BeKoS tv Every Day A Film We are now less then a minute Türkiye'yiz

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

2 Temmuz 2013 Salı

‘İmam kadrolaşması mı, üstat yapılanması mı’ 18 Ağustos 2012 Türkiye’de 1946’dan 2004’e kadar Devletin-Milletin “Yerleşik Düzen-Üstat” kardeşliğinde sömürüldüğünü biliyorum

‘İmam kadrolaşması mı, üstat yapılanması mı’

18 Ağustos 2012

 

Türkiye’de yıllardır aynı saçma tez ortaya atılır, basının bir bölümü tarafından pazarlanır ve 

“gerçek nedir” 

sorgulanmadan yola devam edilir... 

 

Kitaplar yazılır, raflar doldurulur, TV’lerde saatlerce konuşulur...

“Net, elle tutulur” 

 kanıtlar ortaya konmadan şarkı kaldığı yerden devam eder; 

 

Türkiye’de DEVLET imamların eline geçti!

 

Emin misiniz arkadaşlar? 

 

Ben öyle görmüyorum, tam tersi Türkiye’de 

1946’dan 2004’e kadar Devletin-Milletin 

“Yerleşik Düzen-Üstat”

 kardeşliğinde sömürüldüğünü biliyorum... 

 

Sadece basına bakalım ve sorgulayalım; 

1946’dan bugüne kaç 

 

“üstat genel yayın yönetmeni”

 

 ve yazı işleri müdürü var!

Sevgili dostlar, Türkiye her dönemde, bu tip denemeleri çok gördü. 

Birileri sürekli 

“bir şeyler sıralayıp”, arkasından

 “göremiyor musunuz, ele geçirdiler” 

 vurgusu yaparken,

 “şartlama yöntemi” 

ile yarattığı korkuda kendi işini gördü! 

Türkiye’de yerleşik düzen ve unsurlarının da aynı yöntem ile

 “irtica-bölünme”

 korkusu pompalayarak hayatımızı ele geçirdiğini hatırlatmak isterim...

Bu noktada soralım ve 

“farkları görmeyi” 

deneyelim; 

örgütlenme nedir, hangi noktadan sonra tehlikeli olabilir?

Bir  

“yapılanma-örgütlenmenin”

 tehlikeli olması için bana göre bazı kriterleri yerine getirmesi gerekli:

 

 1- Hukuk dışı bir amacı var mı?

 2- Bu amaca ulaşmak için hukuk dışı yöntemler kullanıyor mu? 

3- Silahlı girişimleri 

 

“normal”

 

 yöntem olarak algılayıp bu yönde adım atıyor mu?

Bu kriterler ile bakınca her kitapçının rafında bulacağınız 

 “Türkiye’yi ele geçirdiler”

 ana tezine dayanan “hikayelerin” doğruluk payı olmadığı gibi konuşulacak bir değeri bile olmadığı açık.

 Bu noktada 

 “Türkiye’yi ele geçirdiler” kitaplarından bir ana fikri hatırlayalım;

 “yapılanmalar her yeri sarmış, kendilerinden olmayanları asla bir yere sokmuyorlar”...

Bu hatırlatma sonrası sıkı durun ve şu soruya cevap verin:

 

 1980 sonrası ilk 10 yıllık dönemde, hastane 

başhekimlerinin, TRT’deki üst düzey 

yöneticilerin, basının köşe yazarı-genel yayın 

yönetmenlerinin, emniyet müdürlerinin, 

valilerin, generallerimizin, milletvekillerimizin 

 ne kadarı  

“Hür ve Kabul Edilmiş Mason” 

 biliyor musunuz?

İnanmayacaksınız ama ben söyleyeyim; 

bazı meslek gruplarında yarısından fazlası! Bazılarında üçte ikisi! Bugün ne kadarı? Şimdi olaya 

 “imamlar Türkiye’yi ele geçirdi” 

mantığındaki arkadaşlarımız gibi bakalım ve aynen 

“onların kafasıyla”

 teorimizi yazalım: 

Türkiye’de bir

 “üstatlar yapılanması”

  vardı ve

 “ucu dışarıda olan bu kardeşler”

Türkiye’yi istedikleri gibi yönlendirdiler, kendilerinden olmayanları 

“yok ettiler”! 

 1980 darbesi dahil hep 

“33’ten gelen kardeşler” 

sayesinde hayata geçti!

 OLABİLİR Mİ?

Sonuç: 

Bugün Türk basınında 

“yazı işleri 

müdürlerinin” 

 çoğunluğu yine 

“mason kardeşlerimizden” 

oluşur ve Türkiye’deki üye sayısı açısından hâlâ en büyük organizasyon  

“mason localarıdır”

Bu locaların ve üyelerinin varlığını sorgulamayanlar ve asla görmeyenler nedense 

“üç-beş kişilik listeler” 

ellerinde Türkiye’yi “imamlar ele geçirdi” 

tezinin peşinde hayatlarını bitirirler...

 

Son söz: 

Hangi gözle veya “hangi şartlanmış mantık” 

altında yazılmış olursa olsun; “imamlar Türkiye’de her yeri sarmış, inanılmaz örgütlenmeler var, her şeye hâkimler, her şeyi yapıyorlar” tadında TEZLER, anlamsız ve ancak “işi bilmeyenlerin” düşecekleri tuzaklar... Türkiye’de bu tezler bilerek ortaya atılıyor, köpürtülüyor ve ESAS olan gizleniyor! Gerçek nasıl mı? Ben girişi yazdım, detayları da siz görmeye çalışın ve şu soruya cevap arayın; 1946-2004 arasında Türkiye’nin maddi kaynakları kimlere nasıl transfer edildi!

‘Linç edenler’ basın özgürlüğü diyemezler

Son günlerde moda oldu “o bize bunu yaptı, şu bize bunu dedi”! Kamuoyu önünde ağlayanlar da “sözde gazeteciler”!

Sevgili dostlar, ağlayan arkadaşlar şunu unutmasınlar; gazeteciliği sorgusuz-sualsiz “linç, haysiyet cellatlığı, düşene vur yuvası” haline getirir, yıllarca uygularsanız; zulüm ettikleriniz size karşı adım attığı hatta adımlarını ağırlaştırdığında, ortaya çıkıp “basın özgürlüğü” 

diye ağlamanız sonuç vermez, kimse yüzünüze bile bakmaz!

 Bakmadı ve daha vahim olaylar da başınıza geldiğinde BAKMAYACAK! 

 

Bu dünya etme-bulma dünyasıdır

 ve 

“edenlerin” 

neler bulacağını hep birlikte yaşayarak göreceğiz...