BeKoS tv Every Day A Film We are now less then a minute Türkiye'yiz

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Haziran 2013 Pazartesi

Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'e Girişi BİR HUZUR ÜLKESİ: OSMANLI FİLİSTİNİ

BİR HUZUR ÜLKESİ: OSMANLI FİLİSTİNİ

Her taşında ve toprağında Hz. İbrahim, Hz. 

İshak, Hz. Yakup, Hz. Yusuf, Hz. Davut, Hz. 

Süleyman, Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. İsa 

(a.s.) gibi yüzlerce Peygamberin ölümsüz 

hatıralarını taşıyan ve her karışında nice büyük 

insanların izlerini barındıran Kudüs, binlerce 

yıldır üç medeniyet tarafından da uğrunda 

savaşılan, rüyalar kurulan, çok sevilen, hasreti 

çekilen, canlar verilen, adı gibi mukaddes, 

temiz, bereketli, şerefli, aziz ve azametli bir şehirdir.

 

 Ona hakim olan medeniyetler bir ölçüde dünyaya da hakim olmuştur. İslam'ın hakim olduğu zaman dilimlerinde yaydığı huzur ve sükûn insanlık tarafından kana kana emilmiş, dizginlerin zulmün eline geçtiği kesinti dönemlerinde ise kan ve gözyaşı oluk oluk akmıştır. Hz. Davut'un bu topraklarda kurduğu büyük devlet Hz. Süleyman'la muhteşem bir medeniyet zirvesine yine burada ulaşmıştır. Hz. İbrahim (a.s) Hz. Sara ile birlikte bu topraklarda ikamet etmiş, Hz. Meryem (r.a) cennet meyvelerini bu topraklarda yemiş ve Hz. İsa'yı bu topraklarda doğurmuştur. Hz. İsa (a.s) ve Hz. Muhammed (s.a.v) bu topraklarda göklere yükseltilmiştir. Hz. Ömer ve Selmân-ı Fârisî (r.a) gibi sahabeler, Rabiatü'l Adeviye gibi tâbiinler, İmam-ı Gazali gibi alimler de hep bu yolun yolcularından olmuştur. Balak Gazi'lerin, Nureddin Zengi'lerin, Selahaddin Eyyubi'lerin, Yavuz Sultan Selim'lerin hayallerini süsleyen Kudüs, İslam sanatının zirvesine çıkmış toplumun, Baybars'ları, Kalavun'ları, Kayıtbay'ları ve Mimar Sinan'ları ile nakış nakış süslediği, kubbe kubbe donattığı, Kanuni'lerin, Hürrem Sultan'ların, Kâsım Paşa'ların, Sultan Abdülhamid'lerin imaret ve vakıflarla, hanlar ve hamamlarla, surlar ve medreselerle, şadırvan ve çeşmelerle süslediği ve üzerine hassasiyetle titrediği bir şehir olmuştur.

Arz-ı Filistin denilen bölge, Akdeniz'in güneydoğu ucunda, Suriye ile Mısır ve Akdeniz ile Şeria Nehri arasında kalan topraklardır. Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar'ın üçü tarafından da "Kutsal Topraklar" olarak kabul edilen ve büyük önem verilen bu bölge ilk kez Hz.Ömer'in halifeliği zamanında Amr bin As komutasındaki Müslüman orduları tarafından 637 yılında fethedilerek İslam hakimiyetine girmiştir. İslam'ın ilk kıblesi ve Müslümanların üçüncü önemli beldesi olan ve bir çok büyük Peygamber'in kabirlerini de misafir eden Filistin, yüzyıllarca İslam adalet ve hoşgörüsünün en güzel temsil edildiği yerlerden biri haline gelmiş ve hep huzur soluklamıştır. Hz. Ömer, fetihten hemen sonra gayrimüslim halkın isteği üzerine Kudüs'e bizzat giderek barış anlaşmasını imzalamış ve orada yaşayan gayrimüslimlerin can, ırz, mal ve inanç hürriyetlerini -meşhur ahitnamesiyle- ilan etmiş ve bu ahitname kendisinden sonra gelen Müslüman idarecilerin de çok önemli bir yol haritası olmuştur. Böylece yüzyıllar boyunca Müslümanlar, Yahudiler, Rum Ortodoksları, Ermeni Katolikleri, Süryaniler, Kıptîler, Rus Ortodoksları, Protestanlar, Habeşiler, Samiriler ve Latinler bir arada barış, huzur, emniyet ve güven içinde dinlerini özgürce yaşamışlardır.

Selçuklular zamanında 1077 yılında Türk idaresine geçen Kutsal Filistin Toprakları sıkıntılarla çalkalanan Avrupa'nın ilk hedefi haline gelmiş ve otoritesini korumak isteyen Papa'nın emriyle bölgeye yönelik ilk Haçlı Seferleri başlatılmıştır. Bu seferler sonucunda Kudüs 1099'da Hıristiyanların eline geçmiş ve binlerce Müslüman katledilmiştir. 88 yıl süren işgal ve karışıklıklar sonunda Selahaddin Eyyubi'nin haçlılarla yaptığı destansı mücadeleler meyvesini vermiş ve miracın şehri Kudüs, Miraç Kandili'ne denk gelen 2 Ekim 1187'de yeniden fethedilerek Türk-İslam topraklarına katılmıştır. Büyük Türk Hükümdarı Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs fethedilene kadar hiç gülmediği ve sarayda değil çadırda yaşadığı da bilinmektedir. 1229'da bir kez daha Hıristiyanların eline geçen Kudüs kısa süren bu durumdan sonra Mısır Eyyûbîleri'nin Harzem Türkleri'ni yardıma çağırmasıyla 1244'de fethedilerek yeniden İslam topraklarına katılmıştır. Nihayet 1517 yılında, Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethedip Memlük Devletine son vermesinin ardından 400 yıl sürecek Osmanlı hakimiyeti başlamış ve çevresiyle birlikte bölgenin fethi Kanuni Sultan Süleyman zamanında tamamlanmıştır.

Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'e Girişi


Şam'ın fethinden sonra Osmanlı aleyhine faaliyetlerini ittifaklarla sürdüren Kansu Gavri liderliğindeki Memluk Devleti'ne karşı başlatılan harekat öncesi Mısır yolunun güvenliğini sağlamak üzere bölgeye gönderilen Vezir-i Azam Sinan Paşa önderliğindeki Osmanlı Ordusu Filistin'in Safed, Nablus, Aclun, Gazze ve Kudüs şehirlerini 28 Aralık 1516'da savaşsız fethetmiş ve bu fetih Kudüs halkını çok sevindirmiştir. 31 Aralık 1516'da Kudüs'e giren Yavuz Sultan Selim ile beraberindeki Yunus Paşa, Hüsam Paşa, Hafız Mehmet, Hasan Can, Molla İdris (İdris-i Bitlisi), Nişancı, Beylerbeyiler, Divan Katipleri, Silahdar Ağalar ve Katipleri, Kazaskerler, Sağ ve Sol Ulufeciler, Sağ ve Sol Garipler, 1000 Yeniçeri ve 500 Sipahi'den oluşan devletin ileri gelen yönetici ve askerleri şehre girişleri sırasında Kudüs'ün tüm ruhanileri tarafından şehir dışında büyük bir saygı ve hürmetle karşılanmıştır. Ruhanilere gereken ilgiyi gösteren Padişah ikindi vakti otağını şehrin tam karşısına kurdurmuş, burada bir müddet ıstırahat ettikten sonra Kubbetü's-Sahra'da Rummân-Davud (a.s.) ile Nahl-i Hamza (r.a.)'yı ziyaret ederek Hacer-i Sahra'yı tavaf etmiş ve Kubbetü's-Sahra'da iki rekat hacet namazı kılmıştır. 12.000 kandille aydınlatılan Mescid-i Aksa'da görevliler tarafından kokulu mumlarla karşılanmış, burada akşam ve yatsı namazlarını kıldıktan sonra otağına dönmüş, ertesi gün binlerce deve ve koyun kurban ettirerek bir kez daha Kubbetü's-Sahra ve Mescid-i Aksa'yı ziyaret etmiştir. Aynı gün Kudüs halkına ihsanlarda bulunan Sultan, 1 Ocak 1517'de Kudüs Şehri'nden ayrılmıştır. Osmanlı'nın Kudüs'ü fethi üzerine İspanya Kralı da Hıristiyanlar'ın Kudüs'ü ziyaret edebilmesi için Yavuz Sultan Selim'den harç karşılığında izin almıştır.

Osmanlı Dönemi Filistin'de Demografik Yapı

Filistin’de bir Yahudi topluluğunun oluşturulması 19. yüzyıl boyunca yükselen bir seyir izlemiştir. Bu dönemde Filistin topraklarında üç farklı Yahudi grup bulunmaktadır: İlki uzun yıllar önce bu topraklara gelmiş olan ve büyük ölçüde bölge halkı ile kaynaşmış bulunan Sefarad Yahudileridir. Yüzyıl içerisinde parça parça gelen ve daha çok Kudüs, Safed, Taberiye ve el-Halil gibi bölgelere yerleşmiş bulunan ve yerleşik bulunan Yahudilerden de uzak durmaya çalışan Eşkenazi Yahudi tabaka, ikinci grubu oluşturmaktadır. Üçüncü grup ise yüzyılın sonlarına doğru Siyonizm hareketinin güçlenmeye başlaması ile birlikte bu topraklara göçen Yahudilerden oluşmaktadır.

Osmanlı döneminde Filistin’de önceden olduğu gibi Müslüman Araplar, nüfus içinde çoğunluğu oluşturmaktaydı. Müslümanlar, 1880’de nüfusun %87’sini, 1890’da %85’ini ve 1914’te %83’ünü (Bu dönemde bölgeye göç eden ancak vatandaşlığa kaydedilmeyen Yahudiler hesaba katıldığında %77) oluşturmaktadır. Filistin’de yaşayan Müslümanların tamamına yakını Sünni’dir. Filistin topraklarının büyük bir kısmı devlet kayıtlarında miri arazi olarak geçmektedir. Bu nedenle burada yaşayan Müslümanlar hayatlarını devletin kendilerine verdiği toprakta tarımla uğraşarak kazanıyorlardı. Devlet toprakları dışında kalan topraklar ise vakıflara aitti. Filistin topraklarında nüfusun az bir kısmını teşkil eden Hıristiyanlar ve Yahudiler daha çok şehirlerde yaşıyorlardı. 19. yüzyılda elde ettikleri ticari imtiyazlarla bu azınlık, bütün Ortadoğu’ya ticari kurumlarıyla birlikte giren Avrupalılara bağlı olarak ticaretle uğraşıyordu.

Bir Adalet ve Hoşgörü İdaresi

Osmanlı Devleti, daha önceki Müslüman yönetimleri gibi, üç büyük din tarafından kutsal sayılan bu bölgede Müslüman olmayan topluluklara karşı hoşgörülü tavrını devam ettirmiştir. Osmanlı arşiv belgeleri, Filistin’deki idarenin bölgede yaşayan Yahudileri dini vecibelerini yerine getirme konusunda ne kadar serbest bıraktığını açıkça göstermektedir. Osmanlı Devleti, Müslümanlara ait topraklarda yaşayan gayrimüslimler hususunda "Şer-i Şerif" adı verilen hukukun çizdiği sınırlar çerçevesinde hareket etmiştir. "Şer-i Şerif" denilen bu İslam hukukuna göre, Müslümanlarla barış yapan ve İslâm Devleti'nin hakimiyetini kabul eden gayrimüslimlere "Zimmi" denirdi. Din, dil ve ırk farkı gözetilmeksizin hepsine aynı şekilde Şer-i Şerif’e göre muamele yapılırdı. Müslümanlara ait topraklarda yaşayan zimmilerin aynı topraklarda yaşayan Müslümanlardan farkı, din ayrılığından doğan bir farklılıktı. Örneğin, Müslümanlar zekat vermekle yükümlü oldukları halde, gayrimüslimler zekat vermekle yükümlü değillerdi. Gayrimüslimler kazançlarına göre, senede bir defa "Cizye" denilen bir vergi vermekteydiler. Fakirler, işsizler, din adamları, yaşlılar ve hastalar ise bu vergiden muaftı.

Gayrimüslimler askerlik yapmak zorunda da değildi. Aile hukuku, miras hukuku ve dinlerinin gereği olan diğer konularda, kendi inandıkları hukuki hükümler uygulanırdı. Bütün bunların yanında, gayrimüslimlerin de can, mal, namus ve şerefleri Müslümanlarda olduğu gibi gibi dokunulmazdı. Muhtaç gayrimüslimler, sosyal haklardan bir Müslüman ile eşit şekilde yararlanırdı. Bazı istisnaların dışında, devlet kademelerinde yer alabilirlerdi. Bütün hukuki davalarda müslim ile gayrimüslim farkı yoktu.

Birçok Osmanlı beldesindeki kiliseler, havralar, mezarlar, arşivlerdeki belgeler, mahkeme kararları Müslüman hoşgörüsünün en büyük delilleridir. Hz. Ömer’in Kûfi hattı ile kaleme aldığı ve Kudüs’teki gayrimüslimlerin hak ve hürriyetlerini özellikle zikrettiği ve sonradan Osmanlı Sultanları'na ilham kaynağı olan fermanın aslı Osmanlı Arşivleri'nde hala mevcuttur. Filistin’in Osmanlı hakimiyetine girmesinin ardından Patrikhane'nin ve Hıristiyan toplulukların hak ve imtiyazlarını belirten çeşitli fermanlar çıkarılmıştır.

Hz. Ömer ile başlayan ve Selahaddin-i Eyyubi ile devam eden Kudüs’teki mukaddes mekanların fermanlarla teker teker sayılması ve burada yaşayan gayrimüslimlerin sahip oldukları hak ve hürriyetlerin tespit edilmesi adeti, bu topraklar Osmanlı yönetiminden çıkıncaya kadar devam etmiştir. Osmanlı Devleti farklı unsurlara hukuki bir statü ve serbestlik sağlayan millet sistemini Filistin topraklarında daha kapsamlı bir şekilde sürdürmüştür. Kısaca Kudüs, Osmanlı hakimiyeti altında tam bir barış ve huzur dönemi yaşamıştır.