Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
24 Haziran 2013 Pazartesi
Anadolu Ajansı'ndan kamuoyuna açıklama 24 Haziran 2013 18:06 Anadolu Ajansı hisselerinin bir şahsa devredilmesi iddiası doğruyu yansıtmamaktadır Konu kanuni zorunluluğun yerine getirilmesi ve hukuki bir belirsizliğin ortadan kaldırılmasından ibarettir
Anadolu Ajansı'ndan kamuoyuna açıklama
24 Haziran 2013 18:06
Anadolu Ajansı hisselerinin bir şahsa devredilmesi iddiası doğruyu yansıtmamaktadır.
Konu kanuni zorunluluğun yerine getirilmesi ve hukuki bir belirsizliğin ortadan kaldırılmasından ibarettir.
Anadolu Ajansı Kurumsal İletişim Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada şöyle denildi:
Bazı gazete ve internet medyasındaki
haberlerde Anadolu Ajansı hisse durumuyla
ilgili gerçeği yansıtmayan bilgiler yer
aldığından aşağıdaki açıklamanın yapılmasına
gerek duyulmuştur.
Anadolu Ajansı A.Ş hisseleri 1920 yılından beri karmaşık ve dağınık halde bulunmaktadır.
Şirketin çoğunluk hissesi yüzde 47,75 ile Hazine
Müsteşarlığı’na aittir.
Yüzde 10 hisse sahibi bilinirken, hisselerin
yüzde 42,25’nin kimde olduğu belli değildir.
Hissedarların bulunması için son 40 yıldır
yapılan tüm çalışmalar sonuçsuz kalmıştır.
Hissedarların önemli bir kısmının bilinmemesi
bazen Ajansı’n olağan genel kurulunu
toplayamama riskini doğmuştur.
Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlüğe
girmesi nedeniyle şirkette sermaye miktarının
50 bin Türk Lirasına çıkartılması zorunlu hale
gelmiştir. Kurulduğu günden itibaren
hisselerinin yüzde ellisinden fazlası doğrudan
devlette ait olmamasına özen gösterildiğinden
sermaye artırımında hisseler Hazine
Müsteşarlığı tarafından alınmamıştır.
Arttırılan hisseler Anadolu Ajansı A.Ş tüzel
kişiliği üzerine alınmak istenmiş ancak
kanunen bu mümkün olmamıştır.
Bunun
üzerine arttırılan hisseler Genel Müdürlük
makamı üzerine alınmış ancak hisselerin
üzerindeki tüm kullanma, oy ve kar payı
hakları, her türlü idari ve mali haklar, Hazine
Müsteşarlığı’na devredilmiştir.
Ayrıca
hisselerin her Genel Müdür değişiminde yeni
Genel Müdürlük makamına devredilmesi
taahhüt altına alınmıştır.
Anadolu Ajansı’nın 93 yıldır devam eden hisse
sorununun kökten çözümü için kanuni
düzenleme gerekmektedir ve bu konuda
çalışmalar yapılmaktadır.
Haberlerde bahsedildiği gibi hisselerin bir
şahsa devredilmesi ya da
“AA, Genel Müdüre satıldı”
gibi iddialar doğruyu yansıtmamaktadır.
Konu kanuni zorunluluğun yerine getirilmesi ve hukuki bir belirsizliğin
ortadan kaldırılmasından ibarettir.
Yapılan
tüm işlemler ve düzenlemeler kanunlara uygun
bir şekilde ve ilgili taraflarla istişareler edilerek
gerçekleştirilmiştir.
Her türlü bilgi kirliliğinin önüne geçmek
amacıyla kamuoyuna saygıyla duyurulur.
Anadolu Ajansı
Kurumsal İletişim Müdürlüğü
Rousseff eylemci grupla görüştü SAO PAULO 25 Haziran 2013 02:15 Brezilya Devlet Başkanı Rousseff, toplu taşıma ücreti zammına karşı başlattıkları protestolarla gündeme gelen eylemci grupla bir araya geldi
Rousseff eylemci grupla görüştü
SAO PAULO 25 Haziran 2013 02:15
Brezilya Devlet Başkanı Rousseff, toplu taşıma ücreti zammına karşı başlattıkları protestolarla gündeme gelen eylemci grupla bir araya geldi.
Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff, yaklaşık iki hafta önce Sao Paulo'da toplu taşıma ücreti zammına karşı başlattıkları protestolarla gündeme gelen eylemci grupla görüştü.
Rousseff, "ücretsiz toplu taşıma" talebiyle yola çıkan grubun temsilcileriyle bir araya geldi ancak görüşmenin içeriğine ilişkin henüz açıklamada bulunulmadı.
Şu ana dek protestolarla ilgili gelişmelerde yeterince aktif olmamakla itham edilen Devlet Başkanı Rousseff'in, bugün bazı büyük kentlerin vali ve belediye başkanlarıyla da toplantı yaptığı kaydedildi.
Ülke geneline yayılan protesto gösterileri pek çok kentte sürerken, başkent Brasilia yakınlarında bir ana yolu kapatmaya çalışan eylemcilerden iki kadının hayatını kaybettiği belirtildi. Bir otomobilin kadınlara çarpıp kaçtığını bildiren polis, sürücüyü bulmaya çalıştıklarını söyledi.
Sao Paulo eyaletinde eylemcilerin Santos limanına giden yolu kapattığı, başkent Brasilia'da da 300 kişilik bir öğrenci grubunun sokak gösterilerini sürdürdüğü ifade edildi.
Rio de Janeiro'daki protesto gösterilerininse daha geç saatlerde başlamasının beklendiği belirtildi.
Brezilya'da toplu taşıma ücretlerine yapılan zamma karşı Sao Paulo'da başlayan gösteriler tüm ülkeye yayılmış, halk, yolsuzluk, kamu hizmetlerinin yetersizliği ve uluslararası futbol organizasyonlarına para harcanmasına yönelik tepkilerini sokağa çıkarak duyurmaya çalışmıştı.
Bazı yerel yönetimlerin metro ve otobüs bileti fiyatlarında yapılan düzenlemede geri adım atmasının ve Devlet Başkanı Rousseff'in pek çok alanda reform sözü vermesinin ardından protestocu sayısı nispeten azalsa da gösteriler kesintisiz sürmüştü.
Robert Koleji, Amerika Birleşik Devletleri sınırları dışında kurulan ilk Amerikan okuludur
ROBERT KOLEJİ VE FATİH'DEN ALINACAK İNTİKAM
Robert Koleji, Amerika Birleşik Devletleri sınırları dışında kurulan ilk Amerikan okuludur.
Dünyanın en büyük emperyalist devleti olacak ABD kendi toprakları
dışındaki ilk faaliyetlerine Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethine
bir karşılık olmak üzere Robert Kolejini Rumelihisarı'nın hemen yanına
-ama burçlara tepeden bakacak bir şekilde- kurarak başlamıştır.
Kolejin kilisesinin haçının, -bugün sadece minaresi kalan- hisar
camisinin hilalinden yukarıda tutulduğu da Cyrus Hamlin tarafından ifade
edilmiştir.
Cyrus Hamlin 1811-1900 yılları arasında yaşamış
ABD'li bir misyoner eğitimcidir. American Board misyoner kuruluşu adına
Ocak 1839'da Osmanlı topraklarına geldi. Görevi öncelikle Amerika’nın
çıkarlarını koruyacak, geliştirecek, tohumlarının yeşermesini
sağlayacaktı. Hamlin'in en büyük destekçisi ise Kırım Savaşı'nın
sonlarına doğru İstanbul'a gelen ve koleje de adını veren Amerikalı iş
adamı Chiristopher R. Robert'tan başkası değildir. Bu ikilinin
önderliğinde ABD’nin Osmanlı ülkesindeki en teşkilatlı misyoner eğitim
kuruluşu olacak Robert Koleji 1863 yılında faaliyetlerine başladı.
Hamlin, okulun ana binasının yapılışında bizzat çalışmış, sırtında taş
taşımış ve mimari şekline bilinçli olarak yön vermiştir. Bu kararlılıkla
okul binasını inşa ettiği taşları bile Fatih'in Rumelihisarı'nda
kullandığı taşların aynısından seçmiş ve 1876 yılına kadar da okulun
müdürlüğünü yapmıştır.
Cyrus Hamlin'in Robert Kolej'i kurduğu
Rumelihisarı sırtlarına çıkarak: "Fatih'in İstanbul'u aldığı surlardan
bu milletin kültürünü fethedeceğim" demiştir. Cyrus Hamlin, okullardaki
faaliyetlerini anlattığı iki kitabını yayınlanmamak şartıyla çocuklarına
miras bırakmış fakat Osmanlı Devleti'nin yıkılmasından sonra yasağın
anlamsız kaldığını düşünen torunları tarafından kitaplar yayınlanmıştır.
Bu kitaplardan “Among the Turks (Türkler Arasında)” adlı hatıratında
Robert Koleji'ni kurmak için Rumelihisarı tepesinin seçilmesinin sebebi
olarak; "Fatih'in İstanbul'u fethe buradan başlamış olmasını"
göstermektedir. Yani amaç, Fatih Sultan Mehmed'in İslam yaptığı
toprakları hristiyanlaştırarak geri almaktır.
Tam anlamıyla
bir ajan yuvası ve yabancı güçlerin üssü haline gelen okulun mezunu olan
gençler Bulgar isyanlarına liderlik etmiştir.
Hamlin’in
görevi sadece İstanbul’da bir okul açmak değildi. O, 1840’lı yıllarda
gelecekte bütün Anadolu’yu saracak olan Anadolu Kolejlerinin de
temellerini atmıştı. Nitekim Anadolu kolejleri içinde Merzifon’da kurulu
olan okul 1880 ve 90’lı yıllarda Ermeni ve Rum isyanlarının da merkezi
oldu.
Osmanlı’nın son yıllarında Anadolu’daki Amerikan misyoner
okullarının sayısı 400’ü aşmıştı. Sayıları binleri bulan görevli ve
eğitimciler, çoğunluğu Ermeni ve Rum olan on binlerce öğrenci üzerinde
eğitim adı altında Osmanlı aleyhine faaliyet göstermekteydiler.
Misyonerlerin bir ağ gibi Anadolu’nun her yanına yayılması ile birlikte
Ermeni isyanları patlak vermiş, Anadolu’nun bir Türk ve İslam ülkesi
olma özelliği yok edilerek hristiylanlaştırılmak istenmiştir.
Bir zamanlar Fatih’in İstanbul’u fethederken Boğaz kıyısında
Rumelihisarını yaptırmasından yüzyıllar sonra bu kez Batılı ülkelerin
"eğitim faaliyetleri" adı altında Osmanlı’yı ifsâd etme planları
doğrultusunda Robert Koleji'nin haçı aynı surların yanı başında
yükselmiştir..
Yahya Kemal, ‘Ezân-ı Muhammedî’ şiirinde Sultan Selim-i Evvel’i râm etmeyip ecel, Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî
İstanbul’un şehâdet parmakları olan zarif minarelerin esrarlı gölgesinde coşan
Yahya Kemal, ‘Ezân-ı Muhammedî’
şiirinde,
‘Muhammedî cihan’ dediği İslâm
topraklarını, Ezân-ı Muhammedî’nin sadâsının kâmetine kâfi görmez;
“Keşke sekiz yıllık padişahlığında doğuyu
fetheden Yavuz Sultan Selim genç yaşta
ölmeseydi de, onun kılıcıyla bütün bir âlemi,
şân-ı Muhammedî fethetseyd i!” temennisinde bulunur ve hislerini mısralara
şöyle döker:
“Emr-i bülendsin ey ezân-ı Muhammedî,
Kâfi değil sadâna cihân-ı Muhammedî.
Sultan Selim-i Evvel’i râm etmeyip ecel,
Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî.”
MÜHR-Ü SÜLEYMAN DESENLİ BİR OSMANLI KOLYESİ
MÜHR-Ü SÜLEYMAN DESENLİ BİR OSMANLI KOLYESİ
İç içe iki üçgenden oluşan yıldız şeklindeki Hz. Süleyman (A.S.)'ın
mührü geçmişte müslümanlar tarafından yaygın olarak kullanılan ve Mühr-ü
Süleyman olarak bilinen Rahmani bir simgedir. İstanbul'daki yüzlerce
yıllık tarihe sahip pek çok caminin tavan, duvar ve cam süslemelerinde
de Mühr-ü Süleyman deseni bulunmaktadır. Mühr-ü Süleyman, İslam tezyini
sanatlarının metal, ahşap, mimari,
dokuma gibi pek çok dalında da nakış amaçlı kullanılmıştır. Taş, ağaç,
cam, kağıt vb. satıhlarda merkezî motif niyetine kullanılmıştır.
Tekke
vb. mekanların kubbe veya tavan nakışlarında yahut medhal sövelerinde
Mühr-ü Süleyman desenleri bulunur. Anadolu Selçukluları, Artukoğulları
ve İlhanlılar'ın eserlerinde bilhassa kubbelerin kilit taşlarında sık
rastlanır. Osmanlılar'da ise başta hamam kubbe delikleri olmak üzere
mezar taşları, cami tezyinatları, padişah gömlekleri, sancaklar, anıtlar
ve kemer kilit taşlarıyla çini, seramik gibi mimariyi ilgilendiren
hususlarda, mutfak eşyalarında, çeşmelerde, sebillerde, madeni
paralarda, giyim eşyaları ve takılarda kullanılmıştır. Nitekim Barbaros
Hayreddin Paşa’nın, "rüzgara hükmedebilmek maksadıyla" sancağına Mühr-ü
Süleyman motifi nakşettirmesi de bu geleneğin bir neticesidir.
Türk-İslam tarihinde sıkça kullanılan bu "altı köşeli yıldız" deseni
zaman içinde "Seal of David (Davut Yıldızı)" adıyla Yahudi ve Masonlar
tarafından da sıklıkla kullanılmaya başlandı. Yahudiler bu şekli kutsal
kabul edip sancak, flama ve muskalara işleyerek büyücülük tılsımı
yaptılar. Bu şeklin Yahudiler tarafından bir sembol olarak sıklıkla
kullanılmaya başlanması ve özellikle İsrail Devleti ile siyasi bir
nitelik kazanmasıyla birlikte günümüzdeki müslümanlar tarafından
kullanımı da o oranda azalmıştır.
Ahmed Cevdet Paşa okuyun çözüm sürecini anlayın türedilere lüzum yok herkes haddini bilsin fendi fendi
“Devlet-i
Aliyye, başlangıçta, her ne kadar bir
küçük hükümet şeklinde idi; lakin
Türklüğe
mahsus olan üstün sıfatlar ile İslâmî şecâ’at ve
dindarlığı
kendisinde toplamış bir kabile
olduğundan, kendisinde İslâm milletinin
birliğine vesile olmak gibi bir kabiliyet vardı.
Bu Devlet-i Aliyye,
diğer devletler gibi,
imtiyazlı bir toplum içinden ortaya çıkıp da
hazır
millet ve memleket bulmuş bir devlet
değildir; belki yeni topraklar feth ederek,
kendine yer edinmiş ve
teşkil ettiği Osmanlı
Milleti dahi, dilleri farklı, tavır ve ahlakları
ayrı ayrı çeşitli milletlerin en güzel edeb ve
tavırlarından seçilmiş
üstün ve güzel bir
topluluktur.
Bunların dedeleri de, çok eski
zamanlardan
beri Türkistan’da dahi han ve sultan olarak
el-hakk asîl ve
soylu bir Türk hanedanıdır”.
Ahmed Cevdet Paşa
Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'e Girişi BİR HUZUR ÜLKESİ: OSMANLI FİLİSTİNİ
BİR HUZUR ÜLKESİ: OSMANLI FİLİSTİNİ
Her taşında ve toprağında Hz. İbrahim, Hz.
İshak, Hz. Yakup, Hz. Yusuf, Hz. Davut, Hz.
Süleyman, Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. İsa
(a.s.) gibi yüzlerce Peygamberin ölümsüz
hatıralarını taşıyan ve her karışında nice büyük
insanların izlerini barındıran Kudüs, binlerce
yıldır üç medeniyet tarafından da uğrunda
savaşılan, rüyalar kurulan, çok sevilen, hasreti
çekilen, canlar verilen, adı gibi mukaddes,
temiz, bereketli, şerefli, aziz ve azametli bir şehirdir.
Ona hakim olan medeniyetler bir ölçüde dünyaya da hakim olmuştur.
İslam'ın hakim olduğu zaman dilimlerinde yaydığı huzur ve sükûn insanlık
tarafından kana kana emilmiş, dizginlerin zulmün eline geçtiği kesinti
dönemlerinde ise kan ve gözyaşı oluk oluk akmıştır. Hz. Davut'un bu
topraklarda kurduğu büyük devlet Hz. Süleyman'la muhteşem bir medeniyet
zirvesine yine burada ulaşmıştır. Hz. İbrahim (a.s) Hz. Sara ile
birlikte bu topraklarda ikamet etmiş, Hz. Meryem (r.a) cennet
meyvelerini bu topraklarda yemiş ve Hz. İsa'yı bu topraklarda
doğurmuştur. Hz. İsa (a.s) ve Hz. Muhammed (s.a.v) bu topraklarda
göklere yükseltilmiştir. Hz. Ömer ve Selmân-ı Fârisî (r.a) gibi
sahabeler, Rabiatü'l Adeviye gibi tâbiinler, İmam-ı Gazali gibi alimler
de hep bu yolun yolcularından olmuştur. Balak Gazi'lerin, Nureddin
Zengi'lerin, Selahaddin Eyyubi'lerin, Yavuz Sultan Selim'lerin
hayallerini süsleyen Kudüs, İslam sanatının zirvesine çıkmış toplumun,
Baybars'ları, Kalavun'ları, Kayıtbay'ları ve Mimar Sinan'ları ile nakış
nakış süslediği, kubbe kubbe donattığı, Kanuni'lerin, Hürrem
Sultan'ların, Kâsım Paşa'ların, Sultan Abdülhamid'lerin imaret ve
vakıflarla, hanlar ve hamamlarla, surlar ve medreselerle, şadırvan ve
çeşmelerle süslediği ve üzerine hassasiyetle titrediği bir şehir
olmuştur.
Arz-ı Filistin denilen bölge, Akdeniz'in güneydoğu
ucunda, Suriye ile Mısır ve Akdeniz ile Şeria Nehri arasında kalan
topraklardır. Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar'ın üçü tarafından
da "Kutsal Topraklar" olarak kabul edilen ve büyük önem verilen bu bölge
ilk kez Hz.Ömer'in halifeliği zamanında Amr bin As komutasındaki
Müslüman orduları tarafından 637 yılında fethedilerek İslam hakimiyetine
girmiştir. İslam'ın ilk kıblesi ve Müslümanların üçüncü önemli beldesi
olan ve bir çok büyük Peygamber'in kabirlerini de misafir eden Filistin,
yüzyıllarca İslam adalet ve hoşgörüsünün en güzel temsil edildiği
yerlerden biri haline gelmiş ve hep huzur soluklamıştır. Hz. Ömer,
fetihten hemen sonra gayrimüslim halkın isteği üzerine Kudüs'e bizzat
giderek barış anlaşmasını imzalamış ve orada yaşayan gayrimüslimlerin
can, ırz, mal ve inanç hürriyetlerini -meşhur ahitnamesiyle- ilan etmiş
ve bu ahitname kendisinden sonra gelen Müslüman idarecilerin de çok
önemli bir yol haritası olmuştur. Böylece yüzyıllar boyunca Müslümanlar,
Yahudiler, Rum Ortodoksları, Ermeni Katolikleri, Süryaniler, Kıptîler,
Rus Ortodoksları, Protestanlar, Habeşiler, Samiriler ve Latinler bir
arada barış, huzur, emniyet ve güven içinde dinlerini özgürce
yaşamışlardır.
Selçuklular zamanında 1077 yılında Türk
idaresine geçen Kutsal Filistin Toprakları sıkıntılarla çalkalanan
Avrupa'nın ilk hedefi haline gelmiş ve otoritesini korumak isteyen
Papa'nın emriyle bölgeye yönelik ilk Haçlı Seferleri başlatılmıştır. Bu
seferler sonucunda Kudüs 1099'da Hıristiyanların eline geçmiş ve
binlerce Müslüman katledilmiştir. 88 yıl süren işgal ve karışıklıklar
sonunda Selahaddin Eyyubi'nin haçlılarla yaptığı destansı mücadeleler
meyvesini vermiş ve miracın şehri Kudüs, Miraç Kandili'ne denk gelen 2
Ekim 1187'de yeniden fethedilerek Türk-İslam topraklarına katılmıştır.
Büyük Türk Hükümdarı Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs fethedilene kadar hiç
gülmediği ve sarayda değil çadırda yaşadığı da bilinmektedir. 1229'da
bir kez daha Hıristiyanların eline geçen Kudüs kısa süren bu durumdan
sonra Mısır Eyyûbîleri'nin Harzem Türkleri'ni yardıma çağırmasıyla
1244'de fethedilerek yeniden İslam topraklarına katılmıştır. Nihayet
1517 yılında, Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethedip Memlük Devletine
son vermesinin ardından 400 yıl sürecek Osmanlı hakimiyeti başlamış ve
çevresiyle birlikte bölgenin fethi Kanuni Sultan Süleyman zamanında
tamamlanmıştır.
Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'e Girişi
Şam'ın fethinden sonra Osmanlı aleyhine faaliyetlerini ittifaklarla
sürdüren Kansu Gavri liderliğindeki Memluk Devleti'ne karşı başlatılan
harekat öncesi Mısır yolunun güvenliğini sağlamak üzere bölgeye
gönderilen Vezir-i Azam Sinan Paşa önderliğindeki Osmanlı Ordusu
Filistin'in Safed, Nablus, Aclun, Gazze ve Kudüs şehirlerini 28 Aralık
1516'da savaşsız fethetmiş ve bu fetih Kudüs halkını çok sevindirmiştir.
31 Aralık 1516'da Kudüs'e giren Yavuz Sultan Selim ile beraberindeki
Yunus Paşa, Hüsam Paşa, Hafız Mehmet, Hasan Can, Molla İdris (İdris-i
Bitlisi), Nişancı, Beylerbeyiler, Divan Katipleri, Silahdar Ağalar ve
Katipleri, Kazaskerler, Sağ ve Sol Ulufeciler, Sağ ve Sol Garipler, 1000
Yeniçeri ve 500 Sipahi'den oluşan devletin ileri gelen yönetici ve
askerleri şehre girişleri sırasında Kudüs'ün tüm ruhanileri tarafından
şehir dışında büyük bir saygı ve hürmetle karşılanmıştır. Ruhanilere
gereken ilgiyi gösteren Padişah ikindi vakti otağını şehrin tam
karşısına kurdurmuş, burada bir müddet ıstırahat ettikten sonra
Kubbetü's-Sahra'da Rummân-Davud (a.s.) ile Nahl-i Hamza (r.a.)'yı
ziyaret ederek Hacer-i Sahra'yı tavaf etmiş ve Kubbetü's-Sahra'da iki
rekat hacet namazı kılmıştır. 12.000 kandille aydınlatılan Mescid-i
Aksa'da görevliler tarafından kokulu mumlarla karşılanmış, burada akşam
ve yatsı namazlarını kıldıktan sonra otağına dönmüş, ertesi gün binlerce
deve ve koyun kurban ettirerek bir kez daha Kubbetü's-Sahra ve Mescid-i
Aksa'yı ziyaret etmiştir. Aynı gün Kudüs halkına ihsanlarda bulunan
Sultan, 1 Ocak 1517'de Kudüs Şehri'nden ayrılmıştır. Osmanlı'nın Kudüs'ü
fethi üzerine İspanya Kralı da Hıristiyanlar'ın Kudüs'ü ziyaret
edebilmesi için Yavuz Sultan Selim'den harç karşılığında izin almıştır.
Osmanlı Dönemi Filistin'de Demografik Yapı
Filistin’de bir Yahudi topluluğunun oluşturulması 19. yüzyıl boyunca
yükselen bir seyir izlemiştir. Bu dönemde Filistin topraklarında üç
farklı Yahudi grup bulunmaktadır: İlki uzun yıllar önce bu topraklara
gelmiş olan ve büyük ölçüde bölge halkı ile kaynaşmış bulunan Sefarad
Yahudileridir. Yüzyıl içerisinde parça parça gelen ve daha çok Kudüs,
Safed, Taberiye ve el-Halil gibi bölgelere yerleşmiş bulunan ve yerleşik
bulunan Yahudilerden de uzak durmaya çalışan Eşkenazi Yahudi tabaka,
ikinci grubu oluşturmaktadır. Üçüncü grup ise yüzyılın sonlarına doğru
Siyonizm hareketinin güçlenmeye başlaması ile birlikte bu topraklara
göçen Yahudilerden oluşmaktadır.
Osmanlı döneminde Filistin’de
önceden olduğu gibi Müslüman Araplar, nüfus içinde çoğunluğu
oluşturmaktaydı. Müslümanlar, 1880’de nüfusun %87’sini, 1890’da %85’ini
ve 1914’te %83’ünü (Bu dönemde bölgeye göç eden ancak vatandaşlığa
kaydedilmeyen Yahudiler hesaba katıldığında %77) oluşturmaktadır.
Filistin’de yaşayan Müslümanların tamamına yakını Sünni’dir. Filistin
topraklarının büyük bir kısmı devlet kayıtlarında miri arazi olarak
geçmektedir. Bu nedenle burada yaşayan Müslümanlar hayatlarını devletin
kendilerine verdiği toprakta tarımla uğraşarak kazanıyorlardı. Devlet
toprakları dışında kalan topraklar ise vakıflara aitti. Filistin
topraklarında nüfusun az bir kısmını teşkil eden Hıristiyanlar ve
Yahudiler daha çok şehirlerde yaşıyorlardı. 19. yüzyılda elde ettikleri
ticari imtiyazlarla bu azınlık, bütün Ortadoğu’ya ticari kurumlarıyla
birlikte giren Avrupalılara bağlı olarak ticaretle uğraşıyordu.
Bir Adalet ve Hoşgörü İdaresi
Osmanlı Devleti, daha önceki Müslüman yönetimleri gibi, üç büyük din
tarafından kutsal sayılan bu bölgede Müslüman olmayan topluluklara karşı
hoşgörülü tavrını devam ettirmiştir. Osmanlı arşiv belgeleri,
Filistin’deki idarenin bölgede yaşayan Yahudileri dini vecibelerini
yerine getirme konusunda ne kadar serbest bıraktığını açıkça
göstermektedir. Osmanlı Devleti, Müslümanlara ait topraklarda yaşayan
gayrimüslimler hususunda "Şer-i Şerif" adı verilen hukukun çizdiği
sınırlar çerçevesinde hareket etmiştir. "Şer-i Şerif" denilen bu İslam
hukukuna göre, Müslümanlarla barış yapan ve İslâm Devleti'nin
hakimiyetini kabul eden gayrimüslimlere "Zimmi" denirdi. Din, dil ve ırk
farkı gözetilmeksizin hepsine aynı şekilde Şer-i Şerif’e göre muamele
yapılırdı. Müslümanlara ait topraklarda yaşayan zimmilerin aynı
topraklarda yaşayan Müslümanlardan farkı, din ayrılığından doğan bir
farklılıktı. Örneğin, Müslümanlar zekat vermekle yükümlü oldukları
halde, gayrimüslimler zekat vermekle yükümlü değillerdi. Gayrimüslimler
kazançlarına göre, senede bir defa "Cizye" denilen bir vergi
vermekteydiler. Fakirler, işsizler, din adamları, yaşlılar ve hastalar
ise bu vergiden muaftı.
Gayrimüslimler askerlik yapmak zorunda
da değildi. Aile hukuku, miras hukuku ve dinlerinin gereği olan diğer
konularda, kendi inandıkları hukuki hükümler uygulanırdı. Bütün bunların
yanında, gayrimüslimlerin de can, mal, namus ve şerefleri Müslümanlarda
olduğu gibi gibi dokunulmazdı. Muhtaç gayrimüslimler, sosyal haklardan
bir Müslüman ile eşit şekilde yararlanırdı. Bazı istisnaların dışında,
devlet kademelerinde yer alabilirlerdi. Bütün hukuki davalarda müslim
ile gayrimüslim farkı yoktu.
Birçok Osmanlı beldesindeki
kiliseler, havralar, mezarlar, arşivlerdeki belgeler, mahkeme kararları
Müslüman hoşgörüsünün en büyük delilleridir. Hz. Ömer’in Kûfi hattı ile
kaleme aldığı ve Kudüs’teki gayrimüslimlerin hak ve hürriyetlerini
özellikle zikrettiği ve sonradan Osmanlı Sultanları'na ilham kaynağı
olan fermanın aslı Osmanlı Arşivleri'nde hala mevcuttur. Filistin’in
Osmanlı hakimiyetine girmesinin ardından Patrikhane'nin ve Hıristiyan
toplulukların hak ve imtiyazlarını belirten çeşitli fermanlar
çıkarılmıştır.
Hz. Ömer ile başlayan ve Selahaddin-i Eyyubi
ile devam eden Kudüs’teki mukaddes mekanların fermanlarla teker teker
sayılması ve burada yaşayan gayrimüslimlerin sahip oldukları hak ve
hürriyetlerin tespit edilmesi adeti, bu topraklar Osmanlı yönetiminden
çıkıncaya kadar devam etmiştir. Osmanlı Devleti farklı unsurlara hukuki
bir statü ve serbestlik sağlayan millet sistemini Filistin topraklarında
daha kapsamlı bir şekilde sürdürmüştür. Kısaca Kudüs, Osmanlı
hakimiyeti altında tam bir barış ve huzur dönemi yaşamıştır.
BATILILARIN "PAX OTTOMAN" DEDİĞİ "OSMANLI BARIŞI" NE ANLAMA GELİYOR
BATILILARIN "PAX OTTOMAN" DEDİĞİ "OSMANLI BARIŞI" NE ANLAMA GELİYOR?
Batı literatüründe Pax Ottoman olarak ifade
edilen kavram, Osmanlı Devleti’nin
hükümferma olduğu çağlarda dünya barışına
olan katkısı anlatılmak için kullanılır.
Devrinin süper gücü olduğu halde bu gücü
dünya barışının sağlanmasında kullanan
Osmanlı’nın geniş bir coğrafyada tesis ettiği
barışın ne anlama geldiği gün geçtikçe daha iyi
anlaşılmaktadır.
YEiNKAPI MEVLEViHANESi SON POSTNiŞiNi ŞEYH ABDÜLBÂKi EFENDi iSTANBUL
YENİKAPI MEVLEVİHANESİ SON POSTNİŞİNİ ŞEYH ABDÜLBÂKİ EFENDİ İSTANBUL
Tanıyanlar, Abdülbâki Efendi’nin yüksek bir ilim ve irfan seviyesine
sahip olduğunda hemfikir.
Hüseyin Vassaf ondan bahsederken
“ilm ü fazlı edeb ü terbiyesi, her türlü mehasin-i ahlakı, fart-ı tevazuu itibarıyle cidden bais-i iftiharımızdır”
diyor.
Abdülbâki Dede imparatorluğun son günlerinde vazife yapıyor. Balkan, Trablusgarp, Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşları hep bu kısacık dönemde cereyan ediyor.
Herkes gibi şeyh efendi ve Mevlevîhâne de etkileniyor sıkıntılardan.
Divan sahibi bir şair olan Abdülbâki Dede’nin (Baykara) gönlü de vatan toprağı gibi yangın yerine dönüyor:
“Yıkıldı hâne-i
kalbim harâbe-zâr oldu / Vatan mıdır acebâ böyle târumâr oldu…”
Balkan ve Çanakkale savaşları esnasında Yenikapı Mevlevîhânesi’ni
hastaneye çeviren Abdülbâki Dede, diğer mevlevîhânelerin de aynı
maksatla kullanılmalarının sağlanmasına vesile oluyor.
Söz bu bahse gelmişken Mücâhidîn-i Mevlevîyye Alayı’nı bir daha hatırlamak gerekiyor.
Osmanlı ordusunun bir cepheden diğerine koştuğu yıllar.
Ne halkta ne askerde takat kalmış, ancak İttihat ve Terakki Birinci Dünya Savaşı’na girmek niyetinde.
Abdülbâki Dede, aralarındaki hukuka dayanarak padişaha milletin bir savaşı daha kaldıramayacağını açıklıkla izah ediyor.
Sultan Reşad’ın, Dede’ye,
“Oğlum, bu harbin iki neticesi vardır: Galibiyet veya mağlubiyet.
Eğer galip gelirsek bizim menfaatimizedir, milletin menfaatine mâni olmak hıyânettir.
Mağlup da olabiliriz.
Fakat bu deliler
(ittihatçılar)
bir defa karar vermişler ve girmişler.
Mâni olmanın imkânı yok.
Önlerine geçerek mâni olmağa çalışsam beni mahvederler.
Bu ise büsbütün delilik olur.”
dediğini Şeyh Efendi’nin küçük oğlu Resuhi Baykara hatıralarında aktarıyor.
Bir kez savaşa girilince yapılacak tek şey kalıyor; orduya maddi, manevi destek olmak.
İşte bu günlerde kuruluyor Mücâhidîn-i Mevlevîyye Alayı.
Bütün tekkelerden gelen tasavvuf erbabı bir alayda toplanıyor.
Dervişler nefer, onbaşı, çavuş; şeyhler de muhtelif rütbelerde subay tayin ediliyor.
Hepsinin başına Mevlevî sikkesi giydirildiğinden Mücâhidîn-i Mevlevîyye ismiyle anılıyorlar.
İstanbul’da kurulan birliğe Konya’ya kadar Abdülbâki Efendi komuta ediyor.
Anadolu’nun dört
tarafından gelen dervişler Konya’dan Veled
Çelebi (İzbudak) kumandasında Şam’a hareket
ediyor. Abdülbâki Dede Süveyş Kanalı’nı
İngilizlerden geri almak için yapılan Kanal
Harekâtı’na da Mücâhidîn-i Mevlevîyye
Alayı’nın başında binbaşı rütbesiyle katılıyor.
Önde; başında destarlı sikke, arkasında derviş
hırkasına benzer kolsuz bir pelerin,
ayaklarında diz kapaklarını epeyce aşan
çizmeler, sağ elinde bir kamçı, sol elinde eski
redif yüzbaşılarının taktıkları gibi tahta kınlı
bir kılıçla Abdülbâki Efendi,
ardında dervişler…
Savaş tek cephede değil. Bir yandan işgal
ordularıyla, bir yandan tasavvuf erbabının maruz kaldığı yozlaşma ile
mücadele etmek gerekiyor.
Şeriat ile tarikat arasındaki mesafe gittikçe açılıyor.
Tahirü’l-Mevlevî; çile çıkardığı günlerde
Kayseri’deki bir arkadaşına gönderdiği
mektupta Yenikapı’nın sûfîleriyle,
Kulekapısı’nın sarhoşlarıyla, Beşiktaş’ın ise
cerrarlarıyla (dilenci) meşhur olduğunu
söylüyor.
Yozlaşmanın hızlandığı bu dönemde
Yenikapı’da abdestsiz yere basılmadığı rivayet ediliyor.
Tekkelerde ve mutasavvıflarda baş gösteren
bozulmayı fark eden Abdülbâki Efendi, buna
çare arasa da muvaffak olamıyor.
Ve kader deyip teslim oluyor başına gelene.
30 Kasım
1925’te alınan bir kararla tüm dergâhlar kapatılıyor.
42 yaşındaki Abdülbâki Efendi, bir anda ömrünün tamamını altında geçirdiği çatıdan mahrum kalıyor.
Hüseyin Vassaf tekkeler kapatıldıktan sonra Abdülbâki Efendi’nin harem dairesinde ikametine izin verildiğini belirtiyor.
Zira harem şahsi mülk ve tapusu Osman Selahaddin Dede’nin üzerinde.
Semahane
mühürleniyor, hânkâhın selamlık kısmı ise ilk mektep hâline getiriliyor.
Son dönem divan şairleri arasında mühim bir yeri olan Abdülbâki
Baykara;
tekkesi sırlandıktan sonra yazdığı bir şiirde,
“Harîm-i vuslatında bir zamanlar şâd idim efsûs / Benim şimdi enîsim, hemdemim yalnız hayalindir”
diye sesleniyor Mevlevîhâne’ye.
Zaman zaman derin bir yeis içine düştüğü de oluyor.
O demlerden birinde
“Bana sanma yalnız
bahâr ağlıyor / Bu bîçâre kalbe mezâr ağlıyor” diyor. Tahirü’l-Mevlevî,
Abdülbâki Baykara’nın 28 Şubat 1935’teki vefatını mealen ‘Sesi;
tarikatin sesi duyulmayan ney’i gibi kesildi’ cümlesiyle özetliyor.
"Mevlevî şeyh ve dervişlerinden İstanbul'da bir alay teşkil olundu.
Bütün Mevlevîlerin bu alaya kaydolunması bildirildi.
Dervişler nefer, onbaşı, çavuş oldular.
Şeyhler de muhtelif rütbelerde subay.
Maamâfih bu alaya diğer tarikatlerden veya hiçbir tarikata intisabı olmayanlar da yazıldı.
Fakat hepsinin başına bir Mevlevî sikkesi
giydirilerek Mevlevî addolundular.
Başlarına o
zaman Konya'da bulunan Hazret-i Mevlânâ Dergâhı Şeyhi ve Mevlevîlerin en ulusu sayılan Veled Çelebi (İzbudak) alay kumandanı tayin olundu.
Teşkil olunan alayı ve sancağı alarak Konya'ya, alay kumandanına, Veled Çelebi'ye vermek vazifesi, Çelebi efendinin İstanbul'da kapı çuhadarı yani vekil-i umûru olan Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi Abdülbâkî Efendi'ye tevdi olundu.
Harbiye Nezâreti
(Şimdiki üniversite merkez binası)
önünde yapılan merasim ve edilen duaları müteakip alay sancağı, Şeyh Abdülbâkî Efendi'ye verildi ve onun riyasetinde kafile Konya'ya hareket etti.
Konya'da diğer yerlerden gelen Mevlevîlerle
kadrosunu tamamlayan alay, Hazreti Mevlânâ
türbesi önünde yapılan merasimden sonra,
Veled Çelebi'nin kumandası altında Şam'a hareket etti."
24 Haziran 2013 Pazartesi 22:18 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, "Olaylar devam ederse 2020 Olimpiyatları hayal olur" dedi
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş,
"Olaylar devam ederse 2020 Olimpiyatları hayal olur".
dedi.
24 Haziran 2013 Pazartesi 22:18
Gezi parkı olayları turizm sektörünü on milyonlarca dolarlık kayba uğrattı.
Kadir Topbaş uyardı: "Eğer burada sıkıntılar devam ederse olimpiyatlar hayal olur."
Gezi parkı olayları en çok İstanbul'u vurdu. "Turizmdeki kayıp yüzde 60'lara ulaştı.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, durum değerlendirmesi yapmak için turizmcilerle bir araya geldi.
Kadir Topbaş: "İstanbul'suz bir turizmin olmayacağı aşikardır. Bir takım organizasyon ve rezervasyonların iptali gibi konularla karşı karşıyayız. İstanbul ne kadar zinde ve başarılı olursa Türkiye o kadar gelişir. Hassasiyeti olan yurttaşlarımıza seslenmek istiyorum; bu kenti daha fazla sıkıntıya sokmayalım."
Topbaş, "Bunun dozunu kaçırmayalım"dedi ve İstanbul turizmini bekleyen tehlikelerden bahsetti ve "Türkiye'nin ekonomideki ciddi kayıplara baktığımız zaman Türkiye'nin geleceği karartılmakta. Bir iki yıl toparlayamayacağımız sonuçlar ortaya çıkabilir. Endişemiz burada. Yani bu etkileyebilir." ifadelerini kullandı.
Topbaş, 2020 Olimpiyatları nın da riske girebileceğini söyledi:
"Tabi önümüzde 2020 Olimpiyatları var. Olimpiyatlarla ilgili artık karar aşamasına gelindi. Eğer burada sıkıntılar devam ederse Olimpiyatlar hayal olur. Kim kaybeder. Millet olarak biz kaybederiz. İstanbul kaybeder."
24 Haziran 2013 Pazartesi, 22:34 UEFA, Beşiktaş ve Fenerbahçe hakkında aldığı kararların yazımını tamamladı.. UEFA, verdiği kararları kısa süre içinde kulüp ve kişilere tebliğ edecek, sabah ise siteden paylaşacak
UEFA'dan son dakika açıklaması
24 Haziran 2013 Pazartesi 22:34
UEFA, Beşiktaş ve Fenerbahçe hakkında aldığı kararların yazımını tamamladı..
UEFA, verdiği kararları kısa süre
içinde kulüp ve kişilere tebliğ edecek, sabah ise siteden paylaşacak.
Fenerbahçe'nin
geri çektiği CAS davasında ve Beşiktaş'ın yine UEFA ile yaşadığı mali
tablo davasında görev alan avukat Emin Özkurt, UEFA'nın, aldığı
kararların yazımını tamamladığını söyledi.
UEFA'nın, aldığı kararları bu gece kişi ve kulüplere tebliğ edeceğini,
tüm kamuoyuyla da sabah siteye koyarak paylaşacağını dile getirdi.
Özkurt, kararların içeriğiyle ilgili olarak ise, şimdilik herhangi bir bilgi veremeyeceğini sözlerine ekledi.
24 Haziran 2013 22:12 MERSİN AA 17. Akdeniz Oyunları'nda kadınlar serbest stil 63 kilo finalinde Elif Jale Yeşilırmak, serbest stil 72 kiloda Yasemin Adar ve serbest stil 59 kiloda Hafize Şahin altın madalya aldı
Minderin "altın kızları"
24 Haziran 2013 22:12 MERSİN AA
17. Akdeniz Oyunları'nda kadınlar serbest stil 63 kilo finalinde Elif Jale Yeşilırmak, serbest stil 72 kiloda Yasemin Adar ve serbest stil 59 kiloda Hafize Şahin altın madalya aldı.
17. Akdeniz Oyunları'nda kadınlar serbest stil 63 kilo finalinde milli güreşçi Elif Jale Yeşilırmak, İtalyan Maria Diana'yı 2-0 yenerek, altın madalya aldı.
Yenişehir Fuar Alanı C Salonu'nda yapılan kadınlar serbest stil 63 kilo müsabakalarının finalinde Elif Jale Yeşilırmak, İtalyan Maria Diana ile karşılaştı. Mücadeleyi 3-0 ve 1-0'lık setlerle 2-0 kazanan milli güreşçi, altın madalyaya uzandı.
Diana, gümüş madalyada kalırken İspanyol Irene Garcia ve Yunan Agoro Papavasileiou, bronz madalya elde etti.
Serbest stil 72 kilo
17. Akdeniz Oyunları'nda kadınlar serbest stil 72 kilo mücadeleleri sonucunda 3 maçını da kazanan milli güreşçi Yasemin Adar, altın madalya kazandı.
Yenişehir Fuar Alanı C Salonu'nda yapılan ve sıklette katılımın az olması nedeniyle Nordic sistemine göre oynanan 72 kilo müsabakalarında çıktığı 3 maçı da kazanan Yasemin Adar, altın madalyaya uzandı.
Yasemin'in ardından 2 galibiyeti bulunan Mısırlı Nadia Ahmed gümüş, İspanyol Auroa Fajardo bronz madalya elde etti.
Serbest stil 59 kilo
17. Akdeniz Oyunları'nda kadınlar serbest stil 59 kilo mücadeleleri sonucunda yaptığı 4 maçı da kazanan milli sporcu Hafize Şahin, altın madalya elde etti.
Yenişehir Fuar Alanı C Salonu'nda yapılan ve sıklette katılımın az olması nedeniyle "Nordic" sistemine göre oynanan 59 kilo müsabakalarında 3 maçını da kazanan Hafize Şahin, şampiyonun belirleneceği son maçta İspanyol Karima Sanchez'i tuşla yenerek, altın madalyaya uzandı.
Kadınlar serbest stil 59 kiloda, Mısırlı Haiat Youssef gümüş, Tunuslu Hela Riabi ise bronz madalya kazandı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)