BeKoS tv Every Day A Film We are now less then a minute Türkiye'yiz

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

23 Haziran 2013 Pazar

I Am Kalam 2010 Director Nila Madhab Panda 88 min Comedy Drama 5 August 2011 India

 http://www.iamkalam.com/

 

I Am Kalam 2010


88 min  Comedy Drama  5 August 2011 India 

 

 

 

 karacahmet tv izle tv de ilk defa I Am Kalam 2010

 

An impoverished boy forms an unlikely and unstable friendship with the lonely son of a nobleman.

Director:

Nila Madhab Panda

Writers:

Sanjay Chauhan, Nila Madhab Panda

Stars:

Gulshan Grover, Harsh Mayar, Hussan Saad

 

 

In The House 2013 Comedy Director Francois Ozon Kristin Scott Thomas karacahmet Tv izle tv ilk defa In The House 2013 Türçe Altyazılı

 

In The House 2013

 karacahmet Tv izle tv ilk defa In The House 2013 Türçe Altyazılı

105 minutes Comedy Director Francois Ozon 

 

Cast: Kristin Scott Thomas, Fabrice Luchini, Ernst Umhauer


In Theaters: April 19th 2013


Synopsis:
A boy of 16 wants to get in the house of one of his classmates to glean inspiration for his writing assignments. 

Impressed with this unusual and gifted student, his teacher rediscovers a taste for teaching, but the intrusion sparks a series of uncontrollable events. 

 

http://www.guardian.co.uk/culture/kristin-scott-thomas

 

16 yaşındaki Claude, kompozisyon ödevi için 

aradığı esin perisini sınıf arkadaşının evinde 

bulur ve yazma yeteneğiyle birlikte keşfettiği 

keskin gözlemciliği, röntgencilik boyutuna 

ulaşır. 

 

Sıra dışı öğrencisinin yeteneğinden etkilenen 

Germain ise öğretmenin keyfini yeniden keşfeder. 

Ne var ki, özel hayatın ihlaliyle başlayan olaylar çığırından çıkar. 

 

Claude kontrolünü ufak ufak yitirirken, gerçek 

ile hayal dünyasını ayırt edilemez hale gelir.

Oliver Twist 1948 türkçe altyazı Charles Dickens Yönetmeni David Lean

Oliver Twist 1948 türkçe altyazı


Charles Dickens Yönetmeni David Lean Dram Macera İngiltere
Senaryo yazarı , David Lean, Stanley Haynes

karacahmet Tv tv de ilk izle Oliver Twist 1948 oliver twist 1948 izle türkçe altyazı

Italy 19 August 1948 (Venice Film Festival)

Czech Republic 3 December 2005 (British Film Days)


Oyuncular

Robert Newton, Alec Guinness, Kay Walsh, Francis L. Sullivan, Henry Stephenson, Mary Clare, Anthony Newley, Josephine Stuart, Ralph Truman, Kathleen Harrison, Gibb McLaughlin, Amy Veness, Frederick Lloyd, John Howard Davies, Henry Edwards, Ivor Barnard, Maurice Denham, Michael Dear, Michael Ripper, Peter Bull, Deidre Doyle, Diana Dors, Kenneth Downey, W.G. Fay, Edie Martin, Fay Middleton, Graveley Edwards, John Potter, Maurice Jones, Hattie Jacques, Betty Paul, Johnny Briggs, Erik Chitty, Arthur Mullard, Nosher Powell, Eustace Shipman, Paul Stockman, Dennis Wyndham

Charles Dickens’ın romanından uyarlanan Oliver Twist, düşkünler evinden kaçıp Londra sokaklarında bir yankesiciyle tanışan yetim bir çocuğu anlatır.


Oliver, yankesici çocuk tarafından kandırılır ve ustaları tarafından hırsızlık yapmak için eğitilen bir grup çocukla aynı yere düşer.


Oliver Twist’in bu versiyonu, baş serseri Fagin rolünü oynayan Alec Guiness’in ustaca performansıyla zirveye çıkar iyi seyirler 


 

Burhan Doğançay'ın resimlerinde izlediğimiz görsel birikim, dünyada kent yaşamının son 40-50 yıllık zaman dilimine Bürokrasi ve sanat arasında ilişkin ipuçları da verir

 Bürokrasi ve sanat arasında


Burhan Doğançay'ın resimlerinde izlediğimiz görsel birikim, dünyada kent yaşamının son 40-50 yıllık zaman dilimine ilişkin ipuçları da verir.

 

Bürokrasi ve sanat arasında

Doğançay, 1962’de Turizm Bakanlığı’nın New York Ofisi’nin başına geçmek üzere ABD’ye gittiğinde de bürokrasiyle sanat arasında bir ‘çifte hayat’ yaşar. Fakat 1964’te buradaki görevinin sona ermesi ve Paris’e transfer edilmesi söz konusu olduğunda karar anı gelmiştir; hayatındaki tutku da o zaman somutluk kazanır. Paris’e gitmeyi tercih etmez; işsiz kalmayı, dahası New York’taki binlerce adsız sanatçıdan biri olmayı göze alır. Bir süre epey zorluk çeker. Sanatsal açıdan, Paris’teki görevi kabul etmemesinin üzerinde durmak gerekir. 1960’lı yıllarda Paris, dünyadaki gelişmeler açısından olmasa da Türkiyeli sanatçılar için hâlâ sanatın merkezidir. 1950’li yıllardan itibaren oraya yerleşenler arasında Fahrelnissa Zeid, Nejad Devrim, Selim Turan, Avni Arbaş, Mübin Orhon, Tiraje, Abidin Dino, Hakkı Anlı gibi sanatçılar vardır; sanat eğitimi açısından da tercih edilen başlıca şehirdir. New York’ta olup bitenlerse Türkiye sanat ortamına çok uzaktır. Türkiye’de bu yıllarda kısır bir yerel-evrensel tartışmasının etrafında biçime temelli yaklaşımların hem sanatçılar hem sanat yazarları tarafından geleneksel hat sanatının, yerel ve folklorik motiflerin bir tür yansıması olarak görüldüğü bir dönem yaşanmaktadır. Giderek yükselen bir sosyal hareketlilik içinde ‘kent’ değil ‘köy’ olgusu ön plandadır.
Doğançay’ı Doğançay yapan olguların başında ise kent olgusu ve New York gelir. Kendisi de “New York’a gelmeseydi, duvarlara yönelik böylesi bir tutku geliştireceğinden şüphe ettiğini” söyler. Doğançay’ın 1960’larda bu kentte bulduğu sanatsal ortam da bu tutkuyu besler. Rauschenberg, Warhol, Lichtenstein, Rosenquist, Indiana gibi öncü Pop sanatçılarının döneme damgasını vurduğu yıllarda kent olgusu, duvarlardan billboard’lara, afişlerden gündelik tüketim nesnelerine tüm cepheleriyle başroldedir. Hazır-imgeye ve popüler kültür imgelerine dayanan, soyut dışavurumculuğa, pentür geleneğine alternatif bir sanat yapma biçimi olarak ortaya çıkan bir modernist kırılma yaşanmaktadır. İngiltere ve ABD’de Pop akım, Fransa’da Yeni Gerçekçilik gibi yaklaşımlar, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki süreçte ‘kent’ olgusunun çeşitli cepheleriyle gündeme gelmesine yol açmıştır. İçe bakan bir soyut dışavurumcu ressamlar kuşağının yerini, dış dünyayı gözlemlemekte olan genç kuşak sanatçılar almaktadır.
Doğançay’ın kendi kişisel arayışları, sanattaki bu dönüşümle aynı zamana denk gelir. Pentür geleneğini ve kaygıları itibariyle modern sanat çizgisini sürdüren bir sanatçı olmasına rağmen, kendi içsel kırılmasını, tıpkı dönemin diğer çağdaş ressamları gibi, etrafına bakarak, bu dönemde yaşamaya başlamıştır. Böylece Doğançay, salt kendi izlenimlerinden oluşan daha geleneksel kent görünümlerini terk edip, başlı başına bir kavramsal arayış olarak ‘iz’ olgusu üzerine gitmeye başlamış ve bu şekilde kendi özgün üslubuna kavuşmuştur. Doğançay’ın 1960’lardan günümüze her biri birbirinden beslenen ‘Kent Duvarları’, ‘Kapılar’, ‘Sapaklar’, ‘New York’un Mavi Duvarları’, ‘Kurdeleler’, ‘Çifte Gerçeklik’ gibi farklı resim serileri bu sürecin ürünüdür. Tüm bu serilerin dikkat çekici bir özelliği, temel bir sanatsal problem olarak gerçeklik ile temsil arasındaki gelgit üzerinde kurulmuş olmalarıdır. ‘Kurdeleler’ gibi ‘soyut’ resimleri de dahil olmak üzere Doğançay’da gördüğümüz her imgenin gerçek hayatta bir karşılığı ve hemen hepsinin fotografik bir eskizi vardır. Öte yandan Doğançay, duvarlarda kültürün ve doğanın yarattığı izlerin estetik yönüne çekim duyduğu kadar, bu duvarların anlattığıyla da yoğun olarak ilgilenen bir sanatçı olmuştur.
Doğançay’ın resimlerinde izlediğimiz görsel birikim dünyada kent yaşamının son 40-50 yıllık zaman dilimine ilişkin ipuçları verirken, bu resimlere kaynaklık eden fotoğraflar, o zaman dilimine ilişkin başlı başına alternatif bir antropolojik görsel tarihtir. 1982’de Pompidou’da açılan ‘Fısıldayan Duvarlar’ sergisinden sonra ressamlığının yanı sıra fotoğrafçılığıyla da tanınmaya başlayan Doğançay’ın dünya duvarları arşivi, onun hem özgünlüğünün hem de güncelliğinin temeltaşı olarak görülebilir. ‘Arşiv’ olgusunun resmi tarih oluşumundaki rolünü sıkça sorguladığımız şu günlerde Doğançay’ın 1960’lardan bu yana oluşturduğu dünya duvarları arşivi, resmi tarih yerine duvarlara insanın bıraktığı izlerle, resimlerle, yazılarla şekillenen gayri-resmi bir tarihi gözlerimizin önüne getirir, bir ülkenin kalbinin duvarlarında attığını söyleyen ve kuşkusuz önce bu cümleyle hatırlanacak bir görsel birikimi geride bırakan sanatçıyı doğrular.
Son yıllarda Doğançay her ne kadar sanat piyasasında resimlerinin ‘kırdığı rekorlarla’ gündeme gelse de bu yalnızca küçük bir çevreyi ilgilendiren bir meseledir. O rekor fiyatlar nedeniyle gördüğü yoğun ilgi, ölümünden önce kendi birikimini sergilemek üzere açtığı Doğançay Müzesi’ni yaşatmaya yetecek midir; yoksa orası bugün de olduğu gibi genellikle ıssız mı kalacaktır, izlemeye değer.

 

1953, PARİS

Bu gençlik fotoğrafı, tutkusunun Doğançay’ı nasıl yönlendirdiğini çok iyi ifade eder: Takım elbiseli şık bir adam görürüz; yirmili yaşlarında. Paris’te ekonomi doktorasını yeni bitirmiş, Ankara’da Ticaret Bakanlığı’nda çalışmaya başlayacak. Ne var ki başka bir ilgi alanı var belli: O resmî haliyle sokakta kaldırıma oturmuş desen çiziyor.

 Eski bir Doğançay yazısına Eski Yunan’da cenazelerde ölenin ardından sorulduğu rivayet edilen bir soruyla başlamışım: “Tutkulu bir insan mıydı?”
Bu soru sanki bugün sorulmuş gibi de devam etmişim: “Yaşına çok yıllar ekleyip de yaşlanmayan bir adam, dünyanın dört bir yanında sokakları arşınlıyor; kent duvarlarının fotoğraflarını çekiyor; duvarlara yapıştırılmış broşürleri, afişlerin kıvrık köşelerini, solmuş görüntüleri biriktiriyor; ceplerini kent duvarlarının artıklarıyla dolduruyor, bu torbalar dolusu kent birikintisine hem mecazi hem gerçek anlamda yeniden hayat veriyor...” 

 

Tutku değilse nedir bu? 

Yıl 2002’ydi o zaman; Doğançay 73 yaşındaydı.

 Gençmiş!.. 

Şimdi o soruyu gerçekten sormanın vakti gelmiş. Doğançay 84 yaşında öldü.
Bir gençlik fotoğrafı, tutkusunun Doğançay’ı nasıl yönlendirdiğini çok iyi ifade eder: Takım elbiseli şık bir adam görürüz; yirmili yaşlarında. 

 

Paris’te ekonomi doktorasını yeni bitirmiş, Ankara’da Ticaret Bakanlığı’nda çalışmaya başlayacak. Ne var ki başka bir ilgi alanı var belli: O resmi haliyle sokakta kaldırıma oturmuş desen çiziyor. Sanat eleştirmeni Richard Vine’ın yorumu pek yerinde: “Bu kadar rafine bir adamı, hoyrat ve azılı bir biçimde kentsel olana çeken neydi gerçekten?”
Doğançay, 1953’te Paris’ten Türkiye’ye döndükten sonra da resim yapmayı hiç bırakmaz;

 

 babasıyla birlikte açtığı sergiler epey ilgi de görür. 

 

 Doğançay’ın esas sanat öğretmenidir harita subayı olan babası Adil Doğançay (1900-1990); küçük yaşlarından itibaren gezi ve sanat merakını ona aşılayan kişidir. 

 

Adil Doğançay ile Burhan Doğançay, birlikte ilk sergilerini açtıkları günlerden itibaren farklıdırlar birbirlerinden. 

 

Ama ortak bir noktaları vardır; ‘izlenim yakalamak ve yaratmak’ merakı. Adil Doğançay geleneksel bir doğa izlenimcisidir; Burhan Doğançay ise yıllar geçtikçe ‘izlenim’ kavramının sınırlarını genişleten çağdaş bir kent izlenimcisidir.

‘Gönül kırıklıkları’nı gidermek lazım 24 Haziran 2013 Taksim Gezi Parkı olayları, genelde Türkiye'nin yüz yıllık tarihi içinden ya da uluslararası siyaset cephesinden yorumlandı

‘Gönül kırıklıkları’nı gidermek lazım.

 Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan

 

 

Taksim Gezi Parkı olayları, genelde Türkiye'nin yüz yıllık tarihi içinden ya da uluslararası siyaset cephesinden yorumlandı.

Siyaset dışında sosyolojik analizlere girişenler de olmadı değil. Ancak hazırda bekletilen bazı kavramlardan, sahaya inemeyen kalıp cümlelerden öteye geçmek zor. Âkil İnsanlar Heyeti ile “Kürt meselesi” için Marmara Bölgesi'ni dolaşan Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, toplumdaki ‘birikmiş enerji'nin çok önceden hissedildiğini söylüyor. Bu enerjinin, bugün olmasa başka zaman mutlaka açığa çıkacağını düşünen Arıboğan, uluslararası dengelerin yeniden kurulduğu bir dünyada, yeni hareketlenmelerin de doğal olduğunu belirtiyor. Ama ona göre en büyük sebep ‘gönül kırıklıkları'. Kürt meselesinde olduğu gibi Alevi meselesinde de görülen bu ‘gönül kırıklıkları' yıllarca horlanmış toplulukların devlete karşı öfke duymasına yol açıyor. Açılımlar bu anlamda tansiyonu düşürüyordu ancak Gezi Parkı sonrası oluşan atmosfer, artık ‘tanınma' politikalarının kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Deniz Ülke Arıboğan’la Timaş Yayınları’ndan çıkan “Büyük Resmi Görmek” kitabı etrafında yaşananları konuştuk.
Daha önce örneği olmayan bir olayı yaşıyoruz, Gezi Parkı eylemleri Taksim'den başlayarak tüm Türkiye'ye taşındı. Nasıl okumak lazım?
Taksim meselesi uzun bir süredir birikmiş bir enerjinin açığa çıkmasıdır. Son 10 yıldır dünya üzerinde büyük bir dönüşüm yaşanıyor. Türkiye, bu dönüşüme bir tepki veriyor. İçerde de vesayetçi sistemin yıkılması ve demokratikleşme çabası, diğer yandan merkeziyetçi bir yapıya doğru gidiş var. Ayrıca Cumhuriyet döneminin egemen sınıfı yerini yeni aktörlere bırakıyor. Bu dönüşümün yarattığı enerji birikimi çok yoğundu ve bir yerde patlak vermesi kaçınılmazdı. Ben olayı, başlangıçta yanlış yönetilmiş bir mikro krizin, makro çerçeveye yayılması ve bir enerji atımı olarak değerlendiriyorum.
Olayların aktörü ya da aktörleri kim?
Türkiye dönüşürken, eski Türkiye ile ittifak halindeki yapılar bundan memnuniyet duymuyor. Özellikle Türkiye'nin yeni dış politikasından kaynaklanan bir Türkiye muhalifleri cephesi oluşmuş durumda. ABD yönetimi ile en iyi ilişkilerinizin olduğu bir noktada, en büyük muhalefeti yine ABD içerisindeki bir gruptan görebilirsiniz. Bu bakımdan devletsel değil, siyasal hatlardan ve türdeş olmayan aktörlerden söz etmeliyiz. Özetlersek bir tarafta Türkiye'nin dış politika hattının ve dünya üzerindeki konumlanışının değişmesinden rahatsız olanlar; öte tarafta Erdoğan hükümetinin 3. döneminde daha otoriter bir çizgiye doğru evrildiğini ve bunun Türkiye'ye biçilen rol modeline aykırı olduğunu düşünenler var. Arkalarda da “ittifakları koparırsan çok da güçlü olamazsın” mesajı ile Erdoğan ile yeni anlaşma yapmak isteyenler var.
Türkiye'de çıkarılmak istenen bir toplumsal çatışma, bir mezhep çatışması endişesi var. Bu endişeyi nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye'deki hemen bütün sosyal fay hatlarında kaynama var. Biz bunu Akil Heyet toplantılarımızda gözlemledik. Problemin sadece PKK ya da Kürt meselesi üzerinden çözümlenemeyeceğini, Türkiye'nin bir genel demokratikleşme atmosferine ihtiyacı olduğunu tespit ettik. Bunun temel sebebi, mağdur edilmiş kesimlerin kendini ifade etme arayışının çok belirgin olması. Tıpkı Kürtler gibi Alevilerin de toplumla değil, devletle sorunu var. Alevi cemaatinde devletin uyguladığı politikalar üzerinden biriken kızgınlığı görseniz bile, bu yıkıcı bir isyan değil. “Bizi de dinleyin, biz de varız” diye şekillenen bir gönül kırgınlığı var ortada. Cemevleri meselesi ciddi bir incinme duygusu yaratıyor. İnançlarının saygı görmediğini, dolayısıyla kendilerinin tanınmadığını düşünüyorlar. Bu bir kimlik ve haysiyet meselesi, teolojik bir konu değil.
Mezhepsel bir çatışma zemini gördünüz mü peki?
Sünni-Şii gerilimi Ortadoğu'dan Türkiye'ye ihraç etmeye çalışılan bir mesele. Halkın birbirine yaklaşımında şimdilik bir gerginlik yok. Ama bu bir garanti değil; bir iki tane provokatif eylemle oluşabilir. Mesela köprünün isminin Yavuz Sultan Selim olarak seçilmesi yanlış bir uygulama oldu. Siyasal-toplumsal kimlikler “seçilmiş zaferler” ve “seçilmiş travmalar” üzerinden kurgulanır. Birilerinin zaferi diğerinin travması olduğunda çatışma kaçınılmaz hale gelebilir. Kimileri bu ismi referanduma sunmanın demokratik olduğunu düşünüyor. Bu daha büyük bir yanlışa sebep olabilir. Çünkü olay, toplumu ikiye bölecek bir referandum kampanyasına dönüşür.
Bunları Başbakan Erdoğan'a ilettiğiniz raporlarda da not ettiniz mi?
Alevi meselesindeki hassasiyeti iletmiştik ara toplantıda. Aleviler açısından kendini ifade etme isteğinin belirginleştiğini söylemiştik. Lakin bu, bizim keşfettiğimiz bir durum da değil, Sayın Başbakan ve hükümet üyeleri zaten bunları biliyor ve politika geliştirmeye çalışıyorlar. Sadece Kürtler ve Aleviler değil kendisini mağdur hisseden bütün kesimlerin söyleyecekleri sözler var. Bu insanların temel haklarını, mağduriyetlerini daha onlar söylemeden, talep etmeden devletin tespit edip onlara sunması lazım. Çatışmaya dönmesinin üzerinden, geri adım atarak hakkın verilmesi sağlıklı değil.
Arap Baharı'ndan ilhamla bir Türk baharı karşılaştırması var...
Son dönemlerde dünya sathında iki farklı kapitalizme eklemlenme modeli ortaya çıkıyor. Bunlardan ilki ABD-Avrupa çizgisinde liberalleşme, özgürlükler, haklar üzerinden gelişen ve demokrasi ile kapitalist iktisadi gelişimi birebir endeksleyen yaklaşım. İkinci model ise Çin ve Rusya gibi yarı demokratik ortamlarda ortaya çıkan kapitalist model. Buralarda haklar ve özgürlükler değil, istikrar ve güven ön planda. Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki mücadele de, “bir kapitalistleşme olacak ama hangi modele göre” olacağı çatışmasıdır. Türkiye, iktisadi, sosyal ve siyasal yapısıyla Ortadoğu ülkelerinden çok farklı ve Avrupa demokrasilerine çok daha yakın bir model. Ama arafta duruyor.
Gençler, internet ve sosyal medya olayın tetikleyicisi. Gençlerin üslubuna uygun olarak nasıl çözülebilirdi?
Bu gençler, yani 1980 sonrasında doğan Y ve Z kuşakları, coğrafi sınırlar içinde endoktrine edilmiş, katı milli ideolojilerle yetişmiş bir kuşak değil. Bunların sathı vatan değil, dünya. Facebook ve Twitter üzerinden ortak zeminler kurup, kutuplarda ortaya çıkan bir çevre felaketi için de Gezi benzeri bir eylemi yapabilecek duyarlılığa sahip gençler görüyoruz. Olay siyasî değil, sosyolojik bir çerçevede ele alınsaydı kolayca yumuşatılabilirdi. Bizim kuşağımızın zihinsel kalıplarına göre etrafta farklı düşünenler değil düşmanlar vardır. Baktığımızda tezgâhlar, komplolar, örgütler, devletler görürüz. Maslov'un teorisindeki gibi. “Elinde çekiç olan her şeyi çivi olarak görür” ya! Bizler elimizde çekiçle doğmuş bir nesiliz maalesef. Bütün ortamları da kendimize benzetiyoruz. Bir kez topluluk oluştuktan sonra içine devletler, istihbarat servisleri, örgütler girer, provokatörler de sızar. Bu zemini hazırlamamak asıl olan.
Başa dönersek Gezi'de işi bu noktaya getiren gelişmeler ve kilometre taşları neydi?
Birincisi ilk gün eylemcilere yönelik sert polis müdahalesiydi. Ama kitleselleşmesi Başbakan Erdoğan'ın yaptığı iki konuşma ile oldu. Bu, bir kesim tarafından “sizi yok sayıyorum” beyanı olarak algılandı. Bu, gönül kırıklığı yaratan bir şey. İnsanların gönülleri kırıldı, incindiler. Kürt meselesinin, Alevi meselesinin temelinde de devlete karşı duyulan gönül kırıklığını görüyorsunuz. Devlet insanının, insanlar da birbirinin gönlünü kırmamak zorunda. Bunun üzerine, toplumsal psikolojiyi okuyan birileri de durumdan vaziyet çıkartmayı başardı. Olayı Erdoğan karşıtı bir kalkışmaya dönüştürme çabasına girdiler. Çatışma çözümlerine göre her konu üzerinden pazarlık yapılabilir ama insanların kimlikleri ve haysiyetleri üzerinde pazarlık yapamazsınız. İnsanlar aç yaşamayı kabullenebiliyor, büyük savaşları göze alabiliyor ama “haysiyetime dokunma, kırma, incitme, beni tanı” diyor. Bu felsefeyi mutlaka içinde barındırmalı bir sistem. En küçük azınlığı bile tanımak, saygı göstermek demokratik bir devletin özü.
Gönül kırıklıkları nasıl telafi edilir, yaralar nasıl sarılır ilk etapta?
Ben her şeyin başlangıcını dil yarası olarak görüyorum. Sayın Başbakan üslubunu balkon konuşması üslubuna çektiği sürece bütün Türkiye'nin başbakanı olarak birçok gerilimi hafifletebilir. Ayrıca Başbakan Erdoğan, mikro meselelere müdahil oldukça bunların makro düzeyde çatışmalara dönüşeceğini söyleyebiliriz. Yukarı çıkıp üst siyasetle, dünya meseleleriyle ilgilenmesi gerekiyor.
Taraflar ne çıkarmalı buradan?
Protesto demokratik bir haktır ancak bu bir işgale, şiddet hareketine, hakarete dönüşemez. Güvenlik güçlerinin küçük kıvılcımları büyük yangınlara dönüştürecek önlemlere başvurmaması gerekiyor. Muhalefetin ise aynaya bakıp yeni kuşakların beklentileri nasıl karşılanabilir, eski kuşakların gönülleri nasıl alınabilir planlamasına girmesi şart. İktidarın da yüzde 50 oyla iktidara gelseniz bile, tüm Türkiye'yi göz önünde bulunduran politikalar uygulanmadığı zaman sadece yüzde 1 ile bile koca bir ülkenin geleceğiyle oynamak mümkün. Çoğunlukçu değil çoğulcu davranabilmenin yollarını bulmak lazım. Türkiye halkına tek tip bir formatı dayatmak ve “vatandaşımızın inancı, ahlakı, dünyaya bakışı şöyle olmalı” diye bir hat belirlemek hepimizin kaybedeceği bir oyuna girmek olur. Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün vatandaşlarını makbul kabul etmek gerekiyor.

Başkanlık kötü, parlamenter sistem iyidir

Başkanlık kötü, parlamenter sistem iyidir.

Bu konuyu daha önce hangi vesilelerle, kaç defa ele aldığımı hatırlamıyorum.

 Fakat konu, Başbakan Erdoğan'ın ilk kez geçen 18

 Nisan akşamı bir televizyon programında başkanlık

 sisteminin Türkiye'nin gündemine gelebileceğini 

söylemesinden bu yana yeniden güncellik kazandı. 













Başbakan 12 Eylül'de yapılan halkoylamasından hemen sonra da tekrar, yapılacak yeni anayasa ile başkanlık sistemine geçilebileceğinden söz etti.

Yeni anayasa üzerine çalışmaya başlamasını istediği TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu da hemen gazetelere

"Sağlıklı işleyecek tek model başkanlık sistemidir" demekte gecikmedi.

 Başbakan Erdoğan'ın, bundan sonraki hedefinin Cumhurbaşkanı seçilmek olduğu, bunun için de kendisini yürütmenin başı konumunda tutacak başkanlık ya da yarı-başkanlık sistemine geçilmesini istediği spekülasyonları yapılmakta.

Bütün bu nedenlerle bu konudaki görüşlerimi bir kez daha okurlarla paylaşma gereğini duyuyorum.


Bilindiği üzere demokrasilerde, esas olarak üç tür hükümet sistemi olabiliyor:

 Parlamenter sistem

(beşiği Britanya),

başkanlık sistemi

 (beşiği ABD) ve ikisinin bir karması olan yarı-başkanlık sistemi

(beşiği Fransa).

 Dolayısıyla başkanlık ya da yarı-başkanlık

sistemlerinin demokrasiyle bağdaşmadığı elbette ki söylenemez.


Ne var ki, siyaset bilimcilerimizin büyük çoğunluğu gibi ben de başkanlık sistemlerinin, Türkiye açısından özellikle uygun olmadığını düşünüyorum.

Bunun başlıca nedenlerini de şöyle sıralayabilirim:
Devlet başkanının
 (ya da Cumhurbaşkanı'nın)

sadece devleti ve milleti temsil etmesinde, bütün yurttaşların güvenebileceği, partiler üstü bir konumda olmasında büyük yarar görüyorum.

Parlamenter sistemde, parlamentonun genelde partiler arası mutabakatla seçtiği Cumhurbaşkanı partilerüstü devlet adamı rolünü kolaylıkla oynayabiliyor.

Oysa başkanlık sistemlerinde başkanın, aynı zamanda yürütmenin de başı olması nedeniyle, bu rolü oynaması mümkün olmuyor.

Türkiye'nin köklü reformlara, dolayısıyla güçlü yürütme organına ihtiyacı var. Bunu da ancak parlamenter sistem sağlayabilir.

Parlamenter sistemde yürütmenin başı, başbakan parlamentodan çıktığı için, yürütme ile yasama organı arasında uyumsuzluk söz konusu olmuyor. Oysa başkanlık sistemlerinde, başkan ile yasama organının farklı partilerden olması halinde yönetimde büyük sorun yaşanıyor.

 Ve sorunlar ancak (bizde pek olmayan) uzlaşma kültürüyle aşılabiliyor.

 Başbakan Erdoğan'ın başka bir partiden olan

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer döneminde

yaşadığı sıkıntılar kesinlikle parlamenter sistemden

değil, 1982 anayasasının bir vesayet kurumu olarak

Cumhurbaşkanı'na tanıdığı, parlamenter sistemle

bağdaşmayan, yarı-başkanlık sistemindekileri

andırır yetkilerden kaynaklandı.

Yani Türkiye bir anlamda yarı-başkanlık sisteminin sakıncalarını yaşadı.


Türkiye devletinin ademi-merkeziyetçi bir şekilde

yeniden yapılandırılması ihtiyacı, hiçbir şekilde başkanlık ya da yarı-başkanlık sistemine

geçilmesini gerekli kılmaz. Parlamenter hükümet

sistemi, federalizmle (Hindistan) bölgelere yetki

devriyle (Britanya ve İspanya) ya da devletin temel

görevleriyle (yani savunma, güvenlik, ekonomi, dış

politika, adalet) ile ilgili olanlar dışında kalan

bütün yetkilerin yerel yönetimlere devredildiği

üniter yapıyla (İsveç), hatta valilerin geneloyla

seçildiği türden üniter yapıyla da (Japonya)

bağdaşır.

Parlamenter sistemin (bence) sorunlu olan ve dolayısıyla istenmeyen yönü koalisyon hükümetlerine de kapıyı açık bırakmasıyla ilgilidir.

Ama parlamenter sistem koalisyon hükümetlerini zorunlu kılmaz.

Uyumsuz, kendi içinde kavga eden koalisyon hükümetlerine yol açan, nisbi temsil seçim sistemidir.

 Nisbi temsil sisteminde % 10'luk barajın bile koalisyonları önlemeye yetmediğini tecrübeyle öğrendik.

 Koalisyon hükümetleri (bence) kötüdür, ama çaresi

kesinlikle başkanlık sistemleri değil, çoğunluk

seçim sistemidir.

 07 Ekim 2010 Perşembe

 Şahin Alpay

24 Haziran 2013 00:10 BEYRUT Lübnan'da Suriye'deki rejime karşı duruşuyla bilinen Selefi Şeyh Ahmed Esir taraftarlarıyla ordu birliklerinin çatışmasında 7 kişi öldü

Lübnan'da çatışma

  24 Haziran 2013 00:10 BEYRUT

Lübnan'da Suriye'deki rejime karşı duruşuyla bilinen Selefi Şeyh Ahmed Esir taraftarlarıyla ordu birliklerinin çatışmasında 7 kişi öldü.

Lübnan'da Suriye'deki rejime karşı duruşuyla bilinen Selefi Şeyh Ahmed Esir taraftarlarıyla ordu birlikleri arasında dün akşam yaşanan çatışmada ölü sayısı 7'ye yükseldi. 

Lübnan Ordusu'ndan yapılan açıklamada, ''Şeyh Esir taraftarlarının Abra'daki askeri kontrol noktasına gerekçesiz saldırdığı, çatışmada 2 subay ve 4 askerin hayatını kaybettiği'' belirtildi. 

Alınan bilgiye göre, Sayda kentinin Abra bölgesinde, İmam Esir taraftarı İsam el-Arifi adındaki şahıs, askerler tarafından ruhsatsız silah taşıdığı gerekçesiyle tutuklandı. Şeyh Esir'in girişimlerine rağmen el-Arifi serbest bırakılmadı. Lübnan ordusunu Hizbullah'ın saflarında yer almakla suçlayan Esir taraftarları ise saldırıyı gerçekleştirdi. Saldırıda Şeyh Esir taraftarı 1 kişi öldü, 10'dan fazla kişi yaralandı.

Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman İçişleri Bakanı Mervan Şerbel ve Genelkurmay Başkanı Can İmad Kahveci ile toplantı gerçekleştirerek, saldırganların derhal bulunması talimatını verdi. 

Cumhurbaşkanlığından yapılan yazılı açıklamada, Süleyman'ın ''Ordu, halk desteğini almış tarafsız bir kurumdur. Kendisine saldıranları bastırması için tüm siyasi destek kararlı bir şekilde arkasındadır'' ifadesine yer verildi. 

Ordu operasyon başlattı 

Olayın ardından ordu birlikleri bölgede, Şeyh Esir'i ve olaya karışanları tutuklamak için geniş çaplı operasyon başlattı. Görgü tanıkları, şehirden şiddetli çatışma seslerini geldiğini ve Sayda-Beyrut yolunun ulaşıma kapatıldığını aktardı. 

Öte yandan Selefi Şeyh Ahmed Esir bir sosyal paylaşım sitesinde yayınladığı görüntülü mesajda, ''İran-Lübnanordusu tarafından ağır silahlarla saldırıya uğruyoruz. Sokaklara çıkın ve onları engelleyin. Tüm onurlu Lübnançocuklarını İran'ın güdümüne girmiş ordudan istifa etmeye çağırıyorum'' dedi. 


Endonezya'da sübvanseli benzine zam yapılması ile başlayan gösteriler devam ediyor. Göstericiler bugüne kadar herhangi bir kurum ve kuruluşa zarar vermezken, ilk kez resmi araç ve otobüslere taş ve tekmeler ile saldırdı.23 Haziran 2013 Pazar

Endonezya'da Zam Gösterileri Dinmiyor

Endonezya'da sübvanseli benzine zam yapılması ile başlayan gösteriler devam ediyor. Göstericiler bugüne kadar herhangi bir kurum ve kuruluşa zarar vermezken, ilk kez resmi araç ve otobüslere taş ve tekmeler ile saldırdı.
23 Haziran 2013 Pazar
Endonezya'da sübvanseli benzine zam yapılması ile başlayan gösteriler devam ediyor. Göstericiler bugüne kadar herhangi bir kurum ve kuruluşa zarar vermezken, ilk kez resmi araç ve otobüslere taş ve tekmeler ile saldırdı.

Endonezya'da Cuma günü akşam yapılan resmi açıklama ile sübvanseli benzine zam yapılmıştı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Jero Wacik'in yaptığı resmi açıklama sonrası benzinin fiyatı 4 bin 500 rupiahtan (0,88 TL) 6 bin 500 rupiaha (1,27 TL) çıktı.

Ekonomi Bakanı Hatta Rajasa ise benzine yapılan zammın ülke ekonomisi için bir mecburiyet olduğunu ve geçim darlığı çekenlere de benzin parası takviyesi yapılacağı belirtmişti. Buna rağmen ülkedeki benzin zammı protestoları dinmedi.

Daha çok üniversite gençleri tarafından yapılan protestoların şiddetini artırması da ayrıca endişe verici olarak görülüyor. Göstericiler bugüne kadar herhangi bir kurum ve kuruluşa zarar vermezken, ilk kez resmi araç ve otobüslere taş ve tekmeler ile saldırdı.

Polis ise henüz göstericilere sert müdahalelerde bulunmadı. Sadece grupları provoke eden bir kaç gösterici gözaltına alındı.

Bu arada hükümetten yapılan açıklamada, şiddetin artması durumunda ordudan yardım alınacağı belirtildi.

Sultanahmet Camisi'nde Berat Kandili programı 23 Haziran 2013 23:29 Sultanahmet Camisi'nde, kandil dolayısıyla özel bir program düzenlendi

Sultanahmet Camisi'nde Berat Kandili programı

  23 Haziran 2013 23:29
Sultanahmet Camisi'nde, kandil dolayısıyla özel bir program düzenlendi.
 
Berat Kandili dolayısıyla Sultanahmet Camisi'nde özel bir program düzenlendi.
Akşam namazından sonra, İmam Hasan Kara tarafından gecenin önemine dair vaaz edildi. Ardından Kur'an-ı Kerim tilaveti yapıldı. Sultanahmet Camisi imam ve müezzinlerinden oluşan grup, Mevlid-i Şerif ve ilahiler okudu. Gecenin duasını ise Sultanahmet  Camisi imamlarından İshak Kızılaslan yaptı.
Camideki programa yoğun ilgi olduğu gözlemlenirken, bazı vatandaşların da caminin iç ve dış avlusunda programı takip ettiği görüldü. . Cami çıkışında bazı vatandaşlar, camiye gelenler ile turistlere şekerleme ve lokum ikram etti.
Kandil gecesine turistlerin de yoğun ilgi gösterdiği görüldü.
Berat Kandili dolayısıyla, Balkan ülkelerinde  yaşayan Müslümanlar camilere akın etti. 
Berat kandili nedeniyle, Bosna-Hersek'in başta Saraybosna olmak üzere Mostar, Zenica, Tuzla ve Bihaç kentlerinde çeşitli camilerde programlar düzenlendi. 

Mandela'nın durumu yeniden kötüleşti JOHANNESBURG 23 Haziran 2013 23:45 Akciğer enfeksiyonu nedeniyle 2 haftadan uzun bir süredir hastanede tedavi gören eski Güney Afrika Devlet Başkanı Nelson Mandela'nın durumunun yeniden kötüleştiği bildirildi

Mandela'nın durumu yeniden kötüleşti

JOHANNESBURG   23 Haziran 2013 23:45
Akciğer enfeksiyonu nedeniyle 2 haftadan uzun bir süredir hastanede tedavi gören eski Güney Afrika Devlet Başkanı Nelson Mandela'nın durumunun yeniden kötüleştiği bildirildi.
 

Akciğer enfeksiyonu nedeniyle 2 haftadan uzun bir süredir hastanede tedavi gören eski Güney Afrika Devlet Başkanı Nelson Mandela'nın durumunun yeniden kötüleştiği bildirildi. 
Devlet Başkanı Jacob Zuma, yaptığı açıklamada 94 yaşındaki Mandela'nın durumunun kritik olduğunu, doktorların ellerinden gelen  her şeyi yaptığını belirtti. 
Zuma, halka Mandela için dua etmeleri çağrısında bulundu. 
Akciğer enfeksiyonu nedeniyle 27 Mart'ta hastaneye kaldırılan Mandela, 6 Nisan'da taburcu edilmiş, tedaviye evde devam edileceği belirtilmişti. Mandela, hastalığının nüksetmesi nedeniyle 8 Haziran'da tekrar hastaneye getirilmişti.
Güney Afrika'nın demokratik seçimle göreve gelen ilk devlet başkanı olan Nobel Barış Ödülü sahibi Mandela, kasım ayından bu yana 4. kez hastaneye yatmıştı.

Hz. Ali'nin (K.v) Hâlife Seçilmesi 656 23 Haziran 2013 Kandiliniz Mübârek Olsun Ramazan ayının müjdecisi olan ve Şaban ayının ondördüncü gecesini on beşinci gününe bağlayan Berat Kandili, bu gece idrak edilecek

 Hz. Ali'nin (K.v) Hâlife Seçilmesi  656

 "Kandiliniz Mübârek Olsun"

Bu gece "Berat" Kandili

  23 Haziran 2013 15:25

 

Ramazan ayının müjdecisi olan ve Şaban 

ayının ondördüncü gecesini on beşinci gününe 

bağlayan Berat Kandili, bu gece idrak edilecek.

 

Ramazan ayının müjdecisi olan ve Şaban 

ayının ondördüncü gecesini on beşinci gününe 

bağlayan Berat Kandili, bu gece kutlanacak.

 

 

Berat, günahlardan arınmayı, Yüce Allah’ın rahmet ve mağfiretine ulaşmayı ifade ediyor. Berat Kandili,  Müslümanların, sınırsız af ve merhamet sahibi Yüce Allah’a sığınarak günahlardan arınma, ilahi lütuf ve bereketlere erişebilme fırsatını yakalayabilecekleri müstesna zaman dilimlerinden birisi olma özelliğini taşıyor.

Hz. Muhammed'in, Cenab-ı Allah'ın kendisinden bağışlanma dileyenleri affedeceğini, içtenlikle yapılan duaları kabul edeceğini müjdelediği bu gece, bilerek veya bilmeyerek işlenen hata ve günahlardan tövbe ederek, günahların kalplerde bıraktığı kirlilikten arınma, sıkılan ve bunalan ruhların Yüce Allah'ın rahmetine ve mağfiretine ulaşması adına bir fırsat sunuyor.

''Rahmet Gecesi'' olarak da adlandırılan Berat Kandili, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın düzenlediği özel bir programla Ankara Kocatepe Camii'nde kutlanacak.

Gece dolayısıyla Ulu, Eyüp Sultan, Fatih ve Emirsultan camilerinin de aralarında bulunduğu birçok camide mevlit okunacak, dualar edilecek.

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Berat Kandili'nin manevi kayıplar üzerine yeniden düşünme,  bütün insanlığın huzurunu, yayımladığı kandil mesajında, Berat Kandili'nin, İslam kaynaklarında “rahmet, icabet, gufran, kısmet, takdir, hayat ve mübarek” olarak nitelendirildiğini belirtti. 

Her insanın beratının kendi elinde olduğunu vurgulayan Görmez, şöyle devam etti:

"Beratın yegane sahibi elbette yüce Rabbimizdir. Zira biz O’na bir adım yaklaşırsak O bize bin adım yaklaşır. Biz kendi yapıp ettiklerimizi bilir, her türlü kötü amellerimizden nasuh tövbe ile uzaklaşır, salih amel ile O’na yönelirsek Allah’ın mağfireti şüphesiz bize erişir. Biz, bize yapılanlar karşısında kin ve intikam duygularıyla hareket etmez ve affedici olursak Allah da bizi affeder. Biz, zorda ve darda kalanların zorluğuna ve darlığına yardım edersek Allah da bizim zorluklarımızı ve darlıklarımızı ortadan kaldırır. Biz kendimiz için istediğimiz güzel şeyleri başkaları için de istersek Allah da bize tüm güzellikleri ihsan eder. Biz anaya babaya iyilik eder ve yakınlarımızı gözetirsek Allah da bizi hiçbir iyilikten mahrum etmez, her zaman yanımızda olur. Biz din, dil, mezhep, meşrep ayrımı yapmadan tüm mazlumların yanında olursak Allah da bizi zalimlerle imtihan etmez. Biz yanlış yaptıklarımızdan pişman olursak Allah bizi doğru yola sevk eder ve kendi beratımızı ellerimizle almış oluruz. İşte bu gece bütün bunları düşünerek beratımızı hak edip etmediğimizin muhasebesini yapacağımız bir gecedir.”

"Kalpleri karartan atmosferi değiştiremezsek dirilişimizi gerçekleştiremeyiz"

Mahşer günü, insanın bu dünyada yaptıklarıyla dirileceğini belirten Görmez, bu dünyanın kalpleri karartan atmosferi değiştirilemezse dirilişin gerçekleştirilemeyeceğini vurguladı. Görmez, Berat gecesinin yeniden dirilmek için milat kabul edilmesini, geri kalan ömrün bozgunculuk ve ifsatla değil imar ve inşayla geçirilmesini tavsiye etti.

23 Haziran 2013 21:23 ADANA Adana'da, Taksim Gezi Parkı'ndaki olayları gerekçe göstererek yürüyüş yapmak isteyen gruba polisin müdahalesi sonucu 12 kişi gözaltına alındı

Adana'da 12 gözaltı

23 Haziran 2013 21:23 ADANA
Adana'da, Taksim Gezi Parkı'ndaki olayları gerekçe göstererek yürüyüş yapmak isteyen gruba polisin müdahalesi sonucu 12 kişi gözaltına alındı.
 

Adana'da, Taksim Gezi Parkı'ndaki olayları gerekçe göstererek yürüyüş yapmak için toplanan gruba polis müdahale etti, 12 eylemci gözaltına alındı.
Gezi Parkı'ndaki olayları protesto etmek isteyen ve bir grup, İnönü Parkı'nda toplanarak Atatürk Parkı'na yürümek istedi. Polisin, yürüyüşün izinsiz olduğu ve grubun dağılması gerektiği uyarılarana uymayan eylemciler yürüyüşe devam etmek istedi. Bunun üzerine, güvenlik önlemi alan polis ekipleri, gruba müdahale etti.
Kısa süreli arbedenin ardından 12 eylemci gözaltına alındı. Yürüyüş yapmak isteyen grup dağıldı.

28 Şubat’ın SİVİL KARARGAHI’na giriliyor 23 Haziran 2013 Pazar OYUN açıktı; KEMAL DERVİŞ PARTİ KURSUN, BAŞBAKAN OLSUN, BU ÜLKE KURTULSUN


28 Şubat’ın SİVİL KARARGAHI’na giriliyor...

 23 Haziran 2013 Pazar

Yiğit BULUT

 

Son

 “sermaye destekli, içeride-dışarıda planlanan”

 sivil darbe denemesi, bir gerçeği net bir şekilde ortaya çıkardı; 

bu ülkede halk kimi seçerse seçsin, iradeyi tanımayan ve bu ülkenin 

“kaynaklarını ben sömürürüm, dışarıdaki efendilerimle birlikte ben yönetirim” diyen bir topluluk var kısacası bir yerleşik düzen var !  

Sevgili dostlar, bu YERLEŞİK DÜZEN’i görmek için çok eskiye gitmeye gerek yok. 

En yakın 

“darbe girişimleri” 

daha doğrusu 

“kendilerince başarı kazandıkları son darbeleri”

 28 Şubat süreci... 

Amaç sözde “laiklik-demokrasi”, hedef “ülkenin kaynaklarını sömürmek-yönettirmemek-yönetmek”!

Sonuç: Lafı fazla uzatmaya gerek yok. 28 Şubat süreci ve planlanan ekonomik-finansal manipülasyonlar DEVLET tarafından son noktasına kadar tespit edilmiş durumda. Bu bilgiler ışığında çok yakında “SİVİL KARARGAH’a girilecek” ve Türk Halkı bugüne kadar görmediği-bilmediği bütün rezilliği detaylarıyla öğrenecek... Uyan Türkiyem, uyan ve gör KANINI EMEN, İRADENE TECAVÜZ EDEN SİVİL GENERALLERİ !

***

Kemal Derviş yapmadı !

Olaylar sokağa taştığı gün şunu yazmıştım; “...bugünlerde çok net bir sürümünü gördüğümüz ülkelerde seçim dışı yöntemlerle iktidarları avlama oyununun sonraki versiyonlarından birinin finansal olacağını düşünüyorum. Halkın iRADESİ ve SEÇTİKLERİNİ yok sayarak istediklerini almaya çalışanlar durmayacak ve maalesef bu süreç çeşitli sürümler halinde dalga dalga devam edecektir...”

Sevgili dostlar, bu satırların mürekkebi kurumadan piyasalarda “daha fazla faiz isteriz-vermezseniz kuru yukarı çekeriz” oyunu başladı ve bu dalgalanma içinde borsa endeksi de dip seviyesini test etti...

Peki bundan sonra ne olacak ? Ne olacağı T. A. gibi isimlerin konuşmalarından anlaşılabilir. Şöyle diyor muhterem zat; “aslında AK Parti’nin uyguladığı ekonomik program Derviş’e aitti, program bitti dalgalanma başladı”! Gördüğünüz gibi kara propaganda çok açık; aslında ekonomide bir başarı yok, başarı da başkasına ait !

Tam bir YALAN ama adamların sonraki adımlarını da gösteriyor; ekonomi üstüne oynayıp, AK Parti’nin “başarısını” gölgelemeye çalışacaklar !   Peki ne yapacağız ? Bu süreçlerde en doğru silah BİLİNÇLİ OLMAK, SAKİN KALABİLMEK ve BİLGİ ile cevap verebilmektir... Olaya bu açıdan yaklaşan biri olarak KÜRESEL ve YEREL güçlerin Derviş’i

Türkiye’ye çağırmamıza sebep olan OYUNLARINI, o dönemki Hükümetin finansal-entelektüel eksikliği ve irade ortaya koyamama durumundan yararlanarak ortaya koydukları denemeyi sizlere detaylı şekilde aktarmak ve bilgi hazinemizde saklayalım notunu düşmek istiyorum...

Bu noktada soralım; “Arama motorlarına” 2001 krizi ile ilgili başvurduğunuzda karşınıza ne çıkıyor ?

Çok açık; anayasa atıldı, kriz çıktı ! Şimdi sıkı durun; 2001 krizi “anayasa kitapçığı atılmasıyla” başlamaz, tam tersi “atılmasıyla biter” ve bitiş yani “soygun” ilan edilir, alarm zilleri çalmaya başlar...

Nasıl mı ?

Size ispat edeyim... Aşağıdaki grafiğe lütfen bakın. Solda gördüğünüz üçgenin alt bacağı olan kırmızı balon 1999 yılının 11. Ayından itibaren başlar. Endeks değeri 8,000 civarında tutunmaya çalışır. Sağda gördüğünüz balon ise 2001 Şubat ayını gösterir ve endeks değeri yine 8,000 civarındadır. Yukarıda gördüğünüz zirve yani üçgenin üst köşesi 20,617 seviyesidir ve TL bazında Cumhuriyet tarihinde görülen en yüksek değerdir...

 

 Peki bütün bunlar ne anlama geliyor?

Maddeler halinde sorgulayalım;

1-Gördüğünüz 8,000’lerden 20,000’lere gelişin süresi sadece 8 hafta !

2-Bu 8 hafta içinde Türkiye’de çıkan “olumlu haberlerin” iki ana fikri var; 1- Türkiye IMF ile yeni bir anlaşma yapıyor, 2- Türkiye AB’ye tam üye oluyor!

3-Bu 8 haftada yabancı takası 5 milyar dolardan 14,5 milyara çıkarken, 2000 Ocak yani zirve ile 2001 Şubat yani dip arasında yeniden 5 milyar dolara dönüşü 13 ay !

4-Daha açık yazayım; 15 ay içinde ülke piyasalarında o güne kadar yaşanan en büyük “giriş-çıkış” yaşanıyor ve Türkiye 2000 Ocak-2001 Şubat arasında o tarihe kadar yaşadığı en büyük cari açığı veriyor !

Sevgili dostlar, 2001 Şubat ayında “anayasa atıldı” krizi çıkmadan Türkiye tarihinin en büyük-giriş çıkışını, tarihinin en büyük cari açığı eşliğinde yaşıyor ama “idrak edemiyor” ! Diğer piyasalarda da durum farklı değil, şimdi gelin birlikte “TL-Dolar ilişkisine” bakalım;

Grafik çok açık ve “anlayamadığımız” detayları ortaya koyuyor. Maddeler halinde sorgulayalım;

 

1-2001 Şubat ayına kadar yani yukarıda gördüğünüz kırmızı balon içindeki sürede “1999-2001 Şubat” dolar kuru Merkez Bankası kontrolünde ve 600 TL civarında lineer bir artış var.

2-Türkiye 1999-2001 Şubat arasında tarihinin en büyük “giriş-çıkışını” yaşarken MB “döviz çıkışını” desteklercesine isteyene 600 TL civarında istediği kadar dolar veriyor ! Daha açık yazayım; Türkiye soyuluyor ve MB bu trendi pompalıyor ! 2001 Şubat yani “Anayasa atılana” kadar sermaye piyasasında “10 milyar dolar” cebe koyanlar doları kaç liradan alacağını biliyorlar !

Sonuç : “Kitapçık atıldığı” zaman SOYGUN bitmiş, paralar MB desteğinde 600 TL’den dolara çevrilmiş ve Türkiye çoktan terk edilmişti. Artık sistemi patlatmak ve “krizi ilan edip” içi boşaltılan Türkiye’yi “teşhir edip, ortalığı karıştırarak” ortadan kaybolma zamanıydı !

Son söz :

 OYUN açıktı; 

KEMAL DERVİŞ PARTİ KURSUN, BAŞBAKAN OLSUN, BU ÜLKE KURTULSUN ! 

Ama olmadı! 

BAŞARAMADILAR ! 

Şimdi aynı oyun farklı sürümü ile geliyor... DEŞİFRE ETMEYE devam edeceğiz..

Fatih Sultan Mehmet'in Papa'ya cevabı Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan Papa'nın yazdığı mektuba Fatih Sultan Mehmet'in cevabı ne olmuştu?

Fatih Sultan Mehmet'in Papa'ya cevabı

Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan Papa'nın yazdığı mektuba Fatih Sultan Mehmet'in cevabı ne olmuştu?

 

 
Fatih Sultan Mehmet'in hayatını konu alan

 "Fatih; Avrupa'nın Kaderini Değiştiren Adam" 

belgeselinin çekimleri sırasında Fatih Sultan Mehmet ile ilgili ortaya çıkan önemli belgeler arasında Papa'nın 
"Vaftiz ol"
 çağırısı da vardı. Papa'nın mektubu bir din çağırısı gibi algılanırken asıl sebebin farklı olduğu ortaya çıktı. Bugün'den Erhan Afyoncu'nun köşesinde yer verdiği bilgilere göre Fatih Sultan Mehmet de Papa'ya bir cevap yazmış ve eğer 

 'sünnet olursa onu şeyhülislam yapacağı'nı söylemişti.

ÇARESİZ PAPA

1458'de papa seçilmesinden 1464'te ölümüne kadar geçen yıllar Fatih komutasındaki Türk ordularının zaferden zafere koştuğu yıllardı. II. Pius, Hıristiyanlar'ı bir araya getirip, Haçlı Seferi düzenlemek için çok uğraştı ama başarılı olamadı. Türk fütuhatı engellenemediği gibi her geçen gün Hıristiyanlık açısından tehlike büyüdü.

Yorgun, cesareti kırılmış ve Haçlı ordusu gayretleri boşa çıkmış papa, Fatih'i Hıristiyan yaparak Avrupa'yı kurtarmayı düşündü. Zaten uzun süredir Avrupa'da bu yönde söylentiler dolaşıyordu.

HIRİSTİYAN OL DÜNYAYI YÖNETELİM

Papa III. Alexander, 1179'da Selçuklu Sultanı Kılıçarslan'a yolladığı, din değiştirmeye davet eden bir mektup göndermişti. II. Pius da 1461'de Fatih'e hitaben bir mektup yaza­rak birkaç damla su ile vaftiz edilmek sure­tiyle dünyaya hükmedeceğini söyleyerek, sultanı Hıristiyan­lığa davet etti.

FATİH'İN PAPA'TA CEVABI : SÜNNET OL SENİ ŞEYHÜLİSLAM YAPAYIM 

II. Pius, mektubunda yalnızca Hıristiyanlığın İslam'a üstünlüğünü kanıtlamaya çalışmıyordu. Papalık makamının ruhanî hakimiyeti altında bir Doğu İmparatorluğu kurmak istemişti. İşin ilginç tarafı ise Prof. Dr. Kemal Beydilli tarafından Papa II. Pius'un epistolalarının, yani mektuplarının arasında tespit edilen Fatih'in Papa'ya cevabıdır. Fatih tarafından yazılıp, yazılmadığını tam olarak bilemediğimiz bu mektupta sultan, Papa'ya Müslümanlığı kabul edip, sünnet olması şartıyla şeyhülislamlık teklif etmiştir.

Onuncu Kalkınma Planı'na göre, 2018 yılında imalat sanayinde ihracat 257,1 milyar dolara ulaşacak İmalat sanayinde hedef 250 milyar dolar 23 Haziran 2013


İmalat sanayinde hedef 250 milyar dolar

  23 Haziran 2013

Onuncu Kalkınma Planı'na göre, 2018 yılında imalat sanayinde ihracat 257,1 milyar dolara ulaşacak.

 

TBMM Başkanlığına sunulan ve 2014-2018 yıllarını kapsayan Onuncu Kalkınma Planı'na göre, 2007 yılında yüzde 41,6 olan savunma ihtiyaçlarının yerli kaynaklardan karşılanma oranı, 2011 yılında yüzde 54'e yükselmesine rağmen bu alanda dışa bağımlılık devam ediyor. Türkiye'nin uluslararası rekabet gücünü ve dünya ihracatından aldığı payı artırmak için imalat sanayinde dönüşümü gerçekleştirerek yüksek katma değerli yapıya geçmek ve yüksek teknoloji sektörlerinin payını artırmak amaçlanıyor.

Sanayi girdilerinin ülke içinden karşılanma oranının artırılması için yüksek yatırım gerektiren ara malı ve sanayi hammaddelerinin üretimine öncelik verilecek. Bu tesisler için nitelikli ve büyük çaplı mekan hazırlıkları yapılacak, yerli ve yabancı yatırımcıların özendirilmesi amacıyla mekanizmalar oluşturulacak ve bu yatırımların kamu desteklerinden öncelikli olarak yararlanması sağlanacak. Bu amaçlarla Girdi Tedarik Stratejisinin uygulanmasına devam edilecek.

Kentleşme ve kentsel dönüşüm, imalat sanayi ile bütünleşik bir şekilde ele alınacak. Bu çerçevede akıllı bina, yapı malzemeleri, toplu taşıma araçları ve sinyalizasyon sistemleri gibi alanlarda üretim ve ihracat kapasitesi artırılacak.

Raylı ulaşım sistemleri yurt içinde üretilecek

Plana göre, büyükşehir belediyeleri başta olmak üzere kamunun raylı ulaşım sistemleri ihtiyaçlarının yurt içinden karşılanması için teknolojik kabiliyet ve yerli üretim geliştirilecek. Bu doğrultuda yerli ve yabancı sanayi ortak girişimleri kurulması desteklenecek.

Ülke kredi ve garanti programları, sermaye malları ve yüksek teknolojili yerli ürün ihracatını artırmak amacıyla etkin olarak kullanılacak. Uluslararası standardizasyon faaliyetlerine katılım artırılacak. Otomotiv sanayinde, tedarik zincirini kapsayan, tasarım/Ar-Ge, üretim ve satış-pazarlama süreçleri bütününün yurt içinde geliştirilmesi sağlanarak katma değer artırılacak.

Savunma sanayi rekabetçi bir yapıya kavuşturulacak

Küresel kriz nedeniyle üretim ve ihracat seviyesinde önemli düşüş gerçekleşen Türk gemi inşa sanayinin rekabet gücünün bulunduğu alanlarda Ar-Ge çalışmalarıyla gemi tasarımı ve üretiminde dünya piyasalarından alınan pay artırılacak.

Savunma sanayi rekabetçi bir yapıya kavuşturulacak. Savunma sistem ve lojistik ihtiyaçlarının özgün tasarıma dayalı olarak ülke sanayisiyle bütünleşik ve sürdürülebilir bir şekilde karşılanması, uygun teknolojilerin sivil amaçlı kullanımıyla yerlilik oranının ve Ar-Ge'ye ayrılan payın artırılması sağlanacak.

İmalat sanayinde gelişmeler ve hedefler şöyle:

 2006 2012 2013 2018 İmalat Sanayi / GSYH (Cari, yüzde) 17,2 15,6 15,5 16,5 İmalat Sanayi İhracatı (milyar dolar)1 79,6 129,9 144,1 257,1 Yüksek Teknoloji Sektörlerinin İmalat Sanayi İhracatı İçindeki Payı (yüzde)1 5,6 3,7 3,7 5,5 Ortanın Üstü Teknoloji Sektörlerinin İmalat Sanayi İhracatı İçindeki Payı (yüzde)1 30,8 31,4 31,4 32,1 Türkiye Üçlü Patent (Triadic) Başvuru Sayısı 2 14 35 (3) 63 167 Sanayide TFV Artışı (yüzde) 1,2 -0,9 -0,8 1,9

1-Altın hariç değerlerdir.

2-OECD Factbook, 2013

3- 2010 yılı değeridir.

 AA

Gezi Parkı olaylarıyla ilgili değerlendirmelerde bulanan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Topçu Kışlası'nın harika bir kapısı olduğunu belirtti

Gezi Parkı olaylarıyla ilgili değerlendirmelerde bulanan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Topçu Kışlası'nın harika bir kapısı olduğunu belirtti.

Gezi Parkı olaylarıyla ilgili değerlendirmelerde bulanan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, 

 

“Fransa'daki tarihi anıt olan Zafer Takı'na 

benzer bir yapı inşa edilirse hem yeşil korunur 

hem de Gezi Parkı için eylemcilerin 

duyarlılıklarının anlaşıldığı mesajı verilir. 

Zafer Takı'nı görebilmek için yılda binlerce 

turist Fransa'ya akın ediyor.” 

dedi.

 

Türkiye'nin önde gelen psikiyatristleri arasında yer alan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Gezi Parkı olaylarıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. Olayların doğayı koruma gerekçesiyle başladığını ancak güvenlik güçlerinin sert müdahalesi, çeşitli gizli servis elemanları ile devletin içerisindeki gizli yapıların devreye girmesiyle kargaşanın büyüdüğünü belirtti. Bu tip olaylarda krizin daha iyi yönetilebilmesi için daha yumuşatıcı ifadelerin kullanılması gerektiğini dile getiren Tarhan, “Eylemcilerin savaş stratejisine girerseniz, siz de sertleşmek zorunda kalırsınız. Gerilim de onların istediği bir şey. Böyle durumlarda yöneticinin hisseden değil, düşünen beynini devreye sokması gerekir. Örneğin, ‘Sizi anlamak istiyorum. Lütfen sakin olur musunuz?' gibi denilebilse, kriz daha iyi yönetilirdi. Karşı taraf bunu düşündüğünde hisler kontrol altına alınacaktı. Bu konuda çift mesajlar verildi.” diye konuştu.

 

Gezi Parkı olaylarında orta yolun bulunması için Fransa'daki Zafer Takı'nın örnek alınabileceğini anlatan Tarhan “Topçu Kışlası'nın çok muhteşem bir kapısı vardı. O kapı Zafer Takı gibi Taksim Meydanı'nda yapılır ve çevresi yeşil alana bırakılır. Kışlada bir Osmanlı damgası var. Hükümet bunun için yapmak istiyor. Meydanda Osmanlı izi, geleneklerimizin mührü olsun isteniyor. Böylece hem yeşil korunur hem de Gezi Parkı için eylemcilerin duyarlılıklarının anlaşıldığını hissedilir. Zafer Takı'na çok turist geliyor. Taksim çalışmalarında yargı kararı bekleniyor ve referandumdan bahsediliyor. Fakat bunlardan önce bu konunun uzamaması gerekiyor.” ifadelerini kullandı.


‘BATILILAŞMAYI BETONLAŞMA GİBİ ALGILADIK'

Türkiye'de batılılaşmanın betonlaşma gibi algılandığını belirten Tarhan sözlerine şöyle devam etti: 

 

“90 kuşağının yaygınlaşmasıyla Kuzey Avrupa'da yaşanan ahlak sorunları Türkiye'de de yaşanabilir.

 Bu tip ülkelerde kimseye karışılmıyor diye uyuşturucu kullanmak serbest. 

 

‘İnsan özgürdür ve kokain içip içmeme kararı ona aittir.' deniyor. 

Bu kuşakta özgürlük ve sınırlılık sınırı bozuluyor. 

Boşanma ve suç oranı yüksek. 

Böyle giderse 10 yıl sonra Norveç toplumunun sorguladığı şeyleri hızla satın alacağız. Toplum kendi kültürüyle modernleşir. 

Batılılaşmayı betonlaşma gibi algıladık.”


‘ŞİMDİKİ NESLİN HEDEFİ YOK, DAHA BİREYSELLER'

Tarhan, şimdiki neslin hedefsiz olduğunu belirterek, “Olaylarda 90 kuşağı ön plana çıktı. Önceki nesillerin bir hedefi vardı. Hangi taraftan olursa olsun, gençlerin toplum için bir şey yapma amacı vardı. Riske girme, kendini aşan ego idealleri vardı. Bu kuşakta yok öyle bir şey. Şimdi daha bireysel, daha konforuna düşkünler. Suriye'de yaşananlar için, Afrika'da aç kalan insanlar için tepki vermiyorlar, kendi konforu için yeşil için tepki veriyorlar. Benmerkezci eğilimlerin tatmin edildiği bir eğilim var.” dedi.

‘BAZI DEĞERLERİN YENİDEN HAREKET GEÇİRİLMESİ LAZIM'

 

Bediüzzaman Said-i Nursi'nin kötü ahlakın çirkin neticeleri üzerine toplumun uyanacağını anlattığını kaydeden Tarhan, "Toplum Gezi Parkı olaylarını konuşarak, Türkiye'deki kötü gidişi daha çok sorgulamaya başladı. 

 

Gençlik nereye gidiyor? 

 

Nasıl bir gençlik ortaya çıkarıyoruz?

 

 ‘Ortam kötü. 

Çocuğuma sahip çıkmam 

gerekir.' 

diyen anne ve babalara bir bilinç getirdi.

 

Bu nesil Türkiye'de yaygın olduğu zaman, yönetilemeyen bir nesil olacaktır.

 Gezi 

parkındaki gençler, bir toplumun yönetilemeyen gençleri. 

 

Bunlar kural dinlemeyen, her şeye karşı olan 

anarşist ruhlu bir gençlik, bunlar anca şiddet 

ve otorite ile bastırılabilir. 

 

Kadim kültürümüzde terk edilmiş değerler var. 

Bu değerlerin yeniden hayata geçirilmesi lazım. 

Hutbe-i Şamiye eserinde Bediüzzaman önemli 

tespitler yapıyor. 

Bunlardan yararlanılabilir.” ifadelerini kullandı.


'DEVRİMCİ ROMANTİZME SAHİP EYLEMCİLER DEVRİM GELİYOR ZANNETTİ'

Türk Tabipler Birliği'nin eylemcilere sahip çıktığını, parkın içerisine çadırlar kurup ve sağlık hizmeti verdiğini hatırlatan Tarhan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Revirlerde çalışan doktorlardan bazılarını tanıyorum. Orada çalışanlar devrimci romantizme sahip gençlerdi. Devrimci romantizmde Karl Marks, ‘Şiddet yaratıcı faaliyetin sebebidir. Şiddet devrime ebelik yapacaktır.' diyor. Bu şiddet olaylarını görünce ‘devrim geliyor' diyerek romantik bir heyecana kapıldılar. Türkiye'de Brezilya'daki gibi büyük yürüyüşler olacağını düşündüler. Bu sebeple de destek verdiler. Gezi parkı olayları militarize olunca ilk saflığını kaybetti."

ZAFER TAKI NEDİR?

Zafer Takı, Fransa'nın başkenti Paris'te bulunan tarihi anıttır.

 Charles de Gaulle Meydanın ortasında, Şanzelize Caddesi'nin batı kısmında yer almaktadır.

 Boyu 45, eni 22 ve yüksekliği 49 metredir.

 Charles de Gaulle Meydanı (ya da Place de l'Etoile), 19. yüzyıl'da Georges Eugène Haussmann tarafından 

çizilen 12 caddeye yol veren çok geniş ve büyük bir döner kavşağıdır.