BeKoS tv Every Day A Film We are now less then a minute Türkiye'yiz

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

17 Haziran 2013 Pazartesi

‘Diji-tokrasi’nin Türk baharı arzusu Toplumumuz jakoben safralarını Taksim’de boşaltıyor

 5 Haziran 2013 Cumartesi  

‘Diji-tokrasi’nin Türk baharı arzusu

 

“Gezi Parkı”

 hadisesinin kurucu aktörleri, yaptıkları 

görüşmede iktidar partisinin temsilcisinin 

Taksim projesini referanduma götürelim 

teklifini reddetti.

 

 Bu aktörlerden birine göre, 

“bilimsel bir konu”

 halkoyuna sunulamazdı. 

Referandumu redlerinin gerekçesi buydu.

 Diktatörler halktan ve halkoyundan korktuklarında “bilimin” otoritesine sığınırlar; Hitler ve Stalin de halktan korktuklarında bilime sığınmışlardı. Buna jakobenizm diyoruz:

 Türkiye’deki tipik formülasyonu şu : 

“halka rağmen halk için.” 

Gezi Parkı eylemlerinde iki tür jakobenizm söz konusu: Radikal Kemalist jakobenizm ve Marxist jakobenizm. Birinciler “şiddet”e karşı olmadıklarını söylüyorlar; fakat ikinciler şiddet” yanlısı ve dolayısıyla “potansiyel” katiller; her kim ki “şiddeti” onaylıyorsa potansiyel katildir.

Herkes neredeyse kutsayarak gençliğe övgüler yağdırıyor. Benim işim eleştirmek; düşünmek eleştirmektir; düşünmek her durumda farklı düşünmektir. Yığınların peşine takılmak değil.  Eğer taksim eylemlerinin aktörleri eleştiriye açıklarsa, mini çekicimi elime almak isterim. Basit. Fazla basit! Toplum bir organizmadır? Her organizma gibi yer, beslenir, tıkınır ve bir sindirim sürecinden sonra fazlalıkları boşaltarak rahatlar. Demokratik toplumlar Jakobenizm’i bir safra olarak kusar ve dışarı atar; bu açıdan (elbette her tür jakobenizm) demokratik toplumların kusmuğu ya da safrasıdır. Büyük şehirlerin meydanları bu boşaltım işleminin yapıldığı mekanlardır.  Toplumumuz jakoben safralarını Taksim’de boşaltıyor. 

 Yirmibirinci yüzyıl toplumların “jakobenlerinden” 

kurtuluş yüzyılı olabilir. 

Dün Arap Baharı’nın aslında 

“Arap Kışı” 

olduğunu iddia edenler kıyamet borazanları 

gibi 

“Gezi Parkı” 

hadisesinin 

“Türk Baharı” 

olduğunu üflediler; basiretsiz, ferasetsiz, düşünme

 “ebilitesinden”

 yoksun genetik yaratıklar!

 Bir mucize olsaydı ve bu olay 

“Türk Baharı” olsaydı ne kadar sevinirlerdi! Bereket versin, yuttukları lokmayı hemen kustular. Bu olayların aktörü radikal örgüt mensubu gençler de birbirlerine şu mesajı geçtiler: 

“Devrim başladı!” 

Twit mesajıyla devrim yapabileceklerini sanıyorlar! 

Diji-romantikler!

Pozitif yanlarını görmek mümkünse de, ben “Arap Baharı”nın bu “baharın” aktörlerinin amaçları bakımından fiyaskoyla neticelendiğini düşünüyorum. Bu fiyaskonun birçok nedeni bulunabilir;  fakat asıl nedenin (Vattimo ve Levinas’a rağmen) tam da “diji-teknoloji”nin, “twit”in bizzat kendisi olduğunu düşünüyorum. Çok şey söylenebilir; özetin özetini yapalım: kitap kültürü biblio-mani/kitap-mani ve biblio-manyak üretir; diji kültür diji-mani ve diji-manyak üretir; bu iki kavramı twit-mani, twit-manyak” kelimeleriyle de karşılayabiliriz. 

Diji-manyaklar kitap okumazlar; twit-okurlar; kitap okurken okuduğunuz şeyi düşünecek kadar vaktiniz vardır; fakat dijital mesaj size düşünme zamanı vermez; size twit’in içeriğiyle ilgili kuşku duyma zamanı tanımaz; diji-teknolojisi bir “görme” teknolojisi olduğu için “kolayca ikna etmekle ya da olmakla” ve sorgulamaksızın “ikna”yla sonuçlanır. Bu yüzden bu sorgulama fırsatı tanımaksızın ikna dijitokrasinin (demokrasinin değil) silahıdır. Diji-mani bir görüntü rejimidir; görünenin altını, üstünü, gerisini, ötesini gizler; çünkü göz kamaştırıcıdır ve kamaşan göz kördür.  Diji-manyak bu anlamda kurbandır. Twit-mani ya da diji-mani biblio-mani’nin karşıt kutbudur; twit-okuru kitap okuma ve dolayısıyla düşünme yeteneği iğdiş edilmiş “yaratık”tır. Diji-manyağın beyni “estetik ameliyat geçirmiş” ettir/bedendir. Doğru artık bir “dijital yurttaş”tan söz edilebilir; fakat dijital yurttaş memleketsiz ve vatansız ve “halksız/insansızdır; dijital teknolojiyle Gezi parkı hadiselerinde sokaklara dökülenlerin herhangi bir “memleket” endişesinden yoksun olmalarını dijital yurttaşlar olmalarına bağlayabiliriz. Batı solu evrilerek “intiküreseleşmeci” aşamaya geçti; versiyonlarıyla birlikte Türkiye’de sol “küresselleşmeci” aşamada can çekişiyor. Sloganı açık: Küresel değerlere evet, yerel ya da otantik değerlere hayır. Gezi Parkı direnişi baharın “b”si bile değildir; diji-direniş, “sanal-direniş”tir; bu direnişin çoğulculuğunun ve renkliliğinin nedeni ya da kaynağı, Türkiye’nin veya toplumumuzun realitesi değil, diji-teknolojinin mantığıdır. “Gezi Parkı direnişi” bir diji-direniştir ve sonucu (elbette etkili) bir diji-mania, ya da twit-maniadır. Diji-mania uçsuz bucaksız bir çöldür; hayatın yeşerdiği vaha değil. Twit-mania reel dünyanın yanı başında ve dışında bir başka dünyadır; bu direniş (parktaki taktik ve sembolik kitap sahnelerine rağmen) kitap-okuru öğrencilerin ve gençlerin direnişi değil, twit-okurlarının direnişidir ve sanaldır; politik iktidardan taleplerinin hiçbirinin toplumun gerçek sorunlarına tekabül etmemesinin nedeni budur.    

Elitlerin Gezi Parkı

Gazeteciler, akademisyenler, kanaat önderleri, ideologlar ağız birliği etmişçesine “Gezi Parkı” hadisesi konusunda hemfikirler: bu Türkiye’de yeni, yep-yeni, görülmedik bir olay. Ne muhteşem ve kuyruklu bir genelleme: İzninizle ben de biraz genelleme yapayım. Bu tespit aslında, bir entelektüel çaresizliğin itirafı; radikal Marxsist örgütlerin, Aydınlıkçılar’ın ve CHP’li gençlerin dışındaki katılımcılar bile yaptıkları şeyin ne olduğunu bilmiyorlar; andrenalin, macera, eğlence; yaptıkları eylemin düşünülmemiş, tasarlanmamış sonuçlar doğurabileceğini düşünebilme “ebilitesinden” yoksunlar. Kahır çoğunluğu ile hayatın başka alanlarında hiçbir şey olamamış, önemli olamamış, hiçbirşey başaramamış insanlardan oluşan ve “gençlik yalakası” entelektüellere “aaa bunlar da apolitik değilmiş” dedirten  bu yığınlara, aslında  “bir yığın”ın, bir kalabalığın içinde “hiç”e dönüştüklerini hatırlatmaya gerek var mı? Varoluşlarını, hayatlarını tasvir edebilecek yegane kavramın “nihilizm” olduğunu söylemeye gerek var mı? Twit mesajlarıyla sokaklara dökülmenin “hiçliğe koşu” olduğunu söylemeye gerek var mı? Radikal örgüt mensubu “potansiyel katiller” ile yegane derdi “ertesi gün hapına” kolay ulaşamamak olan ve on gündür toplumu “masumiyetlerine”  ikna için feryat edenler kol kola! Bu masumiyet çığlığı ya da çığlıkları neleri gizliyor acaba? Bu ertesi gün hapı yoksulları gündelik hayatın asgari ücretle beş kişilik bir aileyi geçindiren kahramanları konusunda, egemen kapitalizmin “diji-otobanında” (dijitokrasi) sörf yaparak yaşayan ve bu diji-aristokratik piramidin dibinde yaşadıklarının bile farkında olmayan bu “gençlerin” kapitalizm hakkında, her şey bir yana diji-teknoloj ve dünyada giderek yaygınlaşan dijitokrasi hakkında bir fikirleri var mı acaba? Bu doksan kuşağı öğrencileri “best-seller” kitaplar dışında kitap okumuşlar mı; dersleri ve bıranşları için hazır “özetleri” okumak dışında kitap okumuşlar mı acaba? Ben gerçek okurların (politik açıdan şu ya da bu olması önemli değil), yani “biblio-manyak” öğrencilerin bu direnişte yer almadıklarını düşünüyorum. Biblio-manyak düşünür; diji-manyak düşünemez; biblio-manyak düşünmenin “farklı düşünmek” olduğunu bilir; kalabalıkların sesine sağırdır; fakat diji-manyak kaçınılmaz şekilde başkaları gibi düşünür; yalnızdır; kendisini, düşünme yeteneği iğdiş edilmiş insanlardan oluşan diji-cemaatin kollarına atar.

Yaygaraya bakın: Aslında onlar “çoğulmuş,” “çok-renkliliğimizi temsil ediyorlarmış.” Buna ancak gülünebilir. Farklı politik ve kültürel etiketleriyle sahne almış olsalar bile tersi daha doğru: Onlar aynı oldukları için oradalar, farklı oldukları için değil; aynı oldukları için birarada durabiliyorlar. Onları birleştiren  şey aynı ekolojik çevreyi paylaşmak: Diji-eko ya da eko-diji denen topografyada yaşıyor olmak. Hayatın anlamını yalnızca diji-teknolojide, twit-mania’da bulmak. Onlar dijital kontekst dışındaki kontekstleri göremezler; çünkü dijital kontekst diğer bütün konteksleri gizler; diğer bütün kontekstleri; yani asıl kontekstleri; politik konteksti, düşünme kontekstini, etik konteksti, hatta demokrasi kontekstini ve elbette gerçek ekolojik konteksti gizler. Dijital kontekstte önemli olan Taksim’dir; önemli olan sokaklardır; önemli olan “gösteri”dir; görüntüdür, içerik değil.  Ve Taksim kocaman bir hiçtir! İktidar partisi dahil politik elitler ve entelektüel elitler bütün dünyaya “ekolojik kaygıları dolayısıyla masumiyetlerini ilan etmiştir. Fakat sorun tam da buradadır: Sorun bu biz “masumuz”, sorun “onlar masum” feryadındadır. Auswitz’in kurbanları bile masum değildiler; Levinas’ın dediği gibi “hiçbir kurban masum değildir.” Masumiyet “meleklerin imtiyazıdır” insanların değil. 

Özetle; “gezi parkı” hadisesi “twit-mani”dir; gerçek bir politik hadise değil; ben tam da bu nedenle, gençlere yapılan yalakalıkların ve atılan palavraların aksine, Türkiye’nin müstakbel demokrasisine umulandan çok daha az katkıda bulunacağını düşünüyorum. 

 

Gezi-Parkı’ndaki hanım kızımız gazetecinin mikrofonuna var gücüyle haykırıyor:

 “Halkın direnişini”

 sonuna kadar sürdüreceğiz; hangi halkın, hangi halkın, hangi halkın direnişini? 

Siz

 “halk” mısınız; siz nesiniz?

 Helal olsun size; toplumumuza bir iktidar partisinin

 “iktidarda”

 olduğu zaman bile gerçek muhalefeti temsil 

ettiğini öğrettiniz; çok iyi öğrettiniz.

 

 Prof. Dr. Hüsamettin Arslan 

 Uludağ Üniversitesi Öğr. Üyesi

Hodri meydan! 18 Haziran 2013

 18 Haziran 2013 Salı

Yalçın AKDOĞAN

Hodri meydan!

 

Bir eylemin veya hareketin demokratik sayılıp 

sayılmamasının tek bir kriteri yoktur.  

 

Eylemin 

hangi yöntemle gerçekleştiği de önemlidir, 

 

söylem ve taleplerin muhtevası da önemlidir.

  Çekişme veya rekabet halinde olan kitlelerin 

sayısı, seçimdeki karşılıkları da bir kenara konulamayacak bir faktördür.

 

 Gezi parkındaki eylemin bidayetindeki yöntem ve muhteva demokratik bir nüve olarak görülebilir.

 Ancak olayların

 (hangi gerekçeyle olursa olsun) 

ulaştığı boyut, yöntem ve muhteva ‘demokratik 

görünümü’ ciddi şekilde sarsmıştır. Şiddet ve

 vandalizm, yol kesme, Molotof atma 

demokratik bir yöntem değildir. 

 

 ‘Benim istediğim olacak’ 

 

dayatması demokratik bir usül değildir. 

 

Çevre duyarlılığı aşarak siyasi tertibe dönüşen bir provokasyon demokratik bir mücadele değildir.

 

Akil insanların bütün toplantılarını basan, 

kimseyi konuşturmayan ve çözüm sürecine 

karşı olan TGB’lilerin, ADD’lilerin, ulusalcı 

marjinal grupların ve örgütlerin ortaya 

koydukları söylem demokrasiyi besleyen, hak ve 

özgürlüklerin gelişimine katkıda bulunan bir 

zihniyeti yansıtmamaktadır. 

 

Statüko partisi CHP’nin statükocu bir 

milletvekili, AK Parti’nin Kazlıçeşme 

mitinginin ardından 

 

Bu milli iradeye saygı değildir

 

Bu milli iradenin Adalet ve Kalkınma Partisi 

 

tarafından gaspıdır” 

 

 gibi oradaki milyonların iradesini küçümseyen saygısızca laflar etmiş. 

 

Haftalardır milleti kışkırtan, 

mesajlarla sokağa dökmeye çalışan, olayı bir 

Alevi kalkışmasına çevirmeye yeltenen bu 

partinin vekilleri şimdi utanmadan AK Parti’yi

 kışkırtma yapmakla, toplumu kutuplaştırmakla

 suçluyor. 

 

Doğrusu bunlar insanın ar damarını 

bile çatlatır...

“Referandum yapalım, millete gidelim” diyorsunuz,

 

 ‘diktatörler de referandum yapıyordu, onlar da seçimle geldi” 

 diyorlar. 

 

Milyonlarca insanla demokratik 

gösteri yapıyorsunuz, 

“bindirilmiş kıtalar, milli irade gasp edildi”

 diyorlar.

 “Gelin konuşalım” 

diyorsunuz, hem reddediyorlar hem de 

“dışlanıyoruz” 

diye yaygara yapıyorlar...

Allah sabır versin.

 Bu kadar iflah olmaz, laftan anlamaz, duvar gibi bir yapı...

***

Kazlıçeşme mitingi, Cumhuriyet tarihinin belki 

de en büyük, en coşkulu mitingidir. 

 

Polis raporuna göre 1 milyon 250 bin kişinin 

katıldığı, yüzbinlerce insanın alana giremediği 

bu büyük mitingin mesajını alamayan 

insanlara sadece üzülürüz.  

 

‘Bunların hepsi AK 

Partili’ 

 

gibi zavallı bir cümle kurmak, oradaki 

milyonları halktan saymamak nasıl 

demokratik 

bir zihniyet olabilir?  

 

Bu insanların haykırışını 

duymamak, onların hissiyatını anlamaya 

çalışmamak nasıl bir sağırlıktır?

 

Yoksa anlamak, empati yapmak, kucaklamak 

sadece o büyük kitlenin vazifesi mi? 

Şımarmak, 

taşkınlık yapmak, dayatmak, küçümsemek, hor 

görmek, dikte etmek birilerinin temel hakkı, 

ama onları idare etmek bu milletin vazgeçilmez 

görevi! Bu mudur sizin demokrasi anlayışınız? 

 

Tayyip Erdoğan gücünü halktan almaktadır ve 

zor zamanda yine halka ve halkın duasına sığınmaktadır. 

 

Sürekli demokrasi nutku atanların bunu 

demokratik bir tavır olarak görememeleri, bu 

halk kesimine saygısız olmalarından başka bir 

şey değildir. 

 

Demokrat 

geçinenlerin Başbakan Erdoğan’a yönelik 

kampanyaya alet olmaları,

 ‘aday olma’ 

veya 

‘Başbakan’ın sağlığı elvermiyor’

 demeleri, 

milyonlarca insanın iradesini küçümsemeye 

çalışmaları çok hazindir.

AK Parti’nin ortaya koyduğu eylemlerin hem 

yöntemi demokratiktir, hem muhtevası 

demokratiktir, hem de dayandığı millet iradesi 

açısından pozisyonu demokratiktir. 

 

Avrupa canibinden sesini yükseltenler bu 

ulusalcı/statükocu cepheyle acaba hangi 

konuda anlaşabilir; AB üyeliğinde mi, çözüm 

sürecinde mi, yeni anayasada mı, şiddete 

varmayan gösteri biçimlerinde mi? 

 

Kazlıçeşme’yi küçümseyen CHP yönetimi göze 

 

alabiliyorsa çıksın bu büyüklükte bir miting de 

 

kendisi yapsın. 

 

Hodri meydan... 

 

Bugüne kadar 

cesaret edemediler, bugün bütün marjinal 

 

örgütlerini alsınlar, bindirilmiş kıtaları da

 

 taşısınlar, görelim bakalım meydanı 

 

doldurabilecekler mi?

Taş atan, yakan yıkan marjinal örgütlerin 

 

arkasına saklanarak; sandıktan korkarak, 

 

meydanı küçümseyerek siyaset yapılmaz.


alın size duran adam The Giant Mechanical Man 2012 Dev Mekanik Adam

alın size duran adam

 

  The Giant Mechanical Man 2012 

  Dev Mekanik Adam



Suriye'deki iç savaşta 72 kişi öldü 18 Haziran 2013 00:55 ŞAM Suriye'de rejime bağlı ordu birliklerinin ülke genelinde düzenlediği operasyonlarda 16'sı çocuk 72 kişinin öldüğü bildirildi

Suriye'deki iç savaşta 72 kişi öldü


18 Haziran 2013 00:55 ŞAM 
 

Suriye'de rejime bağlı ordu birliklerinin ülke genelinde düzenlediği operasyonlarda 16'sı çocuk 72 kişinin öldüğü bildirildi.



Suriye İnsan Hakları Örgütü (SNHR), rejime bağlı güçlerin yönetim karşıtlarına yönelik hava ve karadan gerçekleştirdiği saldırılarda Halep'te 23, Şam'ın banliyölerinde 22, Dera'da 9, Humus'ta 5, İdlib ve Hama'da 4'er, Deyru'z Zor'da 3, Lazkiye ve Haseke'de 1'er olmak üzere 72 kişinin yaşamını yitirdiğini kaydetti.

Bu arada, Suriye Genel Devrim Konseyi (SRGC),  Özgür Suriye Ordusu ve düzenli ordu arasında Şam'ın içlerinde ve Halep'te şiddetli çatışmalar yaşandığını aktardı. 

SRGC, düzenli ordunun  Halep'teki Miniğ Askeri Havaalanı çevresindeki yerleşim yerlerini bombaladığını da kaydetti.

Öte yandan, Suriye resmi haber ajansı SANA, güvenlik güçlerinin çeşitli kentlerde düzenlediği operasyonlarda çok sayıda silahlı grubu etkisiz hale getirdiğini açıkladı.


17 Haziran 2013 16:55 ANKARA Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Balyoz Planı davasında eski orgeraller İbrahim Fırtına, Özden Örnek ve Çetin Doğan'a verilen 20'şer yıl hapis cezasının onanmasını istedi

Balyoz davasında cezalara onama istemi

17 Haziran 2013 16:55 ANKARA 
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Balyoz Planı davasında eski orgeraller İbrahim Fırtına, Özden Örnek ve Çetin Doğan'a verilen 20'şer yıl hapis cezasının onanmasını istedi.
 

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Balyoz Planı davasında eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, Orgeneral Bilgin Balanlı, MHP Milletvekili emekli Korgeneral Engin Alan, emekli Orgeneral Ergin Saygun ve eski MGK Genel Sekreteri emekli Orgeneral Şükrü Sarıışık'ın da aralarında olduğu 256 sanık hakkındaki mahkumiyet kararlarının onanmasını istedi. 
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nce karara bağlanan Balyoz Planı davasıyla ilgili tebliğnamesini hazırlayarak dava ile ilgili kararı verecek Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderdi. 361 sanık hakkında duruşmalı temyiz istenmesi nedeniyle Yargıtay 9. Ceza Dairesi sanıklar hakkındaki kararını duruşma yaparak verecek. 
Tebliğnamede,  sanıklar eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek ve eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan'a verilen 20'şer yıl hapis cezası ile Orgeneral Bilgin Balanlı, MHP Milletvekili emekli Korgeneral Engin Alan, emekli Orgeneral Ergin Saygun ve eski MGK Genel Sekreteri emekli Orgeneral Şükrü Sarıışık'a verilen 18'er yıl hapis cezalarının onanması istendi. 
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesinde 67 sanık hakkındaki mahkumiyet kararlarının ise bozulması talep edildi. 
Tebliğnamede, ilk olarak atılı suçun askeri suç olduğu ve yargılamanın genel adliye mahkemelerinde yapılamayacağına ilişkin iddialar incelendi. Askeri mahkemelerin görev alanlarıyla ilgili yapılan değişikliğin hatırlatıldığı tebliğnamede, devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı işlenen suçlara ait davaların her halükarda adliye mahkemelerinde görüleceği nazara alındığında, yapılan itirazın yerinde görülmediği belirtildi.
Dijital delillerin elde edilişinde hukuka aykırı bir durumun bulunup bulunmadığı tartışmalarına da değinilen tebliğnamede, "bir gazeteci tarafından 19 adet CD, 10 ses kaseti ve 2 bin 229 sayfa yazılı belgenin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bir tutanak ile teslim edildiği anımsatıldı. 19 CD'nin Ceza Muhakemesi Kanununun (CMK) 134. maddesi kapsamına alındığı, usulüne uygun alınan arama, el koyma ve inceleme işlemlerine ilişkin hakim kararına istinaden Gölcük Donanma Komutanlığında yapılan arama işleminin askeri makamların katılımıyla gerçekleştirildiği kaydedildi. Ele geçirilen yazılı ve dijital delillerin tek tek tutanağa yazıldığı, CMK gereğince ele geçen ve el konulan dijital verilerin imajlarının alındığı kaydedildi. 
Tebliğnamede, Cumhuriyet Savcısının gözetimi altında, askeri makamlar tarafından yapılan tüm arama ve el koyma işlemlerinin başından sonuna kadar görüntü olarak kaydedildiği ifade edilen tebliğnamede, "Dijital delilerin elde edilmesi ve incelenmesinde, başta Hizbullah terör örgütü olmak üzere, PKK-KCK ve diğer terör örgütlerine ilişkin davalardaki Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinin istikrarlı içtihatlarına uygun olarak herhangi bir hukuka aykırılık görülmemiştir" denildi.
Adil yargılanma haklarının ihlali iddiası
Başsavcılığın tebliğnamesinde, sanıklar ve müdafilerine, iddianamaler ve eklerinin tamamının verildiği, delillerin tek tek okunduğu, sanıklar ve müdafilerinin hiç bir yasal ve fiili kısıtlamaya maruz kalmadan planladıkları süre kadar ve diledikleri şekilde savunma yaptıkları belirtildi. 
Bazı tanıkların duruşmada dinlenilmemesinin, mevcut deliller ve bu delillerin niteliği karşısında, yargılamaya yeni bir yenilik getirmeyeceği ve suçun sübutu açısından maddi gerçeğin ortaya çıkmasına hizmet etmeyeceği gerekçesiyle mahkemece reddedilmesinin, eksik soruşturma olarak değerlendirilemeyeceği ifade edildi. 
Tebliğnamede, "Sanıkların savunma haklarının güvence altına alınması amacıyla ihdas edilen CMK'nın ilgili maddelerindeki hakların, öngörülen amaçlar dışında kullanılması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki itirazların yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır" denildi. 
Dijital delillerin hukuka uygunluğu
Tebliğnamede, dijital delillerin hukuka uygun delil sayılıp sayılmayacağına ilişkin yapılan değerlendirmede de sanıklar tarafından da doğruluğu kabul edilen 1. Ordu Planı Seminerinde kaydedilen ses kayıtları ve Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo isimli belgedeki hususlar ile sanıklar ve müdafilerince sahteliği ileri sürülen CD'lerde bulunan Balyoz Güvenlik Harekat Planı, Oraj Hava Haraket Planı,  Suga Harekat Planı, Çarşaf ve Sakal Eylem Planı isimli dijital belgeler arasındaki benzerlikler ve birbirini teyit edici özelliklerin, belgelerin gerçekliği konusunda ulaşılan sonucu doğruladığı belirtildi.
Sanıklar Cem Aziz Çakmak ve Çetin Doğan'ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yaptığı başvrularla ilgili verilen kararlarda, "Mahkeme, somut olayda başvuranın tutuklanmasının yasaya aykırı nitelendirilmesi konusunda ulusal otoritelerce ileri sürülen yasal hükümlerin davada uygulanması ve yorumlanmasının keyfi ve mahtıksız olduğu sonucunun ortaya çıkmadığı kanaatindedir" şeklinde tespitler yapıldığı kaydedildi. Tebliğnamade, bu tespitlerin de dosyadaki delilerin, suçun subutuna ve yazılı şekilde nitelendirilmesine esas alınabileceğini teyit eder nitelikte olduğu kaydedildi.
Plan, seminer çalışmasında, darbe çalışmaları gizli şekilde ele alınmış
Tebliğnamede, bir gazeteci tarafından teslim edilen yazılı belgeler arasında, 12 Eylül 1980 askeri darbesine ilişkin belgelerin bulunması ve bu belgelerin konu başlıkları ve içeriklerinin dava konusu planla paralel olduğu ifade edilerek, şu tespitler yapıldı: 
 "12 Eylül 1980 askeri darbesinin dayanağını oluşturan Bayrak Harekat Direktifi ve bu direktif doğrultusunda hazırlanan belgeler, Balyoz Harekat Planı ve eklerinin hazırlanmasında sanıklarca örnek alınmıştır. Plan seminerlerinde  somut olarak gerçek kişiler ve kurum isimleri verilerek, siyasi görüş ve açıklamaları da vurgulanmak suretiyle sunum yapılması ve bir tehdit algılamasından bahsedilmesi yerleşik uygulamalara aykırıdır. 
Balyoz Harekat planında öngörülen askeri darbenin gerçekleşmesi sonrasında bir milli mutabakat hükümetinin kurulması  planının, plana paralel hazırlanan Suga Harekat Planının eklerinden olan 'Yeniden Yapılandırma Faaliyetleri' isimli belgede,  seminer ses kayıtlarında ve seminere ilişkin Genelkurmay Başkanlığı gözlemcileri tarafından hazırlanan sonuç raporunda mevcut olduğu,  tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, 'özel seçilmiş sınırlı sayıda personelden' olan bir kısım sanıklarca gerçekleştirilen plan seminer çalışmasında, amaç suçun icrası kapsamında çalışmaların ve darbe provasının yapıldığı sonucuna varılmaktadır.
Plan seminer çalışmasında bir kısım sanıkların yaptıkları sunumun içeriği, Balyoz Harekat Planının hayata geçirilmesi adına hazırlanan planlar, kuvvetlerce oluşturulan listeler, Milli Mutabakat Hükümeti ismiyle harekat sonrasında iş başına getirilmesi planlanan hükümette kimlerin yer alacağının dahi belirlenmis olması, hukuk devletinde ve demokratik sistemlerde kabul edilemez eylemlerdir."

17 Haziran 2013 22:37 ANKARA Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın kızının nikah töreninde devletin zirvesi bir araya geldi

Devletin zirvesi nikahta buluştu

17 Haziran 2013 22:37 ANKARA 

Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın kızının nikah töreninde devletin zirvesi bir araya geldi.


Congressium'da düzenlenen törende Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın kızı Cemile Akdağ ile Sami Çebi'nin nikah şahitliğini, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç üstlendi. 

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in kıydığı nikaha, yaklaşık 2 bin kişi katıldı. 

Basına kapalı gerçekleşen törenin çıkışında, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, AA muhabirine, Başbakan Erdoğan'ın çifte üç değil, dört çocuk mesajı verdiğini söyledi.

Törende Erdoğan'ın yeni çifte, "Bir çocuk garip, iki çocuk rakip, üç çocuk denge, dördüncüsü ise Allah Kerim" dediğini aktaran Müezzinoğlu, törenin çok güzel geçtiğini belirterek, çifte hayırlı, bereketli ve sağlıklı bir ömür diledi.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ise kızını evlendiren Recep Akdağ ile ilgili "Şimdi henüz anlamadı belki ama kızını yolcu ettikten, bu telaştan sonra biraz üzülecektir" dedi. 

Kurtulmuş, babasının ablasını evlendirdikten sonra gözlerinden sicim gibi yaşlar aktığını anlatarak, "Recep Bey de bundan sonra ağlar herhalde, Allah hayırlı, mübarek etsin. Damat da iyi bir kardeşimiz, mesut bahtiyar olsunlar" diye konuştu.

Törende Cumhurbaşkanı Gül, TBMM Başkanı Çiçek, Başbakan Erdoğan, Başbakan Yardımcıları Arınç, Bekir Bozdağ ve Ali Babacan, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, Yargıtay Başkanı Ali Alkan, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Kemal Öztürk, milletvekilleriyle bazı bürokratlar da yer aldı.

17 Haziran 2013 23:55 ANKARA Türkiye Barolar Birliği, Gezi Parkı olaylarıyla ilgili Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine başvurdu. Türkiye Barolar Birliği (TBB), Gezi Parkı olaylarıyla ilgili Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine başvurdu. TBB'den yapılan açıklamada, başvuruda olaylara ilişkin bilgi verildiği belirtildi

Türkiye Barolar Birliği, Avrupa Konseyi'ne başvurdu

17 Haziran 2013 23:55 ANKARA 
 
Türkiye Barolar Birliği, Gezi Parkı olaylarıyla ilgili Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine başvurdu.
 

Türkiye Barolar Birliği (TBB), Gezi Parkı olaylarıyla ilgili Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine başvurdu.

TBB'den yapılan açıklamada, başvuruda olaylara ilişkin bilgi verildiği belirtildi.

Gezi Parkı olaylarında

 "polisin orantısız güç kullandığı"

 ifadelerine yer verilen başvuruda, yaşanan olayları körükleyen en önemli etkenin, 

 "ifade ve toplanma özgürlüğünü kullanan halka karşı kolluk kuvvetleri tarafından sorumsuzca gaz bombası kullanılması" 

olduğu savunuldu.

Olaylarda çok sayıda vatandaşın yaralandığı, bu yaralılara gönüllülük esasıyla sağlık hizmeti veren doktorlar hakkında soruşturma başlatıldığı ifade edilen başvuruda, avukatların da kolluk kuvvetleri tarafından şiddete uğradığı ileri sürüldü.

Olaylarda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, işkence yasağını düzenleyen 3, özgürlük ve güvenlik hakkını düzenleyen 5, ifade özgürlüğünü düzenleyen 10, toplantı özgürlüğünü düzenleyen 11. maddelerinin ihlal edildiği iddia edilen başvuruda, şunlar kaydedildi:

"Avukatlık Kanunu'nun 110. maddesine göre, 'hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak' 
Türkiye Barolar Birliği'nin başlıca görevlerindendir. Buna göre, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 52. maddesi uyarınca, 'Her Yüksek Sözleşmeci Taraf, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'nin istemesi üzerine, bu Sözleşme'nin bütün hükümlerinin fiilen uygulanmasının kendi iç hukukunca nasıl sağlandığı konusunda açıklamalarda bulunur.' 
Taksim Gezi Parkı protestoları kapsamında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3, 5, 10 ve 11. maddelerinin fiilen nasıl uygulandığı konusunda, Yüksek Sözleşmeci Taraf Türkiye Cumhuriyeti'nden açıklama talep etmenizi ve buna göre gereğinin yapılmasını saygılarımızla dileriz."

17 Haziran 2013 23:10 WASHINGTON ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Psaki, "ABD'deki gruplar ya da bireylerin, Türkiye'deki protestolardan sorumlu olduğu ya da bunları tırmandırdığı şeklindeki suçlamaları kesinlikle reddediyoruz"

ABD: Suçlamaları reddediyoruz

17 Haziran 2013 23:10 WASHINGTON
 
 
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Psaki, 
 
"ABD'deki gruplar ya da bireylerin, Türkiye'deki protestolardan sorumlu olduğu ya da bunları tırmandırdığı 
 
şeklindeki suçlamaları kesinlikle reddediyoruz"
 
 dedi.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki, günlük basın toplantısında bir soru üzerine,ABD Dışişleri Bakanı 


John Kerry'nin geçen cumartesi Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile telefonda görüştüğünü, daha önce de 

bir iki kez görüşmelerinin olduğunu belirterek, "Bildiğiniz gibi kendileri düzenli olarak konuşuyorlar. 

Görüşmelerinin sıklıkla ana odağı Suriye ve bu konudaki yakın işbirlikleri. 

Bu durum, bu son konuşmalarda da aynı şekilde gerçekleşti" dedi. İki ülkenin yakın müttefik olduğunu ifade eden Psaki, iki bakanın da yakın dost haline geldiğini bildirdi. Psaki, "O konuda (Suriye) bizimle çalışmaya devam edecekleri hususunda güvenimiz tam ve kendileri de bu yöndeki arzularını belirttiler" diye konuştu.

"Çözülebileceğinden umutluyuz"

Gezi Parkı odaklı gelişmelerle ilgili olarak da Psaki, tansiyonun azaltılması ve durumu siyasi yelpazenin tüm taraflarının görüşlerinin değerlendirildiği bir diyalog yoluyla çözülmesi konusunda tüm taraflara çağrıda bulunmaya devam ettiklerini bildirdi. Psaki, ayrıca tüm taraflara, şiddetten kaçınma ve itidal gösterme çağrısı da yapmayı sürdürdüklerini dile getirdi. 

Bu konudaki kaygıları ve nasıl yol alınabileceği noktasında, sahada da ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone ve üst düzey büyükelçilik yetkililelerin Türk mesleştaşlarıyla düzenli temas halinde olduğunu belirten Psaki, "Şiddet, polisin zulmü gibi eylemlere yönelik haberlerden kaygı duymayı sürdürüyoruz. Hafta sonu, yaralılara müdahale eden tıbbi görevlilerin göz altına alınmasına yönelik bazı haberler geldi. Geçen hafta da medya mensuplarının göz altına alınmasından bahsetmiştim. Tüm bu haberler çok kaygı verici, konuyu yakından izlemeye odaklandık ve bu konularda güç kullanımını teessüfle karşılıyoruz " dedi. 
Psbaki, Türkiye'nin NATO müttefiki olduğunu ve yakın müttefikleri kalmayı sürdürdüğünü ifade ederek, "Birçok konuda onlarla çalışıyoruz. Yüksek düzeyde yakın temasımız var. Bu durumun (Gezi Parkı olayları), itidale yönelik teşvikler ve sukünet ile çözülebileceğinden umutluyuz" diye konuştu.  

Psaki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve diğer yetkililerin protestocularla görüşmesine işaret ederek, bu konunun diyalog yoluyla çözülmesinden umutlu olduklarını ancak sahadan gelen haberlerden kaygı duyduklarını kaydetti.


"Suçlamaları kesinlikle reddediyoruz"

Psaki, başka bir soru üzerine, gazetecilere ya da medya kuruluşlarına yönelik her türlü baskıdan "çok rahatsız" olduklarını belirtti.
"Basın özgürlüğünü eleştiren açıklamaların yanı sıra gazetecilerin gözaltına alınması, Türkiye'de bu yönde haberleri de gördük" diyen Psaki, "Daha ilk günde de söylediğimiz gibi, insanların büyük çoğunluğunun barışçıl biçimde protesto düzenlediğine, ifade özgürlüğü haklarını kullandıklarına inanıyoruz. Biliyorsunuz sahada değiliz. Sahada neler olduğuna dair soruşturmalar olacak, dolayısıyla konuya ilişkin tüm oluşumları bilmiyorum. Ancak o şekilde (barışçıl) başladı, hala da insanların büyük çoğunluğunun bunu (barışçıl protesto) yaptığını düşünüyoruz" diye konuştu.

"Türk yetkililerin, kapsamlı ve eksiksiz bir soruşturma yürütmek için siyasi iradeye sahip olduğuna güveniyor musunuz?" şeklindeki bir soruya "Evet" yanıtını veren Psaki, bir gazetede yer alan "Kod Adı İstanbul" başlıklı habere dair bir soru üzerine de, "Haberi gördüm. ABD'deki gruplar ya da bireylerin, Türkiye'deki protestolardan sorumlu olduğu ya da bunları tırmandırdığı şeklindeki suçlamaları kesinlikle reddediyoruz" dedi.

"İç işlerine karışmıyoruz"

"Türkiye'nin iç işlerine karıştıkları" şeklindeki eleştirileri de reddeden Psaki, "İster Türkiye ister başka ülke olsun, nerede olursa olsun, ifade özgürlüğü çağrılarını yapmada, aynı zamanda aşırı güç kullanıldığına dair haberler olduğunda kaygımızı ortaya koymada, bunların soruşturulması ihtiyacını dile getirmede ve itidal çağrısı yapmada tutarlı davranırız" dedi.

Psaki, çeşitli düzeylerde Türkiye ile yakın teması sürdürdüklerini belirterek, "Suriye de dahil çeşitli konularda onlarla birlikte çalışma üzerine odaklanmaya devam ediyoruz. Ancak tekrar etmek gerekirse, tansiyonun yatıştığını ve yaşananların bir çözüme kavuştuğunu görmeyi arzuluyoruz" diye konuştu.  

Psaki,

 "İki tarafa da sükunet çağrısı yapmaya devam ediyorsunuz. Bu sizin resmi pozisyonunuz mu? İki tarafın da eşit miktarda şiddete başvurduğunu mu düşünüyorsunuz?"

 sorusu üzerine,

 "(Tüm taraflar) demedim. Gazetecilerin gözaltına alındığı ya da doktorların gözaltına alındığı, şiddet 

haberlerinin geldiği çok net vakalar var ve bunlar barışçıl protesto yapan insanların tarafından gelmiyor.

Tüm taraflardan şiddet ya da tırmanmaya dair bazı haberleri ya da olayları gördük. 

Dolayısıyla elbette tüm tarafları bundan (şiddetten) kaçınmaları yönünde teşvik ediyoruz ama onları (şiddetin düzeyi noktasında) eşit tutmuyorum"

 dedi.

17 Haziran 2013 23:14 ATİNA Yunanistan İptal Mahkemesi, Yunan Devlet Radyo ve Televizyon Kurumu ERT’nin faaliyetlerinin durdurularak kapatılması kararını iptal etti

ERT'nin kapatılması kararı iptal edildi

17 Haziran 2013 23:14 ATİNA 
Yunanistan İptal Mahkemesi, Yunan Devlet Radyo ve Televizyon Kurumu ERT’nin faaliyetlerinin durdurularak kapatılması kararını iptal etti.

Yunanistan İptal Mahkemesi, Yunan Devlet Radyo ve Televizyon Kurumu ERT’nin faaliyetlerinin durdurularak kapatılması kararını iptal etti.
Yunanistan Televizyon Çalışanları Federasyonu POSPERT’in, ERT’nin kapatılmasıyla ilgili kanun hükmündeki kararnameminin iptaliyle ilgili ihtiyati tedbir başvurusunu değerlendiren mahkeme, Yunanistan Anayasası’nın 15. maddesi gereğince ERT çalışanlarının talebini haklı bularak, kurumun yeniden yapılandırılması çalışmaları tamamlanıncaya kadar faaliyetlerini sürdürmesi kararını aldı. 
Mahkeme, kararında ayrıca ERT’nin yeniden faaliyetlerine başlamasına yönelik gerekli önlemlerin Maliye Bakanlığı tarafından alınmasına hükmetti.
ERT çalışanları, kanalın kapatılma kararının açıklanmasının ardından başta başkent Atina’daki merkez binası olmak üzere, ülkedeki tüm devlet radyo televizyon binalarında işgal eylemi başlatmıştı. 

15 Haziran 2013 11:18 GYODER Başkan Yardımcısı Gökçe, konut kredilerinde en çok 5-10 yıllık vadelerin tercih edildiğini, diğer şehirlere göre İstanbul'daki başvurularda kredi vadelerinin daha uzun olduğunu belirtti

En uzun vadeli konut kredisini İstanbullular kullanıyor

15 Haziran 2013 11:18 
GYODER Başkan Yardımcısı Gökçe, konut kredilerinde en çok 5-10 yıllık vadelerin tercih edildiğini, diğer şehirlere göre İstanbul'daki başvurularda kredi vadelerinin daha uzun olduğunu belirtti.
Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneği (GYODER) Başkan Yardımcısı Özlem Gökçe, AA muhabirine, konut kredilerinin aylık ortalama faiz oranının, geçen yılın üçüncü çeyreğinden itibaren yüzde 1'in altına düştüğünü söyledi. 
Konut kredilerinde en çok 5-10 yıllık vadelerin tercih edildiğine dikkati çeken Gökçe, ödeme gücüne göre aylık taksitlerin çok yüksek olması nedeniyle 5 yılın altındaki kredilere rağbet olmadığını belirtti.
Gökçe, konut satın alma gücü değerlendirildiğinde, diğer şehirlere oranla İstanbul'daki başvurularda kredi vadelerinin daha uzun olduğunu söyledi.
Toplam talebin dörtte üçünün 150 bin liradan düşük fiyatlı konutlara olduğuna işaret eden Gökçe, "Kredi talebinin yüzde 75'ten fazlasını ise 100 bin liranın altındaki krediler oluşturuyor" dedi.

14 Haziran 2013 11:30 İSTANBUL FİBA Holding Yönetim Kurulu Başkanı Özyeğin sermaye piyasalarında ve faizde yaşanan olumsuz gelişmelerin kalıcı olmadığını kaydetti

10 yıllık kazanım 2-3 haftada erimez

14 Haziran 2013 11:30 İSTANBUL
FİBA Holding Yönetim Kurulu Başkanı Özyeğin sermaye piyasalarında ve faizde yaşanan olumsuz gelişmelerin kalıcı olmadığını kaydetti.
 

FİBA Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hüsnü Özyeğin, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın, "Bankacılara tavsiyemiz; günlük siyasi, ideolojik tartışmaların dışında durmaları ve kendi işlerine odaklanmaları" sözlerine ilişkin, "Sayın Babacan’a katılıyorum, bankacıların veya büyük şirket yöneticilerinin günlük siyasi tartışmalara kurumsal kimlikleri ile katılmaları doğru olmadığı gibi gerekli de değildir. Ülkemizde siyaset yapmak için gerekli kurumlar ve mekanizmalar mevcuttur ve işlemektedir.  Aynı zamanda isteyen bankacılarımızın veya işadamlarımızın da siyasete girmelerinde bir engel yoktur" diye konuştu.
Bankacıların siyasi tutum takınmasının birçok açıdan tehlikeli olduğuna işaret eden Özyeğin, "Bankalar her kesimden ve her tür siyasi görüşten müşteriye sahip olabilirler bu nedenle bankacıların kurumsal kimlikleri çerçevesinde siyasi konularda tarafsız olmaları öncelikle kendi paydaşları ve müşterileri bakımından gereklidir" dedi.
Gezi Parkı gerginliğiyle başlayan gergin sürecin not artışlarını ve yakalanan istikrar ortamını gölgede bırakamayacağını vurgulayan Özyeğin, şunları kaydetti:
"Türkiye bugünkü ekonomik göstergelere 2 - 3 ayda ulaşmadı. 10 yıllık istikrarlı bir süreç ve bir çok yapısal reform sayesinde ekonomimiz bugünkü konumuna kavuştu. Bu nedenle 2 - 3 haftalık bir zaman dilimi içinde bu kazanımlar kaybedilmez.
"Rus borsası RTS endeksi de son 1 ayda yüzde 14 düştü"
Gerginlik sonrası faiz ve Borsa cephesinde tarihi dip seviyeler görülmediğini, bu konuda abartılı yaklaşımlardan kaçınılması gerektiğini dile getiren Özyeğin, şöyle devam etti:
"İki yıllık gösterge faizi addedilen hazine tahvili yüzde 6,80’e geldi. Bu tahvilin faizi 3 hafta önce yüzde 5.00 civarındaydı. 1 yıl önce gösterge faizi yüzde 9 civarında, 2005’de yani 8 yıl önce ise yüzde 18 civarındaydı. Bugünkü faizlerdeki artışı rekor olarak değerlendirmek bu veriler ışığında doğru değildir. 
Borsa İstanbul’daki düşüşleri de tarihi olarak değerlendiremeyiz. Zira Borsa İstanbul’un bugünlerde düştüğü seviye 12 ay öncesine göre yüzde 30 yukarıda. Diğer gelişmekte olan ülkelerin borsalarına göz atarsak, Rus borsası RTS endeksi de son 1 ayda yüzde 14 düşmüştür."

Sosyal güvenlikteki "kara delik" küçülecek 17 Haziran 2013 11:48 ANKARA Onuncu Kalkınma Planı'na göre, merkezi yönetim bütçesinden sosyal güvenlik sistemine yapılacak bütçe transferinin GSYH’ye oranının yüzde 4’e düşürülmesi hedefleniyor

Sosyal güvenlikteki

 

 "kara delik"

 

 küçülecek

 

17 Haziran 2013 11:48 ANKARA 

 

Onuncu Kalkınma Planı'na göre, merkezi 

yönetim bütçesinden sosyal güvenlik sistemine 

yapılacak bütçe 

 

transferinin GSYH’ye oranının yüzde 4’e 

düşürülmesi hedefleniyor.

 

2014-2018 yıllarını kapsayan Onuncu 

Kalkınma Planı'na göre,  sosyal güvenlik 

finansmanı açısında,sosyal 

 

güvenlik reformunun kararlılıkla uygulanması 

ve sistemin aktüeryal dengesini bozucu 

uygulamalardan 

 

kaçınılması suretiyle sosyal güvenlik sisteminin 

uzun dönemli mali sürdürülebilirliğinin 

iyileştirilmesi 

 

amaçlanıyor. 

 

 

Bu kapsamda, Sosyal Güvenlik Kurumunun 

2012 yılında GSYH'ye oranı yüzde 9,4 olan 

gelirleri, 2018'de 

 

yüzde 9,8'e çıkacak. Kurumun geçen yıl 

GSYH'ye oranı yüzde 11 olan giderleri ise 

yüzde 10,8'e çekilecek.

 

 

Bu gelişmelerle kuruma yapılan ve 2012'de 

GSYH'ye oranı yüzde 4,5 olan bütçe transferi 

yüzde 4'e düşecek.    

 

 

Plan dönemi sonunda merkezi yönetim 

bütçesinden sosyal güvenlik sistemine yapılacak 

bütçe transferinin 

 

GSYH’ye oranının yüzde 4’e düşürülmesi 

hedefleniyor.

 







 


Terör ve şiddet geri gelmemeli 17 Haziran 2013 22:59 ANKARA TÜSİAD Başkanı Yılmaz, "Biz bu olaylara toplumun demokratik katılım kanallarından ülkesinin, şehrinin, semtinin meselelerine sahip çıkmanın ötesinde bir yere gitmesine sıcak bakmıyoruz. Terör ve şiddet geri gelmemeli"

Terör ve şiddet geri gelmemeli

17 Haziran 2013 22:59 ANKARA

 

TÜSİAD Başkanı Yılmaz,

 

 "Biz bu olaylara toplumun demokratik katılım kanallarından ülkesinin, şehrinin, 

 

semtinin meselelerine sahip çıkmanın ötesinde bir yere gitmesine sıcak bakmıyoruz. 

 

Terör ve şiddet geri gelmemeli" dedi.

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlık Merkez Bina'da kabul ettiği TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz, kabulün ardından basın mensuplarına açıklama yaptı.

Yönetim kuruluyla daha önce yaptıkları ziyarette diyalog içerisinde olma konusunda bir anlayış birliği tesis ettiklerini belirten Yılmaz,  bu çerçevede bugün Başbakan Erdoğan'ı ziyaret ederek bu diyalog anlayışının gereğini yerine getirdiklerini bildirdi.

Yararlı bir toplantı olduğunu dile getiren Yılmaz, şöyle konuştu:

"Hem güncel konularla ilgili gelişmeleri değerlendirme fırsatı bulduk hem de ekonomimizin, ulaştığı seviyede kurumlarıyla kurallarıyla piyasasının derinliğiyle hiçbirimizin korkmasına gerek olmayacak bir güçte olduğunu birlikte tespit ettik. Türk ekonomisinin bugünü de geleceği de hepimizin güven duyacağı bir seviyededir. Bu bakımdan ekonomiyle ilgili kaygılarımız olmadığına göre ekonomide sağladığımız bu itibarın aynı şekilde ülkemizin toplumsal yaşamında demokrasisinde de sağlanması için eksiklerimiz varsa bu konuda da gereken adımların atılmasıyla ilgili görüşlerimizi ifade ettik. Sayın Başbakan hukukun üstünlüğü ve katılımcı demokrasi konusundaki çözümüyle güncel yaşadığımız olayları bu yöndeki çözüm açılımıyla bu konudaki inancını ifade etmişlerdi. Zannediyorum bunun çerçevesinde Türkiye'nin demokrasi alanındaki eksiklerinin giderilmesiyle yeni bir anayasa sürecini yaşadığımız bu günlerde hem çözüm sürecini rahatlatacak, kolaylaştıracak, sonuca ulaştıracak hem Türkiye'nin 21. yüzyıla uygun bir demokratik standartlar seviyesine ulaşmasını sağlayacak bir anayasaya kavuşmasını beklediğimizi, umut ettiğimizi aktardım. Bu konuda onun da katılımcı demokrasi anlayışıyla ve hukukun üstünlüğü anlayışıyla memleketin meselelerine çözüm getirmeye çalıştığını görmekten duyduğum memnuniyeti ifade ettim."

Gezi olaylarıyla ilgili Başbakan Erdoğan'ın faiz lobisine yönelik eleştirilerinin gündeme gelip gelmediği yönündeki soru üzerine Yılmaz, "Faiz lobisiyle ilgili kavramda Sayın Başbakanın ekonomide ulaştığımız istikrarı tehlikeye düşürecek, piyasa ekonomisinin kural ve düzeninin bozulmasına sebep olacak gelişmelerle ilgili kaygıları olabileceğini tespit ettim. Ancak tabii Türkiye'de düzenleyici ve denetleyici kurumların ekonominin geleceğiyle ilgili sağlam bir alt yapı olarak güvenebileceğimiz kurumlar olduğunu tespit ettik. Bu alanda bir eksiklik varsa bu kurumların bunu ele alacaklarını ifade ettik. Zannediyorum bu konuyla ilgili kaygılarını Sayın Başbakanın Türkiye'nin ekonomik istikrarının bozulmaması yönünde kaygılardan kaynaklandığını düşünüyorum" değerlendirmesinde bulundu.

Gezi Parkı olaylarının dış bağlantısı olup olmadığı yönündeki görüşü sorulan Yılmaz, "Ben böyle bir istihbaratın sahibi değilim. Bu konuda bir değerlendirme yapmak istemem, iç bağlantısı, dış bağlantısı. Ama bunun Türkiye'nin bir an önce katılımcı demokrasiyle ve hukukun üstünlüğüyle çözülecek sorunları olduğunu görüyorum. Demokratik standratlarımızı yükselttikçe sorunlarımızı çözeriz. Dışarıdan etki olacaksa o etkilerin amacına ulaşamamasını sağlarız. Kendi demokrasimizi güçlendirmek bizi güçlendirir. Dış etkiler varsa onları da etkisizleştirir" ifadelerini kullandı.

"Ele alınabilecek seviyede konular olmadığını düşünüyorum"

"Bazı firmalara yönelik boykot kampanyası başladı" denilmesi üzerine Yılmaz, "Böyle bir konu gündeme gelmedi. Böyle bir boykot olduğunu düşünmüyorum. Bunların ele alınabilecek seviyede konular olmadığını düşünüyorum" diye konuştu.

Bir gazetecinin, "Bazı firmalar bu eyleme destek verdiği gerekçesiyle eleştiriliyorlar. Başbakan Erdoğan 'içeride dışarıda destek verenler var, hesabını soracağız' demişti" sözleri üzerine Yılmaz, "Sayın Başbakanın bunları hukuk yoluyla eğer hukuka aykırı eylem içinde olan varsa hukukun bunu çözmesi gerektiği kanaatinde olduğunu düşünürüm. Çünkü kendileri bu konunun çözümünü hukukun üstünlüğüne dayandırarak ele almışlardır" cevabını verdi.

Yılmaz, Başbakan Erdoğan'ın iş dünyasının önemli isimlerinden bu sürece yönelik talebi olup olmadığı sorusunu şöyle yanıtladı:

"Ben bir kurumu temsil ediyorum. TÜSİAD kurum olarak Türkiye'de piyasa ekonomisinin tüm kurum ve kurallarıyla çalışmasını, Türkiye'de refahın artırılmasını, toplumsal hayatın geliştirilmesini, refahın güvencesi olacak demokratik standartların geliştirilmesini ister. TÜSİAD'ın bu çalışmaları çerçevesinde bu olaylara yön verebilecek faaliyetleri olacaksa veya bir eksiklik varsa Türkiye'nin demokrasisinde, ekonomisinde bunları gidermek için bir tamamlayıcı katkımız olacaksa bu konuda bugüne kadar olduğu gibi görev yapmaya devam edeceğimizi ifade ediyorum."

"Gezi Parkı olaylarının bütününe bakarsak fotoğrafı nasıl değerlendiriyorsunuz" sorusuna Yılmaz, "Bu söylediklerimin dışında başka bir şey mi duymak istiyorsunuz" karşılığını verdi.

"En başından bugüne TÜSİAD olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Nerelerinde size göre yanlış yapıldı ya da doğru adım atıldı? Böyle bir değerlendirme yaptınız mı kendi içinizde ve bunu Başbakan ile paylaştanız mı" sorusu üzerine şunları kaydetti:

"Biz bütün bu olaylara Türkiye'de toplumun demokratik katılım kanallarından ülkesinin, şehrinin, semtinin meselelerine sahip çıkmanın ötesinde bir yere gitmesine sıcak bakmıyoruz. Yani yakıp yıkmak, kırmak dökmek, arınmaya çalıştığımız terör ve şiddet geri gelmemeli. Bunları tabii ki kınıyoruz, benimsemiyoruz ama bunlar hiçbir zaman toplumun katılımcı iradesine de engel olmamalı. Türkiye'nin olgunlaşması, gelişmesi, bireylerin daha güçlendiği, devlet birey ilişkisinde bireyin öne çıktığı bir demokrasi gelişimiyle olabileceğini sizlere ifade etmek isterim. Değerlendirmem budur. Devlet birey ilişkilerinde bireyi öne çıkartan, bireyin katılımcı taleplerini karşılayan bir olgunlaşma içerisinde ilerlememiz lazım. Ekonominin de güvencesi, refahın da güvencesi, herşeyin, geleceğin güvencesi bu."

 

 



Sosyal güvenlikteki "kara delik" küçülecek

Onuncu Kalkınma Planı'na göre, merkezi yönetim bütçesinden sosyal güvenlik sistemine yapılacak bütçe 

 

transferinin GSYH’ye oranının yüzde 4’e düşürülmesi hedefleniyor.

 

2014-2018 yıllarını kapsayan Onuncu Kalkınma Planı'na göre,  sosyal güvenlik finansmanı açısında,sosyal 

 

güvenlik reformunun kararlılıkla uygulanması ve sistemin aktüeryal dengesini bozucu uygulamalardan 

 

kaçınılması suretiyle sosyal güvenlik sisteminin uzun dönemli mali sürdürülebilirliğinin iyileştirilmesi amaçlanıyor. 

 

 

Bu kapsamda, Sosyal Güvenlik Kurumunun 2012 yılında GSYH'ye oranı yüzde 9,4 olan gelirleri, 2018'de 

 

yüzde 9,8'e çıkacak. Kurumun geçen yıl GSYH'ye oranı yüzde 11 olan giderleri ise yüzde 10,8'e çekilecek.

 

 

Bu gelişmelerle kuruma yapılan ve 2012'de GSYH'ye oranı yüzde 4,5 olan bütçe transferi yüzde 4'e düşecek.    

 

 

Plan dönemi sonunda merkezi yönetim bütçesinden sosyal güvenlik sistemine yapılacak bütçe transferinin 

 

GSYH’ye oranının yüzde 4’e düşürülmesi hedefleniyor.