BeKoS tv Every Day A Film We are now less then a minute Türkiye'yiz

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

1 Eylül 2013 Pazar

Real Madrid'in yıldızı konuştu Mesut, maç öncesinde Kuran okuduğunu ve Ronaldo'nun çok hoşlandığını söyledi. 01 Eylül 2013 Pazar

Real Madrid'in yıldızı konuştu

Mesut, maç öncesinde Kuran okuduğunu ve Ronaldo'nun çok hoşlandığını söyledi.
Dünyanın en ünlü futbolcularından Mesut Özil’le 17 Eylül Galatasaray ile Real Madrid öncesi Hürriyet gazetesine konuştu.

Manchester United sizi almak için 50 milyon euro’yu gözden çıkardı, Arsenal de peşinizde. Ayrıca Real Madrid’de mutsuz olduğunuz da iddia edildi. Transfer oluyor musunuz, haberlerin doğruluk payı nedir?
- Bütün hafta bu konu hakkında yazılıp çizildi ama öyle bir şey kesinlikle yok. Ne Arsenal’e ne de Manchester United’a transfer oluyorum. 2016’ya kadar Real Madrid’le anlaşmam var. Zaten burada olmaktan mutluyum. Dünyanın en cool insanlarının oynadığı takım, dünyanın en iyi takımı, her futbolcu burada olmak için can atar. Daha ne olsun, niye gideyim? Madrid’de hayat güzel. Hava süper, güneşli... Yaşamak için çok güzel bir şehir.

Yıllık geliriniz neredeyse 10 milyon Euro... Nasıl değerlendiriyorsunuz, bahsettiğiniz Madrid’deki ‘tatlı hayat’ nasıl geçiyor? Hareketli bir gece hayatı var mı mesela?
- Düşündüğünüz gibi değil hayatım aslında. Bir kere burada çok vakit geçiremiyorum. Genellikle takımla çok uçtuğumuz için, geldiğimde evde kalıyorum arkadaşlarla. Ev adamıyım ben. Zaten sporcuyum, sürekli kondisyonumun iyi olması lazım. İznim yok gece gezmelere, tozmalara... (İleride oturan abisi ve kuzenini göstererek) Gece hayatını filan şu ikisine soracaksın... Güzeldir herhalde.

Sürekli ne yapıyorsunuz evde peki? Playstation filan mı oynuyorsunuz?
- Yok ya, artık Playstation için yaşlandık, bıraktık o işleri. Eskiden oynardık da... Şimdi daha çok bilardoya takılıyoruz. DVD filan bakıyoruz. Sinemaya da gitmek istiyorum tabii burada filmler İspanyolca, pek anlamıyorum. Genelde Düsseldorf’ta gidiyorum sinemaya.

Otobüsün içinde bile hayran güruhu peşinizi bırakmıyor. Rahat rahat sinemaya gidemiyorsunuzdur diye tahmin ediyorum...
- Tabii, sabah seanslarına gitmek pek mümkün olmuyor. Daha çok gece gidiyorum, tenha olduğu zamanlarda.

Takımda en çok kimlerle yakınsınız? Cristiano Ronaldo’yla yakın arkadaş olduğunuz, onunla ve sevgilisi Irina Shayk’le birlikte zaman geçirdiğiniz söyleniyor. Nasıl biri Ronaldo?
- Yani, iyidir de... Onunla, Irina’yla zaman geçirmek derken?

Arkadaş olarak yani...
Anladım... Ronaldo’yla doğal olarak arkadaşız, çünkü takım arkadaşlarımın hepsiyle aram iyi. Sürekli birlikte uçtuğumuz için ister istemez dost oluyorsun. Onun dışında da sürekli iletişim halindeyiz. Birbirimize mesaj atıyoruz ya da Facebook’tan konuşuyoruz. Ama düşünüldüğü gibi sürekli birlikte gezmeler tozmalar yok. Madrid’e geldiğimiz zaman çoğumuz evde istirahat etmeyi seçiyoruz. Sürekli oradan oraya gitmekten yorgun oluyoruz zaten. Hem benim kendime göre de bir arkadaş grubum var.

Ben bir aile adamıyım. Huzur ailededir benim için... Ailem ve aile kadar yakın gördüğüm arkadaşlarım... Onların desteğini yakınımda hissetmek önemli, onun için mümkün olduğu kadar arayı açmamaya çalışıyorum. Abim ve kuzenlerim hep benimle beraber. Aile büyükleri de sürekli beni ziyaret için Madrid’e geliyorlar ya da ben Düsseldorf’a gidiyorum. Rotamda bir de Türkiye var tabii... Onun için ömrüm yarı sahada, yarı havada geçiyor. Sürekli yollardayım.

Köklerinize de çok bağlısınız: Zonguldak Devrek’e bağlı Hışıroğlu Köyüne gidiyorsunuz sıkça. Ama en son köyünüzde davul-zurna ve komiteyle karşılandığınız için biraz sıkılmıştınız sanırım...
- (Gülüyor) Oluyor öyle şeyler. Geçti o olayın üzerinden de bayağı. Yine giderim köye. Neden gitmeyeyim? Orada amcam var, yeğenler, kuzenler. Seviyorum köyü. Gerçi çok gidemiyorum zamansızlıktan, kışın iki-üç gün kaçabilirsem işte...

Köyde hayatınız nasıl?
- Hasret gidererek zaman geçiriyoruz genelde. Birbirimizi çok uzun zaman görmediğimiz için, aradan yıllar geçtiği için oturuyoruz, konuşuyoruz, “Sen ne yaptın, ben ne yaptım” anlatıyoruz. Bir de acayip yemek yiyoruz, bir sofralar kuruluyor ki, of valla...

Peki İstanbul’da?
- İstanbul’da ne yapılmaz ki? Lig yüzünden geliyorum kışın ama normalde de çok beğendiğim bir şehir. Çok arkadaşım var, oraya gittiğim zaman iznim de oluyor, geziyoruz beraber. Çoğunlukla yemeğe gidiyoruz. Türk yemeklerini çok seviyorum, orası gerçek. Kebaplar, döner ekmek filan, hep gözümde tüter.

Real Madrid’in bir önceki teknik direktörü José Mourinho sizi takımın en kilit adamlarından biri olarak konumlandırıyordu. Bu yaz göreve gelen yeni teknik direktör Carlo Ancelotti’yle aranız nasıl?
- Her şeyden önce yeni hocamız bana çok güveniyor. Aramızda sorun yok, gittikçe birbirimize daha çok alışıyoruz. Burada takım olarak bir ailenin parçasıyım. Herkesle iyi geçiniyoruz. Son iki maçtaki performansımızı da gördünüz. Futbol performansı açısından gittikçe daha iyiye gidiyoruz.

Futbolda idolünüz kim?
- Benim için Zinedine Zidane tektir. Madrid’de onu ilk gördüğüm zaman o kadar heyecanlıydım ki, neredeyse bayılıyordum. Benim idolümdür o, küçükken onun hareketlerini sürekli taklit ede ede futbolu öğrendim. Ne zaman yeni bir trick yapsa, ertesi gün yapmaya çalışıyordum. Tanıdıktan sonra ne kadar iyi bir insan olduğunu da anlayınca gözümdeki yeri daha da büyüdü. Futbolcu olarak zaten efsane, antrenör olarak harika ama tüm bunların yanında çok da iyi bir insan.

Gözlemlediğim kadarıyla basın karşısında fotoğraf vermekten ya da konuşmaktan pek de hoşlanmıyorsunuz. Santiago Bernabéu stadında, 85 bin kişinin karşısına çıkmak nasıl bir his?
- Sahada evimin salonunda olduğum kadar rahatım. Hiçbir stres, gerginlik yok. Sadece eğlence var. En çok sahada olduğum zaman eğleniyorum. Bir de kazanma hırsı tabii.

Alman şarkıcı Mandy Capristo’yla berabersiniz. New York seyahatinizde yüzük baktığınız, nişanlandığınız söyleniyor, doğru mu?
- Doğru değil, hayır. Hiç aklımda yok böyle bir şey. İlişkimde mutluyum tabii, her şey yolunda ama evliliği düşünmüyorum. 24 yaşındayım daha.

Almanya’da çocukluğunuzda ‘Maymun kafesi’ denen dar sahada çalışmanın tekniğinizde çok etkili olduğu söyleniyor...
- O eğitimin bana en büyük getirisi, korkusuzluk. Benden dört-beş yaş büyüklerle, abimle, kuzenimle, onların arkadaşlarıyla oynardık. Küçücük kalıyordum onların yanında. İkili oyunlar çok sert geçerdi. Benden daha iri olan rakiplerimi nasıl ekarte edebileceğimi öğrendim. İleriye dönük etkisi büyük oldu. Genç Milli Takımı’nda oynarken daha büyükler karşısına çıktığında bazı arkadaşlarım korkardı, ama ben çok alışkındım.

Dünyanın en önemli oyun kurucusu, ‘10 numara’sısınız şu an. Gelecek planlarınız nedir?
- Hiç düşünmüyorum geleceği. Futbol hayatım başarılı olsun, sağlıklı olayım, kondisyonum yerinde olsun, başarılı olayım böyle, daha da bir şey istemiyorum. Önümde uzun seneler var, yaşayıp göreceğiz.

Alman Milli Takımı’ndaki performansınızla parladınız. Başbakan Angela Merkel bile sizi gelip şahsen tebrik etti. Werder Bremen’den Real Madrid’e transfer olmanızda önemli bir yer oynadığı da iddia ediliyor. Türkiye yerine Alman Milli Takımı’nda oynamak, kariyeriniz için stratejik bir karar mıydı?
- Hayır. Ben Almanya’da doğdum, orada eğitim gördüm, tüm hayatımı orada yaşadım. Futbola orada başladım, genç milli olarak orada forma giydim. Tabii ki o takıma devam edecektim, benim için başka bir milli takım olamazdı zaten.

2010’da oynanan Türkiye- Almanya milli maçında Türk seyircilerin protestosuyla karşılaşmıştınız. Hiç Türkiye’den gelecek eleştirileri düşünmediniz mi bu kararı verirken?
- Şimdi o düşünce ikiye ayrılıyor. Bazıları var, hiç anlayamıyorlar neden Alman Milli Takımı’nda oynadığımı. Ama çoğunluk anlıyor. Kafama çok takmadım, kim ne der diye. Benim amacım futbol oynamak, sevdiğim şey bu. Küçüklüğümden beri tek bildiğim bu. Türkiye’ye geldiğim zaman o kadar çok pozitif tepki var ki, öyle sevgi görüyorum ki... Zaten hep öyleydi: Almanya’da da Türkler sokakta beni görsün boynuma sarılır, İstanbul’da da... Beni sevmeyen yok gibi. Bu da beni çok mutlu ediyor. Buradan da mesaj yollayayım: Türkiye’deki tüm büyüklerimin ellerinden öpüyorum, tanıdıklarıma da selam söylüyorum.

Dört yaşından beri futbol oynuyor. Tekniğini ‘maymun kafesi’ olarak anılan, mahalle arasındaki tellerle çevrili toprak sahalarda oynayarak geliştirdi. İlk formasını 7 yaşında, doğduğu yer Gelsenkirchen’in Westfalia 04 takımı için giydi. 18 yaşında Alman Genç Milli Takımı’na seçildi. Üç yıl sonra ise A Milli Takım kadrosuna girdi. 2006-08 arası Schalke’de, 2008-2010 arasında ise Werder Bremen’de oynadı. 2010’da Real Madrid’e 15 milyon euro bonservis bedeliyle transfer oldu. Yıllık ücreti ise 5 milyon euro.

Sponsorluklardan en çok gelir elde eden Alman oyuncu. Reklam kampanyalarından yılda 4 ile 5.3 milyon dolar kazandığı söyleniyor. 2010’dan Alman şarkıcı- model Mandy Capristo’yla beri beraber. Hız tutkunu futbolcu, siyah bir Ferrari 458 kullanıyor. Maçlardan önce mutlaka dua okuyor. Özil takım arkadaşlarının kendisine saygılı olduğunu söylüyor: “Özellikle Ronaldo Ben Kur'an okuduğum zaman saygı gösteriyor. Kuran duymak hoşuna gidiyor.”

Özil, oyun biçimini Alman-Türk karışımı olarak tanımlıyor: “Tekniğim ve topu kullanışım Türk, disiplinim, kafa yapım, oyundan kopmamam ve hırsım Alman.” 2012’de UEFA’nın belirlediği ‘Yılın Takımı’na seçildi. Kariyerinde şu ana kadar toplam 160 asisti var. İspanya Ligi ‘La Liga’da toplam 104 maçta 19 gol attı. Şampiyonlar Ligi’nde ise 31 maçta, 4 gol attı, 20 asist yaptı. Efsane teknik direktör José Mourinho, onu ‘dünyanın en iyi 10 numarası’ olarak tanımlıyor. 2010’da 2-0 sonuçlanan Almanya-Türkiye milli maçında Türkiye’ye gol attı. Golden sonra sevinç gösterisinde bulunmadı.

Başbakan Erdoğan gündemi değerlendirdi Başbakan Erdoağn Siirt günleri gala kapanış gecesinde konuştu 01 Eylül 2013 Pazar

Başbakan Erdoğan gündemi değerlendirdi

Başbakan Erdoağn Siirt günleri gala kapanış gecesinde konuştu

Başbakan Erdoğan Siirt Günleri Kapanış Programı'nda gündemi değerlendirdi.
İşte satır başları...

-11 yıl içinde Siirt'te eğitime çok büyük destek verdik. Okullarımıza gönderdiğimiz biligisayar 5 bin rakamına ulaştı. Yıllardır hayali olan üniversiteyi biz kurduk. Sağlıkta 106 milyon lira yatırım yaptık. Adalet Sarayı'nı tamamladık ve açtık.

-Yatırımlardan dolayı da Sayın Nihat Özemir'e teşekkür ediyorum.

-Siirt çok farklı bir heyecanı yaşıyor. Silahların sustuğu, ölümlerin durduğu bir süreç yaşanıyor. Mart ayından bu yana Siirt'i üzecek gönül kırıklığı yaşanmadı. Aylardır tüccar, esnaf rahat bir nefes alıyor. Bu bölgelere turist gidiyor.

-Bu arada çok büyük kamu yatırımları yükselmeye devam ediyor. 11 yıldır bir yandan ihmal edilmiş yatırımları bölgeye ulaşmasının mücadelesini verirken, bir yandan da bölgenin huzura kavuşmasının mücadelesini verdik.

-Eskiden burası mezbahaneydi. Belediye başkanlığımda burayı bir kültür, kongre merkezine dönüştürelim dedik. Bize gülenler oldu. Aynı şekilde Haliç. Kokudan geçilmezdi. 'Burayı nasıl temizleyeceğiz' dediğimizde 'Toprak dolduracaksınız, doldurmadan olmaz' dediler. Olur mu öyle birşey? Biz çalışmalarımızı yaptık. Ülkemizdeki hocalar doğru bilgi vermediler. Yurtdışı ile görüştük. Buradan 2,5 milyar metreküp çamur çıktı.

-Çözüm süreciyle birlikte bütün bu yatırımlar beraber yürüyor. Doğu'da sıkıntılar olmasa orada yatırımlar patlardı. Niye gelmiyor girişimci? Terör korkusundan dolayı. Ama çözüm süreci onun da önünü açacak. Kim sabote ederse vebali altında kalır. 2023 hedeflerimiz doğrultusunda bu kanı durdurmak için çalışmaya devam edeceğiz. Biz asla vazgeçmeyeceğiz.

-Siirt Türk, Arap Kürdü ile niçin bir ve beraber yürümesin? Birileri geliyor diye diğerleri niye kaçsın? Ellerin kucaklaştığı bir sürecin başlaması lazım. İnşallah her meselemizi çözüme kavuşturacağız.

ZULME RIZA ZULÜMDER

-Yaklaşık 2,5 yıldır Suriye'de kanlı süreç uyanıyor. 100 binin üzerinde insan hayatını kaybetti. Dikkatleri Suriye'deki trajediye çekmek için yoğun mücadele verdik. Bazıları kimyasal silah kullanılması sebebiyle müdahale diyor. Eyvallah. Ancak 100 bin kişinin ölümünü kenara koyup kimyasal silahla uğraşıyoruz. Zulme rıza zulümdür.

BM'NİN TAVRI ESAD'A GÜÇ VERDİ

-BM'nin tavrı rejime güç vermiş, teşvik etmiştir. Bütün dünya gözünü drama kalbini kapatırken BM'de seyretmekle yetinmiştir. BM'nin adım atmamış olması insanlık tarihine kara leke olarak kazınmıştır. 5 daimi üyenin dudakları arasına mahkum etmek siyaset değil zulümdür, anti demokratiktir.

-BM güvenlik konseyi karar alamıyorsa nedeni iki üye. Niye buna mahkum olalım?

-Aynı şeyi Mısır'da görüyoruz. Buna sessiz kalamayız. Türkiye olarak kanı durduracak her formüle destek veriyoruz. İstiyoruz ki keskin nişancıların şehit ettiği Esma'lar ölmesin. Vücutlarında mermi izi olmayan soluk bedenler olmasın.

-Bu noktada uluslararası toplumun tepki vermekte geciktiğini her fırsatta belirtik. Çarşamba günü G-20 Zirvesi'nde olacağım ve 20 ülke huzurunda bu konuyu gündeme getireceğim.

-Suriye'de geçici tedbirlerin yeterli olmayacağını belirtmek istiyorum. Esed rejimi süratle işbaşından çekilmeli ve yaşabileceği ülkeye gitmelidir.

"İstediğimiz zaman Suriye'ye saldırabiliriz" ABD Başkanı Barack Obama Suriye'ye operasyonla ilgili açıklama yaptı. 31 Ağustos 2013 Cumartesi

"İstediğimiz zaman Suriye'ye saldırabiliriz"

ABD Başkanı Barack Obama Suriye'ye operasyonla ilgili açıklama yaptı.

ABD Başkanı Barack Obama, Suriye rejiminin kimyasal silah kullanmasıyla ilgili olarak, ABD'nin askeri eylemde bulunması gerektiğine karar verdiğini ve bu konuda Kongre'den yetki talep etme yoluna gideceğini açıkladı.
Obama, Rose Garden'da Suriye konusunda yaptığı açıklamada, ABD istihbaratının Suriye rejiminin 21 Ağustos'taki saldırıdan sorumlu olduğuna dair çok güçlü bir dosya ortaya koyduğunu hatırlatarak, raporun Esed güçlerinin kimyasal silah kullanma hazırlığını, roketlerin yüksek nüfuslu bölgelere gönderildiğini ortaya koyduğunu anlattı.
Yüzlercesi çocuk olmak üzere binlerce insanın bu saldırıda öldüğünü hatırlatan Obama, genç çocukların kendi devletleri tarafından zehirlendiğini kaydetti. Obama, "Bu saldırı, insan onuruna karşı saldırıdır" dedi.
Obama, söz konusu durumun ABD'nin ulusal güvenlik çıkarlarına karşı risk teşkil ettiğini, Suriye'ye komşu olan Türkiye, İsrail, Ürdün, Irak ve Lübnan gibi müttefik ülkeler için tehlike yarattığını, kimyasal silah kullanımını artırabileceğini veya terörist gruplara yayılabileceğini dile getiredi. ABD Başkanı, bu nedenle tehditin ele alınması gereken bir sorun olduğunu söyledi.
Obama, "ABD'nin Suriye'de rejim hedeflerine yönelik askeri eylemde bulunması gerektiğine karar verdim. Bu, ucu açık bir müdahale olmayacak, Amerikan askeri karaya ayak basmayacak. Aksine, sınırlı kapsam ve süreye sahip olacak. Suriye rejimini kimyasal silah kullanmalarına karşı sorumlu tutacağımız yönünde inancım tam" dedi.
ABD askeri varlığının bölgede konuşlandığını hatırlatan Obama, Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey'in de ordunun ne zaman istenirse o zaman saldırıya başlamaya hazır olduğunu bildirdiğini kaydetti. Obama, "Genelkurmay Başkanımız aynı zamanda bu konunun zaman hassasiyeti olan bir konu olmadığını da belirtti. O nedenle bu yarın da gelecek hafta da bir ay sonra da olabilir ve ben bu emri vermeye hazırım" diye konuştu.
BM Güvenlik Konseyi olmadan
Kendisinin aynı zamanda dünyanın en eski anayasal demokrasiye sahip ülkesinin başkanı olduğuna işaret eden Obama, "Bu nedenle ikinci bir karara vardım. Amerikan halkının temsilcisi olan Kongre'den güç kullanımına yönelik yetki arama yoluna gideceğim. Son günlerde Kongre üyeleri seslerinin duyulmasını istediler. Ben de buna kesinlikle katılıyorum. Bu sabah tüm Kongre liderleriyle konuştum ve hepsi bunun Kongre'de tartışılması için gündeme alınması ve Kongre döner dönmez oylamaya sunulması görüşüne katıldı" dedi
Obama, önümüzdeki günlerde de Kongre'ye gereken tüm bilgilerin sunulacağını bildirerek, "Kongre'yi dünyaya mesaj vermeye çağırıyorum" dedi.
BM Güvenlik Konseyi felce uğradığı için Konsey'in kararı olmadan da bu konuda ilerleyebilecekleri yönünde güveninin tam olduğunu vurgulayan Obama, "Esed'i yaptıklarından sorumlu tutmak istiyorum" diye konuştu. İngiltere'de Suriye'ye yönelik eylem kararının parlamentodan dönmesi nedeniyle birçok kişinin Kongre onayı olmadan hareket etmeyi tavsiye ettiğini belirten Obama, bu askeri eylemi Kongre'nin yetki izni olmadan da yapabileceğini ama ülkenin birlikte haraket ederek daha güçlü olacağına inandığını söyledi. Obama, "Dolayısıyla bunu tartışmalıyız, bu konu her işimizde olduğu gibi çok büyük bir konu" diye konuştu.
Uluslararası topluma çağrı
Kimyasal silah kullananların sorumlu tutulmasına yönelik herhangi bir eylemde bulunmamanın maliyetleri olduğunu ifade eden Obama, kimyasal silahların kullanılmaması noktasındaki kararların ardından bunun ihlal edilmesinin, uluslararası sistemin varlığının amacına dair soru işareti yaratacağına dikkati çekti.
Obama, BM denetçilerinin Suriye'deki araştırmasına değinerek, meselenin kimyasal silah kullanımının araştırılmasıyla sınırlı kalmaması, aynı zamanda buna karşılık verilmesi gerektiğine vurgu yaptı. Uluslararası toplumu kendi adımlarının arkasında durmaya çağıran Obama, Amerikan halkına da seslenerek, "Biz Amerika'yız, Şam'da yapılanlara gözlerimizi kapatamayız, kapatmamalıyız" şeklinde konuştu.
Cameron'dan Obama'ya destek
Öte yandan İngiltere Başbakanı David Cameron, Obama'nın yaptığı açıklamanın ardından resmi twitter adresinde, "Barack Obama'nın Suriye ile ilgili pozisyonunu anlıyorum ve destekliyorum" diye yazdı.  


Dünya bu fotoğrafı konuşuyor

ABD Başkanı Barack Obama'dan ilginç poz...

ABD Başkanı Barack Obama Oval Ofis'te telefonla konuştuğu sırada verdiği pozla bir anda dünya gündemine oturdu.
Oval ofisteki çalışma masasında Beyaz Saray Sözcüsü John Boehner ile konuştuğu sırada sol ayağını masaya atan ve bir eliyle silah işareti yapan Obama'nın bu hareketiyle Esed'e mesaj verdiği belirtildi.
Diğer yandan Obama dün yaptığı açıklamada askeri harekat emri vermek için beklemek zorunda olmadıklarını belirterek, "Emri vermeye hazırım" dedi. Rose Garden'da önemli açıklamalarda bulunan Obama, saldırının insan onuruna karşı işlenmiş bir suç olduğunu ifade etti. 

Üniversite adayları dikkat Üniversiteye kesin kayıt işlemleri, yarın başlıyor. 01 Eylül 2013 Paza

Üniversite adayları dikkat

Üniversiteye kesin kayıt işlemleri, yarın başlıyor.

Boğaz manzarası için ilginç proje Boğazın eşsiz manzarasını seyretmeyi sağlayacak ilginç bir proje gündeme geldi. 01 Eylül 2013 Pazar 1

Boğaz manzarası için ilginç proje

Boğazın eşsiz manzarasını seyretmeyi sağlayacak ilginç bir proje gündeme geldi.

SGK müfettiş yardımcısı alıyor Merkez teşkilatında görevlendirilmek üzere 65 müfettiş yardımcısı alınacak. 31 Ağustos 2013 Cumartesi

SGK müfettiş yardımcısı alıyor

Merkez teşkilatında görevlendirilmek üzere 65 müfettiş yardımcısı alınacak.



Malulen emekliliğe ayrılana 971 lira maaş SGK'nın malulen emekliliğe ilişkin yeni düzenlemesi bugün yürürlüğe girdi. 01 Eylül 2013 Pazar

Malulen emekliliğe ayrılana 971 lira maaş

SGK'nın malulen emekliliğe ilişkin yeni düzenlemesi bugün yürürlüğe girdi.

21 çeşit hastalıktan emekliye ayrılacaklara 971 lira maaş ödenecek.
Yasa 4 bin kişiyi ilgilendiriyor.
Sosyal Güvenlik Kurumu malulen emekliliğin kapsamını genişletiyor. Bugün yürürlüğe giren düzenlemeyle 4 bin 250 kişi emekli olabilecek.
Yeni düzenlemeyle malulen emekli olanların sayısı 119 bine çıkacak.
Düzenleme, eski yönetmeliğe göre malullük başvurusu yapıp reddedilenlere tekrar başvuru yapma hakkı getiriyor. Malulen emekli olmak isteyenlerin, çalışma gücünü iş kazası ya da meslek hastalığı nedeniyle en az yüzde 60 kaybettiğini sağlık kurulu raporuyla kanıtlaması gerekecek. Ayrıca en az 10 yıldan beri sigortalı olup, toplam bin 800 gün sigorta primi ödenmiş olma şartı da bulunuyor.
KEMİK İLİĞİ NAKLİ HARİÇ
Kemik iliği nakli hariç tüm organ nakilli hastalara maluliyet hakkı geliyor. Hastalara böbrek nakli sonrası uygulanan kontrol muayeneleri yeni düzenlemeyle kaldırıldı. Tüm kanser hastaları tanı aldıktan sonra koşulsuz olarak malul kabul edilecek.

Suudi Arabistan'dan Suriye açıklaması Suud el-Faysal Suriye konusunda gerekenin yapılmasının zamanı olduğunu söyledi 01 Eylül 2013 Pazar

Suudi Arabistan'dan Suriye açıklaması

Suud el-Faysal Suriye konusunda gerekenin yapılmasının zamanı olduğunu söyledi

Cumhuriyetçi senatörler müdahaleye karşı Amerika'da cumhuriyetçi senatörler "limitli müdahaleye" karşıyız dediler. 01 Eylül 2013 Pazar

Cumhuriyetçi senatörler müdahaleye karşı

Amerika'da cumhuriyetçi senatörler "limitli müdahaleye" karşıyız dediler.
Cumhuriyetçi senatörler John McCain ve Lindsey Graham, Esed rejimine ABD ile dost ve müttefik ülkeleri tarafından askeri bir cevap verilmesi gerektiği konusunda Başkan Obama’nın haklı olduğuna inandıklarını ancak limitli bir operasyonu destekleyemeyeceklerini açıkladı. İki senatör yaptıkları ortak yazılı açıklamada, ABD Kongresi'nin Suriye’de askeri müdahale konusunda en kısa zamanda harekete geçmesi gerektiğini vurguladı. Bununla birlikte izole edilmiş askeri harekatın bölgedeki çatışmalara ivme kazandıracağını ve bu yönüyle böyle bir harekatı gönül rahatlığıyla destekleyemeyeceklerini ifade eden senatörler, rejime yönelik yetersiz bir cevabın Amerika’nın atacağı adımı yakından takip eden dost ve müttefik ükelere, Suriyeli muhaliflere, Esed rejimine, İran’a ve tüm dünyaya yanlış bir mesaj gönderilmesine yol açabileceğine dikkat çekti. Resmi talepte bulundu Obama, Suriye'de askeri güç kullanımı için resmi olarak talepte bulundu 01 Eylül 2013 Pazar ABD Başkanı Barack Obama, Suriye rejiminin kimyasal silah kullanmasına yanıt için askeri güç kullanma talebini, resmi olarak kongre liderlerine gönderdi. Kongreye gönderilen taslak tasarıda, Suriye rejiminin 21 Ağustos'ta Şam yakınlarında binden fazla Suriyelinin ölümüne neden olan kimyasal saldırı düzenlediği, bunun savaş kanunları ve uluslararası normların ihlali anlamına geldiği, "Syria Accountability" ve "Lebanese Sovereignty Restoration Act of 2003" düzenlemelerinde Kongre'nin Suriye'nin kitle imha silahı edinmesinin Ortadoğu'yu ve ABD'nin ulusal güvenlik çıkarlarını tehdit ettiği gibi gerekçeler sunuldu. Tasarıda, ABD'nin bu yetki ile bağlantılı olarak askeri güç kullanmasının, kimyasal silahlar veya diğer kitle imha silahlarının gelecekte potansiyel kullanımı noktasında caydırıcı, engelleyici, önleyici ve azaltıcı olması gerektiği, yönetim ve yasama kanatlarının birlik içindeki eyleminin Amerika'nın kararı yönünde güçlü bir sinyal göndereceği ifade edilirken, Suriye'deki çatışmanın ise ancak siyasi uzlaşma yoluyla çözüleceği kaydedildi. Tasarıda, ABD Başkanı'nın, Suriye'de kimyasal veya diğer kitle imha silahlarının kullanımı veya terörist gruplara transferi dahil yayılımını önleme ve caydırma ile bu tür silahlara karşı ABD ve müttefiklerini korumak için Başkan'a askeri güç kullanması yetkisi verilmesi talebinde bulunuldu.

AA, Kürtçe yayına başladı Anadolu Ajansı, (AA) Kürtçe haber servisine başladı. 01 Eylül 2013 Pazar

AA, Kürtçe yayına başladı

Anadolu Ajansı, (AA) Kürtçe haber servisine başladı.

AA, Türkçe'nin yanı sıra İngilizce, Arapça, BSH (Boşnakça, Hırvatça, Sırpça) ve Rusça yayın yapıyordu.

AA, 6'ıncı dil olarak, Kürtçe'nin Kurmancca ve Soranca lehçelerinde yayına başladı.
Kürtçe Haberler Servisi, politika, ekonomi, spor, turizm, yaşam, kültür-sanat başlıkları altında Türkiye ve dünyada yaşanan gelişmeleri, Kürtçe'nin Kurmancca ve Soranca lehçelerinde, fotoğraflı ve görüntülü olarak bölge medyasına servis edecek.Türkiye ve Irak Kürt Bölgesinde meydana gelen gelişmeler de, Türkçe, Arapça, Rusça ve Boşnakça olarak dünya medyasına ulaştırılacak.

Kürtçe haberler, Kurmancca lehçesinde, Anadolu Ajansı'nın "http://www.aa.com.tr/kk", Soranca lehçesinde ise "http://www.aa.com.tr/ks" adresli web siteleri üzerinden takipçilerine ulaştırılacak.

Mehmet Ali Şahin'den Putin'e cevap "Bu silahları Beşar Esed atmamıştır" sözüne Şahin'den cevap geldi 01 Eylül 2013 Pazar

Mehmet Ali Şahin'den Putin'e cevap

"Bu silahları Beşar Esed atmamıştır" sözüne Şahin'den cevap geldi

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in "Bu silahları Beşar Esed atmamıştır" sözüne ithafen, “Nereden biliyorsun? Sen verdin zaten bu silahları onun eline. Siz de sorumlusunuz. Oradaki masum çocukların ölümünden siz de sorumlusunuz” dedi.Seçim bölgesi Karabük’te devam eden kamu yatırımlarını gezen Mehmet Ali Şahin, gazetecilerin sorularını cevaplandırdı.ABD Başkanı Obama’nın kimyasal saldırı sonrası Suriye’ye müdahale kararı aldığını ancak sınırlı askeri müdahale için ABD Kongresi’nin onayını isteyeceği yönündeki soruya Şahin, “Bu iç savaşın bir şekilde sona ermesi temennisi içerisindeyiz. Havadan, karadan bir takım geçici teşebbüslerle, eğer orada iç savaş durmayacaksa, devam edecekse, sonuç itibariyle fazla bir şey olmayacak demektir. Bir şekilde BM, dünya kamuoyu mutlaka Suriye ile ilgili farklı bir takım çözüm yollarını geliştirmek mecburiyetindedir. Beşar Esed kendi saltanatını korumak için, kendi halkına zulmediyor, katliam yapıyor. Bu ne kadar devam edecektir ve bizi çok etkiler hale geldi. En uzun kara sınırına hakimiz. Suriye’deki iç savaştan dolayı seken kurşunlar Ceylanpınar’da yolda yürüyen vatandaşımıza isabet ediyor. Kimi hayatını kaybediyor kimi yaralanıyor. Doğrudan doğruya biz bu olaydan etkileniyoruz. 500 bini aşkın Suriyeli ülkesinden kaçarak bize sığındı. Biz insani nedenlerle buna bakmak durumundayız. Sayın Başbakanımız açıkladı, 2 milyar TL'nin üzerinde bütçemizden bu insanlar için harcama yaptık. Diğer ülkelerin umurunda bile değil. Burada ne olmuş ne bitmiş, kaç kişi ölmüş, bu çatışma ne zaman durur, durmaz diye gündemlerinde bile yok. Ama bu bizim gündemimizde. Çünkü komşumuzda bir yangın var ve bizim binaya sıçradı. Ne yapacağız. Dolayısıyla biz sorunları çözmek için kurulmuş olan BM’den çözüm bekliyoruz. Aksi halde bu BM niçin birleşmiş? Bunları çözmeyeceği yere niye birleşmiş diye sorulabilir. Biz köklü bir çözüm istiyoruz. Orada vahşet dursun, katliam dursun, kan dursun ve Suriye halkına önüne sandık konarak, kimin yöneteceği konusunda inisiyatif tanınacak bir hale gelsin. Suriye bir an önce demokrasinin kanallarını açacak girişimlere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum” şeklinde cevap verdi.

"BİZİM KİMSENİN TOPRAĞINDA FALAN İŞİMİZ YOK"

Türkiye'nin olası bir müdahalede izleyeceği yol haritası yönündeki soruya ise Şahin, “Biz büyük bir sabırla bu iç savaşın sona erdirilmesini bekliyoruz. Çok zararımız var. Bizim Suriye’nin içişlerine karışmak, oradaki savaşan taraflardan birinin yanında yer almak ve onun kazanması için gayret etmek gibi bir tutumumuz yok. Bir an önce orada iç huzurun sağlanmasını, iş çatışmanın durmasını ve Suriye halkının beklentilerine uygun bir demokratik yapının bir an önce basamaklarının döşenmesini arzu ediyoruz, bekliyoruz. Bizim kimsenin toprağında falan işimiz yok. Kimseyle savaş falan diye özellikle komşumuzla savaş filan diye düşüncemizde aklımızda yok. Uluslararası kamuoyunda başta ABD, BM Güvenlik Konseyi bu soruna bir an önce çözüm bulmalıdır. Dün Putin bir açıklama yapıyor; ‘bu kimyasal silahları Beşar Esed atmamıştır’ diye. Nereden biliyorsun? Sen verdin zaten bu silahları onun eline. Siz de sorumlusunuz. Oradaki masum çocukların ölümünden siz de sorumlusunuz. Bunlara çözüm üretmeniz lazım. Kendinizi dünyanın süper güçlerinden biri olarak görüyorsunuz. Putin’e söylüyorum, Sayın Putin'e. Bu konuda mutlaka kendilerinin de BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyelerinden biri olarak soruna çözüm bulma konusunda adımlar atması gayretleri içinde olmalıdır” yanıtını verdi.

Şahin, son olarak G-20 Zirvesi'nde bir araya gelecek liderlerin Suriye konusunda bir takım görüşmeler yapacağını ve ikili görüşmeler olacağını da belirterek, “Başbakanımız da gidecek. Orada herhalde bu noktada Türkiye'nin tutumunu ve düşüncesini muhatapları ile paylaşacaktır. İnşallah verimli bir görüşme olur diye temenni ediyorum” ifadesinde bulundu.

Şahin'in inceleme gezisine Karabük Valisi İzzettin Küçük ve partililer de eşlik etti.

Suriye’de Kimyasal Silah Sicili

Suriye’de Kimyasal Silah Sicili | Yorum | SETA

 

Suriye’deki iç savaşın ilk yılında ağır insan hakları ihlalleri gerçekleştirilmiş olmasına karşılık kitle imha silahları kullanılmadı. Bununla birlikte, Suriye hükümeti 23 Temmuz 2012’de yaptığı bir açıklamada ilk kez “kimyasal ve biyolojik silahlara sahip olduğunu, iç çatışmalarda asla bu silahları kullanmayacaklarını ancak dış müdahale olması durumunda kullanabileceklerini” belirtti. Suriye, 1928’de yürürlüğe giren ve Cenevre Protokolü olarak da adlandırılan “Boğucu, Zehirleyici ve Benzer Gazların ve Bakteriyolojik Araçların Savaşta Kullanımının Yasaklanmasına İlişkin Protokole” taraf olması nedeniyle bu silahları kullanmama yükümlülüğü altında, ancak 1992 tarihli “Kimyasal Silahların Geliştirilmesinin, Üretiminin, Stoklanmasının ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşmeyi”(*) imzalamadı. Suriye’nin kitle imha silahı kullanması karşısında başta ABD olmak üzere Batılı devletler müdahalede bulunacaklarını belirtirken, Suriye’ye desteğini sürdüren Rusya gibi ülkeler Suriye’deki kimyasal silahların kontrol altında olduğunu, hükümetin kimyasal silahları daha güvenli alanlara taşıdığını ileri sürdü.

KİMYASAL KULLANILDIĞINA YÖNELİK “GÜÇLÜ SOMUT ŞÜPHELER”

Öte yandan, Suriye Hükümeti de 19 Mart 2013’de yaptığı açıklamada, silahlı muhaliflerin ülkenin kuzeyinde ilk kez kimyasal saldırı düzenleyerek 15 kişiyi öldürdüklerini iddia etti. İsyancılar ise derhal haberi yalanladı ve kimyasal silah kullanan tarafın hükümet güçleri olduğunu savundu. Her iki iddia da doğrulanamazken, BM Suriye Hükümeti’nin talebi üzerine, Suriye rejiminin isyancıların kimyasal silah kullandığı yönündeki suçlamalarının inceleneceğini açıkladı.

Suriye’de kimyasal silah kullanımına ilişkin bir diğer iddia ise, Nisan 2013’te gündeme geldi. İsrail askeri istihbaratından Tuğgeneral Itai Brun 22 Nisan 2013’te yaptığı açıklamada Suriye'nin muhtemelen “bazı olaylarda kimyasal silah kullandığını” iddia ederken, Suriye hükümeti bu iddiaları reddetti ancak BM'nin iddiaları araştırmak üzere görevlendirdiği uzmanlar grubunun ülkede inceleme yapmasına izin vermedi. BM Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Carla del Ponte ise 6 Mayıs 2013’te yaptığı açıklamada, Suriye’de muhaliflerin sinir gazı (Sarin) kullandığına ilişkin “güçlü somut şüpheler” bulunduğunu ancak bu durumun henüz kesin olarak kanıtlanamadığını açıkladı.

BBC’DEN İDDİALARI DESTEKLER NİTELİKTE BİLGİLER

Mayıs ayı ortasında ülkenin kuzeyindeki Sarakip kentini ziyaret eden bir BBC ekibi, Nisan 2013’te çıkan “kimyasal saldırı” düzenlendiği yolundaki haberleri destekler nitelikte bilgilere ulaştığını açıkladı. Görgü tanıkları BBC muhabirine, hükümet güçlerinin helikopterlerle en az iki kez zehirli gaz içeren cihazlar attıklarını aktarırken, kentteki doktorlar nefes alma güçlüğü çeken sekiz hastayı tedavi ettiklerini, hastalardan bazılarının kustuğunu, bazılarının ise gözbebeklerinin küçülmüş olduğunu, Meryem Katib adındaki kadının ise daha sonra öldüğünü bildirdiler. Aynı saldırıda yaralanan Katib'in oğlu Muhammed, havada "korkunç, boğucu bir koku" olduğunu söyleyerek “Nefes alınamıyordu. İnsan kendini ölmüş gibi hissediyordu. Hiçbir şey görmek mümkün değildi. Üç-dört gün bir şey göremedim” derken, Katib'i tedavi eden doktor “organofosfat zehirlenmesi”ne benzer belirtiler görüldüğünü ve örneklerin tahlile gönderildiğini söyledi. BBC'ye ulaştırılan bir videoda, isyancılardan biri cihazların içinde gizlendiği söylenen metal bir kutuyu tutarken görülürken, tanıklar her konteynerde bunlardan iki tane olduğunu aktarıyor. Bir diğer videoda da yerde metal kutunun parçaları beyaz bir toz içinde görülmekte. İngiltere'nin askeri Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik ve Nükleer Silahlar Birliği'nin komutanı Hamish ise Bretton-Gordon, Sarakip'teki tanıkların ifadesi ve delillerin "güçlü, ancak eksik" olduğunu belirtti.

“SARİN GAZI BİRÇOK KEZ, YEREL DÜZEYDE KULLANILDI”

Haziran 2013’te Birleşmiş Milletler'in Suriye'de insan hakları ihlallerine yönelik yayınladığı yeni raporda ise, hem Suriye hükümetinin hem de muhalif güçlerin kimyasal silah kullandığına dair güçlü deliller bulunduğu belirtildi. Rapor’da Mart ve Nisan aylarında dört farklı olayda kimyasal silah kullanıldığına dair "makul verilere" rastlandığı ve tarafların savaş suçu işlemeye devam ettiği belirtildi ve Suriye hükümetine kimyasal silah uzmanlarının Suriye'de inceleme yapması için izin vermesi çağrısı yapıldı. Yine Haziran ayında Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, Paris'te gerçekleştirilen laboratuvar testlerine dayanarak Suriye'deki iç savaşta sarin gazının "birçok kez, yerel düzeyde" kullanıldığını iddia etti ancak kim tarafından ve nerede kullanıldığı belirtmedi. ABD Başkanı Obama'nın Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Ben Rhodes ise aynı günlerde yaptığı açıklamada, Esed'e bağlı birliklerin direnişçilere karşı 'küçük ölçüde' kimyasal silah kullandığını ancak direnişçilerin de kimyasal silah kullandığına dair Amerika Birleşik Devletleri'nin elinde 'güvenilir' bir kanıt olmadığını söyledi.

SON KİMYASAL KULLANIMI: BM EKİBİNE RAĞMEN

Suriye uluslararası toplumun tepkisi karşısında, 2013 Temmuz ayının sonunda kimyasal silah kullanıldığı iddia edilen bölgelerin Birleşmiş Milletler denetçileri tarafından ziyaret edilmesine onay verdi. BM ekibi 18 Ağustos 2013 günü Şam’a ulaştı. İsveçli silah uzmanı Ake Sellström liderliğindeki soruşturma ekibi, kimyasal silah kullanılıp kullanılmadığını ve hangi tür maddeler kullanıldığını açıklama yetkisine sahip fakat kimyasal silah kullanıldıysa bunun sorumlusunun hangi taraf olduğunu açıklama yetkisi yok.

BM ekibi Suriye’de iken 21 Ağustos 2013 tarihinde Esed güçlerinin Şam'ın Doğu Gota Banliyösü'ne düzenlediği kimyasal saldırı sonrası yüzlerce kişinin [ajanslara düşen son sayı 1188] öldürüldüğü muhalifler tarafından kamuoyuna duyuruldu. Haber ajanslarında yer alan görüntülerde ölen ve yaralananların vücutlarında ateşli silah izine rastlanmadığı, kurulan geçici sağlık merkezinde birçok insanın tedavi edilmesine çalışıldığı görülmekte.

 

Suriye’de Kimyasal Silah Kullanımı ve Uluslararası Normların Geleceği

Suriye’de Kimyasal Silah Kullanımı ve Uluslararası Normların Geleceği | Yorum | SETA

 

Dün itibarıyla kimyasal silah kullanıldığına dair daha somut kanıtların ortaya çıkması üzerine Gezi Parkı ve sonrasında Mısır’daki gelişmeler üzerine kamuoyu tarafından ihmal edilmeye başlanan Suriye’deki trajedi yeniden gündeme geldi.

Bundan seneler önce meydana gelen Halepçe katliamından sonra ilk kez bir rejim kendi halkına bu denli büyük çapta kimyasal silah ile saldırdı. Saldırıda uluslararası toplumun oldukça hassas olduğu kitle imha silahlarının kullanılmış olması aynı zamanda dikkatleri bu konuda özellikle Batılı devletlerin vereceği tepkilere çevirdi. Ayrıca bu saldırının Başkan Obama’nın Suriye’de kimyasal silah kullanımını kırmızı çizgi olarak ilan ettiği 20 Ağustos 2012 tarihinin birinci yıldönümüne rastlaması bu konuda özellikle Amerikan yönetiminin alacağı pozisyonunun daha fazla tartışılmasına yol açtı. Ancak bu konuda beklentiler hiç de iyimser değil.

ABD’nin son yıllarda özellikle Ortadoğu özelinde izlemeye çalıştığı dış politika ve ulusal güvenlik siyasetleri bir yandan ABD’nin uluslararası meşruiyetini zedelerken öte yandan da küresel sistemdeki oluşması yıllar süren uluslararası normların giderek delik deşik edilmesine sebep oluyor. Amerikalı birçok dış politika yapıcının oluşturulmasında ABD’nin oynadığı rol sebebiyle büyük gurur duydukları bu normlar yine Amerikan yönetiminin ısrarla sürdürdüğü eylemsizlik politikaları ile otoriter devletler tarafından rahatlıkla göz ardı edilebilecek basmakalıp prensiplere ve uluslararası sistemin barış, huzur ve istikrarı için dilenmiş “temenni”lere dönüşüyor. Özellikle Suriye’de ve Mısır’da yaşanan katliamlar sonrasında yapılan trajikomik itidal çağrıları ve ifade edilen “teessüfler” başta sivil halka kimyasal silah kullanımının yasaklanması ve toplumların otoriter yönetimlerin uyguladığı katliamlardan korunmasına yönelik geliştirilen normların operasyonel hale gelebildiği tek metot olarak öne çıkıyor. Başkan Obama’nın Suriye’deki çatışmalarda kitle imha silahları kullanılması konusunda bundan bir sene önce koyduğu kırmızı çizgi bundan aylar önce aşıldı aslında. Amerikan yönetimi önce yeterince kanıt bulunmadığını, daha sonra ise kimyasal silahın devlet tarafından sistematik bir biçimde mi kullanıldığını yoksa rejime yakın militanlar tarafından devlet kontrolü dışında mı kullanıldığını anlamaya çalıştıklarını söyleyerek elden geldiğince zaman kazanmaya çalıştı. Bundan aylar sonra Suriye’deki rejimin kimyasal silah kullandığına ikna olan ABD yönetimi, muhalifleri bazı hafif silahlarla desteklemenin ötesinde bir reaksiyon göstermedi. Bu sırada Amerikan yönetiminin Suriye’ye karşı herhangi bir müdahalede bulunmama kararını açıklamak için ortaya koyduğu tüm kaygı ve mazeretler (radikal grupların güçlenmesi, olayın kontrolü zor bir iç savaşa dönüşmesi) bir bir gerçekleşti. Bush dönemindeki tek taraflı dış politika mekanizmasının antidotu olarak kendini ortaya koyan çok taraflı Obama dış politikası Suriye’deki kimyasal silahlar konusuna iç politikada müdahalenin maliyetinin fazla getirisinin ise az olması sebebiyle ilgi göstermedi. Kimyasal silahların kullanılmaması normunun hangi şekilde harekete geçeceği sorusunun cevabı olarak Amerikan istihbaratından bazı isimlerin “kelle sayısı” yaklaşımını sürdürmesi bu durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale soktu. Çıkacak sonuç belli olmasına rağmen BM Güvenlik Konseyi’nin acil olarak toplantıya çağrılması artık iyiden iyiye bir tribünlük hareket haline gelmişken kodifiye edilmiş bir normun bu kadar göz ardı edilmeye başlaması uluslararası hukukun geleceği için de endişe yaratmaya başladı. Bunların sonucu olarak lastiğe dönen kırmızı çizgiden geriye kimyasal silah kullanan otoriter rejimlerin öldürdüğü insanların yanına kâr kaldığı örselenmiş bir uluslararası norm kaldı. Esed yönetimi Amerika’nın bu yaklaşımını da göz önünde bulundurarak birçok kentte “seyreltilmiş sarin” gazını biber gazı gibi kalabalık kontrolü için kullanılan maddelerle birlikte kullanarak bir yandan kimyasal silahın tespitini zorlaştırırken öte yandan da kimyasal silah stokunu daha uzun bir süre mücadele için tutumlu kullanmaya çalışmaya başladı. Normu ayaklar altına alanlara müdahale şöyle dursun caydırıcı bir strateji veya söylem dahi kullanmayan Amerika bundan sonrası için otoriter rejimlerin kimyasal silah kullanımının normalleşmeye başlayabileceği bir dönemin de temellerini atmış oldu.

Son iki sene içerisinde Responsibility to Protect (Koruma Mesuliyeti-R2P) olarak bilinen ve Soğuk Savaş sonrası dünya politikasının ve uluslararası örgütlerin en önemli normatif icatlarından biri olarak lanse edilen ve ayrıca ABD’nin şimdiki BM Daimi Temsilcisi’nin kariyerinin önemli bir parçası haline gelen insani müdahale normu da yavaş yavaş etkisini ve anlamını yitirmeye başladı. Bu durum insanî konularda 1990’larda Bosna ve Ruvanda’da ders aldığını öne sürerek “bir daha asla” sloganına yeniden hayat vermeye çalışan Batılı devletler ve uluslararası örgütlerin bu pozisyonu terk ederek yeniden başka devletlerin iç işlerine karışmama prensibine sarılmaya başladığını gösteriyor. Sosyal medyanın sürekli katliamların boyutlarını dünyaya yaydığı ve her katliamdan az çok haberdar olduğumuz bir ortamda olayları kınamak, yaşananları kabul edilemez olarak adlandırmak ve sonrasında medyaya sızdırılan görüşme notlarıyla aslında ‘ABD elinden geleni yaptı’ imajı oluşturmaya çalışmak bu normu güçsüzleştirirken birçok otoriter rejime de kendi halklarına güç kullanımı konusunda cesaret vermeye başladı. Yaşanan her katliam başka bir kanlı bastırmanın yolunu yaparken artık Batı dünyasının çifte standardı değil, insan hakları konusunda herhangi bir standardı kalmadığı fazlasıyla konuşulur oldu. Bush yönetiminin Condolezza Rice aracılığıyla demokrasi, özgürlükler ve insan hakları mesajı verdiği ve Obama’nın bizzat ziyaret ederek “tarihî” bir konuşma yaptığı Kahire şehrinde yaşanan katliam artık içi iyice boşaltılan “kınama” tepkisi alırken ve iyice etkisizleştirilen R2P normu siyasi tartışmalarda gündeme dahi girmedi.

Bundan sonraki dönemde ABD, bölgeye yönelik politikalarını şekillendirirken oluşmasına önayak olmaya çalıştığı bu normları yeniden dikkate alacağa pek benzemiyor.

 Özellikle sürekli insansız hava aracı kullanarak terörle mücadele edilmesi ve Guantanamo gibi uluslararası hukuku bypass eden uygulamaların yarattığı olumsuz örneklerin dışında otoriter ülkelerin uluslararası normları etkisizleştirmesine seyirci kalan bir Amerika bu düzlemde oluşacak kaotik bir uluslararası sistemin de en büyük müsebbibi ve belki de mağduru olacak.

 

Amerika'nın bir Suriye planı var mı?

Amerika'nın bir Suriye planı var mı? | Yorum | SETA

 

ABD, Suriye konusunda izlediği eylemsizlik politikasını kimyasal silah kullanımı sonrası nihayet gözden geçirmeye başladı.

 Ancak 

"ABD ne yapacak?"

 sorusu, "başkan alternatifleri değerlendiriyor" şeklinde cevaplanınca, ABD'nin Suriye'ye ne zaman ve ne şekilde somut bir cevap vereceği muamma olarak kalmaya devam ediyor. Obama, hem Beyaz Saray sözcüsü aracılığıyla hem de geçtiğimiz hafta içinde PBS televizyonuna verdiği mülakatta, Suriye'de Esad rejiminin kimyasal silah kullandığı konusunda şüpheleri olmadığını ifade ederek artık bu konuda daha farklı bir pozisyon alacaklarının sinyalini vermeye başladı. Ancak bu gelişme, her ne kadar ABD yönetimini uluslararası arenada harekete geçmeye zorlamış olsa da, stratejik anlamda ABD'nin meseleye yaklaşımında ciddi bir farklılık yaratacağa benzemiyor. Keza şimdiye kadar eylemsizlik ve müdahaleden uzak durma temelli oluşan Suriye politikası, kimyasal silah kullanımı sonrasında daha çok isteksiz bir müdahalecilik ve zoraki bir tepkisellik arasında seyrediyor.

İşin daha kötüsü global bir güç olarak Suriye üzerine uzun vadeli ve sürdürülebilir bir strateji temelli geniş çaplı tartışmaların odağında olması gereken Obama yönetimi daha fazla temenni ve beklenti eksenli bir retorik sarmalının içinde kayboluyor. Kimyasal silah kullanımı sonrasında yapılan spekülasyonlarda da bu sebeple uzun soluklu bir politikadan çok saldırının nasıl olacağı, kimlerin katılacağı, kaç gün süreceği ve hangi silahların kullanılacağı konuşuluyor. Bu da sadece taktiksel ve operasyonel tartışmaların gündemi belirlediği bir durumu ortaya çıkarıyor.

Şimdiye dek en sık ifade edilen kimyasal silah kullanımı konusunda caydırıcılığı amaçlayan sınırlı ve cerrahi bir askeri müdahalenin sahadaki dengeleri ve iç savaşın gidişatını nasıl değiştirebileceği konusunda kimse doğru dürüst bir projeksiyon yapamazken ABD yönetimi ısrarla muhtemel bir saldırıda rejim değişikliğinin amaçlanmadığını ifade ederek amaçladığı caydırıcılığı da önemli ölçüde zedelemiş oluyor. Zaten kimyasal saldırı sonrası ABD tarafından sergilenen acelecilik de bir nebze meselenin iki senedir süren çatışma ve yüz bin insanın ölümüyle ilgili olmadığı sadece kimyasal silah kullanılmış olmasının sistemsel bir karşılığı veya Obama'nın ifadesiyle uluslararası sonuçları olduğunu gösterme isteğinden kaynaklanıyor izlenimi veriyor. Dolayısıyla şu anki manzarada askeri müdahalenin asıl amacının iç savaşı durdurmak ve tarafları masaya oturmaya mecbur etmek olduğu düşüncesi fazlasıyla iyimser kaçıyor.

EYLEMSİZLİĞİN SEBEBİ

ABD'nin Suriye'ye karşı sergilediği 

"stratejik sakınma"nın temelinde Aaron David

 Miller'in tabiriyle Obama'nın şu anki 

önceliğinin Ortadoğu değil 

"ortadirek" 

Amerikalı olması.

 Son haftalarda arka arkaya ABD'nin farklı şehirlerinde ekonomiye dair konuşmalar yapan ve eğitim konusunda bazı reformları hedefleyen Obama yönetimi getirisi, özellikle ekonomik anlamda, oldukça az ve götürüsü ve maliyeti çok olma riski taşıyan bir Suriye politikasına oldukça soğuk bakıyor. Dahası yeni dönemde en önemli gezilerini Asya ve Afrika ülkelerine yapan, Asya kıtasını ve Pasifik'i bölgenin ekonomik potansiyeli sebebiyle yeni dış politik yöneliminin merkezine koyan ve gelişmekte olan Afrika ekonomileriyle sıcak ilişkiler kurmaya çalışan Obama için ABD'nin ekonomik çıkarıyla doğrudan bağlantılı olmayan bir uluslararası mesele çok da fazla değer taşımıyor. Bunun yanında her ne kadar farklı bağlamlarda meydana gelmiş olsa da Irak Savaşı'nın yarattığı bataklık ve Libya'ya müdahale sonrasında meydana gelen kaos ve ABD büyükelçisinin öldürülmesi de Suriye ile ilgili kararın verilmesi sırasında sürekli olarak akıllarda bulundurulan bir unsur olarak öne çıkarıyor. Baskan Obama muhtemel bir uluslararası krizin maliyetini üç sene kalan başkanlığı sırasında da ödemek zorunda kalmadığı için elden geldiğince bu tip sorunlardan uzak kalmak istiyor.

KARAR MEKANİZMASINDAKİ KARIŞIKLIK

Son olarak ABD'nin Suriye politikasının bir başka karmaşık boyutu da karar verme mekanizmalarında yaşanıyor. Mısır'daki darbe sonrasında daha açık bir şekilde ortaya çıkan çelişkili açıklamalar ve farklı kurumların olaya yaklaşımında sergiledikleri tutarsızlıklar Obama döneminde sıkça görülen dış politikadaki karışık ve farklı frekanslarda mesaj verme geleneğinin örneği olarak gösterilmişti. Ancak bu sefer Obama hem John Kerry aracılığıyla hem de verdiği mülakatta son kertede savaş kararını vermekle yükümlü olan tek kişinin kendisi olduğunun sürekli altını çiziyor.

 

Dolayısıyla önceki krizlerin aksine bu sefer daha merkezi bir karar alma mekanizmasının devreye sokulmaya çalışıldığı ve Bingazi'de yaşanan sorunların tekrarlanmaması için çaba sarf edildiği görülüyor. Bu durumun kısmen Libya'ya müdahale konusunda kendisine fazlasıyla telkinde bulunan Susan Rice ve Samantha Power'ın müdahale konusundaki etkilerini azaltacağını görebiliyoruz.

 

 

 Ancak son günlerde bazı istihbarat kurumlarının basın örgütlerine sızdırmaya başladığı saldırının Esad'ın direk emriyle gerçekleşmemiş olma ihtimalini gündeme getiren haberler bu mekanizmanın içindeki muhtemel bir çatlağın habercisi gibi görünüyor.

 

Amerika'nın bir Suriye planı var mı?

Amerika'nın bir Suriye planı var mı? | Yorum | SETA

 

ABD, Suriye konusunda izlediği eylemsizlik politikasını kimyasal silah kullanımı sonrası nihayet gözden geçirmeye başladı.

 Ancak 

"ABD ne yapacak?"

 sorusu, "başkan alternatifleri değerlendiriyor" şeklinde cevaplanınca, ABD'nin Suriye'ye ne zaman ve ne şekilde somut bir cevap vereceği muamma olarak kalmaya devam ediyor. Obama, hem Beyaz Saray sözcüsü aracılığıyla hem de geçtiğimiz hafta içinde PBS televizyonuna verdiği mülakatta, Suriye'de Esad rejiminin kimyasal silah kullandığı konusunda şüpheleri olmadığını ifade ederek artık bu konuda daha farklı bir pozisyon alacaklarının sinyalini vermeye başladı. Ancak bu gelişme, her ne kadar ABD yönetimini uluslararası arenada harekete geçmeye zorlamış olsa da, stratejik anlamda ABD'nin meseleye yaklaşımında ciddi bir farklılık yaratacağa benzemiyor. Keza şimdiye kadar eylemsizlik ve müdahaleden uzak durma temelli oluşan Suriye politikası, kimyasal silah kullanımı sonrasında daha çok isteksiz bir müdahalecilik ve zoraki bir tepkisellik arasında seyrediyor.

İşin daha kötüsü global bir güç olarak Suriye üzerine uzun vadeli ve sürdürülebilir bir strateji temelli geniş çaplı tartışmaların odağında olması gereken Obama yönetimi daha fazla temenni ve beklenti eksenli bir retorik sarmalının içinde kayboluyor. Kimyasal silah kullanımı sonrasında yapılan spekülasyonlarda da bu sebeple uzun soluklu bir politikadan çok saldırının nasıl olacağı, kimlerin katılacağı, kaç gün süreceği ve hangi silahların kullanılacağı konuşuluyor. Bu da sadece taktiksel ve operasyonel tartışmaların gündemi belirlediği bir durumu ortaya çıkarıyor.

Şimdiye dek en sık ifade edilen kimyasal silah kullanımı konusunda caydırıcılığı amaçlayan sınırlı ve cerrahi bir askeri müdahalenin sahadaki dengeleri ve iç savaşın gidişatını nasıl değiştirebileceği konusunda kimse doğru dürüst bir projeksiyon yapamazken ABD yönetimi ısrarla muhtemel bir saldırıda rejim değişikliğinin amaçlanmadığını ifade ederek amaçladığı caydırıcılığı da önemli ölçüde zedelemiş oluyor. Zaten kimyasal saldırı sonrası ABD tarafından sergilenen acelecilik de bir nebze meselenin iki senedir süren çatışma ve yüz bin insanın ölümüyle ilgili olmadığı sadece kimyasal silah kullanılmış olmasının sistemsel bir karşılığı veya Obama'nın ifadesiyle uluslararası sonuçları olduğunu gösterme isteğinden kaynaklanıyor izlenimi veriyor. Dolayısıyla şu anki manzarada askeri müdahalenin asıl amacının iç savaşı durdurmak ve tarafları masaya oturmaya mecbur etmek olduğu düşüncesi fazlasıyla iyimser kaçıyor.

EYLEMSİZLİĞİN SEBEBİ

ABD'nin Suriye'ye karşı sergilediği 

"stratejik sakınma"nın temelinde Aaron David

 Miller'in tabiriyle Obama'nın şu anki 

önceliğinin Ortadoğu değil 

"ortadirek" 

Amerikalı olması.

 Son haftalarda arka arkaya ABD'nin farklı şehirlerinde ekonomiye dair konuşmalar yapan ve eğitim konusunda bazı reformları hedefleyen Obama yönetimi getirisi, özellikle ekonomik anlamda, oldukça az ve götürüsü ve maliyeti çok olma riski taşıyan bir Suriye politikasına oldukça soğuk bakıyor. Dahası yeni dönemde en önemli gezilerini Asya ve Afrika ülkelerine yapan, Asya kıtasını ve Pasifik'i bölgenin ekonomik potansiyeli sebebiyle yeni dış politik yöneliminin merkezine koyan ve gelişmekte olan Afrika ekonomileriyle sıcak ilişkiler kurmaya çalışan Obama için ABD'nin ekonomik çıkarıyla doğrudan bağlantılı olmayan bir uluslararası mesele çok da fazla değer taşımıyor. Bunun yanında her ne kadar farklı bağlamlarda meydana gelmiş olsa da Irak Savaşı'nın yarattığı bataklık ve Libya'ya müdahale sonrasında meydana gelen kaos ve ABD büyükelçisinin öldürülmesi de Suriye ile ilgili kararın verilmesi sırasında sürekli olarak akıllarda bulundurulan bir unsur olarak öne çıkarıyor. Baskan Obama muhtemel bir uluslararası krizin maliyetini üç sene kalan başkanlığı sırasında da ödemek zorunda kalmadığı için elden geldiğince bu tip sorunlardan uzak kalmak istiyor.

KARAR MEKANİZMASINDAKİ KARIŞIKLIK

Son olarak ABD'nin Suriye politikasının bir başka karmaşık boyutu da karar verme mekanizmalarında yaşanıyor. Mısır'daki darbe sonrasında daha açık bir şekilde ortaya çıkan çelişkili açıklamalar ve farklı kurumların olaya yaklaşımında sergiledikleri tutarsızlıklar Obama döneminde sıkça görülen dış politikadaki karışık ve farklı frekanslarda mesaj verme geleneğinin örneği olarak gösterilmişti. Ancak bu sefer Obama hem John Kerry aracılığıyla hem de verdiği mülakatta son kertede savaş kararını vermekle yükümlü olan tek kişinin kendisi olduğunun sürekli altını çiziyor.

 

Dolayısıyla önceki krizlerin aksine bu sefer daha merkezi bir karar alma mekanizmasının devreye sokulmaya çalışıldığı ve Bingazi'de yaşanan sorunların tekrarlanmaması için çaba sarf edildiği görülüyor. Bu durumun kısmen Libya'ya müdahale konusunda kendisine fazlasıyla telkinde bulunan Susan Rice ve Samantha Power'ın müdahale konusundaki etkilerini azaltacağını görebiliyoruz.

 

 

 Ancak son günlerde bazı istihbarat kurumlarının basın örgütlerine sızdırmaya başladığı saldırının Esad'ın direk emriyle gerçekleşmemiş olma ihtimalini gündeme getiren haberler bu mekanizmanın içindeki muhtemel bir çatlağın habercisi gibi görünüyor.

 

Amerika'nın bir Suriye planı var mı?

Amerika'nın bir Suriye planı var mı? | Yorum | SETA

 

ABD, Suriye konusunda izlediği eylemsizlik politikasını kimyasal silah kullanımı sonrası nihayet gözden geçirmeye başladı.

 Ancak 

"ABD ne yapacak?"

 sorusu, "başkan alternatifleri değerlendiriyor" şeklinde cevaplanınca, ABD'nin Suriye'ye ne zaman ve ne şekilde somut bir cevap vereceği muamma olarak kalmaya devam ediyor. Obama, hem Beyaz Saray sözcüsü aracılığıyla hem de geçtiğimiz hafta içinde PBS televizyonuna verdiği mülakatta, Suriye'de Esad rejiminin kimyasal silah kullandığı konusunda şüpheleri olmadığını ifade ederek artık bu konuda daha farklı bir pozisyon alacaklarının sinyalini vermeye başladı. Ancak bu gelişme, her ne kadar ABD yönetimini uluslararası arenada harekete geçmeye zorlamış olsa da, stratejik anlamda ABD'nin meseleye yaklaşımında ciddi bir farklılık yaratacağa benzemiyor. Keza şimdiye kadar eylemsizlik ve müdahaleden uzak durma temelli oluşan Suriye politikası, kimyasal silah kullanımı sonrasında daha çok isteksiz bir müdahalecilik ve zoraki bir tepkisellik arasında seyrediyor.

İşin daha kötüsü global bir güç olarak Suriye üzerine uzun vadeli ve sürdürülebilir bir strateji temelli geniş çaplı tartışmaların odağında olması gereken Obama yönetimi daha fazla temenni ve beklenti eksenli bir retorik sarmalının içinde kayboluyor. Kimyasal silah kullanımı sonrasında yapılan spekülasyonlarda da bu sebeple uzun soluklu bir politikadan çok saldırının nasıl olacağı, kimlerin katılacağı, kaç gün süreceği ve hangi silahların kullanılacağı konuşuluyor. Bu da sadece taktiksel ve operasyonel tartışmaların gündemi belirlediği bir durumu ortaya çıkarıyor.

Şimdiye dek en sık ifade edilen kimyasal silah kullanımı konusunda caydırıcılığı amaçlayan sınırlı ve cerrahi bir askeri müdahalenin sahadaki dengeleri ve iç savaşın gidişatını nasıl değiştirebileceği konusunda kimse doğru dürüst bir projeksiyon yapamazken ABD yönetimi ısrarla muhtemel bir saldırıda rejim değişikliğinin amaçlanmadığını ifade ederek amaçladığı caydırıcılığı da önemli ölçüde zedelemiş oluyor. Zaten kimyasal saldırı sonrası ABD tarafından sergilenen acelecilik de bir nebze meselenin iki senedir süren çatışma ve yüz bin insanın ölümüyle ilgili olmadığı sadece kimyasal silah kullanılmış olmasının sistemsel bir karşılığı veya Obama'nın ifadesiyle uluslararası sonuçları olduğunu gösterme isteğinden kaynaklanıyor izlenimi veriyor. Dolayısıyla şu anki manzarada askeri müdahalenin asıl amacının iç savaşı durdurmak ve tarafları masaya oturmaya mecbur etmek olduğu düşüncesi fazlasıyla iyimser kaçıyor.

EYLEMSİZLİĞİN SEBEBİ

ABD'nin Suriye'ye karşı sergilediği 

"stratejik sakınma"nın temelinde Aaron David

 Miller'in tabiriyle Obama'nın şu anki 

önceliğinin Ortadoğu değil 

"ortadirek" 

Amerikalı olması.

 Son haftalarda arka arkaya ABD'nin farklı şehirlerinde ekonomiye dair konuşmalar yapan ve eğitim konusunda bazı reformları hedefleyen Obama yönetimi getirisi, özellikle ekonomik anlamda, oldukça az ve götürüsü ve maliyeti çok olma riski taşıyan bir Suriye politikasına oldukça soğuk bakıyor. Dahası yeni dönemde en önemli gezilerini Asya ve Afrika ülkelerine yapan, Asya kıtasını ve Pasifik'i bölgenin ekonomik potansiyeli sebebiyle yeni dış politik yöneliminin merkezine koyan ve gelişmekte olan Afrika ekonomileriyle sıcak ilişkiler kurmaya çalışan Obama için ABD'nin ekonomik çıkarıyla doğrudan bağlantılı olmayan bir uluslararası mesele çok da fazla değer taşımıyor. Bunun yanında her ne kadar farklı bağlamlarda meydana gelmiş olsa da Irak Savaşı'nın yarattığı bataklık ve Libya'ya müdahale sonrasında meydana gelen kaos ve ABD büyükelçisinin öldürülmesi de Suriye ile ilgili kararın verilmesi sırasında sürekli olarak akıllarda bulundurulan bir unsur olarak öne çıkarıyor. Baskan Obama muhtemel bir uluslararası krizin maliyetini üç sene kalan başkanlığı sırasında da ödemek zorunda kalmadığı için elden geldiğince bu tip sorunlardan uzak kalmak istiyor.

KARAR MEKANİZMASINDAKİ KARIŞIKLIK

Son olarak ABD'nin Suriye politikasının bir başka karmaşık boyutu da karar verme mekanizmalarında yaşanıyor. Mısır'daki darbe sonrasında daha açık bir şekilde ortaya çıkan çelişkili açıklamalar ve farklı kurumların olaya yaklaşımında sergiledikleri tutarsızlıklar Obama döneminde sıkça görülen dış politikadaki karışık ve farklı frekanslarda mesaj verme geleneğinin örneği olarak gösterilmişti. Ancak bu sefer Obama hem John Kerry aracılığıyla hem de verdiği mülakatta son kertede savaş kararını vermekle yükümlü olan tek kişinin kendisi olduğunun sürekli altını çiziyor.

 

Dolayısıyla önceki krizlerin aksine bu sefer daha merkezi bir karar alma mekanizmasının devreye sokulmaya çalışıldığı ve Bingazi'de yaşanan sorunların tekrarlanmaması için çaba sarf edildiği görülüyor. Bu durumun kısmen Libya'ya müdahale konusunda kendisine fazlasıyla telkinde bulunan Susan Rice ve Samantha Power'ın müdahale konusundaki etkilerini azaltacağını görebiliyoruz.

 

 

 Ancak son günlerde bazı istihbarat kurumlarının basın örgütlerine sızdırmaya başladığı saldırının Esad'ın direk emriyle gerçekleşmemiş olma ihtimalini gündeme getiren haberler bu mekanizmanın içindeki muhtemel bir çatlağın habercisi gibi görünüyor.