Acil uyarı ihtiyacı ve fasit daire

Başbakan Tayyip Erdoğan son miting 

konuşmasında, Türkiye'de güvenliğin, 

özgürlüklerin ve demokrasinin önüne geçtiği 

dönemlerin geri gelmeyeceğini belirterek, 

'Hiçbir sabotaj, hiçbir tahrik, hiçbir tuzak 

Türkiye'yi güvenlikçi politikaların egemen 

olduğu günlere geri döndüremez ve 

döndüremeyecek' 

demiş.

Umarız öyle olur.

Ancak güvenlikçi politikalara geri dönme sinyallerinin çok yüksek olduğu ortada.

Toplumsal değişim, tepki ve beklentilerin siyasi iktidar tarafından bir kumpas çerçevesinde ele alındığı, bu kumpas varsayımına karşı kullanılan polisiye dil ile asayiş önlemlerinin aslında toplumsal sahaya ve kamu alanına yöneldiği günleri soluyoruz.

Siyasi iktidarın son gelişmelere yönelik bu okuması, onu aynı zamanda kutuplaşma dili üzerinden güç kazanmaya, meydan okumaya sürüklüyor.

Kutuplaşmaya vurgu yapan siyasi kampanyalar düne kadar AK Parti açısından işe yaramıştı, zira önemli bir karşılığı vardı. Muhafazakar, liberal ve demokrat kesimler AK Parti'yle birlikte vesayetçi düzene ve güçlere karşı mücadele verirken, karşı kutup ordaydı ve meydan okuma demokrasi açısından kaçınılmazdı.

 

Peki bugün karşı kutup kim?

 

AK Parti'nin meydan okuduğu sosyolojik ve politik hasım kim?

 

Siyasi iktidar devlet alanının ve devlet gücünün tümünü kontrol ediyor ve kullanıyor. 

 

Karşısında asker yok, yargı yok, bürokrasi yok, emniyet yok, MİT yok…

 

Siyasi muhalefet yok, toplumsal yıkıcı muhalif siyasallaşma yok…

 

AK Parti ve çevresi siyasi açıdan mağdur değil, hakim aktör bugün…

 

 

Peki savaş kime karşı?

Komplo yapanlar kim?

Bu soruların açık yanıtı yok…

Çıplak gerçek ise karşımızda: 

 

Türkiye değişiyor, zenginleşiyor, siyasi ve 

ekonomik istikrara alışıyor, özgürlükler 

taleplerin, gençlerin, kentlerin ruhuna sızıyor, 

birey ve çevre bilinci gelişiyor. 

 

Bu koşullarda, toplumun birbirinden farklı kesimleri 'temsili demokrasi'nin yanına 'katılımcı demokrasi'nin eklenmesini talep ediyor, aksi durumlara tepki gösteriyor.

Katılımcılığı dışlama, kamusal alanı baskın siyasi bir tercih ve simgesel bir dil üzerinden daraltma tepkisel ve isyankar bir siyasallaşmayı, özellikle gençler açısından küresel ve anti küresel dalgaları iç içe sokan bir siyasallaşmayı besliyor.

Çıplak gerçek işte bu siyasallaşmanın kendisidir ve nedenleridir.

Asla ve asla onun arasına karışan içerideki ve dışarıdaki vesayetçi ve fırsatçı parazitler değildir.

O zaman, ortada siyasi iktidar açısından bir değerlendirme hatası yoksa, ciddi bir siyasi taktik hatası bulunmaktadır. 

 

Toplumsal ve katılımcı hassasiyet 

 

taşımayanlara, bunları talep etmeyenlere işaret 

 

ederek çoğunlukçu siyaset yapma, dindar ve 

 

laik kesim arasındaki çatlağa oturarak yol 

 

almaya çalışma bugün, zamanın ruhunun 

 

kıyısında bile dolaşamıyor. 

 

 

Bugün mesele toplumsal itiraz dalgası ile siyasi iktidar arasındadır. 

Siyasi iktidarın kendisi ile bu itiraz arasına farklı toplumsal kategorileri, örneğin muhafazakarları sokma ihtiyacı yoktur.

 

Bu sorunu demokratik dil çözer, Türkiye'ye yeni bir yol açar.

Aksi durumun adresi bellidir:

 

Bu dil, taktik ve değerlendirme başta AK Parti

 olmak üzere, muhafazakarları ve ülkeyi 

çıkmaza götürür.

 

Hayali ya da yarı hayali düşmanlar üretmek, 

toplumsal talepleri asayiş nesnesi haline 

getirmek siyasi iktidarları otoriterleşmeye iter. 

Toplumsal talepler baskıyla buharlaşmazlar, siz 

onları görmedikçe ayak diretirler ve sizi daha 

baskıcı olmaya iterler. 

Ve sonunda daha çok hayali düşman üretirsiniz.

Bu 'fasit daire bildik ve tarihi'dir.

 

Siyasi aktörüyle, basınıyla, ekonomik ve 

toplumsal unsurlarıyla iktidar çevrelerinin bu 

gerçeği farketmeleri, reform ve değişim 

taşıyıcılığındaki moral üstünlüğü 

kaybettiklerini görmeleri, kendi ürünleri olan 

seçkin genç bir nesli yitirmeye başladıklarını, 

'iktidar alanını koruma vehmi'ne kapılarak 

hareket ettiklerini hızla anlamaları gerekir. 

 

 

Hızla kendi içlerinde bir

 'uyarı sistemi' geliştirmeleri gerekir. 

 

 

ALİ BAYRAMOĞLU

25 06 2013