidir ama 

bu, bu toprakların yalnız Türkler’e ait 

 

olduğunu anlatmak için kullanılırsa, önemli ve 

doğru bir tarihi olayı, yanlış politikalar için 

kullanmaya dönüşür ki, bu ilk önce tarihe ihanettir. 

 

Bu yıllardır yapıldı, oradak

 İşte 

Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanı hem birliğe 

vurgu yapıyor hem de yıllardır fiili olarak 

yasak olan Kürtçe ile konuşmasına başlıyor. 

 

Demek ki birlik inkardan geçmiyormuş, birlik 

ve bununla birlikte gelecek refah, 

demokrasiden, bir arada yaşama kültürünü 

geliştirmekten ve tam burada ısrar etmekten geçiyormuş.

 

 

Çağlayan’ın artık hiç de münferit olmayan hikayesi

İşte cuma günü Malazgirt’te Zafer Çağlayan’ı 

dinlerken ilk önce bunu düşündüm. 

 

Sonra Çağlayan, kendisinden de bahsetti; bakın bu da, tam da içinde bulunduğumuz şu

 ‘zamanı’ 

anlatmak açısından ilginçtir. Çağlayan, işçi, beş 

çocuklu bir ailenin ferdi. Baba Çağlayan’ın, 

Petkim işçisi olarak, Muş’tan Ankara’ya tayini 

 

 çıkıyor. 

 

 Çağlayan, 1975 yılında Ankara’da 

 

üniversite giriş kursuna gitmek için dershane 

 

parası bulamadığını ve hiçbir zaman 

 

‘sıfır’ 

 

kitap alamadığını anlattı. 

 

 Kızılay’da Zafer Çarşısı’nın kullanılmış kitap satan 

kitapçılarının abonesiymiş. 

 

O yıllarda hiç ‘gıcır’ kitabı olmamış. 

 

Üniversite ve sonra 

sanayicilik tabii ki bu anlamda bir başarı 

hikayesi...

 

Ama burada benim üzerinde durmak istediğim,

 Çağlayan’ın şahsında ifade edebileceğimiz 

Türkiye için yeni girişimci-sanayici profili. 

 

   Yani baba Çağlayan patron değil işçi, bırakın 

 aileden size bir şey kalmasını okumak için bile 

çalışmak zorundasınız.

 

Sanıyorum bugün Anadolu’nun birçok yerinde

 aile birikimine dayanmayan birçok girişimci 

Türkiye’nin ihracatının önemli bir bölümünü 

üstleniyor. 

 

Genel olarak bu dünyada da olan bir trend; örneğin, özellikle ABD’de ‘ileri 

teknolojiye’ dayanan yeni bir burjuva sınıfı var 

bu sınıf, geleneksel ve aynı zamanda tam 

 

şimdilerde çürüyerek çöken eski hakim sınıfın 

hızla yerini alıyor.

 

Kriz biraz da bunun krizi. 

 

Siz örneğin 

meraklıysanız Ford ya da Rothchild Ailesi’nin 

soyağacını sayabilirsiniz. 

 

Ama bugün elinizdeki 

akıllı telefonu ya da kullandığınız sosyal medya 

araçlarını geliştirip zengin olan 

‘garaj 

çocuklarının’ 

babalarını biliyor musunuz, 

bunların resimlerini bir yerde gördünüz mü?

 

Bu açıdan Zafer Çağlayan’ın hikayesi, 

  Türkiye’de başarılı bir KOBİ ve bunun 

sosyal- siyasi yanı da güçlü olan patronunun 

münferit  hikayesi değildir.

 

Bu giderek çoğalacak ve yalnız geleneksel 

sanayi ile de kalmayacak, ABD gibi gelişmiş 

 

ülkelerde de görüldüğü gibi, yüksek teknoloji 

ve bilişim teknolojisi alanlarına da sıçrayacak 

yeni, karşı konulmaz bir sınıfın yükselişidir.

 

Çarpıcı bir örnek

Örneğin Zafer Çağlayan 

 ‘faiz lobisi’nden bahsederken şu örneği veriyor; 

 

‘bize gelen 

 şikayetler içinde şu çarpıcı örnek var, bir 

bankadan 10 milyon Euro kredi kullanan bir 

KOBİ, düşen faizlere bağlı olarak, bu kredisini 

 kapatıp yeniden yapılandırmak istemiş, bunun 

 

 

için kapatma komisyonu olarak tam 1 milyon 

 

100 bin Euro istemişler.’

 

 Çağlayan böyle örneklerin çok olduğunu, aynı durumun 

tüketiciler nezdinde de olduğunu söylüyor. 

 

 

 Yani Çağlayan, Ekonomi Bakanı olarak geldiği iki 

yeri savunuyor. 

 

Birincisi geldiği yoksul aileleri, 

tüketicileri, ikincisi eski bir KOBİ patronu 

olarak KOBİ’leri ve tekel olmayan sanayicileri. 

 

İnanın Türkiye’deki itişmenin arkasında, 

büyük oranda, bu

 ‘sınıf’

 savaşı yatar. 

 

Devrim mi arıyorsunuz, işte!

 

Denetlenemeyen ve geometrik olarak çoğalan, 

yayılan bir teknoloji devriminden 

bahsediyoruz. 

 

Bunun artık dur durağı yok. 

 

Dünyada  geleneksel hakim yapı ve bunun 

koruyucusu olan ulus-devletler, savaşlar için, 

birbirlerini  ve halklarını yok etmek için 

ürettikleri teknolojiyi denetleyemiyorlar ve 

 

teknoloji üretimi artık savaş, tehdit ve insanlığa 

aykırı hakimiyet siyasası için üretilmiyor. 

 

 Çünkü teknoloji üretimi, devletlerden ve bu 

devletlere dayanan eski   hakim sınıfların 

tekelinden çıktı.

 

Dünyanın her yerinde bunun çatışması var. 

 

Türkiye’de de, devletin oluşturduğu rant 

alanlarında büyüyen, asker ve sivil devlet 

bürokrasisi ile ortaklık yapan oligarşik bir 

diktatörlük oluşturan, bizim yedi sülalesini 

‘zengin’ 

bildiğimiz ve isimlerini tek tek 

 

sayabiliceğimiz

 ‘o’ 

ailelerin hakimiyeti bitiyor. 

Yeni sanayiciler, ihracatçılar zenginliklerini 

ailelerinin devlet korumasında büyümüş 

servetlerinden devralmıyorlar.

Elinizi çekin!

Bu arada şöyle paradoksal bir durumdan da 

bahsedeyim, bu

 ‘eski’

 oligarşik yapı, 

daha önce 

Türkiye’nin başına ne darbeler ne 

‘çoraplar’ 

ördüğünü hiç görmemiş yeni kuşağın özgürlük 

taleplerini destekler gibi yapıyor.

 

 Örneğin Gezi’de bu gençlerin kendilerini ifade etmelerini, siyasallaşmalarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışıyor. 

 

 Onlara kirli ellerini bu çocukların masumiyetinden çekmesini tavsiye ediyorum. 

 

Ayrıca o çocuklar bu oligarşinin mezar kazıcısı bunu da bilin. 

 

Ama bunu öğrendiklerinde 

‘onlar’

 için çok geç de olacak. 

 

Başta İngiliz büyük burjuva devrimi olmak 

üzere, bütün değişimlerde, alt-üst oluşlarda 

bunun sayısız örneği vardır.


16 Haziran 2013 12:48 DENİZLİ PAÜ Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mete, "Anne sütü alan çocuklar alerjik hastalıklara daha az yakalanıyor"

Anne sütü alerjiden koruyor

16 Haziran 2013 12:48 DENİZLİ
PAÜ Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mete, "Anne sütü alan çocuklar alerjik hastalıklara daha az yakalanıyor" dedi.
 

Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emin Mete, anne sütü alan çocukların alerjik hastalıklara yakalanmasının daha az görüldüğünü söyledi.
Mete, AA muhabirine yaptığı açıklamada, alerjik hastalıkların son yıllarda artış gösterdiğini ve halkın en sık şikayetçi olduğu sorunlardan biri haline geldiğini ifade etti.
Genel olarak besin, solunum yolu ve ilaç alerjisi sorunlarıyla doktorlara başvurulduğunu dile getiren Mete, şöyle konuştu:
"Çocukların özellikle 2 yaşına kadar anne sütü almasını tavsiye ediyoruz. Anne sütü alan hastaların alerjik problemlere yakalanmasının daha az olduğunu görüyoruz. Anne sütünün içinde adeta doping etkisi yaratan maddeler var. Bunu alan çocuk kolay kolay ne hasta olur ne de alerjik reaksiyon gösterir. Fakat anne sütü alıyorum asla alerjik reaksiyona yakalanmam diye de düşünmemek de gerekir."

16 Haziran 2013 23:13 MEKKE Ramazan ayının yaklaşması ile Suudi Arabistan hükümeti kutsal mekanlar Mekke ve Medine'de hazırlıklarını sürdürürken, Kabe içerisinde genişletme çalışmalarında ilk etabın tamamlanmak üzere olduğu belirtildi

Kabe'de genişletme çalışmalarının ilk etabı bitiyor

16 Haziran 2013 23:13 MEKKE

Ramazan ayının yaklaşması ile Suudi Arabistan 

hükümeti kutsal mekanlar Mekke ve 

Medine'de hazırlıklarını sürdürürken, Kabe 

içerisinde genişletme çalışmalarında ilk etabın 

tamamlanmak üzere olduğu belirtildi.

 


Genişleme çalışmaları kapsamında ilk etapta zemin ve birinci katın hizmete açılacağı öğrenildi.

Bu arada Suudi Arabistan Müftüsü Abdulaziz el-Şeyh ise yaşanabilecek yoğunluk nedeniyle bu sene imkanları olanların ziyaretlerini ertelemelerini istedi. Hac Bakan Yardımcısı ve Sözcüsü Hatem Kadi de erteleme yönünde görüş bildirdi.

Suudi Arabistan hükümeti yabancıların kotasında yüzde 20, yerli ziyaretçilerde ise yüzde 50 oranında azaltmaya giderken, Mekke Ticaret Odası Hac ve Umre İşleri Komitesi Üyesi Said el-Kureyşi de ziyaretlerin ertelenmesi yönünde açıklamada bulundu. 

Kabe genişleme çalışmaları nedeniyle saatte 39 bin kişi tavaf yapabilirken, genişlemenin bitmesi ile bu rakamın 130 bin kişiye çıkacağı kaydedildi. 

Mekke Belediyesi de kutsal mekanların temizlik faaliyetlerinde çalışacak işçilerin sayısının 8 bin kişiye çıkarıldığını açıkladı.

 

 

Kabe'de "birlik ve beraberlik" için dua ettiler

06 Haziran 2013 08:51

Türkiye'den Mekke'ye umre için gelen Türkler Miraç gecesinde Türkiye'de meydana gelen olayların bir an önce durması ve Türkiye'nin birlik, beraberlik içinde olması için dua etti.

Umre ziyareti için Mekke'ye gelen Türkler, Miraç gecesinde Türkiye'deki olayların bir an durması ve ülkenin birlik beraberlik içerisinde hareket etmesi için Kabe'de dua etti. Görevli imamlar, "Yarabbi ülkemizin kalkınmasının önündeki tüm engelleri kaldır ve ülkemiz birlik beraberlik içinde olsun" diyerek Allah'a yalvardı.

Miraç gecesi Kabe'de bulunan ve umre için gelen Türkler namaz kılarak, umre yaparak özellikle Türkiye'nin içinde bulunduğu durumdan bir an önce çıkması için ellerini kaldırarak dua etti.

İmamların ve din görevlilerinin eşliğinde gerek tavaf sırasında, gerekse Kabe'nin dibinde namaz sonrası dua eden Türkler, Türkiye'nin büyümesinin önündeki tüm engellerin kaldırılarak dünyanın sayılı ülkelerinden olması yönünde için Allah'a dua etti.

Büyüyen Türkiye'nin önünün kesilmesinin istendiğini belirten ve AA muhabirine konuşan Türk ziyaretçiler, bir yandan yakınları, aileleri ve arkadaşları için dualar ederken diğer yandan tüm Türkiye için de dua etmeyi unutmadı. 

Bu arada dün hava sıcaklığının 51 derece olduğu resmen açıklanırken, gece ise hava sıcaklığının 45 dereceye kadar ancak düşmesi, Kabe'deki tüm klimalara rağmen hissedildi. 

Tavaf sırasında yoğunluğun yaşandığı gözlenirken özellikle kucağında çocukları ile tavaf yapan ziyaretçilerin zor anlar yaşadıkları dikkati çekti. 

 

 

16 Haziran 2013 22:52 İSTANBUL Beşiktaş Kulübü'nün olağan seçimli genel kurul toplantısında açılan 16 sandık sonucunda rakibi Serdal Adalı'ya 1391 oy fark atan Fikret Orman, yeniden başkan seçilmeyi garantiledi

Fikret Orman yeniden başkan

16 Haziran 2013 22:52 İSTANBUL

 

Beşiktaş Kulübü'nün olağan seçimli genel kurul toplantısında açılan 16 sandık sonucunda rakibi Serdal Adalı'ya 1391 oy fark atan Fikret Orman, yeniden başkan seçilmeyi garantiledi.


BJK Akatlar Spor ve Kültür Kompleksi'nde gerçekleştirilen genel kurulda, aidatını yatıran 11 bin 500 üye, 20 sandıkta oy kullandı. 


Açılan 16 sandık sonucunda rakibi Serdal Adalı'ya 1391 oy fark atan Fikret Orman, yeniden başkan seçilmeyi garantiledi.


"Erdoğan'ı koltuğundan edecek sandığın fırtınasıdır" 16 Haziran 2013 22:03 ANKARA MHP lideri Devlet Bahçeli

"Erdoğan'ı koltuğundan edecek sandığın fırtınasıdır"

16 Haziran 2013 22:03 ANKARA

MHP lideri Devlet Bahçeli,

 "Başbakan Erdoğan'ı koltuğundan edecek sokakların gelip 

geçici rüzgarı değil, sandığın fırtınası, sandığın kasırgasıdır" 

dedi.

 

               bunların açıklamayları ile beraber okuyun mhpbahçeli'yi shock olacaksınız.


MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin Yenimahalle Belediye Başkan adayı Devran Kutlugün, Akyurt Belediye Başkan adayı Hakan Türkdağ ve Kazan Belediye Başkan adayı Fazıl Köremezli'nin adaylıklarını Yenimahalle'de açık havada düzenlenen toplantıda açıkladı.

AK Parti'nin Türkiye'yi kutuplaşmaya sevkettiğini ifade eden Bahçeli, Erdoğan'ın Ortaçağ derebeylerinin izinde gittiğini savundu. 

"Erdoğan, kibrin tuzağına, kendini beğenmişliğin çukuruna, böbürlenmenin ve üstten bakmanın içerisine düşmüştür" 

diyen Bahçeli,

 "Başbakan 1930 model batılı diktatörler gibidir. 

Zorbaların takipçisidir, tek adamlığa özenmektedir" 

görüşünü savundu. 

 

"Adalet ve Kalkınma Partisi kontrolden çıkmıştır. 

 

Başbakan Erdoğan Türk milletinin huzur ve güvenini vahim ölçüde bozmuştur" 

diyen Devlet Bahçeli, Başbakan Erdoğan'ın dün Ankara'da 

yaptığı mitingde üç hilal ve bozkurt temalı bayrakların 

açılmasını eleştirerek, 

"Başbakan Erdoğan, açılan bozkurtlu ve üç hilalli bayraklara sanki önceden bilmiyormuşçasına dikkat kesilmiş,

 'MHP'li kardeşlerime teşekkür ediyorum, inşallah bu yolda birlikte yürüyelim' 

diyerek komplo mucidi olduğunu göstermiştir. 

Bahçeli, şöyle devam etti:

"Başbakan Erdoğan'ın konuştuğu platformun hemen yanı başında üç hilalli ve bozkurt amblemli afiş ve dövizlerin sallanması daha önceden kurgulanan iğrenç bir tezgahtır. 

Milliyetçi-ülkücü hareketi, Gezi Parkı hadiseleri ile sokağa 

çekmeye, marjinal unsurlarla aynı kareye almaya gayret eden 

Başbakan, bunu başaramayınca bu defa da AKP'nin yanında 

konumlandırmaya, duruşunu sulandırmaya yönelmiştir.

 Üç hilal ve bozkurdu taşıyanlar, AKP'li lejyonlardır. 

Üç hilali AKP mitinginde açanlar soytarılığın ve soysuzluğun 

liste başıdır. Bu mizanseni planlayan, projelendiren ve eylemi 

döken başta Başbakan Erdoğan olmak üzere tüm failler Türk 

milletine ve milliyetçi-ülkücü harekete en büyük namertliği 

yapmışlardır."

Sincan'da üç hilal ve bozkurtlu bayrakların açılmasını 

"Çok tehlikeli bir oyun" olarak niteleyen Bahçeli, 

"Eğer bir siyasi partinin genel başkanı ve başbakanı, 

Ankara'nın sokaklarında giderken 1 kilometrede güvenlik 

altına alınıyor ve öyle işyerine veya ikametgahına gidiyorsa, 

mitinginde 25 metrelik güvenlik çemberinin içine kadar 30-40 

kişinin bir siyasi partinin pankartı ile oraya gelebilmesi, 

Başbakan'ın hayati riskidir. 

Sayın Başbakan bunun farkına varmalı, MHP'nin 

pankartlarını taşıyan alçakları anarken kendisine suikast 

hazırlamaya yeltenenlere de dikkat etmelidir. 

Bu çok tehlikelidir"

dedi.

Bahçeli, sokakların büyüsüne kapılıp yerli ve yabancı provokatörlerin değirmenine su taşınmamasını istedi ve 

"Başbakan Erdoğan'ı koltuğundan edecek sokakların gelip geçici rüzgarı değil  sandığın fırtınası, sandığın kasırgasıdır" 

görüşünü dile getirdi.

 



Türkiye'nin fotoğrafı burada

16 Haziran 2013 18:25

ANKARA

"Milli İradeye Saygı Mitingi"nde konuşan Başbakan Erdoğan, 

 

"Eğer Türkiye fotoğrafı görmek isteyen varsa, 

uluslararası medyaya rağmen görmek isteyen 

varsa, fotoğraf burada"

 dedi.


AK Parti İstanbul İl Başkanlığı’nın düzenlediği 

“Milli İradeye Saygı” 

 

 mitinginde vatandaşlara seslenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 

 "Eğer Türkiye fotoğrafı görmek isteyen varsa, 

uluslararası medyaya rağmen görmek isteyen 

varsa, fotoğraf burada"

 dedi.

Başbakan Erdoğan, "Dünyanın her yerinde meydanlara çıkan, bize dualarını esirgemeyen kardeşlerimi İstanbul'dan selamlıyorum. Avrupa'nın onlarca kentinde, Amerika Birleşik Devletleri'nde, Ortadoğu'da, Asya'da bizi bağrına basan, bizim için sokağa çıkan, bizim için için hayır dualarını gönderen, yollayan tüm kardeşlerimi, tüm dostlarımızı İstanbul'dan yürekten selamlıyorum" ifadelerini kullandı.

Uluslararası medya bunu da gizleyin olur mu

"Uluslararası medya bunu da gizleyin olur mu. Hadi bakalım BBC bunu da gizle, CNN bunu da gizle, Reuters bunu da gizle. Günlerdir yalan haberler ürettiniz. Türkiye'yi dünyaya farklı gösterdiniz. Siz yalanlarınızla baş başa kaldınız" diyen Başbakan Erdoğan, "Bu millet sizin dünyaya tanıttığınız millet değil. Bu millet samimi. Bu millet gece tencere tava çalan bir millet değil" dedi.

Taksim Meydanı millete teslim edildi

Başbakan Erdoğan, "Şu anda Gezi Parkı boşaltıldı, Taksim Meydanı boşaltıldı ve bu millete teslim edildi. Şu anda İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Gezi Parkı'nın içini temizledi. Şimdi çiçeklendirmesini yapıyor, yeşillendirmesini yapıyor. Gerçek çevreciler şu anda iş başında. Atatürk Anıtı'nın ki Cumhuriyet Anıtı'dır adı aynı zamanda. Oranın da çevresindeki çiçeklendirmeler yapıldı" şeklinde konuştu.

Parklar asla işgal altında olamaz

Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:

"Halk diyorsa ki; Biz Taksim'e şehir müzesi istemiyoruz. Şehir müzesini de yaparken Gezi Parkı'nı yakıp yıkmayacağız, ağaçları kesmeyeceğiz. Oradaki 600 ağacın yaklaşık 500'ünü yine orada kullanacağız. Kalan 100'ünü ise oradan söküp müzenin çevresine ve yayalaştırma alanının içine kullanacağız.
Ne deseler beğenirsiniz. Çoğu dedi ki: 'Güzel'... Güzelse o zaman hemen dedim bu akşam, gider gitmez, söyleyin Gezi Parkı'nı boşaltsınlar. Çünkü Gezi Parkı belli bir grubun parkı değildir. Gezi Parkı tüm istanbul halkının, tüm meydana gelenlerin parkıdır ve bu parklar asla işgal altında olamaz. Benim sabrım buraya geldi. Boşalttınız boşalttınız. Boşaltmadığınız takdirde, bedeli ne olursa olsun, Kılıçdaroğlu'na rağmen, terör örgütlerine rağmen burayı boşaltacağız dedim'' ifadelerini kullandı.

Türkiye sadece Taksim'den ibaret değil

Başbakan Erdoğan "Dost da düşman da artık şunu anlasın. Türkiye sadece Taksim Meydanı'ndan ibaret değildir. Türkiye sadece Kuğulu Park'tan ibaret değildir. Türkiye sadece Alsancak'tan ibaret değildir. Türkiye Kasımpaşa'dır. Türkiye Fatih'tir. Türkiye Üsküdar'dır. 39 ilçemizin hepsini söylüyorum" dedi.

Türkiye sosyal medya üzerinden, üzerinde ameliyat yapılabilecek bir ülke değildir

Türkiye'nin sosyal medya üzerinden, üzerinde ameliyat yapılabilecek bir ülke olmadığını belirten Başbakan Erdoğan, "Türkiye'yi tanımaktan aciz parlamentoların kararlarıyla mahkum edilebilecek bir ülke hiç değildir. Avrupa Birliği Parlamentosu bizimle ilgili bir karar almış. Haddini bil ya, haddini bil. sen Türkiye ile ilgili karar almaya yetkili misin ya? Daha ilk gün ne dedim, 'Sizin aldığınız kararı tanımıyoruz' dedim. Ve aldıkları kararı kendilerine iade ettim" diye konuştu.

AKM'deki pankartların indirilmesi

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Atatürk Kültür Merkezi'ndeki pankartların indirilmesi ile ilgili olarak da şunları söyledi:
"Atatürk Kültür Merkezi bir kamu kuruluşudur. İşgal edildi. Kimler tarafından, illegal ve legal zannedilen örgütler tarafından. Oraya bazı paçavralar asıldı. Teröristlerin resimleri vardı orada, bu illegal örgütlerin pankartları vardı. Paçavraları vardı ama bu arada Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanına da hakaretler vardı. Bunlara sorarsan, bana gelenlere, 'Biz de bunlardan çok üzüldük ama...' Onları oradan indirmeyecektik de ne yapacaktık ?" dedi.

Terörist başıyla Atatürk'ü ve Türk bayrağını nasıl yan yana getirdiniz

"Şimdi buradan ulusalcılara sesleniyorum" diyen Başbakan Erdoğan, "Ey ulusalcılar, ey CHP ve yandaşları, terörist başıyla Atatürk'ü ve Türk bayrağını nasıl yan yana getirdiniz" şeklinde konuştu.

Faiz lobisi çok iyi ortaya çıktı

Başbakan Erdoğan, "Tabi bunlar bugüne kadar güdülen iktidarlara alışmışlardır. Güdüyorlardı, istedikleri gibi hükümet kuruyorlardı bu ülkede. İstediklerini indiriyorlardı, istediklerini getiriyorlardı"İfadelerini kullanarak, İşte bazı medya kuruluşları aynı oyunun içindeler, aynı numarayı yapıyorlar ama hepsi turnusol kağıdı gibi ortaya çıktı. Faiz lobisi çok iyi ortaya çıktı" dedi

Taksim olaylarına karışan yabancıların burada ne işi var?

Başbakan Erdoğan, "Ben merak ediyorum. Dünyanın değişik yerlerinden acaba Taksim Meydanı'na gelip bu olayların içerisine karışan yabancıların burada ne işi var?" diye konuştu.

"Biz polisimizin yanlışı varsa onu sorgularız ama polisimize şiddet uygulayan, sokaklarda çatışan, caddeleri yakıp yıkan, kamu malına, özel mülke zarar verenleri tek tek inceleyecek ve araştıracağız" ifadelerini kullanan Başbkan Erdoğan, şöyle devam etti:

"Bütün MOBESE kayıtlarında bunlar var. Hepsi inceleniyor. Sosyal medyada provokasyon yapanları da araştıracağız, medyada provokasyon yapanları, bu olaylara arkadan her türlü lojistik destek verenleri de araştıracak ve deşifre edeceğiz."

Milletvekili, teröre fırsat vermez

"Böyle bir tablo içerisinde, polisimiz, yargımız, demokrasimiz çok zorlu bir sınava tabi tutuldu. Ama hamdolsun biz bu sınavı başarıyla aştık" diyen Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:

"Bu ülkeyi, demokrasiyi, hukuku, raydan çıkarmak isteyenlere rağmen biz demokrasiyi, hukuku, temel insan hak ve özgürlüklerini öne çıkardık. Onların sarsılmasına müsaade etmedik. Kardeşlerim, hatalar yapılmış olabilir, yanlışlar olabilir, istenmeyen manzaralar ortaya çıkmış olabilir. Fakat Ankara'da dün akşam baktım ki yürüyen bir grubun önünde CHP'li milletvekilleri yere çökmüş, oradan poz veriyorlar, şov yapıyorlar. Ne bu? Sen milletvekilisin. Milletvekili, teröre fırsat vermez. Milletvekili, ülkesinin devletine yardımcı olur. Milletvekilinin yapması gereken budur. Terör estirmek isteyenlerin önünü açmak değildir. Ama bunlar, terör estirmek isteyenlerin önünü açmıştır. İstanbul'da isim veriyorum. Divan Oteli'ne giren CHP'li milletvekillerinden bir tanesi, benim Valime hakaret ediyor. Saygısızca. O kendisinden yardımcı olmasını istiyor, O ise hakaret ediyor. Kim bu? O da CHP milletvekili. Bunların meşrebi bu. Cibiliyeti bu."

Lise talebelerine baskı uygulayanları milletim bilsin

Sanatçılara mahalle baskısı uygulayanları milletin bilmesini istediğini kaydeden Başbakan Erdoğan, "Şimdi ben buradan bazı okulların müdürlerine, öğretmenlerine sesleniyorum. Araştırmalar devam ediyor. Ben bu tür okul müdürlerini okullarımızın başında görmeyi asla kabul edemem. Çünkü biz bu yavrularımızı size teslim ettik. Anarşist olsunlar diye teslim etmedik. Bunları iyi yetiştirin, iyi okutun, iyi eğitin diye gönderdik. Birilerinin mitinglerine bunları derslerden çıkararak gönderin diye değil" ifadelerini kullandı.

Hukuk dairesi içinde gereken hesabı mutlaka soracağız

"Bu dönen dolaplara aldanmayın. Bunların hepsini aşarız, yeter ki siz bu güzel tabloyu her zaman koruyun. Medyaya şiddet uygulayanları milletim görsün. Türkiye ekonomisine zarar vermek için açıklama yapanları, tavır belirleyenleri, kendi ülkesine kastedenleri milletim anlasın" ifadelerini kullanan Başbakan Erdoğan, "Şunu açık açık söylüyorum; 18 gün boyunca sokak sokak terör estirenlere, benim başı örtülü kardeşlerime el uzatanlara, yanında bebeği olduğu halde hem anneye hem bebeğe şiddet uygulayan alçaklara, ahlaksızlara, Dolmabahçe Bezmi Alem Valide Sultan Camisi'ne ayakkabılarıyla giren, 3 gün orayı işgal edenlere, orada alkol kullanan saygısızlara, hukuk dairesi içinde gereken hesabı mutlaka soracağız" dedi.

Biz bu milletin hizmetkarıyız hizmetkarı

Başbakan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Diyorlar ki; 'Sayın başbakan çok sertsin' Bazıları da 'diktatör' diyor. Bu nasıl diktatör ki; sizin gibi o Gezi Parkı'nı işgal edenlerle, samimi çevrecileri kabul ediyor. Böyle bir diktatör var mı ya dünyada ? Tarihinde var mı ? Orada size gösteri yaptırtacak ha, Mümkün mü ? Biz bu milletin hizmetkarıyız hizmetkarı. Biz bu yola öyle çıktık. Biz bütün adımlarımızı sevgi üzerine bina ettik. Kendilerine yargı kararını bekleyeceğimizi söyledik. Ardından halk oylaması yapacağımızı söyledik. Bunun neticesine göre hareket edeceğimizi söyledik."

Sandıktan başka yol arayanlara geçit vermeyeceğiz

Başbakan Erdoğan, 18 gündür yapılan bu şiddet eylemlerinin, azınlığın çoğunluğa, imtiyazlıların mağdurlara, seçkinlerin millete egemen olma ve hükmetme imtiyazlarını geri alma girişimi olduğunu dile getirerek, "Ağacın, çevrenin, Gezi Parkı'nın arkasına saklanıp, korkakça, alçakça, ahlaksızca, kendi kirli hesaplarını görmeye çalışanları biliyoruz. Ağacın, çevrenin, Gezi Parkı'nın arkasına saklanan faiz lobisini de biliyoruz. Milli irade hırsızlarını, kaymak tabakayı, bizler de milletimiz de çok iyi tanıyoruz. Sandıktan başka yol arayanlara, bu ülkede geçit vermeyeceğiz. Milli irade hırsızlarına asla fırsat tanımayacağız. Çetelerin, terör orgütlerinin, illegal örgütlerin, vandallıkla, ahlaksızlıkla, milletin huzurunu bozmalarına müsaade etmeyeceğiz" şeklinde konuştu.

 

Kazlıçeşme'de Milli İradeye Saygı Mitingi

16 Haziran 2013 17:57 İSTANBUL

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, tamamen dolan Kazlıçeşme Meydanı'ndaki "Milli İradeye Saygı Mitingi"nde halka hitap etti.


AK Parti İstanbul İl Başkanlığı’nın düzenlediği “Milli İradeye Saygı” mitinginin yapılacağı alanın büyük bölümü tamamen doldu.

"Büyük Oyunu Bozmaya, Haydi Tarih Yazmaya" sloganıyla düzenlenen miting için vatandaşlar Kazlıçeşme’ye gelmeye devam ediyor.

Alana gelen vatandaşlar, "Acil muhalefet aranıyor" , "Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak", "Duruşun asaletinden, gücün Rabbinden, desteğin milletinden", "Dik dur eğilme, dadaşlar seninle",  "Siyonizm şaşırma, sabrımızı taşırma” yazılı pankartlar taşıdı.

"Bu memleket bizim" şarkısı çalınırken, bazı vatandaşlar alana, ellerinde büyük Türk bayrakları taşıyarak sloganlar eşliğinde giriyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşacağı platformun sol tarafına da büyük bir Türk bayrağı asılırken, alanda büyük bir Beşiktaş bayrağı vatandaşlar tarafından taşındı.

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ile ailesi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, miting alanına gelerek, platformdan halkı selamladı.

Halkı selamlayanlar arasında AK Parti genel başkan yardımcıları Numan Kurtulmuş, Ekrem Erdem, Süleyman Soylu ve Mustafa Şentop ile bazı AK Partili milletvekilleri de yer aldı. 

 

 

Tablo yerli yerine oturuyor

16 Haziran 2013 16:19 ANKARA

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Çelik, 

 

"Taksim'deki olayların, ABD'de 

"olası İstanbul isyanı"

 

 adıyla tartışıldığının ortaya çıkması üzerine, 

 

"Tablo yerli yerine oturuyor"

 

 dedi.


AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, Taksim'de başlayan olayların, şubat ayında ABD'deki Amerikan Girişimcilik Enstitüsü'nde "olası İstanbul isyanı" adıyla tartışıldığının ortaya çıkması üzerine, "Tablo yerli yerine oturuyor. Seçilen yer İstanbul, seçilen mekan Taksim. Apolitik olan gençliğin politize edilerek sokaklara sürülmesi... 

 

Bunların hepsi bir senaryonun yazıldığını ve bu senaryonun birileri eliyle tatbik edildiğini gösteriyor" ifadelerini kullandı.

Çelik, Washington'daki Amerikan Girişimcilik Enstitüsü'nde (American Enterprice Institute) "olası İstanbul isyanı" adıyla bir senaryonun ele alındığının ortaya çıkması üzerine, AA muhabirinin sorularını cevapladı. Senaryoda, ele alınanların son günlerde Türkiye'de yaşananlarla paralellik arzettiğini kaydeden Çelik, "Son günlerde yaşadıklarımız, bir oyun" dedi.

"İstanbul İsyanı Planı"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın geçmiş başbakanlardan farklı bir yapısının bulunduğunu söyleyen Çelik, "Bugüne kadar Batılı ülkeler nezdinde hak ettiğimiz dik duruşu sergileyemeyen maalesef başbakanlar vardı. ABD Başkanları veya gelişmiş ülkeler karşısında el pençe divan duran başbakanlar, maalesef bizim tarihimizde var. Recep Tayyip Erdoğan, uluslararası haksız nizamı eleştiren bir lider. Birleşmiş Milletler sistemini, özellikle Güvenlik Konseyini kuvvetlilerin hakkı olarak kabul edildiği işleyişi eleştiriyor. 'Kuvvetliler haklı değil, haklılar kuvvetli olmalıdır' diyor. Avrupa Birliği ülkeleriyle eşit ilişki kuran bir Başbakan var. İşte bunlar birilerini rahatsız ediyor. Onun için maalesef bu son senaryoda da bunu görüyoruz. ABD'deki NeoCon'ların bizimle ilgili tavrını, düşüncelerini biliyoruz. Oradaki çeşitli lobilerin tavrını biliyoruz. 1915 olaylarına yönelik yapılan hazırlığı biliyoruz" ifadesini kullandı.

"Bizim etkin bir dış politika ortaya koymamız, onurlu haysiyetli durmamız, başımızı dik tutmamız birilerini rahatsız ediyor" diyen Çelik, şunları söyledi :

"Tablo yerli yerine oturuyor. Seçilen yer İstanbul, seçilen mekan Taksim. Apolitik olan gençliğin politize edilerek sokaklara sürülmesi... Bunların hepsi bir senaryonun yazıldığını ve bu senaryonun birileri eliyle tatbik edildiğini gösteriyor. Bir işin startıyla o işin aldığı şekil çok farklı olabilir. Bir noktadan hareket edilir, sonra o nokta büyütülür. Gezi Parkı, yeşil ve çevre duyarlılığı gibi masum bir hadise olarak başlatılır ama farklı farklı yönlere çekilir. İşte tam da burada bu planın içinde 'Kod Adı İstanbul İsyanı' denilen tezgah tam da istenilen noktaya getirilmiştir"

"O senaryoyu, oynayıp oynamamak bizim irademizde"

"Dış güçler ve onların yerli işbirlikçileri"  diye sık sık söylenen kalıp söze atıfta bulunan Çelik, şöyle devam etti :

"Benim yadırdağım şudur. Birileri dışarda şunu veya bunu tezgahlayabilir. Ben o tezgaha niye geliyorum kardeşim. Aslında orada dikkat etmesi gereken biziz. Biz, millet olarak başımıza gelen felaketleri, musibetleri hep dışarı havale ediyoruz. Evet birileri dışarıda bizim için senaryo yazıyor ama o senaryoyu oynayıp oynamamak bizim irademizde."

"Resmen fitnenin değirmenine su taşıyorlar"

Bazı ünlü gazetecilerin yanı sıra sanatçı ve aydın olarak bilinen pek çok kişinin bu süreçte sosyal paylaşım ortamlarından paylaştıkları ifadelerle, yaptıkları açıklamalarla halkı tahrik ettiğini söyleyen Çelik, "Resmen fitnenin değirmenine su taşıyorlar. Birileri, bu Gezi olaylarının rüzgarıyla 'ben yelkenimi şişirebilir miyim' gayreti içine girdi. Rant elde gayreti içindeler" diye konuştu.

"Cenaze üzerinden bile bir öfke kabarması oluşturmak isteyen bir anlayış var"

Ankara'daki gösteriler sırasında yaralanıp hastanede hayatını kaybeden Ethem Sarısülük'ün cenaze töreni sebebiyle yaşanan gerginliği de değerlendiren Çelik, CHP Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç'un kendisini arayarak cenazenin önce Batıkent'teki cemevine oradan da memleketi Çorum'a defnedilmek üzere götürülmek istendiğini iletmesi üzerine bizzat İçişleri Bakanı Muammer Güler'i arayarak bu talebi aktardığını kaydetti.

Çelik, "İçişleri Bakanımız 'hay hay, götürsünler cemevine' dedi. Fakat cenaze merasimi yapmak yerine Kızılay'a Sıhhiye'ye getirip, merasimi yapmak yerine bunu bir kalkışma malzemesi yapmak, bir ölünün cenazesi üzerinden bile bir öfke kabarması oluşturmak isteyen bir anlayış var. Bu, hasta bir zihniyettir. AK Parti'ye zarar veriyorum diye ülkesine zarar veren bir zihniyettir. İnşallah sağduyu galebe çalar" diye konuştu.

"Türkiye'den de bazı garibanları maalesef piyon olarak kullanıyorlar"

Yabancı medyanın, olayları abartarak, Türkiye'de adeta iç savaş yaşanıyormuş gibi yayın yaptığını da ifade eden Çelik, "Bunlar, menfaatsiz, bir şekilde mama almadan kimseye günahlarını vermezler. Sincan'da nerdeyse bir milyon insanın toplandığı meydandan neredeyse hiç yayın yapmadılar. Bu olacak şey mi? Birileri bunları besliyor. Bunların hangi lobiler adına, hangi zihniyetler adına hareket ettiği bizce biliniyor ama halkımızın intibaha gelmesi, uyanması lazım. Bunlar topyekün Türkiye'yi hedef almışlar ama Türkiye'den de bazı garibanları maalesef piyon olarak kullanıyorlar. Bu meselede kimsenin, özellikle iyi niyetli insanlarımızın kendini kullandırmaması lazım."

Kod Adı : İstanbul İsyanı

Yeni Şafak gazetesinin bugünkü sayısında "Kod Adı İstanbul İsyanı" şeklinde manşete taşınan senaryonun, şubat ayında ABD'de tartışıldığı ortaya çıktı. Washington merkezli İsrail kuruluşu Amerikan Girişimcilik Enstitüsü (American Enterprice Institute) adlı kuruluşta, "Büyük gösteri olursa Taksim, Tahrir gibi kimlik kazanır. Türk gençliği apolitik, meydanlara inerse zaman içinde politikleşir. Sokaklar canlı tutulmalı. Ulusal sol hareketler, ilerici hedefler ortaya koyamadığı için meydanı bir halk hareketine dönüştürmek zor olabilir" yorumları yapıldığı kaydediliyor.

Toplantıya, ABD'nin eski Başkanı George W. Bush'un ekibinde yer alan ve Türkiye karşıtlığıyla bilinen Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz, Richard Perle, Bernard Lewis, Elliot Abrams, John Bolton, William Kristol ve Douglas Feith gibi isimlerin katıldığı belirtiliyor. Türkiye karşıtı söylem ve politikalarıyla bilinen "NeoCon" isimler, 2007 yılında da Türkiye'yi karıştırmaya yönelik "Hudson Planı" ile gündeme gelmişti. 

Siyaset anayasa yapımına farklı yaklaşabilir mi? 02 06 2013

Siyaset anayasa yapımına farklı yaklaşabilir mi?

Anayasa yapımı alanında karşılaşılan tıkanma, siyasetin bir kurum olduğunun bilincine varılması ve temel siyasî aktörler arasındaki farklı görüşlerin uzlaştırılmasıyla aşılabilir

Anayasa yapımı alanında karşılaşılan tıkanma "siyaset"in kurumsallaşma alanındaki başarısızlığını kanıtlamaktadır. Diğer bir ifade ile sadece belirli partiler değil, bir kurum olarak "siyaset" toplumun beklentisine cevap verememiştir. Bu ise "siyaset"in kurumsal düzeyde toplumsal gelişmenin fazlasıyla gerisinde kaldığını göstermektedir. Siyasetin temel işlevinin toplumsal beklentileri cevaplamak ve talepleri karşılamak olduğu gözönüne alındığında bu başarısızlığın öze yönelik niteliği de ortaya çıkmaktadır.
Ancak diğerlerini de içine alacağı için siyasetin bir kurum olarak kavramsallaştırılmasına dahi itiraz edecek siyasî partilerin bunu bir başarısızlık olarak gördükleri şüphelidir. Türkiye'nin önemli bir sorunu partilerin ve siyasetçilerin çoğunluğunun "siyaset"in bir kurum olduğunun farkında olmamasıdır.
Siyasetçilerin böylesi bir kurumsal "siyaset" kavramsallaşmasını ancak Zincirbozan ikameti gibi olağanüstü koşullarda yapabilmelerinin nedenleri üzerinde durmak gereklidir.

Siyaset geleneğimiz

Türkiye siyasetin "devlet adamları" olarak nitelendirilen bürokratlar tarafından yapıldığı bir geleneğin mirasçısıdır. Onlar tarafından yapılan siyaset ise "avam"ın anlamlı isteklerde bulunamayacağı varsayımı ve "hikmet-i hükûmet" düstûru çerçevesinde üretilmiştir. Diğer bir deyişle merkezde, yukarıdan aşağıya üretilen tek yönlü "yüksek siyaset," siyaseti toplumsal beklentileri karşılayan bir işlev olarak görmemiştir.
İlginç olan bu tür "siyaset"i üreten bürokrasinin, kişiler etrafında oluşan klikler ve "gelenekçilik-ıslahâtçılık" eksenindeki ayrımlara karşılık kurumsallaşmayı başarmasıdır. Bu bürokratlar, "devletin çıkarları" ve kendi etki alanlarını koruma ilkeleri etrafında, fikir ve yaklaşım ayrılıklarına karşın kurumsal bir konum alabiliyorlardı.
1908 sonrasında siyasî partilerin doğuşu ve "seçim"in gündeme gelişi önemli değişikliklere neden olmuşsa da "avam"ın gerçek anlamıyla siyaset yapımına katılmasını ve bu işlevin iki yönlü bir karakter kazanmasını sağlamamamıştır. İlk seçimden sonra yapılanların atamaya dönüşmesi ve bürokratların kontrolündeki para-militer bir örgütlenmenin iktidar tekeli yaratması, doğan ümitlerin kısa sürede hüsranla neticelenmesine neden olmuştur.
Böylesi bir yapının mirasçısı Erken Cumhuriyet de hakiki siyasetin "yüksek siyaset" olduğu yaklaşımını benimsemiş, daha doğrusu toplum mühendisliğinin "siyaset" olduğunu varsaymıştır. Bu durumda gerçek anlamda bir "siyaset kurumu" kavramsallaşması ancak 1950 sonrası anlamlı olabilir.
Ancak 1960 sonrası vesayetçiliği ve siyasetin bir kanadının bürokratik "yüksek siyaset"i savunarak meclisi halka değil, "devlete ait bir kurum" ve "devlete meydan okunamayacak" bir mekân olarak görmesi siyasetin kurumsallaşması önündeki iki temel engelden birisi olmuştur.
Burada karşılaşılan ikinci engel ise oluşan kimlik siyaseti gettolarının "dar siyaset" yaklaşımlarıdır. Bu çerçevede yapılan "siyaset," farklı tezleri savunanların da dahil olduğu, kurumsal bir siyaset kavramsallaşması yapılmasını önlemektedir.

Bipartisan siyaset anahtarı

Siyasetin kurumsallaşamayarak, dar kapsamlı kimlik siyaseti ve rakip siyasî örgütlenmelerin tezlerine karşı çıkma olarak algılanması anayasa yapımının da dahil olduğu alanlarda toplumsal ortak paydaların yaratılmasını önlemektedir.
Türkiye'nin dile getirilen tüm tepkilere karşın otuz yılı aşkın bir süredir darbe anayasası ile idare edilmesinin, siyasetin toplumun çeyrek asır gerisinde kalmasının başka şekilde açıklanabilmesi mümkün değildir. Vesayetin sona erdiği, Anayasa Platformu ve diğer sivil toplum örgütlenmelerinin Türkiye'nin dört bir yanında toplantılar düzenleyerek toplumsal beklentinin ana hatlarını ve bir ortak paydayı ortaya çıkarttığı bir dönemde yaşanan başarısızlığın makul bir gerekçesi de yoktur.
Bu kendimize örnek aldığımız ve sıklıkla meşrulaştırma aracı olarak kullandığımız Batı siyasetinin pek de gündemimize gelmeyen bir kurumunu tartışmamızın yararlı olabileceğini düşündürmektedir. Bâzı siyaset bilimcilerin, azınlığın çoğunluğun uygulamalarını engelleyebildiği Amerikan sistemine mahsus olduğunu düşündükleri, ancak diğerlerinin İngiltere benzeri parlamenter sistemlerde de geçerli olabildiğini savundukları "bipartisanship" bilhassa kilitlenen anayasa yapımı tıkanıklığını açacak bir anahtar olabilir.
"Bipartisanship" siyasetin tıkandığı noktalar ve dış siyaset yapımı benzeri konularda siyasetin, bir kurum olarak, temel siyasî aktörler arasındaki farklı görüşleri uzlaştırarak sonuç almasıdır. II. Dünya Savaşı ardından kazandığı önemi kaybetmekle birlikte ABD'de geniş kapsamlı, tüm toplumu etkileyen ve toplumsal beklenti düzeyinin yüksekliği nedeniyle geciktirilmesinin kamu zararına olacağı kabul edilen konularda siyasî kararlar hâlâ bu yolla alınabilmektedir. Avustralya'da da büyük tartışmalara neden olan antiterör yasası 2009'da bipartisan bir süreç sonrasında kabul olunmuştur.
Bir anahtar olabileceğini vurguladığımız bipartisan yaklaşımın toplumumuz literatüründeki "siyaset üstü"lük ile bir ilişkisinin bulunmadığını belirtmek gerekir. Söz konusu olan "siyaset"i devreden çıkaran, yukarıdan aşağı bir bir karar alımı değil siyaset içi, kurumsal bir uzlaşmanın yaratılmasıdır.

Türkiye'de mümkün mü?

Siyaset geleneğimiz ve "siyaset"in kurumsallaşamaması şüphesiz toplumumuzda bu tür uzlaşmalara ulaşılmasını zorlaştırmaktadır. Bunun yanı sıra Türk siyasetinde azınlığın çoğunluğu engelleyebilmesinin anayasa değişikliği benzeri son derece sınırlı alanlara münhasır kalması bipartisan yaklaşımın siyasî kültürümüzün bir unsuru haline gelmesini engellemiştir.
Yeni anayasa yapımı bunun tartışılması ve uygulanmasının başlangıcı olabilir. Yürütmenin aşırı derecede güçlendiği, çoğunluğun azınlığı dinlemeyi, azınlığın ise çoğunlukla uzlaşmayı zul olarak gördüğü, siyasetin farklı toplumsal taleplerin uzlaştırılması değil karşı tezlerin çürütülmesi olduğunun düşünüldüğü bir toplumda bunun ne denli zor olacağı açıktır. Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nun çalışması bu alandaki güçlükleri ortaya koymaktadır.
Bu alanda yaşanan başarısızlığa karşın, zorluğun fırsata dönüştürülerek toplumsal bir sözleşmenin uzlaşma yoluyla kaleme alınması bipartisan siyaset yapımı konusunda da milat olabilir. Bu aynı zamanda siyasetin Türkiye'yi darbe anayasasına mahkûm etme utancından kurtulmasını da sağlayacaktır.
Ancak bunun gerçekleşebilmesi her şeyden önce temel siyaset aktör ve liderlerinin siyasetin bir kurum olduğunun bilincine varabilmeleriyle mümkün olabilir. Bu yapıldığında, toplumun beklentisi olan özgürlükçü bir anayasayı yapamamanın tekil olarak partilerin değil bir kurum olarak "siyaset"in başarısızlığı olduğunu da anlayabilmek ve buna çözüm getirmeye çalışmak mümkün olacaktır.

 

 02 06 2013    

M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU