BeKoS tv Every Day A Film We are now less then a minute Türkiye'yiz
Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'e Girişi BİR HUZUR ÜLKESİ: OSMANLI FİLİSTİNİ
BİR HUZUR ÜLKESİ: OSMANLI FİLİSTİNİ
Her taşında ve toprağında Hz. İbrahim, Hz.
İshak, Hz. Yakup, Hz. Yusuf,
Hz. Davut, Hz.
Süleyman, Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. İsa
(a.s.) gibi
yüzlerce Peygamberin ölümsüz
hatıralarını taşıyan ve her karışında nice
büyük
insanların izlerini barındıran Kudüs, binlerce
yıldır üç
medeniyet tarafından da uğrunda
savaşılan, rüyalar kurulan, çok sevilen,
hasreti
çekilen, canlar verilen, adı
gibi mukaddes,
temiz, bereketli, şerefli, aziz ve azametli bir şehirdir.
Ona hakim olan medeniyetler bir ölçüde dünyaya da hakim olmuştur.
İslam'ın hakim olduğu zaman dilimlerinde yaydığı huzur ve sükûn insanlık
tarafından kana kana emilmiş, dizginlerin zulmün eline geçtiği kesinti
dönemlerinde ise kan ve gözyaşı oluk oluk akmıştır. Hz. Davut'un bu
topraklarda kurduğu büyük devlet Hz. Süleyman'la muhteşem bir medeniyet
zirvesine yine burada ulaşmıştır. Hz. İbrahim (a.s) Hz. Sara ile
birlikte bu topraklarda ikamet etmiş, Hz. Meryem (r.a) cennet
meyvelerini bu topraklarda yemiş ve Hz. İsa'yı bu topraklarda
doğurmuştur. Hz. İsa (a.s) ve Hz. Muhammed (s.a.v) bu topraklarda
göklere yükseltilmiştir. Hz. Ömer ve Selmân-ı Fârisî (r.a) gibi
sahabeler, Rabiatü'l Adeviye gibi tâbiinler, İmam-ı Gazali gibi alimler
de hep bu yolun yolcularından olmuştur. Balak Gazi'lerin, Nureddin
Zengi'lerin, Selahaddin Eyyubi'lerin, Yavuz Sultan Selim'lerin
hayallerini süsleyen Kudüs, İslam sanatının zirvesine çıkmış toplumun,
Baybars'ları, Kalavun'ları, Kayıtbay'ları ve Mimar Sinan'ları ile nakış
nakış süslediği, kubbe kubbe donattığı, Kanuni'lerin, Hürrem
Sultan'ların, Kâsım Paşa'ların, Sultan Abdülhamid'lerin imaret ve
vakıflarla, hanlar ve hamamlarla, surlar ve medreselerle, şadırvan ve
çeşmelerle süslediği ve üzerine hassasiyetle titrediği bir şehir
olmuştur.
Arz-ı Filistin denilen bölge, Akdeniz'in güneydoğu
ucunda, Suriye ile Mısır ve Akdeniz ile Şeria Nehri arasında kalan
topraklardır. Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar'ın üçü tarafından
da "Kutsal Topraklar" olarak kabul edilen ve büyük önem verilen bu bölge
ilk kez Hz.Ömer'in halifeliği zamanında Amr bin As komutasındaki
Müslüman orduları tarafından 637 yılında fethedilerek İslam hakimiyetine
girmiştir. İslam'ın ilk kıblesi ve Müslümanların üçüncü önemli beldesi
olan ve bir çok büyük Peygamber'in kabirlerini de misafir eden Filistin,
yüzyıllarca İslam adalet ve hoşgörüsünün en güzel temsil edildiği
yerlerden biri haline gelmiş ve hep huzur soluklamıştır. Hz. Ömer,
fetihten hemen sonra gayrimüslim halkın isteği üzerine Kudüs'e bizzat
giderek barış anlaşmasını imzalamış ve orada yaşayan gayrimüslimlerin
can, ırz, mal ve inanç hürriyetlerini -meşhur ahitnamesiyle- ilan etmiş
ve bu ahitname kendisinden sonra gelen Müslüman idarecilerin de çok
önemli bir yol haritası olmuştur. Böylece yüzyıllar boyunca Müslümanlar,
Yahudiler, Rum Ortodoksları, Ermeni Katolikleri, Süryaniler, Kıptîler,
Rus Ortodoksları, Protestanlar, Habeşiler, Samiriler ve Latinler bir
arada barış, huzur, emniyet ve güven içinde dinlerini özgürce
yaşamışlardır.
Selçuklular zamanında 1077 yılında Türk
idaresine geçen Kutsal Filistin Toprakları sıkıntılarla çalkalanan
Avrupa'nın ilk hedefi haline gelmiş ve otoritesini korumak isteyen
Papa'nın emriyle bölgeye yönelik ilk Haçlı Seferleri başlatılmıştır. Bu
seferler sonucunda Kudüs 1099'da Hıristiyanların eline geçmiş ve
binlerce Müslüman katledilmiştir. 88 yıl süren işgal ve karışıklıklar
sonunda Selahaddin Eyyubi'nin haçlılarla yaptığı destansı mücadeleler
meyvesini vermiş ve miracın şehri Kudüs, Miraç Kandili'ne denk gelen 2
Ekim 1187'de yeniden fethedilerek Türk-İslam topraklarına katılmıştır.
Büyük Türk Hükümdarı Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs fethedilene kadar hiç
gülmediği ve sarayda değil çadırda yaşadığı da bilinmektedir. 1229'da
bir kez daha Hıristiyanların eline geçen Kudüs kısa süren bu durumdan
sonra Mısır Eyyûbîleri'nin Harzem Türkleri'ni yardıma çağırmasıyla
1244'de fethedilerek yeniden İslam topraklarına katılmıştır. Nihayet
1517 yılında, Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethedip Memlük Devletine
son vermesinin ardından 400 yıl sürecek Osmanlı hakimiyeti başlamış ve
çevresiyle birlikte bölgenin fethi Kanuni Sultan Süleyman zamanında
tamamlanmıştır.
Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'e Girişi
Şam'ın fethinden sonra Osmanlı aleyhine faaliyetlerini ittifaklarla
sürdüren Kansu Gavri liderliğindeki Memluk Devleti'ne karşı başlatılan
harekat öncesi Mısır yolunun güvenliğini sağlamak üzere bölgeye
gönderilen Vezir-i Azam Sinan Paşa önderliğindeki Osmanlı Ordusu
Filistin'in Safed, Nablus, Aclun, Gazze ve Kudüs şehirlerini 28 Aralık
1516'da savaşsız fethetmiş ve bu fetih Kudüs halkını çok sevindirmiştir.
31 Aralık 1516'da Kudüs'e giren Yavuz Sultan Selim ile beraberindeki
Yunus Paşa, Hüsam Paşa, Hafız Mehmet, Hasan Can, Molla İdris (İdris-i
Bitlisi), Nişancı, Beylerbeyiler, Divan Katipleri, Silahdar Ağalar ve
Katipleri, Kazaskerler, Sağ ve Sol Ulufeciler, Sağ ve Sol Garipler, 1000
Yeniçeri ve 500 Sipahi'den oluşan devletin ileri gelen yönetici ve
askerleri şehre girişleri sırasında Kudüs'ün tüm ruhanileri tarafından
şehir dışında büyük bir saygı ve hürmetle karşılanmıştır. Ruhanilere
gereken ilgiyi gösteren Padişah ikindi vakti otağını şehrin tam
karşısına kurdurmuş, burada bir müddet ıstırahat ettikten sonra
Kubbetü's-Sahra'da Rummân-Davud (a.s.) ile Nahl-i Hamza (r.a.)'yı
ziyaret ederek Hacer-i Sahra'yı tavaf etmiş ve Kubbetü's-Sahra'da iki
rekat hacet namazı kılmıştır. 12.000 kandille aydınlatılan Mescid-i
Aksa'da görevliler tarafından kokulu mumlarla karşılanmış, burada akşam
ve yatsı namazlarını kıldıktan sonra otağına dönmüş, ertesi gün binlerce
deve ve koyun kurban ettirerek bir kez daha Kubbetü's-Sahra ve Mescid-i
Aksa'yı ziyaret etmiştir. Aynı gün Kudüs halkına ihsanlarda bulunan
Sultan, 1 Ocak 1517'de Kudüs Şehri'nden ayrılmıştır. Osmanlı'nın Kudüs'ü
fethi üzerine İspanya Kralı da Hıristiyanlar'ın Kudüs'ü ziyaret
edebilmesi için Yavuz Sultan Selim'den harç karşılığında izin almıştır.
Osmanlı Dönemi Filistin'de Demografik Yapı
Filistin’de bir Yahudi topluluğunun oluşturulması 19. yüzyıl boyunca
yükselen bir seyir izlemiştir. Bu dönemde Filistin topraklarında üç
farklı Yahudi grup bulunmaktadır: İlki uzun yıllar önce bu topraklara
gelmiş olan ve büyük ölçüde bölge halkı ile kaynaşmış bulunan Sefarad
Yahudileridir. Yüzyıl içerisinde parça parça gelen ve daha çok Kudüs,
Safed, Taberiye ve el-Halil gibi bölgelere yerleşmiş bulunan ve yerleşik
bulunan Yahudilerden de uzak durmaya çalışan Eşkenazi Yahudi tabaka,
ikinci grubu oluşturmaktadır. Üçüncü grup ise yüzyılın sonlarına doğru
Siyonizm hareketinin güçlenmeye başlaması ile birlikte bu topraklara
göçen Yahudilerden oluşmaktadır.
Osmanlı döneminde Filistin’de
önceden olduğu gibi Müslüman Araplar, nüfus içinde çoğunluğu
oluşturmaktaydı. Müslümanlar, 1880’de nüfusun %87’sini, 1890’da %85’ini
ve 1914’te %83’ünü (Bu dönemde bölgeye göç eden ancak vatandaşlığa
kaydedilmeyen Yahudiler hesaba katıldığında %77) oluşturmaktadır.
Filistin’de yaşayan Müslümanların tamamına yakını Sünni’dir. Filistin
topraklarının büyük bir kısmı devlet kayıtlarında miri arazi olarak
geçmektedir. Bu nedenle burada yaşayan Müslümanlar hayatlarını devletin
kendilerine verdiği toprakta tarımla uğraşarak kazanıyorlardı. Devlet
toprakları dışında kalan topraklar ise vakıflara aitti. Filistin
topraklarında nüfusun az bir kısmını teşkil eden Hıristiyanlar ve
Yahudiler daha çok şehirlerde yaşıyorlardı. 19. yüzyılda elde ettikleri
ticari imtiyazlarla bu azınlık, bütün Ortadoğu’ya ticari kurumlarıyla
birlikte giren Avrupalılara bağlı olarak ticaretle uğraşıyordu.
Bir Adalet ve Hoşgörü İdaresi
Osmanlı Devleti, daha önceki Müslüman yönetimleri gibi, üç büyük din
tarafından kutsal sayılan bu bölgede Müslüman olmayan topluluklara karşı
hoşgörülü tavrını devam ettirmiştir. Osmanlı arşiv belgeleri,
Filistin’deki idarenin bölgede yaşayan Yahudileri dini vecibelerini
yerine getirme konusunda ne kadar serbest bıraktığını açıkça
göstermektedir. Osmanlı Devleti, Müslümanlara ait topraklarda yaşayan
gayrimüslimler hususunda "Şer-i Şerif" adı verilen hukukun çizdiği
sınırlar çerçevesinde hareket etmiştir. "Şer-i Şerif" denilen bu İslam
hukukuna göre, Müslümanlarla barış yapan ve İslâm Devleti'nin
hakimiyetini kabul eden gayrimüslimlere "Zimmi" denirdi. Din, dil ve ırk
farkı gözetilmeksizin hepsine aynı şekilde Şer-i Şerif’e göre muamele
yapılırdı. Müslümanlara ait topraklarda yaşayan zimmilerin aynı
topraklarda yaşayan Müslümanlardan farkı, din ayrılığından doğan bir
farklılıktı. Örneğin, Müslümanlar zekat vermekle yükümlü oldukları
halde, gayrimüslimler zekat vermekle yükümlü değillerdi. Gayrimüslimler
kazançlarına göre, senede bir defa "Cizye" denilen bir vergi
vermekteydiler. Fakirler, işsizler, din adamları, yaşlılar ve hastalar
ise bu vergiden muaftı.
Gayrimüslimler askerlik yapmak zorunda
da değildi. Aile hukuku, miras hukuku ve dinlerinin gereği olan diğer
konularda, kendi inandıkları hukuki hükümler uygulanırdı. Bütün bunların
yanında, gayrimüslimlerin de can, mal, namus ve şerefleri Müslümanlarda
olduğu gibi gibi dokunulmazdı. Muhtaç gayrimüslimler, sosyal haklardan
bir Müslüman ile eşit şekilde yararlanırdı. Bazı istisnaların dışında,
devlet kademelerinde yer alabilirlerdi. Bütün hukuki davalarda müslim
ile gayrimüslim farkı yoktu.
Birçok Osmanlı beldesindeki
kiliseler, havralar, mezarlar, arşivlerdeki belgeler, mahkeme kararları
Müslüman hoşgörüsünün en büyük delilleridir. Hz. Ömer’in Kûfi hattı ile
kaleme aldığı ve Kudüs’teki gayrimüslimlerin hak ve hürriyetlerini
özellikle zikrettiği ve sonradan Osmanlı Sultanları'na ilham kaynağı
olan fermanın aslı Osmanlı Arşivleri'nde hala mevcuttur. Filistin’in
Osmanlı hakimiyetine girmesinin ardından Patrikhane'nin ve Hıristiyan
toplulukların hak ve imtiyazlarını belirten çeşitli fermanlar
çıkarılmıştır.
Hz. Ömer ile başlayan ve Selahaddin-i Eyyubi
ile devam eden Kudüs’teki mukaddes mekanların fermanlarla teker teker
sayılması ve burada yaşayan gayrimüslimlerin sahip oldukları hak ve
hürriyetlerin tespit edilmesi adeti, bu topraklar Osmanlı yönetiminden
çıkıncaya kadar devam etmiştir. Osmanlı Devleti farklı unsurlara hukuki
bir statü ve serbestlik sağlayan millet sistemini Filistin topraklarında
daha kapsamlı bir şekilde sürdürmüştür. Kısaca Kudüs, Osmanlı
hakimiyeti altında tam bir barış ve huzur dönemi yaşamıştır.