BeKoS tv Every Day A Film We are now less then a minute Türkiye'yiz

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

5 Eylül 2013 Perşembe

Kosova’da Roma dönemine ait kalıntılar bulundu

Kosova’da Roma dönemine ait kalıntılar bulundu | euronews, bilim

 

Fransa’da Ulusal Sağlık Araştırmaları Enstitüsü INSERM’in 500 bin kişiyle yürüttüğü bir çalışma, emekliliğin ardından zihinsel faaliyetlere devam eden bireylerde Alzheimer riskinin azaldığını ortaya koydu.

Araştırma sonucunu Amerika Birleşik Devletleri’nde, Boston Alzheimer Derneği’nde bir konferansta sunan ekip, emeklilik sonrası aktif geçen her yılın Alzheimer riskini %3,2 oranında azalttığını ileri sürdü. Derneğin başkanı Heather Snyder, enstitünün savını şu sözlerle destekledi: “Bilişsel yönden aktif olmaya devam eden bu bireyler bu kadar uzun çalışma hayatının sonunda hafıza sorunları ya da demans yaşama fikri çok daha az.”

Çoğunluğu esnaf olan 500 bin bireyin katıldığı testin sonuçlarına göre, 65 yaşında emekli olan kesim, 60 yaşında iş hayatını bırakanlara göre %15 oranında daha az Alzheimer riski taşıyor. Bu verilerden yola çıkan Snyder bireylere, emekliliğin ardından başka bir işte çalışmasalar dahi zihinsel faaliyetlerini devam ettirmelerini öneriyor: “Keyif aldığınız şeyleri yapmaya devam edim. Annem ve babam emekli oldular, ancak eskisinden çok daha meşguller. Bölgedeki bir üniversitede dersler alıyor, seminerlere katılıyorlar. Zihinsel faaliyetlerini olduğu gibi sosyal yaşamlarını da sürdürüyorlar.” 

http://yetimtv.web.tv

Alzheimer’ın önüne geçmek için bireylere emeklilik döneminde çalışmalarını öğütlemek, diğer yandan sosyal yaşam ve etik üzerine tartışmaları da beraberinde getiriyor.

Zihinsel faaliyetler Alzheimer riskini azaltıyor

Zihinsel faaliyetler Alzheimer riskini azaltıyor | euronews, bilim


Fransa’da Ulusal Sağlık Araştırmaları Enstitüsü INSERM’in 500 bin kişiyle yürüttüğü bir çalışma, emekliliğin ardından zihinsel faaliyetlere devam eden bireylerde Alzheimer riskinin azaldığını ortaya koydu.
Araştırma sonucunu Amerika Birleşik Devletleri’nde, Boston Alzheimer Derneği’nde bir konferansta sunan ekip, emeklilik sonrası aktif geçen her yılın Alzheimer riskini %3,2 oranında azalttığını ileri sürdü. Derneğin başkanı Heather Snyder, enstitünün savını şu sözlerle destekledi: “Bilişsel yönden aktif olmaya devam eden bu bireyler bu kadar uzun çalışma hayatının sonunda hafıza sorunları ya da demans yaşama fikri çok daha az.”
Çoğunluğu esnaf olan 500 bin bireyin katıldığı testin sonuçlarına göre, 65 yaşında emekli olan kesim, 60 yaşında iş hayatını bırakanlara göre %15 oranında daha az Alzheimer riski taşıyor. Bu verilerden yola çıkan Snyder bireylere, emekliliğin ardından başka bir işte çalışmasalar dahi zihinsel faaliyetlerini devam ettirmelerini öneriyor: “Keyif aldığınız şeyleri yapmaya devam edim. Annem ve babam emekli oldular, ancak eskisinden çok daha meşguller. Bölgedeki bir üniversitede dersler alıyor, seminerlere katılıyorlar. Zihinsel faaliyetlerini olduğu gibi sosyal yaşamlarını da sürdürüyorlar.”
Alzheimer’ın önüne geçmek için bireylere emeklilik döneminde çalışmalarını öğütlemek, diğer yandan sosyal yaşam ve etik üzerine tartışmaları da beraberinde getiriyor.

Elektronik sigaralar sandığımız kadar masum değil

Elektronik sigaralar sandığımız kadar masum değil | euronews, bilim

 

 

Fransız tüketici dergisi 60 Millions de Consommateurs’ün haberine göre, her geçen gün kullanımı biraz daha yaygınlaşan elektronik sigaralar, üreticilerinin iddia ettikleri gibi zararsız değil. Yaklaşık 10 değişik elektronik sigara markası üzerinde testler yapan dergi, elektronik sigaraların konserojen maddeler içerdiğini tespit etti.

Yapılan testlerde, elektronik sigaraların içinde kanserojen bir madde olan formol’a rastlandı. Bunun dışında 3 elektronik sigara markasında, normal sigaralarla neredeyse aynı oranda akrolein maddesi bulundu. Ayrıca, son derece zehirli bir madde olan Asetaldehit de tespit edildi.

Sigarada bulunan 4000 kanserojen maddeye kıyasla elektonik sigaralar tehlikesiz gibi görülse de, birçok kullanıcı elektronik sigaralarda kanserojen maddelerin bulunmasıyla kullanımı bırakma kararı aldı.

Elektronik sigaraların en büyük sıkıntılarından biri de güvenlik sorunu : birçok markanın ürünlerinde nikotin haznesinde emniyet kapağı bulunmuyor. Yüksek miktarda nikotine maruz kalmak, özellikle çocuklar için çok tehlikeli.

Çin Ay’a adım atmaya hazırlanıyor 06 09 2013 Cuma

Çin Ay’a adım atmaya hazırlanıyor | euronews, bilim

 

Çin 2013 yılı sonundan önce Ay’a Chang’e-3 adlı bir uzay aracı göndermeye hazırlanıyor. Araç bir gezegene inen Çin’e ait ilk araç olacak. Tüm hesaplar bu inişin sorunsuz bir şekilde tamamlanabilnesi için yapılıyor. Atmosferin olmayışı bazı yöntemleri en başından işlevsiz kılıyor. 20 kilo taşıma kapasitesi olan uzay aracında 8 farklı alet bulunacak bunlardan biri fotoğraf çekerken bir diğeri de radar vazifesi görecek.

Wu Weiren programın sorumlu isimlerinden
“Tarama sistemi yüzde 80 oranında yeni geliştirilen teknolojiyle çalışıyor. Çok zor bir iş denendi. Beş önemli parçayı geliştirmek için 6 yıl harcadık. Bütün hazırlıklarımızı orijinal plana bağlı kalarak yaptık.”

Chang’e-3’ün 3 ay sürecek görevi boyunca Ay’dan Dünya’daki uzay istasyonuna bir tür canlı yayın yapması ve ay yüzeyini terketmeden önce de bazı örnek elementler alması planlanıyor. Çin daha önce “Chang’e” programı başlığı altında 2007 ve 2011’de Ay’a iki araç göndermişti. Chang’e 1 ve Chang’e 2 nin görevi Ay’ın detaylı haritasının çıkarılması olarak belirlenmişti. Çin Ay programını önümüzdeki yıllarda daha da geliştirmeyi hedefliyor.”

makale Latent ile Patent İsmet Özel

AA 05 Eylül 2013 14:33 ANKARA Kürtçe'nin kullanım alanının genişlemesinin ardından, Türkiye'de Kürtçe eğitim veren üniversitelerde ''Arap alfabesi mi Latin Alfabesi mi Kürtçe'ye daha uygun'' tartışması yaşanıyor

Kürtçe'de alfabe tartışması

 AA 05 Eylül 2013 14:33 ANKARA 

 

Kürtçe'nin kullanım alanının genişlemesinin ardından, Türkiye'de Kürtçe eğitim veren üniversitelerde ''Arap alfabesi mi Latin Alfabesi mi Kürtçe'ye daha uygun'' tartışması yaşanıyor.

Türkiye'de çözüm süreciyle birlikte üniversitelerde Kürtçe lisans ve yüksek lisans eğitimi veriliyor. İlköğretimin ikinci kademesinde ise Kürtçe seçmeli ders olarak  çocuklara öğretiliyor. Kürtçe'nin kullanım alanının genişlemesine bağlı olarak Kürtler arasındaki dil ve alfabe birliği tartışması da başladı. Türkiye'de Kürtçe eğitim veren üniversitelerde  ' Arap alfabesi miLatin Alfabesi mi Kürtçe'ye daha uygun? tartışması yaşanıyor.

Muş Alparslan Üniversitesi Rektörü Prof, Dr. Nihat İnanç,  Arap harflerinin Kürtçe'ye daha uygun olduğunu ve bundan sonraArap harfi ağırlıklı bir eğitime geçecANKARA eklerini bildirirken, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Vecihî Sönmez  ise  Latin alfabesinin kullanılmasının daha eğitici ve anlaşılır olacağını belirtti. Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Kadrî Yıldırım da Kürt yazar ve aydınları eserlerinin yüzde doksanını latin alfabeyle yazdığını, Kürtçenin grameri ve imlası bualfabe doğrultusunda nispeten standart bir yapıya kavuştuğunu ve  Kürt klasiklerini anlamak için bir alfabe değişikliğine gitmeye gerek duymadığını belirterek latin alfabesinden yana tavır koydu.

" Kürtçe eğitimdeArap alfabesine ağırlık vereceğiz"

Muş Alparslan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.  İnanç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bundan sonra Kürtçe eğitimde Arap alfabesine ağırlık vereceklerini söyledi. Kürçe eserlerin ve ana kaynakların Arap alfabesiyle yazıldığını ancak günümüzde bu eserlerin revize edilerek Latinceye çevrildiğini ifade eden İnanç, şunları söyledi:

''Eğer birileri bugün 'hayır Kürtçe kaynaklar Arap alfabesi ile değil, Latin alfabesi ile oluşmuş' diye bir iddia içindeyseler, birileri kör topal bir şekilde ' Latin alfabesi ile yürütmek istiyoruz' diyorsalar bu onların problemi. Ama Kürt DiliArap harfleri ile bugüne kadar gelmiş bir dildir. Bundan sonra Muş Alparslan Üniversitesi Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü Arap harflerinin öğretildiği Kürtçe öz kaynaklara ulaşıldığı bir bölüm olacak.".

"Bizim için esas olan suyu kaynağından içmektir, suyu taşıyandan değil" diyen İnanç, Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin,  Arap harfleriyle yazılmış Kürtçe eserlerden faydalanmaya imkan sağlaması gerektiğini belirtti. Muş Alparslan Üniversitesi olarak açıldığından beri ikialfabe ile eğitim ve öğretim faaliyetlerini sürdürdüklerini kaydeden İnanç, "Ama şunu ifade edeyim ki bundan sonra Arap alfabesi daha ağırlıklı bir alana gelecektir. Çünkü biz insanımızı bizzat kaynağın kendisiyle muhatap etmek istiyoruz. Aracısız bir şekilde kaynağa ulaşmak istiyoruz." şeklinde konuştu.

Bazı kesimler rahatsız olabilir

Aldıkları bu karardan bazı kesimlerin rahatsız olabileceğini ifade eden İnanç, şöyle konuştu:

"Bundan bazıları rahatsız olabilir ama  bizim açımızdan akademik olarak hiçbir tehlike yoktur. Hiçbir şekilde de dikkate almıyoruz. Biz burada birilerinin düşüncelerini takdir etmesi için böyle bir bölüm açmadık. Bundan sonrada bu şekilde devam etmeyeceğiz. Bizim açımızdan akademik olarak hiçbir karşılığı yoktur. Biz dediğim gibi suyun kaynağından besleneceğiz, taşıyandan değil."

Arapça Alfabesine ağırlık verildiğinde yanlış tercümelerin, istismarın ya da kendi düşüncelerini Kürt Dili ve Edebiyatına enjekte etmeye çalışan art niyetli düşüncelerin tamamının bertaraf edileceğini dile getiren İnanç, " Kürtçe Arap harfleriyle yazılan, edebiyatı kültürüArap harfleri ile yazılmış eserlere dayanan bir dildir. Mesela Kuzey Irak'ta Arap alfabesi kullanılıyor. Ama Türkiye’de daha çok Latin alfabesinin ön plana çıktığını görüyoruz. Latin harfleri ile yazılan ve çoğu tercüme kaynaklar ile muhatap oluyoruz. Oysa asıl kaynak Arap alfabesiyle yazılan eserlerdir. Kur'an-ı Kerim'i düşünün, Arapça harfler ile yazılmıştır. Dolayısıyla siz Kur'an'ı Arap Dili ile en iyi anlarsınız. Meallerini okuyun tefsirini okuyun hiç birisi size Arapçanın tadını vermez. Çünkü Kuran-ı kerim Arapça ile yazılmış yani işin aslıdır."

Muş Alparslan Üniversitesinin tarihe ve topluma karşı sorumluluğu olduğunu ve gücü nispetinden adımlar atmaya çalışan bir kurum olduğunu dile getiren İnanç, Türkiye'de ilk defa Kürtçe lisans programı açtıklarını ve 4 yıllık lisans ile birlikte Kürtçe yüksek lisans eğitimlerinin sürdüğünü kaydetti. Tezsiz Yüksek Lisans programlarına prensip olarak karşı çıktıklarını ancak Milli Eğitim Bakanlığı'nın öğretmen açığını kapatmak için böyle bir yola başvurduklarını söyleyen İnanç, önümüzdeki yıllarda sadece Kürtçe lisans mezunu öğrencilerin yüksek lisans programına alınacağını da sözlerine ekledi.

"Latin Alfabesinin kullanılması daha eğitici ve anlaşılır olur"

Van Yüzüncü  Yıl Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü Müdürü. Doç. Dr. Sönmez  ise yaptığı değerlendirmede Kürtlerin tarihsel ve kültürel eğitimini ele aldığında İslam kültürüyle perçinlenmiş Kürt halkının edebi ve ilmi çalışmalarının çoğunlukla Arap alfabesiyle yapıldığını hatırlatarak sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu kültürel zenginliğin Kürt halkının özüne daha uygun olduğunu düşünmekle beraber zamanın gösterdiği şart ve ortamların da gözardı edilemeyeceğini unutmayarak hareket etme gereği inkar edilemeyecek bir gerçektir. Özellikle günümüzde batı kültürünün etkisinde kalarak Latin alfabesinin eğitim dili olduğu ülkeler arasında yer alan ülkemizde  Latin alfabesinin zorunluluğu açıkça ortadadır. Bu nedenleLatin alfabesinin kullanılmasının daha eğitici ve anlaşılır olacağı kanaatindeyim."

"Latin Alfabesinden geriye dönmek yanlış ve tehlikeli"

Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Kadrî Yıldırım da yaptığı açıklamada Latin Kürt Alfabesinin, 1931 yılında Celadet Alî Bedirxan, Müküslü Hamza, Ekrem Cemil Paşa ve Şam Kürtlerinden Musa Bey’in öncülük ettikleri bir toplantıda oybirliğiyle kabul edildiğini ve Hawar’ın değişik sayılarında tanıtılarak yazıda kullanıldığını ve bugün bu alfabeden geriye dönme veya onu ikinci plana atma çabalarını yanlış ve tehlikeli bulduğunu kaydetti.

Kürt yazar ve aydınları eserlerinin yüzde doksanını Latin alfabesiyle yazdıklarını belirten Yıldırım, "Kürtçenin grameri ve imlası bu alfabe doğrultusunda nispeten standart bir yapıya kavuşmuştur." dedi. Ders program ve eğitimlerinin Latin Alfabesine göre hazırlanıp verildiğini ve hiçbir sorun ile karşılaşmadıklarını ifade eden Yıldırım şöyle konuştu:

" Kürtçe eğitimdeArap alfabesini önerenlerin Türkçe eğitimde bunu önermemeleri bir çelişkidir. Eğer bunların gerekçeleri Kürt klasiklerinin Arap alfabesiyle yazılmış olmaları, dolayısıyla bu alfabeyle daha rahat anlaşılacakları ise bu da tutarsızdır. Zira Osmanlı klasiklerinin hepsi de Arap alfabesiyle yazılmıştır. Kaldı ki Kürt klasiklerini anlamak için bir alfabe değişikliğine gitmek gerekmiyor. Zira bizim yaptığımız gibi zorunlu derslerimiz arasına Başûr Alfabesini de dâhil etmek bu sorunu çözmek için yeterlidir. Bu alfabeyi zorunlu ders olarak alan öğrenciler bu sayede hem Kürt klasiklerini rahatlıkla okuyabilir hale gelirler, hem de Başûr’da bu alfabeyle yapılmış çalışma ve araştırmaları takip edebilirler."

Latin Kürt Alfabesinin Kürt fonetiğine uygun olup olmadığının kararını doğru dürüst Kürtçe bilmeyen akademisyenler değil, bu konuda kafa yormuş dilciler ve dilbilimcilerin vermesi gerektiğini dile getiren Yıldırım, şu değerlendirmede bulundu:

"Üniversitelerin Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatlarında Arap alfabesiyle eğitim gören bazı Kürt akademisyenler görevlendirildikleri Kürt Dili bölümlerinde ilk kez Latin Kürt alfabesiyle ve bu alfabe doğrultusunda şekillenen dilbilgisi ve imla sistemiyle karşılaştıkları için büyük zorluk çekiyorlar. Bunlar gece gündüz çalışıp yeni duruma adapte olmak yerine alışık oldukları alfabeyi yeğliyorlar. Çünkü bu akademisyenler derslerde öğrenciler karşısında ciddi bir şekilde zorlanıyor ve eleştiriliyorlar."

Alfabeye dinsel açıdan yaklaşmanın doğru olmadığını da belirten Yıldırım sözlerini şöyle tamamladı:

"Dinî açıdan önemli olan şey şekil değil anlamdır. Örneğin biri kalkar Arap Alfabesiyle Allah’a hakaret eder, öbürü Latin Alfabesiyle Allah’ı över. Şimdi sormak lazım: “Hangisi günah, hangisi sevap kazanır?” Dolayısıyla Arap Alfabesi ile Latin Kürt Alfabesine dinsel açıdan yaklaşmak doğru değildir. Dünya koşullarını ve  Bakûr’daki  (Kuzey) durumu göz önünde bulunduran Başûr da (Güney) Kürt alfabe birliğinin Latin Kürt alfabesi üzerinde gerçekleşmesine ve belli bir takvim dahilinde bu alfabeye geçme yönünde ciddi tartışma ve değerlendirmeler yapıyorken, bizim bu alfabeyi ikinci plana atmaya çalışmamız hem çağı hem de günümüz Kürt gerçekliğini iyi okuyamamaktan kaynaklanmaktadır. Kürt realitesinin içinde bulunduğu durum Latin Kürt Alfabesiyle uğraşmayı değil, Kürtçede anadille eğitimin sağlanması için çaba göstermeyi gerektirmektedir. Dolayısıyla özellikle Kürt Dili bölümleri olan üniversite yöneticilerini bu aslî çabaya davet etmek istiyorum: Gelin kendi aramızda toplanıp bunun önünü açalım."

beni böyle sev 23 inci bölüm

http://www.trt1.com.tr/Detay.aspx?KimlikID=6377

 

 Ayşem ve Ömer ayrılık acısıyla perişan vaziyettedir ancak her ikisi de aldıkları kararın arkasında durarak, güçlü görünmeye çalışmaktadır. Ayşem babası ile beraber Akçaabat’a dönmüş, Ömer ise ailesi ile yeni bir eve taşınmıştır. Nadide hala tam olarak iyileşmemiştir. Ömer, annesi Nadide, Ayşem ise babası Nail uğruna kendi acılarını gizli gözyaşları akıtarak çekmektedirler. Seda’nın iyileşme sürecinde ve işinde en büyük destekçisi Furkan’dır. Ancak Seda’nın Ömer’e destek olmak için her fırsatta onun yanına gitmesi Furkan’ın canını sıkmaktadır. Fahriye ve Reyhan İstanbul’a döner dönmez kötü bir sürprizle karşılaşırlar. Haluk imdatlarına yetişir. Reyhan hala Nezih’i düşünmektedir. Nezih’in onu reddetmesini hazmedememektedir. Ayşem olmadan yaşamak Ömer’e çok zor gelmektedir. Eski evde kalan eşyalarını alabilmek için halası Eda’dan yardım ister. Ancak bu durum herkes için yeni ve sürpriz bir başlangıca neden olur.

05 Eylül 2013 12:53 AA iSTANBUL İİT Genel Sekreteri İhsanoğlu, BM'nin terörle mücadele stratejisinde terörizme açık bir tanım getirerek konu üzerindeki belirsizliği ortadan kaldırması gerektiğini söyledi

İhsanoğlu’ndan BM’ye çağrı

   

05 Eylül 2013 12:53 AA

İSTANBUL

 

İİT Genel Sekreteri İhsanoğlu, BM'nin terörle mücadele stratejisinde terörizme açık bir tanım getirerek konu üzerindeki belirsizliği ortadan kaldırması gerektiğini söyledi.

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, İİT 3. Emniyet Teşkilatları Başkanları toplantısı nedeniyle yaptığı açıklamada İslam Dünyası’nın büyük hadiselere sahne olduğunu belirterek üye ülkelerin aralarındaki işbirliğini güçlendirmeleri gerektiğini ifade etti.

İİT üyelerinin BM nezdindeki uluslararası işbirliklerini arttırmaları konusuna da değinen İhsanoğlu, "BM'nin terörle mücadele stratejisinde terörizme açık bir tanım getirerek konu üzerindeki belirsizliği ortadan kaldırması ve sorunun kökenine inilmesi gerektiğini" vurguladı.

İhsanoğlu, İİT’nin İslamofobi dalgasının sebep olduğu dışlanma, yabancılaşma ve aşırılıkların önüne geçmek için gayretlerini yoğunlaştırdığını sözlerine ekledi.   

Mısır'da "askeri mahkeme" protestosu 05 Eylül 2013 06:53 KAHİRE AA

Mısır'da "askeri mahkeme" protestosu

  05 Eylül 2013 06:53 KAHİRE AA

 

Mısır'da darbe karşıtları, sivillerin askeri mahkemelerde yargılanması ve haklarında müebbet hapis cezası verilmesini ülkenin farklı kentlerinde protesto etti.

Mısır'ın başkenti Kahire'nin batısındaki Giza'da, Süveyş'teki askeri mahkemede yargılanan siviller hakkında verilen hapis kararını protesto eden bir grup, darbe karşıtı gösteri düzenledi.

Göstericiler "Asker yönetimine son", "Yenilmeyeceğiz, yılmayacağız" ve "Mursi Cumhurbaşkanımız" gibi sloganlar attı.

Giza'nın ana caddelerinde düzenlenen yürüyüşlerde ise "Sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasına son" sloganları atıldı.

Süveyş'te şehir merkezinde gösteri yapan darbe karşıtları, askeri mahkemede verilen kararı protesto etmek için halka cuma günü sokaklara inme çağrısı yaptı.

İskenderiye'de de darbe karşıtları sahil yolu boyunca insan zinciri oluşturarak "Askeri mahkemeye hayır" sloganları attı. Şarkiyye'de ise ana caddelerde düzenlenen gösteriler, darbe karşıtlarıyla darbe taraftarları arasında çıkan çatışmalar nedeniyle kısa sürede sona erdi.

 Beni Süveyf'te düzenlenen iki yürüyüşte darbe karşıtlarına yönelik devam eden tutuklama kampanyası kınanırken, Savunma Bakanı General Abdulfettah es-Sisi ve askeri mahkeme karşıtı sloganlar atıldı.

Darbeyi Ret ve Meşruiyete Destek için Ulusal İttifak hareketinin Feyyum'da düzenlediği gösteri ve yürüyüşlerde, Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) liderlerinin tutuklanması kınandı.

Süveyş kentinde, İhvan ve El-Cemaatu'l-İslamiye mensuplarının yargılandığı dava salı günü sonuçlanmıştı.

"Kiliselerin yakılması ve ordu birliklerine saldırma" suçlamasıyla açılan davada, 64 kişiden 11'ine 25 yıl müebbet, 45 kişiye de 5 yıl hapis cezası verilmiş, 8’inin ise beraatine hükmedilmişti.

Askeri mahkemelerde yargılanan sivillerin, haklarında verilen kararları temyize götürme hakkı bulunmuyor. 

Mısır'dan Gazze'ye "sağlık" darbesi 05 Eylül 2013 11:49 GAZZE Hidaye es-Saidi AA

Mısır'dan Gazze'ye "sağlık" darbesi

  05 Eylül 2013 11:49 GAZZE  Hidaye es-Saidi AA

 

Mısır'da askeri darbenin ardından oluşturulan yeni yönetimin Refah Sınır Kapısı'nı çoğunlukla kapalı tutması, Gazze'de tedavi imkanı bulamayan hastaları çaresiz bir bekleyişe sürüklüyor.

İsrail'in uyguladığı ağır abluka nedeniyle Gazze'de tedavi imkanı bulamayan Filistinli hastaların iyileşme umutları, bölgenin dünyaya açılan tek kapısı Refah'a bağlı.

Ancak Mısır'da askeri darbenin ardından oluşturulan yeni yönetimin, Refah Sınır Kapısı'nı çoğunlukla kapalı tutması, İsrail ambargosu, sağlık hizmetlerindeki yetersizlik ve ilaç eksikliği gibi nedenlerle Gazze'de tedavi imkanı bulamayan hastaları çaresiz bir bekleyişe sürüklüyor.  

Gazze'deki imkanların yetersiz olması nedeniyle Arap ülkeleri ve uluslararası toplum tarafından gönderilen sağlık ekipleri, tıbbi müdahalelerini zaman zaman Mısır'da yapmak durumunda kalıyordu. Ancak, Refah Sınır Kapısı'nın, Mısır makamları tarafından, 4 saatlik izinlerin dışında çoğunlukla kapalı tutulması, acil müdahale bekleyen Gazzeli hastaların yaşama ümitlerine de darbe vuruyor. 

Hastalar ölüm ya da sakatlık tehlikesiyle karşı karşıya

Gazze Sağlık Bakanlığı'na bağlı Uluslararası İşbirliği Dairesi Genel Müdürü Muhammed el-Kaşif, AA muhabirine yaptığı açıklamada, "Sağlık, Gazze'nin Mısır'daki olaylardan en çok etkilenen sektörleri arasında yer alıyor" dedi. 

18 Haziran'dan itibaren Gazze'ye hiçbir sağlık ekibinin gelmediğine dikkati çeken Kaşif, tedavi imkanı bulamayan hastaların hayati tehlike içinde olduklarını veya sakat kalma riskleri bulunduğunu söyledi. Kaşif, çocuklar için anjiyo ve kalp ameliyatı gibi birçok riskli operasyonun yapılabilmesi için sağlık ekiplerinin Gazze'ye gelmesinin beklendiğini ifade ederek, Refah'ın kapatılması nedeniyle beklenen heyetlerin Gazze Şeridi'ne giremediğini kaydetti.

İsrail hastaları geri çevirdi

Bazı hastaların tedavi amacıyla İsrail'in kontrolündeki Beyt Hanun (Erez) Sınır Kapısı'ndan yurt dışına gönderilmek istendiğini ancak bu taleplerine izin verilmediğini belirten Kaşif, hastaların çoğunun İsrail tarafından "güvenlik gerekçeleriyle" geri çevrildiği bilgisini verdi.

Sağlık Bakanlığı Halkla İlişkiler ve Enformasyon Dairesi Müdürü Eşref el-Gudra da Gazze'de sağlık alanında yaşanan sıkıntılara ilişkin şunları söyledi:

"Sağlık Bakanlığı'nın ilaç ihtiyacının yüzde 90'ını, tıbbi araç-gereç ihtiyacının yüzde 30'unu karşıladığı Refah Sınır Kapısı'nın kapatılmasıyla Gazze'de tıbbi malzeme tedariğinde ciddi sıkıntı yaşanıyor. Refah'ın kapalı tutulması, sağlık ekipleri ve malzemenin girişine izin verilmemesi halinde halihazırda kötü durumda olan sağlık sektörü daha da kötüleşecek. "

Hastalar sınırda bekliyor

Gudra, sağlık ekiplerinin Gazze'ye girmesinin engellenmesi nedeniyle Gazzeli doktorların, yabancı doktorlar tarafından kendi uzmanlık alanlarına ilişkin daha gelişmiş tedavi yöntemleri hakkında verdikleri eğitimden de yoksun kaldığına dikkati çekti. Yurt dışına çıkarılmayı bekleyen hastarın sayısının günden güne arttığını söyleyen Gudra, Refah Sınır Kapısı aracılığıyla her gün ülke dışına çıkarılmayı bekleyen 20 ila 30 hasta bulunduğunu dile getirdi.

Sağlık Bakanlığı verilerine göre İsrail'in 2012 yılının kasım ayındaki kanlı saldırısının ardından 200 sağlık heyeti tıbbi yardım için Gazze Şeridi'ne geldi.

Orta Vadeli Program revize edilecek AA 05 Eylül 2013 10:55 KAZAN Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın onayının ardından da revize edilen hedeflerin açıklanacağını bildirdi

Orta Vadeli Program revize edilecek

 AA 05 Eylül 2013 10:55 KAZAN
 
Ekonomi Bakanı Çağlayan, gelişen şartlar ve dünya ekonomisindeki gelişmeler doğrultusunda Orta Vadeli Program'daki enflasyon dahil tüm rakamların yeniden gözden geçirileceğini belirtti.
 

Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Tataristan'da gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Bir gazetecinin, kısa bir süre sonra 2. çeyreğe ilişkin büyüme rakamlarının açıklanacağını hatırlatarak, tahminini sorması üzerine Çağlayan, gelişen şartların, dünya ekonomisindeki gelişmelerin  ve özellikle Amerika Merkez Bankası’nın (FED) son açıklamalarının taşları yerinden oynattığını belirtti. 

Küresel ekonomik krizin başladığı 2008 yılının, dünyanın altını üstüne getiren bir dönemin başlangıcı olduğunu ifade eden Çağlayan, Avro Bölgesinde en az 7 ülkenin ekonomisinin kriz öncesine dönmesinin uzun zaman alacağını söyledi.
Söz konusu küresel gelişmelerin doğal olarak Türkiye’yi de etkilediğini dile getiren Çağlayan, bu şartların, OVP hedeflerinin yeniden revize edilmesini gündeme getirdiğini kaydetti. 

 Ekonomi Bakanlığı olarak, kendi hedeflerine ilişkin çalışmaları yaptıklarını anlatan Çağlayan, ilgili diğer bakanlıklarla önümüzdeki günlerde bir araya gelerek hedefleri gözden geçireceklerini, 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın onayının ardından da revize edilen hedeflerin açıklanacağını bildirdi.
Hedeflerde revizyon gerekiyor
Bu yıl için 158 milyar dolarlık ihracat ve yüzde 4’lük büyüme öngördüklerinin anımsatan Çağlayan, "O günün şartlarında öyleydi, şimdi bir revizyon yapmamız gerekiyor" dedi.
Bakan Çağlayan, AB'ye yapılan ihracatın artmasına rağmen, mal ticaretine ilişkin hedeflerde aşağı, hizmet ticaretine ilişkin hedeflerde ise yukarı yönlü bir revizyon yapılması gerektiğini belirtti. 
Yeni şartlar altında bu yıl için yüzde 3 ile 4 arasında bir büyüme rakamı beklediğini kaydeden Çağlayan, şöyle konuştu:
"Bu şartlarda yüzde 3 ile 4 arasındaki büyüme asla küçümsenmeyecek bir rakamdır. OVP’deki tüm rakamlar enflasyon da dahil olmak üzere yeniden gözden geçirilecek. Bu anlamda Merkez Bankasının ifadelerinin de dikkate alınacağını düşünüyorum. Cari açıkta OVP hedefi üzerine çıkmayacağız ancak ihracatta hedefin altında kalacağız."

Kahire'de ne anlatacaklar merak ediyorum AA 05 Eylül 2013 12:56 ANKARA

Kahire'de ne anlatacaklar merak ediyorum

  AA 05 Eylül 2013 12:56 ANKARA 

 

Başbakan Yardımcısı Bozdağ, CHP heyetinin Mısır'a yapacağı ziyarete dair, "Derler ki Hacı hacıyla Mekke'de, dervişler tekkede buluşur. Öyle ki darbeciler de Kahire'de buluşuyor" dedi.

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Başbakanlık Merkez Binada Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği yetkililerini kabulünün ardından gazetecilerin, CHP heyetinin Mısır'a yapacağı ziyaretle ilgili sorusunu yanıtladı. 

CHP'nin ziyaretini anlamlandırmakta zorlandığını ifade eden Bozdağ, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir politikası olduğunu ve bu politika çerçevesinde bir tutum aldığını hatırlatarak, CHP'nin bu tavrın dışında bir tavır ortaya koyduğunu belirtti. 

"Zalimle beraber fotoğraf çekildiler"

Ülkelerin kendi politikalarını belirlerken dışarıya dönük olan kısmında bütün partilerin bu çerçevede ortak hareket etmesinin ülke menfaatine olacağını dile getiren Bozdağ, "Ama maalesef Türkiyemizde biz bunu son yıllarda göremiyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi Suriye'de 100 binden fazla insan hayatını kaybederken oraya heyet üstüne heyet gönderdi ve oradaki zulmü kınayıp zalime karşı tavır koyması gerekirken, zulmün yapıldığı yere gidip oradaki zalimle beraber fotoğraf çekildiler, görüşmeler yaptılar. Bundan fevkalade üzüntü duyduk" diye konuştu. 

CHP'nin Suriye'den sonra Mısır'a gideceğini hatırlatan Bozdağ, şöyle devam etti:

"Bizim bir atasözümüz var. Derler ki, 'Hacı hacıyla Mekke'de buluşur, dervişler tekkede buluşurlar'. Öyle anlaşılıyor ki darbeciler de Kahire'de buluşuyor. Şimdi Sayın Kılıçdaroğlu ekibi oraya gittiği zaman ne anlatacaklar onu merak ediyorum. Türkiye'de geçmişte yaşanmış pek çok darbenin önünde ve arkasında CHP'nin olduğunu biliyoruz. Darbeleri meşrulaştırma konusunda bir tecrübesi olduğunu da biliyoruz. Acaba bu noktada Mısır'daki gayrimeşru askeri darbenin meşrulaştırılması konusundaki CHP'nin tecrübelerini mi paylaşacak onlarla, yoksa onlardan ders mi alacak. Yani, 'Biz sandıktan bir türlü iktidar olamıyoruz. Seçimle de gelemiyoruz. Siz bir usulle başardınız. Sizin bir tecrübeniz de oldu, bize biraz yol gösterir misiniz" diye onlardan acaba bir rehberlik bir danışmanlık hizmeti mi satın alacak işin doğrusu hangisini yapacak bilemiyoruz." 

"Demokrasiye inanan, insan hak ve hürriyetlerini savunan milli iradeye dayanan hiçbir parti darbecilerin ayağına gitmez" ifadesini kullanan Bozdağ, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Dünya tavır koymuşken, bazı ülkeler elçilerini istişare için çağırmışken, herkes darbecilere karşı tavır koymuşken ve darbeciler darbenin yanında masum binlerce insanı hedef gözeterek ölüme göndermişken, kurşun yağmuruna tutmuşken, böylesi bir manzara karşısında eli kanlı, ayrıca darbeci insanlarla ve onların temsilcileriyle görüşerek onlara meşruiyet kazandırması, şu anda CHP heyetinin Mısır'a yapacağı ziyaret demokratik bir cumhuriyet olan Türkiye Cumhuriyeti'nin demokrasisinin içinde yer alan bir partinin demokrasi dışı, hukuk dışı yolla iktidara gelmiş, eline de kan bulaştırmış olan gayrimeşru bir iktidara meşruiyet kazandırmaktan başka bir amaca hizmet etmez."

Bozdağ, ziyaretin Mısır'da insan haklarına ve demokrasiye dönülmesine, iyi şeylerin oluşmasına katkıda bulunmayacağını belirterek, "CHP'nin bu ziyareti darbeci Sisi ve ekibinin gücüne güç katacaktır onların meşrulaştırılması ve uluslararası alandaki desteğinin çoğaltılması anlamında onların elini güçlendirecektir. Gayrimeşru yönetimin meşrulaştırılmasına bir katkı daha oradan CHP aracılığıyla sunulmuş olacaktır" diye konuştu. 

"CHP'yi örnek almasınlar"

CHP'nin 28 Şubat'ı ve öncesindeki darbe girişimlerini desteklediğini ve meşru gördüğünü bildiklerini anlatan Bozdağ,"Darbecileri ve darbeleri meşrulaştırma konusunda hakikaten CHP'nin Türkiyemizde büyük bir tecrübesi var. Zannedersem o tecrübeyi orada bir kez daha paylaşacak. Mısırlıların ona dikkat etmesi de lazım. Onların tecrübesinden istifade edenlerin bir şekilde darbe yoluyla iktidara gelseler bile, ömür boyu iktidara gelmeme gibi bir akıbet de onları bekleyebilir. Onun için CHP'yi örnek almasınlar.  Olağanüstü dönemler, darbe dönemleri giderse iktidarı sadece rüyalarında görürler" ifadelerini kullandı. 

Tunus’taki siyasi gerginliğin yönetiminde "Gannuşi faktörü" 05 Eylül 2013 13:29

Tunus’taki siyasi gerginliğin yönetiminde "Gannuşi faktörü"

  05 Eylül 2013

TUNUS AA

Tunus'taki devrim sonrası sürecin Mısır, Libya veya Suriye gibi olmaması Nahda Lideri Gannuşi'nin "hikmeti" veya "Gannuşi faktörü" ile açıklanıyor.


Arap devrimlerinin yaşandığı ülkelerde karşı devrim hareketleri siyasi ve toplumsal kaosa yol açarken Tunus'taki üçlü koalisyon hükümetinin (troyka) büyük ortağı Nahda Hareketi Partisi (Nahda) Genel Başkanı Raşid el-Gannuşi ülkede yaşanmakta olan siyasi krizin çözümü için yoğun çaba sarfediyor.

Arap devrimlerinin yaşandığı ülkelerde karşı devrim hareketleri siyasi ve toplumsal kaosa yol açarken Tunus'taki üçlü koalisyon hükümetinin (troyka) büyük ortağı Nahda Hareketi Partisi (Nahda) Genel Başkanı Raşid el-Gannuşi ülkede yaşanmakta olan siyasi krizin çözümü için yoğun çaba sarfediyor.

Gannuşi, 17 Aralık Tunus Devrimi sonrası ülkesine döndüğü andan itibaren geçtiğimiz günlerde Mısır’da yaşanan olayları adeta o günden görmüş ve gelecek planını ona göre şekillendirmişti. Mısır'da Müslüman Kardeşler Teşkilatı'nın (İhvan) hataları olarak sıralanan birçok konuda Gannuşi'nin farklı bir yol takip etmesi dikkati çekiyor. Tunus'taki devrim sonrası sürecin Mısır, Libya veya Suriye gibi olmaması Gannuşi'nin "hikmeti" veya "Gannuşi faktörü" ile açıklanıyor. Peki "Gannuşi faktörü" Tunus'ta nasıl bir fark yarattı?

Genel seçimlerde elde ettiği yüzde 42'lik oy oranı ile tek başına hükümet kurma yetkisine sahip Nahda, bu gücü biri sosyal demokrat, diğeri liberal laik ve solcu iki partiyle paylaşmayı tercih etmiş “Emek ve Özgürlük için Demokrasi Bloğu Partisi (et-Tekettül)” ve “Cumhuriyet için Kongre Partisi (el-Mu’temer)” ile üçlü koalisyon hükümetini kurmuşlardı.

Gücü paylaşmayı tercih etti

Uzun sürgün ve hapis yıllarından sonra ülkesine döndükten sonra seçimlerden galip çıkan partinin lideri olması hasebiyle başbakan olabilecekken o, tercihini Nahda Hareketi ve partisini yönetmekten yana koydu. Cumhurbaşkanlığına liberal demokrat, seküler bir ismi, bir insan hakları aktivisti Munsif Marzuki’yi önerdi. Meclis başkanlığı görevini ise sosyal demokrat Mustafa bin Cafer deruhte etti.

Gannuşi, ülkenin ve halkın menfaati için uzlaşmanın bir "amentü mesabesinde" olduğuna sürekli vurgu yaptı.

Ülkede yaşanan her siyasi gerilimde el-Gannuşi, şaşırtıcı, hatta “oyun bozucu” teklifler getirdi. Mesela en son siyasi krizde şaşırtıcı bir teklifle “kısır siyasi tartışmaları bırakın. Gelin hükümeti birlikte yeniden kuralım” dediğinde tüm muhaliflerini adeta ters köşeye yatırdı.

İslam-demokrasi uyumunu savunan ilk teorisyen

Soğuk savaş dönemi İslamcı kuşağın içinde İslam ve demokrasi uzlaşısına vurgu yapan ilk “İslamcı” teorisyen Raşid el-Gannuşi 1990’lı yıllarda yazdığı “El-hurriyyatü’l-amme fi’d-devle’l-İslamiyye" (İslam Devletinde Kamusal Özgürlükler) adlı kitabında İslami demokrasiyi savunmuştu. Dönemin İslamcı ideologlarının hemen hepsi demokrasiyi “şirk” ya da “küfür” olarak görürken Gannuşi çok açık ve net bir biçimde İslam-demokrasi uyumu, İslam devleti içinde laik veya Marksist bir partinin kurulabileceği, kadının devlet başkanı olabileceği gibi muhataralı konuları net bir biçimde savunarak, İslami kesimin önüne koyduğunda doğu Arap dünyasındaki özellikle selefiler kendisini "tekfir" etmişti (din dışı saymıştı).

Gannuşi'nin bu liberal, demokrat çoğulcu siyaset anlayışı ve hoşgörü atakları, o dönemdeki kimi İslami kesimlerin aforozcu duvarlarına çarparak geri döndüğü gibi, ne ilginçtir ki şimdi de çok keskin ve katı ideolojik marjlara sahip laik ve sol tandanslı muhalefetin katı duvarlarına çarparak geri dönüyor. Tam bu noktada ülkede, büyük çoğunluğu diktatörlük döneminde teşekkül etmiş medyanın tek sesli ve ideolojik tutumu da hükümetin özellikle de Gannuşi ve Nahda’nın önünde ciddi bir handikap olarak duruyor.

Diğer taraftan Gannuşi’nin bu liberal ve demokrat söyleminin tabana ulaşamıyor oluşu, parti içindeki, devrim öncesi süreçte sürgünde yaşayanlarla, Tunus’ta hapishanelerde yıllarını geçiren parti kadrolarının arasındaki gerilim Nahda’yı zaman zaman tökezletebiliyor.

Nahda ve Gannuşi'ye medya karartması

İktidara geldiğinden bu yana sürekli “ulusal uzlaşı” vurgusu yapan Nahda’nın, geçtiğimiz aylarda yeni anayasa yapım sürecinde İsrail’le ilişkileri anayasal suç sayan madde teklifini onaylamaması, devrime giden süreçte diktatörlük dönemi mağdurlarının haklarının tazmin edilmesi konusunda ayak sürümesi gibi birçok konuda “uzlaşı” eksenli bir tutum izlemesi az önce bahsettiğimiz Nahda içindeki gerilimi tırmandırması pahasına hükümetin bu konulardaki “uzlaşı” eksenli siyasetine rağmen ülkedeki tek sesli ve ideolojik basın Nahda’yı, “radikal selefi bir örgüt”, liderini ise “fanatik bir Taliban ya da el-Kaide şeyhi” gibi sunmakta meslek etiği açısından bir beis görmüyor.  

Gannuşi'nin bütün uzlaşmacı tavrına rağmen Tunus medyası onu halk kitlelerine “radikal İslamcı, fanatik bir terörist” gibi takdim ediyor. Bu da bazı halk kesimlerinde yankı bulabiliyor. Gerek Şükri Beliyd gerekse Brahmi suikastleri sonrasında yapılan gösterilerde “katil Gannuşi” sloganlarının atılması, “Vampir Gannuşi” yazılı pankartların taşınması bunun tipik birer göstergesi. Entelektüel kesimde de durum çok farklı değil. Bazı Tunuslu akademisyen ve yazarlar Gannuşi’nin herhangi bir kitabını okumadıklarını itiraf ediyor. Onların Gannuşi ve Nahda algısı, büyük oranda Bin Ali rejiminin ve onun medyasının kara propagandaları üzerinden şekillenmiş.

Tüm bunlara rağmen Nahda, özellikle de Gannuşi, ılımlı ve uzlaşmacı tavrından taviz vermiyor. Birkaç ay önce AA muhabirine açıklamalar yapan Gannuşi, “Mütemadiyen uzlaşı çağrısında bulunuyorsunuz. Bununla birlikte tüm bu uzlaşma çağrılarınız katı ideolojik duvarları aşarak ulaşması gereken yere ulaşamıyor. Söylemde ve siyasette bir değişikliğe gitmeyi düşünüyor musunuz?” sorusuna, “Ulusal ve uluslararası muhalefet tam da bizi böyle bir şeye itmeye çalışıyor. Sertleşmemizi ve kabalaşmamızı istiyorlar. Bizim buna iltifat etmediğimizi görünce çılgına dönüyorlar” diyerek kimi muhalif kesimlerdeki ideolojik körlüğün zararlarına dikkati çekmişti.

Diğer taraftan Tunus’ta ideolojik kutuplaşmanın çok katı bir düzlemde seyretmesi ve şimdilik söylem düzeyinde dahi olsa, bu gerilimde arabulucu rolü oynayabilecek liberal bir sınıfın teşekkül etmemiş olması Tunus’ta işleri zorlaştıran diğer bir husus.

Nahda Hareketi Partisi'nin temsil ettiği eğilimler

Nahda, içinde farklı siyasi eğilimleri barındıran bir parti. Sadık Şoro, Salih b. Abdullah ve Habib el-Levz gibi kurucu kadrodan bazı isimler parti içinde selefi eğilimi temsil ederken, Abdülfettah Moro, Ziyad Devletli, Abdülmecid Neccar ise yerel geleneksel anlayışı temsil ediyor. Bu iki eğilimin yanında bir de belki ikinci kuşak Nahdacılar diye isimlendirilebilecek, nisbeten daha genç, neoliberal ekonomi politikaları ve Türkiye’deki AK Parti tecrübesini bir model olarak gören, Riyad eş-Şuaybi, Hammadi el-Cibali ve ekibinin temsil ettiği bir eğilimden sözetmek mümkün.

Hareket bu yapısıyla çoğulcu bir karakter arzetmekle birlikte özellikle selefi kanadın dini düzlem üzerinde siyaset üretmeleri ve bu yüzden ülkedeki bazı selefi yapılarla birlikte görüntü vermeleri, Bin Ali döneminin kara-propagandasıyla şekillenmiş, “terörist Nahda” imajını besleyerek, bu durumdan siyasi rant devşirmeyi hedefleyen kimi muhalif gruplar için ciddi bir malzemeye dönüşüyor. 1980’li yıllarda kurulduğunda nisbeten selefi bir söylemi benimsediği için geleneksel dindar kesimlerde kuşkuyla karşılanan “Vehhabi/selefi Nahda” imajı yine aynı muhalif odaklar ve basın tarafından köpürtülerek, Tunus’un siyasi İslamcı olmayan dindar kesimlerini, Nahda’ya karşı durmaya ikna etmeyi başarabiliyor.

Başka bir söyleyişle Nahda’nın ülkede sorun oluşturan selefi akımlara karşı ikircikli bir tavır görüntüsü vermesi kimi halk kesimlerinin harekete ve partiye karşı kuşkularının artmasına sebep oluyor. Mesela Habib el-Levz ve Sadık Şoro gibi Nahda lider kadrosundan bazı isimlerin, geçtiğimiz günlerde terör örgütü ilan edilen, suikast listesinde Nahda liderlerinden Amir el-Urayyid gibi isimlerin de bulunduğu "Ensaru’ş-Şeria" örgütünün bazı toplantılarına katılmış olmaları, muhalefet ve medya tarafından yoğun bir şekilde kullanıldı.

Diğer taraftan mevcut Din İşleri Bakanı Nuruddin el-Hadimi’nin sıklıkla Körfez ülkelerinden selefi din adamlarını Tunus’ta ağırlaması ve geleneksel kesimlerle arasına mesafe koyması bu algıyı besleyen bir diğer sebep.

Nahda’nın acilen "halk islamı"yla barışması gerektiği belirtiliyor. Gannuşi’nin son zamanlarda Tunus’un din anlayışı sadedinde yaptığı açıklamalardaki “Malikilik ve Eş'arilik” vurgusu bu bağlamda gözden kaçmıyor. Tunus'un da dahil olduğu Kuzey Afrika'da, amelde Maliki, itikatta Eş'ari mezhebi hakim. Gannuşi'nin bu referanslara vurgu yapması yerel / geleneksel İslam anlayışına zeytin dalı uzatması anlamına geliyor.

Nahda ve üçlü koalisyonun önündeki meydan okumalar

Öyle gözüküyor ki Nahda’nın gelinen noktada artık salt bir “İslami hareket” değil, ülkeyi yöneten bir parti olduğunu ivedilikle fark etmesi, ülkedeki mevcut dini dokuyla barışık bütünüyle yerelleşmiş / Tunuslulaşmış bir siyasi hareket olduğu konusunda geleneksel halk kesimlerini ikna etmesi bir aciliyet ifade ediyor. Nahda halk nezdindeki bu algıyı tashih edemezse, Mısır’da da gözlemlendiği üzere muhalefet bunu ciddi anlamda suistimal ederek, anti-demokratik ve darbeci müdahalelere bile dini/teolojik kılıf biçme konusunda bazı din adamlarını istihdam edecektir. Hali hazırda Tunus’ta Ferid el-Baci gibi kimi din adamları bu role çoktan soyunmuş durumda.

Gannuşi’nin uzlaşı temelinde geliştirdiği politikaları, stratejileri ve politik manevraları ve demokrasiyi gerçekten benimsemiş olması, mevcut siyasi krizi ustalıkla yönetmesini sağladığında kuşku yok. Ne var ki bunun böyle olması kısa vadede işe yaramakla birlikte uzun vadede iş görmeyebilir. Çünkü mevcut hükümetin karşısında, aşırı ideolojik ve halkın değerleriyle barışık olmayan bir muhalefet var. Bu yüzden demokratik seçimlerle iktidar olamayacağını anlayan ve bu sebeple manipüle edilebilecek bir sandık ve seçim atmosferi oluşturmak için her türlü aracı mubah gören muhalefet kanaatimizce ciddi bir sorun teşkil etmiyor. Çünkü mevcut muhalefetin Tunus'ta oluşturduğu kriz dalgası henüz halkın ilgisini çekmiş değil. Muhalafetin geçen hafta ilan ettiği "hükümeti kovma haftası"na halkın ilgi göstermemesi de bunun en somut kanıtı. Bu yüzden Tunus muhalefeti en azından şimdilik demokrasi karşısında tehdit oluşturacak potansiyele sahip değil. Bununla birlikte 14 Şubat 2011 devriminden sonraı demokratik geçiş sürecini yönetmekten sorumlu mevcut hükümetin karşı karşıya kaldığı başka meydan okumalar ülkedeki kimi analistlere göre daha tedirgin edici bir durum arzediyor.

Ekonomiden sorumlu devlet bakanlığının yaptığı açıklamada 2013 bütçesinde yaklaşık 5 milyar dinarlık (3 milyar dolar) bir açıktan sözediliyor. Bu, ülke bütçesinin dörtte biri anlamına geliyor. Dolayısıyla gerekli tedbirlerin alınamaması ve ihtiyaç duyulan kredi ve ekonomik desteğin bulunamaması durumunda ülke ekonomisinin ciddi bir kriz yaşaması kaçınılmaz olacaktır. Bu da geniş halk kesimleri nezdinde büyük rahatsızlıklar ve sosyal çalkantılara sebep olacaktır. Muhalefetin de körüklemesiyle Tunus’ta yeni bir halk ayaklanmasının yaşanması ve akabinde ülkede iç karışıklıkların meydana gelmesi kaçınılmaz olacaktır.

Diğer taraftan özellikle El-Kaide tandanslı "Ensaru’ş-Şeria" gibi örgütlerin terör eylemleri de hükümetin karşısındaki en büyük meydan okumalardan biri.. Özellikle Libya içinde ve Cezayir sınırındaki Şeanbi dağında konuşlanmış olan örgütün başkent Tunus’ta birkaç bomba patlatması, demokrasiye müdahale etmek isteyen karanlık odakların iştahını kabartacaktır. Ayrıca artan terör olaylarına karşı alınacak askeri tedbirlerin Tunus ekonomisine ağır bir yük getireceği de az önce sözünü ettiğimiz meydan okumayı besleyen bir unsur olacaktır.

Tunus'a uluslararası baskılar

Hükümetin karşısındaki diğer büyük meydan okuma ise bölgesel ve uluslararası baskılardır. Özellikle Fransa, ABD, Almanya, Suudi Arabistan, BAE, Cezayir ve İran’ın gerek büyükelçilikleri gerekse sivil topum kanalları üzerinden Tunus’un ulusal güvenlik konseptini tarumar edecek yıkıcı faaliyetler yürütmekte olduğu artık herkesin malumu. Mısır tecrübesinin de gösterdiği üzere bu ülkelerin demokrasiyi ve meşru hükümeti yıkmak için devasa paralar ve imkanlarını harekete geçirmesi çok uzak bir ihtimal değil. Ayrıca bu bölgesel ve uluslararası güçler sahip oldukları devasa medya imkanlarını harekete geçirerek mevcut hükümeti uluslararası toplum nezdinde itibarsızlaştırarak daha fazla baskıya maruz kalmasını sağlayabilir. Bu bağlamda Tunus halkının dostları entelektüel, yazar, siyasetçi herkesin bu anlamda lobi yapması ve demokratik geçiş sürecine destek olması bu meydan okumaların en azından bir tanesini aşma konusunda katkı sağlayacaktır.

Ordu ve emniyetin rolü

Öte yandan Cumhurbaşkanı Munsif Marzuki’nin orduda yaptığı bir takım değişiklikler sonucu askerin en azından kısa vadede siyasete ve demokrasiye müdahil olması olası gözükmüyor. Fakat emniyet teşkilatı içinde kuytulaşmış bazı yapıların tedirgin edici olduğunu söylemek mümkün. Bazı analistler emniyet teşkilatı içinde gerekli ıslahatı yapamamış olmasını hükümetin karnesindeki eksilerden biri olarak görüyor. Çünkü ülkede bir karışıklığın olması durumunda bu kaosun aktörlerinin belki de en fazla odaklanacağı mekanizmanın emniyet olacağını kestirmek güç değil.

Özet olarak Tunus halkı ve demokrasisi, bugün gerçek dostlarının desteğine her zamankinden daha fazla muhtaç. Bu desteğin sağlanamaması durumunda uzun vadede Tunus demokrasisinin kesintiye uğrama ihtimalini ve halkın sandığa yansıyan iradesinin yok edilmesi sürecini öngörmek kehanet olmaz.