BeKoS tv Every Day A Film We are now less then a minute Türkiye'yiz

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Haziran 2013 Pazartesi

YEiNKAPI MEVLEViHANESi SON POSTNiŞiNi ŞEYH ABDÜLBÂKi EFENDi iSTANBUL

YENİKAPI MEVLEVİHANESİ SON POSTNİŞİNİ ŞEYH ABDÜLBÂKİ EFENDİ İSTANBUL

Tanıyanlar, Abdülbâki Efendi’nin yüksek bir ilim ve irfan seviyesine sahip olduğunda hemfikir.

 

 Hüseyin Vassaf ondan bahsederken

 “ilm ü fazlı edeb ü terbiyesi, her türlü mehasin-i ahlakı, fart-ı tevazuu itibarıyle cidden bais-i iftiharımızdır” 

diyor. 

Abdülbâki Dede imparatorluğun son günlerinde vazife yapıyor. Balkan, Trablusgarp, Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşları hep bu kısacık dönemde cereyan ediyor. 

Herkes gibi şeyh efendi ve Mevlevîhâne de etkileniyor sıkıntılardan. 

Divan sahibi bir şair olan Abdülbâki Dede’nin (Baykara) gönlü de vatan toprağı gibi yangın yerine dönüyor:

 “Yıkıldı hâne-i kalbim harâbe-zâr oldu / Vatan mıdır acebâ böyle târumâr oldu…”

Balkan ve Çanakkale savaşları esnasında Yenikapı Mevlevîhânesi’ni hastaneye çeviren Abdülbâki Dede, diğer mevlevîhânelerin de aynı maksatla kullanılmalarının sağlanmasına vesile oluyor. 

Söz bu bahse gelmişken Mücâhidîn-i Mevlevîyye Alayı’nı bir daha hatırlamak gerekiyor. 

Osmanlı ordusunun bir cepheden diğerine koştuğu yıllar. 

 

Ne halkta ne askerde takat kalmış, ancak İttihat ve Terakki Birinci Dünya Savaşı’na girmek niyetinde. 

Abdülbâki Dede, aralarındaki hukuka dayanarak padişaha milletin bir savaşı daha kaldıramayacağını açıklıkla izah ediyor. 

 Sultan Reşad’ın, Dede’ye, 

“Oğlum, bu harbin iki neticesi vardır: Galibiyet veya mağlubiyet. 

Eğer galip gelirsek bizim menfaatimizedir, milletin menfaatine mâni olmak hıyânettir.

 Mağlup da olabiliriz. 

Fakat bu deliler 

(ittihatçılar) 

bir defa karar vermişler ve girmişler.

 

 Mâni olmanın imkânı yok. 

Önlerine geçerek mâni olmağa çalışsam beni mahvederler. 

Bu ise büsbütün delilik olur.”

 dediğini Şeyh Efendi’nin küçük oğlu Resuhi Baykara hatıralarında aktarıyor. 

Bir kez savaşa girilince yapılacak tek şey kalıyor; orduya maddi, manevi destek olmak. 

İşte bu günlerde kuruluyor Mücâhidîn-i Mevlevîyye Alayı.

 Bütün tekkelerden gelen tasavvuf erbabı bir alayda toplanıyor. 

Dervişler nefer, onbaşı, çavuş; şeyhler de muhtelif rütbelerde subay tayin ediliyor.

 Hepsinin başına Mevlevî sikkesi giydirildiğinden Mücâhidîn-i Mevlevîyye ismiyle anılıyorlar.

 İstanbul’da kurulan birliğe Konya’ya kadar Abdülbâki Efendi komuta ediyor.

 

 Anadolu’nun dört 

tarafından gelen dervişler Konya’dan Veled 

Çelebi (İzbudak) kumandasında Şam’a hareket 

 ediyor. Abdülbâki Dede Süveyş Kanalı’nı 

İngilizlerden geri almak için yapılan Kanal 

Harekâtı’na da Mücâhidîn-i Mevlevîyye 

Alayı’nın başında binbaşı rütbesiyle katılıyor. 

 

Önde; başında destarlı sikke, arkasında derviş 

hırkasına benzer kolsuz bir pelerin, 

ayaklarında diz kapaklarını epeyce aşan 

çizmeler, sağ elinde bir kamçı, sol elinde eski 

redif yüzbaşılarının taktıkları gibi tahta kınlı 

bir kılıçla Abdülbâki Efendi, ardında dervişler…

Savaş tek cephede değil. Bir yandan işgal ordularıyla, bir yandan tasavvuf erbabının maruz kaldığı yozlaşma ile mücadele etmek gerekiyor. 

 

Şeriat ile tarikat arasındaki mesafe gittikçe açılıyor. 

 

Tahirü’l-Mevlevî; çile çıkardığı günlerde 

Kayseri’deki bir arkadaşına gönderdiği 

mektupta Yenikapı’nın sûfîleriyle, 

Kulekapısı’nın sarhoşlarıyla, Beşiktaş’ın ise 

cerrarlarıyla (dilenci) meşhur olduğunu 

söylüyor. 

 

Yozlaşmanın hızlandığı bu dönemde 

Yenikapı’da abdestsiz yere basılmadığı rivayet ediliyor. 

 

Tekkelerde ve mutasavvıflarda baş gösteren 

bozulmayı fark eden Abdülbâki Efendi, buna 

çare arasa da muvaffak olamıyor. 

Ve kader deyip teslim oluyor başına gelene.

30 Kasım 1925’te alınan bir kararla tüm dergâhlar kapatılıyor.

 

 42 yaşındaki Abdülbâki Efendi, bir anda ömrünün tamamını altında geçirdiği çatıdan mahrum kalıyor. 

Hüseyin Vassaf tekkeler kapatıldıktan sonra Abdülbâki Efendi’nin harem dairesinde ikametine izin verildiğini belirtiyor. 

Zira harem şahsi mülk ve tapusu Osman Selahaddin Dede’nin üzerinde. 

Semahane mühürleniyor, hânkâhın selamlık kısmı ise ilk mektep hâline getiriliyor.

Son dönem divan şairleri arasında mühim bir yeri olan Abdülbâki Baykara; 

tekkesi sırlandıktan sonra yazdığı bir şiirde, 

“Harîm-i vuslatında bir zamanlar şâd idim efsûs / Benim şimdi enîsim, hemdemim yalnız hayalindir” 

diye sesleniyor Mevlevîhâne’ye. 

Zaman zaman derin bir yeis içine düştüğü de oluyor. 

O demlerden birinde 

“Bana sanma yalnız bahâr ağlıyor / Bu bîçâre kalbe mezâr ağlıyor” diyor. Tahirü’l-Mevlevî, Abdülbâki Baykara’nın 28 Şubat 1935’teki vefatını mealen ‘Sesi; tarikatin sesi duyulmayan ney’i gibi kesildi’ cümlesiyle özetliyor.

"Mevlevî şeyh ve dervişlerinden İstanbul'da bir alay teşkil olundu. 

Bütün Mevlevîlerin bu alaya kaydolunması bildirildi. 

Dervişler nefer, onbaşı, çavuş oldular.

 Şeyhler de muhtelif rütbelerde subay. 

Maamâfih bu alaya diğer tarikatlerden veya hiçbir tarikata intisabı olmayanlar da yazıldı. 

Fakat hepsinin başına bir Mevlevî sikkesi 

giydirilerek Mevlevî addolundular. 

Başlarına o 

zaman Konya'da bulunan Hazret-i Mevlânâ Dergâhı Şeyhi ve Mevlevîlerin en ulusu sayılan Veled Çelebi (İzbudak) alay kumandanı tayin olundu.

 Teşkil olunan alayı ve sancağı alarak Konya'ya, alay kumandanına, Veled Çelebi'ye vermek vazifesi, Çelebi efendinin İstanbul'da kapı çuhadarı yani vekil-i umûru olan Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi Abdülbâkî Efendi'ye tevdi olundu. 

Harbiye Nezâreti 

(Şimdiki üniversite merkez binası)

 önünde yapılan merasim ve edilen duaları müteakip alay sancağı, Şeyh Abdülbâkî Efendi'ye verildi ve onun riyasetinde kafile Konya'ya hareket etti.

 

 Konya'da diğer yerlerden gelen Mevlevîlerle 

kadrosunu tamamlayan alay, Hazreti Mevlânâ 

türbesi önünde yapılan merasimden sonra, 

Veled Çelebi'nin kumandası altında Şam'a hareket etti."