Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
22 Haziran 2013 Cumartesi
Hükümetin Alevi açılımının detayları belirleniyor Hükümetin yürüttüğü Alevi açılımının detayları netleşiyor 23 06 2013 pazar
Hükümetin Alevi açılımının detayları belirleniyor
Hükümetin yürüttüğü Alevi açılımının detayları netleşiyor.
23 06 2013 pazar
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Kayseri mitinginde açıkladığı Alevilerin sorunlarının çözümü için yürütülen çalışmanın detayları belli oldu.
Habertürk'ten Hasan Bozkurt'un haberine göre, hükümet, Alevi kültürünün yaşatılması ve sorunların çözümü için somut adımlar atacak. Henüz üzerinde çalışılan, taslak aşamasındaki açılımın detayları şöyle: Cemevlerine mali destek paketi hazırlanacak, Alevi dedelerinin mali giderlerinin karşılanması gündemde, iki ayrı üniversiteye Pir Sultan Abdal ve Hacı Bektaş-ı Veli ismi verilecek, Alevilik ders kitaplarında daha detaylı işlenecek.
BAKANLAR ÇALIŞMAYA BAŞLADI
Hükümet, "İkinci Alevi Açılımı"
olarak adlandırılabilecek yeni bir paket üzerinde çalışıyor. Başbakan
Erdoğan'ın talimatıyla biraraya gelen bakanlar ve Ak Parti kurmayları
henüz taslak aşamasındaki pakete son şeklini vermek üzere önümüzdeki
hafta toplantılar yapacak. Üzerinde çalışılan taslak pakette şunlar
bulunuyor:
KİMSE ÖTEKİ DEĞİL: Türkiye'de kimse kendini 'ötekileştirilmiş' hissetmeyecek.
VAKIF YASASI: İnanç ve Kültür Vakıfları yasa tasarısı hazırlanacak.
TEK ÇATI: Alevi dernek ve vakıfları, Hacı Bektaş-ı Veli Vakfı'yla irtibatlandırılmasına çalışılacak.
İNANÇ MERKEZİ: Cemevleri bu vakıflara bağlı olarak 'inanç ve kültür merkezi' olarak hizmet verecek.
ÜCRETSİZ ARSA: Belediyeler cemevleri için ücretsiz arsa tahsis edecek.
MADDİ DESTEK: Hacı
Bektaş-ı Veli Vakfı'nın maddi olarak desteklenmesi sağlanacak. Bu vakıf
üzerinden tüm dernek ve vakıflar aracılığıyla Alevi vatandaşların
etkinliklerine kaynak aktarılacak.
ÜNİVERSİTE ADLARI: Nevşehir Üniversitesi'ne Hacı Bektaş-ı Veli, Tunceli Üniversitesi'ne de Pir Sultan Abdal ismi verilecek.
ALEVİLİK KÜRSÜSÜ: Hitit Üniversitesi bünyesinde bir Alevilik kürsüsü oluşturulması da gündemde.
DEDELERE KAYNAK: Alevi dedelerinin maddi durumlarının iyileştirilmesine dönük planlamalar da var.
SERTİFİKALI DEDE: Alevi
dedelerine 'İnanç Önderi' sertifikası verilecek. Alevi dergahlarının
temsilcilerinin de eğitmen olarak görev yapacağı seminerlere katılıp
sertifika alan dedeler, 'İnanç Önderi' olarak cemevlerine atanıp, maddi
olarak desteklenecek.
MÜFREDAT DEĞİŞECEK: Türkiye'de ilk kez 2004'te ders kitaplarına giren Alevilik konusunun, müfredatta daha detaylı olarak işlenmesi sağlanacak.
23 Haziran 2013 “Günde 20 binin üzerinde siber saldırı yapıldı Bunlar ülkeyi elektriksiz bırakacaktı” Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın,
“Günde 20 binin üzerinde siber saldırı yapıldı.
Bunlar ülkeyi elektriksiz bırakacaktı”
- Siber saldırı nedir? Türkiye’de ne tür saldırılar yapılıyor?Hasan Palaz: Bilgisayarlar cebimizde, yakında gözlüğümüze girecek. Buzdolabı, televizyon, kullandığınız araba her şey internete bağlanır hale gelecek. İnternete bağlandığınız anda başkasının da sizin bilgilerinize girme şansı doğuyor. Ticari firmanızın bilgileri alınabiliyor, formüller çalınıyor. Elektrik, su, telefon gibi kritik altyapılara zarar verilebiliyor. Bu, devlet boyutunda da yapılıyor. E-devlet yapısıyla vatandaşa birçok konuda hizmet veriyorsunuz. İnternetin 20 gün olmadığını düşünün, ekonomi de, insanlar da ciddi şekilde zarar görür.
Hayrettin Bahşi: Siber güvenlikte saldırı çok kolaydır. Karşınızda 100 delik var, biri açık kaldığında saldıran oradan girer. Bu nedenle savunmak zor.
- Devlet boyutunda siber güvenliği kim sağlıyor? TÜBİTAK’ın rolü ne?
Hasan Palaz: Ulaştırma Bakanı’nın yaptığı Siber Güvenlik Kurulu var. Asıl sorumlu ve yetkili yer orası. TÜBİTAK dışında, Dışişleri, İçişleri, Milli Savunma, Genelkurmay, MİT, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) temsilcilerinden oluşuyor. 2013-2014 Siber Güvenlik Strateji Belgesi ve eylem planı hazırlandı. Türkiye’ye global bir saldırıda TÜBİTAK olarak ancak teknik danışmanlık hizmeti verebiliriz. Telekom operatörlerine şunu şöyle yapın diyecek olan BTK. BTK, TİB bünyesinde 7X24 çalışacak Siber Olaylara Müdahale Merkezi kuruldu. İnternet altyapısını sürekli gözlemleyip müdahale edecek, kanunen yetkilendirilmiş bir yer olacak.
Hayrettin Bahşi: Bu görevi uzun yıllar Bilgisayar Olaylarına Müdahale Ekibi (BOME) olarak Siber Güvenlik Enstitüsü’nde biz yaptık. Yeni yapıyla birlikte bilgi birikimimizi bu merkeze aktarıyoruz. Biz tamamen tekniğe odaklandık. Bir yandan siber saldırıya müdahale ile ilgili araştırma geliştirme projelerini yaparken bir yandan kamuya danışmanlık hizmeti veriyoruz.
- Siber güvenlik uzmanları nasıl seçiliyor? Hackerlar da güvenlik uzmanı olabiliyor mu?
Hayrettin Bahşi: Bizim seçim yaptığımız yerlerden biri siber güvenlik yaz kampları. Üniversite mezunu, mastır ve doktora öğrencileri davet ediliyor. Araştırıcı olarak atanmaları için lisans eğitimi almaları şart. SGE’de 75 siber güvenlik uzmanı çalışıyor. Yarısı Ar-Ge’de (Gebze’deki merkezde), kamuya danışmanlık hizmeti verenler ise Ankara’da. İşleri, kurumlara gidip hacker bakış açısıyla içeriden ve dışarıdan ne gibi saldırılara maruz kalabileceklerini raporlamak, gerekiyorsa da düzeltmek. Hacker’ların bir kısmı bir süre sonra bu işi bırakıp legal çalışmaya başlıyor, tövbe edip bilgi güvenliği uzmanı olan var yani... Ama devlet kurumlarında böyle insanları çalıştırmak kolay değil. Güvenilir olduğuna kanaat getirilirse hackerlarla da çalışılabilir.
-Ne kadar siber güvenlik uzmanımız var?
Hasan Palaz: Siber güvenlikteki en büyük sıkıntı siber güvenlik uzmanı yetiştirmek. Bizde bir uzman araştırıcı ortalama 5 bin lira alıyor. BİLGEM’de her yıl yüzde 10’luk bir personel değişimi olur. Ayrılanlar da daha iyi yerlere gider. Şehir Üniversitesi’yle bir mastır programı başlattık. Birlikte siber güvenlik uzmanı yetiştireceğiz.
RedHack içeriden destek alıyor olabilir
Günümüzde kamu kurumlarının belalılarından biri Redhack. Birçok kamu kurumunun internet sitesini çökerten ve son zamanlarda bilgi ifşa eden Redhack Siber Güvenlik Enstitüsü’nde ideolojik mesajlı sosyal bir hareket olarak görülüyor. Bazı bilgilerin ifşasında içeriden birilerinden destek görüyor olabilecekleri ifade ediliyor.
-Siber saldırıdan nasıl korunulur?
Hayrettin Bahşi: Biz ne kadar güvenlik mekanizmaları kullanırsak kullanalım, burada çalışanlar gerekli tedbirleri almadığı müddetçe- birini kandırarak bilgi almak, bir linke basmasını sağlamak kolay- sistemik olarak zayıfız. Bu nedenle siber güvenlikte teknik önlemden çok kullanıcı bilinçlendirilmesi önemli.
- Türkiye’nin siber orduya ihtiyacı var mı?
Hasan Palaz: İhtiyaç yok denemez. Amerika saldırıyı savaş nedeni saydığına göre.
Hayrettin Bahşi: Ofansif güç oluşturmak gelişmiş ülkelerin yaptığı bir iş. Gelecekte kinetik savaşın enstrümanı olarak kullanılacak. Ama siber güvenliğin uluslararası ilişkilerde pozisyonu tam oturmuş değil. Bir ülke diğer ülkeye nasıl savaş ilan eder şu anda tam netleşmiş değil.
Cevabları verenler:
TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Hasan Palaz
ve
Siber Güvenlik Enstitüsü Müdürü Hayrettin Bahşi
Twitter’ı çok sık kullanan biri değilim Bir mesaj attın, kalbimi yaktın Ajda PEKKAN 23 Haziran 2013
Bir mesaj attın, kalbimi yaktın!
Bilen bilir, Twitter’ı çok sık kullanan biri değilim.
Daha çok gerekli duyurular olduğu zaman açıp bir şeyler yazıyorum.
Benden çok ekibim yazıyor.
Onlar benim adıma işle ilgili tweet’ler atıyor.
Neyse, sonuçta o adres benim adıma, yazılanların tamamı da doğal olarak beni bağlar.
Ama nereye kadar?
Ya hack’len-
diyseniz ve hesabınızdan hiç tanımadığınız birileri olur olmaz mesajlar atıyorsa?
Bu hafta ilk kez başıma böyle bir şey geldi.
Konser programları, yeni şarkılar, yaz öncesi koşuşturmaca tüm hızıyla devam ederken, telefonlar çalmaya başladı...
“Yazılanları okudunuz mu?” “Ajda Hanım ama siz de” diye başlayan cümleler.
“Twitter yıkılıyor gördünüz mü?” diyenler. Hiçbir şeyden haberimiz yok.
Ne benim, ne de yardımcım Etel’in...
Açtık baktık Twitter’a.
Gerçekten de ortalık yıkılıyor, herkes beni yerden yere vuruyor.
Neden?
O an öğrendim...
Meğer
ben bir tweet atmışım ve demişim ki; “İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Taksim’e bugün 100 ağaç, 5000 gül dikti. Doğaya verdiği destek için
Kadir Topbaş’a teşekkürler...”
Hem de ne zaman?
Gezi Parkı’nın boşaltıldığı, kadınlar ve çocukların gece boyu gaz altında kaldığı gecenin sabahında!
İnadına yapar gibi.
Allah’ınızı severseniz böyle bir şeyi aklınız alıyor mu?
İnsanların canı yanarken, gerilim yaşanırken, ortalık toz dumanken, acılar bu kadar tazeyken...
Ben dünyadan bihabermişim gibi böyle bir mesajı nasıl atabilirim?
Bazıları beni sarışın görmeye alıştı, gerçek sarışın zannettiler galiba!
(Gerçek sarışınlar da alınmasın, işin şakası bu. Yoksa aklın saç rengiyle ilgisi olmadığını da yazdım burada...)
Gezi Parkı konusundaki fikrimi olaylar başladığı ilk hafta bu köşede yazdım, merak eden açar okur.
Peki kim attı bu mesajı benim hesabımdan?
Ah bir bilsem...
Yapacağımı bilirim zaten. Aslında tam bir hack’lenme de değil bu anladığım kadarıyla.
Bu hesabın şifreleri birden çok kişide vardı.
İlk açanlar başkaydı, bugün benim adıma ekibimden kullananlar başka...
Sonuçta bana söylenen şu oldu; “Keşke hesabınızın şifresini bu kadar çok kişiyle paylaşmamış olsaydınız...”
Bir
musibet bin nasihatten iyidir derler ya...
“pekkan1”
hesabını iptal ettim ben de.
Yeni adresimin şifresini kimselere vermeyeceğim artık.
Bu kadar olayı anlattıktan sonra o mesajı hâlâ benim yazdığıma inananlar varsa, onlara da bir Ajda Pekkan şarkısı gönderiyorum:
“Haykıracak nefesim kalmasa bile...”
Aysel’im nihayet raflarda
Sonunda “Aysel’im” albümü raflardaki yerini alıyor. Prodüktörü Murat Yıldırım, önceki gün baştan sona albümü dinletti bana...
Rahmetli Aysel’in anısına ancak bu kadar güzel bir albüm yapılabilirdi...
Birbirinden
değerli sanatçı arkadaşlarım bir araya gelip Aysel Gürel’in şarkılarını
harika yorumlamışlar. İşte benim de albümü ilk dinledikten sonra
gözlemlerim...
Tarkan “Firuze”: O benim canım... Sadece benim mi,
Türkiye’nin sevgilisi. O ne okusa harika okur. “Firuze”de de öyle olmuş.
Aysel Gürel’in bu unutulmaz şarkısı Tarkan’la yeniden hayat buluyor
albümde...
Ata Demirer “Sitem”: O kadar güzel okumuş ki,
bayılacaksınız. Hep keşke sinema ve komedyenliğe olduğu kadar müzisyen
yönünde de ağırlık verseydi dediğim bir isim... “Sitem”i bir de ondan
dinleyin, bana hak vereceksiniz...
Sezen Aksu “Sır”: Aysel Gürel
şarkıları Sezen’siz olur mu? Sır şarkısını seslendirmiş albümde Sezen...
Bir de sürprizi var, hasta yatağında bu şarkıyı Aysel Gürel’e okutuş ve
kaydetmiş, şarkıda onu kullanmışlar, bayıldım...
Mabel Matiz “Sultan
Süleyman”: Albümün en ilginç yorumlarından biri olmuş bence. Mabel
Matiz’in Aysel Gürel’in bu şarkısındaki yorumunu ben çok beğendim.
Sertab
Erener “Ne Kavgam Biti Ne Sevdam”: Benim en sevdiğim Aysel Gürel
şarkılarından biridir bu. Hayatta ne kavgamız biter ne de sevdamız.
Sertab’ın yorumunu da çok sevdim.
Ayşegül Aldinç “Yolun Başında”:
Albümü dinledikçe ne şarkılar yapmış Aysel Gürel diyor insan... Ayşegül
Aldinç en güzel şarkılardan birini seçiş kendine ve çok güzel
yorumlamış.
Levent Yüksel “Ben Her Bahar Aşık Olurum”: Levent
Yüksel’in sesine ve yorumculuğuna kim ne diyebilir ki... Müthiş bir
Aysel Gürel şarkısıyla buluşmuş bu kez...
Hepsini tek tek yazsam buraya sığmaz...
Aşkın
Nur Yengi “Ünzile”, Yasmin Levy “Sevda”, Emre Altuğ “Ah Mazi”, Yaşar
“Yine Yeniden”, Eda-Metin Özülkü “1945”, Ayla Çelik “Olacak Olacak”...
Hepsi ama hepsi harika yorumlamışlar.
Aysel Gürel’e de böyle bir albüm yakışırdı... Herkesin emeğine sağlık...
Peki Ajda Pekkan “Ayıpsın Ayıp”ı nasıl yorumlamış?
Albümü alıp dinledikten sonra onu da siz yorumlarsınız artık...
Ajda PEKKAN
23 Haziran 2013
Yabancı yatırımcıları arayıp Türkiye'yi kötüleyenler var Bakan Şimşek 23 Haziran 2013 03:01
Yabancı yatırımcıları arayıp Türkiye'yi kötüleyenler var.
Bakan Şimşek
23 Haziran 2013 03:01
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, son üç haftada dünyadaki şer şebekelerinin muazzam bir dezenformasyon süreci başlattığını, Türkiye'deki yabancı yatırımcılara arayarak 'Türkiye'de iç savaş var. İnanmazsanız CNN, BBC ve Reuters'e bakın' denildiğini belirtti.
Malatya
Aktif İşadamları Derneği (MAKİAD) tarafından Malatya Kongre ve Kültür
Merkezi'nde Ekonomi Dünyası Ödül töreni düzenlendi. Törende konuşan
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Gezi Parkı eylemlerinin Türkiye'ye zarar
verdiğini söyledi. Türkiye'nin güçlenmesini istemeyen odakların
mesnetsiz bilgilerle yatırımcıları yönlendirmeye çalıştıklarının altını
çizen Şimşek sözlerine şöyle devam etti: "Son 3 haftada dünyadaki bütün
şer şebekeleri işbirliği yapmış, muazzam bir dezenformasyon süreci
başlamıştır. Yatırımcıları arayıp (Ben uzun süre Newyork ve Londra'da
çalıştım) 'Türkiye'de iç savaş var. İnanmazsanız CNN'e BBC'ye Reuters'e
bakın' diyorlar. Bizi de arıyor yatırımcılar 'Böyle bir şey var mı?'
diye soruyorlar. Biz de o gösteriler İstanbul'un çok küçük bir
bölümünde, Anadolu'daki çoğunlukta en ufak bir şey yok. Kimse bu
anarşiyi tasvip etmez. Milletin iradesiyle biz buradayız' diyoruz.
Eylemleri yapan marjinal gruplardır. Ha içlerinde çevre duyarlılığı olan
samimi insanlar da var. Ama onları dinlemiyorlar. Aralarından
seçtikleri kişilerle görüştük. 'Referanduma gideceğiz' dedik. Bundan
daha ötesi var mı? Onu da kabul etmiyorlar. Mesele zaten Gezi Parkı
değil. Mesele hayat tarzına karışmak da değildir."
Kendilerini de
hatasız görmediklerini söyleyen Şimşek, "Ha bizim hatamız yok mu?
Mutlaka vardır. Olmaz mı? Mükemmeliyet iddiasında değiliz. O nedenle de
sürekli istişare halindeyiz. Halkın içindeyiz. 10 yıllardır devam eden
Türkiye'nin milyarlarca dolarlık enerjisini alıp götüren bir temel
sorunu kökünde çözme iradesi ortaya koyduk. Bu sabote edilmeyecek mi?
İşte görüyorsunuz, bilemiyoruz. O kadar çok konu var ki. Nedir bunu
tetikleyen? O kadar çok sebep var ki. Ama milleti dinlememe olmadığı
kesindir. Şimdi diyorlar ki 'Başbakanın üslubu bu yakıp yıkmayı
beraberinde getirdi?' İşte buyrun Brezilya'da başbakan çıktı dedi ki;
'Bunlar iyi çocuklar, güzel, iyi yapıyorlar' dedi. Olaylar duruldu mu?
Tam aksine dünkü gösterilerde iki Brezilyalı hayatını kaybetti. Olaylar
çok daha büyüdü. Bunları bilmekte fayda var. Bunun üslupla falan alakası
yok. Gidelim 1950'li yılların sonlarına doğru. Aynı ideolojik saplantı
içinde olanlar Menderes'i diktatör olarak sunuyorlardı. Halbuki Menderes
son derece demokrat bir insandı. 1980'li yılların sonunda aynı çevreler
Özal'ı aynı şekilde sivil diktatör ilan ettiler. Bunlar tipik oyunun
unsurlarıdır. O nedenle biz milletimize güveniyoruz. Sanayicinin,
yatırımcının küresel rekabette geri kalmaması için elimizden geleni
yapıyoruz." diye konuştu.
Memleketin itibarının karapropaganda
ile sıfırlamak için ne gerekiliyorsa yapıldığını vurgulayan Bakan
Şimşek, "2002 yılında 100 TL kazanan şirketten 65 lira vergi alınıyordu.
Şimdi ise 34 lira vergiye gidiyor. OECD'nin en düşük ülkeleri
arasındayız. Son 1 yıl içinde 1.2 milyon insanımıza iş bulmuşuz. Son 5
yıl içinde 5 milyon insanımıza iş bulmuşuz. AB'nin 27 ülkesinin
toplamında net bir kişilik istihdam oluşturulamamıştır. Dolayısıyla
Türkiye büyük bir çıkış içindedir. Türkiye büyük bir sorununu demokrasi
ve kardeşlik hukuku içinde çözüyor. Bu ülkemizi uçurur. Demekki bu bir
yerlere batıyor. Bu sürecin başarılı olması demek Türkiye'yi bölgesel
anlamda çok farklı bir şekilde konumlandıracak. Türkiye'yi birçok ülke
için rol model olarak gösteriyorlardı. Son 3 haftada bunu kökünden
silmek için ne gerekiyorsa yaptılar. Memleketin itibarını kara
propaganda ile sıfırlamak için ne gerekiliyorsa yaptılar." ifadelerini
kullandı.
Oyunu bozmak için herkese iş düştüğünü dile getiren
Şimşek, "Şimdi hepinize büyük iş düşüyor. Bugün MAKİAD Ruanda'dan
misafirlerini ağırladı. Allah TUSKON'dan razı olsun. Hakikaten böyle bir
gündemi nasıl değiştirdi. 140 ülkeden işadamı heyetleri gelmiş. Onlarla
işbirlikleri kuruluyor. Bakın Türk okullarına dünya ile köprüleri
kuruyor. Bu da Türkiye'nin yumuşak yüzüdür. Birkaç yıl içinde Türkiye,
dünyanın birçok başkentinde 30'un üzerinde Yunus Emre Enstitüsü açtı.
Türkiye 2000'li yılların başında 500 milyon dolar borçlanmak için
yalvarıyordu. Millet verelim mi vermeyelim mi diye düşünüyordu. Ben o
zaman Londra'daydım. Geçen yıl Türkiye dış dünyaya, akraba
topluluklarına 2.5 milyar dolarlık yardımda bulundu. Biz komplo
teorilerini bir kenara bırakalım. Onlar komplolarını yapsınlar. Eğer biz
bu birlik beraberliğimizi korursak, şu camia içindeki paylaşım, iş
birliği, güç birliğini güçlendirirsek komplolar hiç önemli değil. Biz
size inanıyoruz. Şimdi Türkiye geçen yıl turizmde dünya altıncısı oldu.
Son iki haftadaki olanlar turizmi baltalamayı hedefliyordu. Türkiye
1980-2003 arasında sadece 15 milyar dolarlık yatırım çekerken son 10
yılda 123 milyar dolarlık yatırım çekmiştir. Şimdi itibarını zedeleyerek
bunu engellemeye çalışıyorlar. Bizim temel önceliklerimiz var.
Öncelikle insan. Sivil bir anayasa olmazsa, olmaz. Herkesin kendisinin
tanımını gördüğü ve bulduğu bir anayasa. İnşallah hep beraber yapacağız.
Toplam bütçenin yüzde 17'si eğitime, yüzde 17'si sağlığa gidiyor. Şimdi
katma değeri yükseltme zamanıdır. Enerjide dışa bağımlılı azaltma
zamanıdır" şeklinde konuştu.
AHMET ÇALIK'A YILIN İŞADAMI ÖDÜLÜ
Konuşmaların
ardından ödül törenine geçildi. Gecede yılın girişimci ödülü Ali
Kılıç'a, gönül köprüsü ödülü Şaban Taçyıldız'a, ortaklık kültürü ödülü
Malatya Girişim Grubu'na, Malatya'nın tanıtımına katkı ödülü THY Yönetim
Kurulu Başkanı Hamdi Topçu'ya, yurt dışında yaptığı işlerle öne çıkan
hemşehri ödülü işadamı Mahmut Baştürk'e verildi. Sosyal sorumluluk ödülü
Manas Evleri Yönetim Kurulu Başkanı Yakup Öztürk'e, eğitime katkı ödülü
Acıbadem Sağlık Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Aydınlar'a,
yılın iş kadını ödülü iş kadını Fethiye Ersan'a, yılın işadamı ödülü
Çalık Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Çalık'a verildi.
Yılın
'en'lerine ödüllerini Bakan Şimşek ile birlikte Malatya Valisi Vasip
Şahin, Belediye Başkanı Ahmet Çakır, AK Parti Milletvekilleri Mustafa
Şahin ile Öznur Çalık, Güneydoğu Sanayici ve İşadamları Federasyonu
(GÜNSİAF) Başkanı Kasım Fincan, MAKİAD Başkanı Suat Sarın, Genç MAKİAD
Başkanı Bekir Karabekmez, MTSO Başkan Yardımcısı Fatih Ilıcak verdi.
Hem İhvan cemaatinin Mısır dışına gideceğini veya hapishanelere atılacağını düşünenler yanılırlar 23 06 2013 pazar
Mısır’da gelecek dönemin riskleri
Birçokları 30 Haziran sonrasının
sonuçlarından
bahsediyorlar, rejimin rahatça düşeceğini
konuşuyorlar, Mübarek’le yaşananlarla
karşılaştırıyorlar, Mursi ile de yaşanabileceğini,
bu adamın görevi bırakabileceğini, ‘devrimci’
güçlerin erdemli şehirlerini tesis edeceklerini
düşünüyorlar.
Bir
kısmımız da Temerrud (isyan) hareketiyle yapılan görüşmelere dair büyük
gazetelerde ve uydu kanallarında yayınlanan görüntüleri görünce 25 Ocak
ve sonrasında ortaya çıkan devrim gençliği ve diğer koalisyonlarla
yaşananları hatırlıyor.
Bu koalisyonlardan birçoğu kısa süre sonra
gözden kayboldu, siyasetçilerin, devrimci koalisyonların, Askeri
Konsey’in yani herkesin hatalarıyla birlikte İhvan, 25 Ocak devrimini
ateşlemiş olmamasına rağmen iktidara geldi.
Devrim sonrası yaşandığı
üzere sivil güçler İhvan’ın iktidara gelmesi için kullanıldı.
Şimdi ise
İhvan’ın yönettiği rejimin kurallarının değiştirilmesi için protesto
hareketlerinin gücü kullanılıyor.
Hedef sadece İhvan’ın devrilmesi
değil, ortadan kaldırılmaları, ülkenin kaosa ve sokak çatışmalarına
sürüklenmesi veya askerî yönetime teslim edilmesi.
Tabii asker, isyan
hareketinin, Selefi veya ılımlı İhvan yönetiminin yahut yeni Vatan
partisinin şartlarına göre değil, kendi şartlarına göre ülkeyi
yönetecektir.
Gerçekten de protestocu gençler içinde büyük bir kesimin
zihniyeti değişmeli.
Dolayısıyla olası bir alternatif aramadan rejimi
devirme kampanyasının tekrarlanması yönündeki eğilim, Mısır’da değişime
daha çok zarar verecektir.
Zira Mısır, Mübarek’in devrilmesinden sonra
daha iyi değil ve açık demokratik alternatif olmadan Mursi düşerse daha
kötüsü yaşanabilir. Çünkü burada bir dizi adımla rejimin değiştirilmesi
ve İhvan yönetimine son verilmesi isteniyor.
Mübarek’in
kolay devrilmesi, birçoklarını aynı devrimin bir kez daha yine aynı
kolaylıkla tekrarlanabileceğine sevk etti, yüz binlerce kurban veren ve
insanların önceki rejime rahmet okuduğu başarısız bir rejim kuran
halkların olduğu unutuldu, görmezlikten geliniyor.
Dolayısıyla gençlerin
kanını istismar etmek veya bazılarının kanıyla ödenecek bedeli hafife
almak kabul edilemez. Mübarek, 30 yıllık yıkım sonrası düştü.
Mısır
devriminin kolay zaferinin arkasındaki temel etkenlerden biri de 30 yıl
boyunca ülkeye dayattığı kapsamlı yıkım hali sonrası Mübarek rejiminin
zayıflığında saklı. Belki de devrimin şansı ordu da dahil Mübarek
rejiminin bütün lider isimlerinin yetmiş yaşını aşmış olmaları ve 20
yıldır mevkilerini korumalarıdır.
Bu durum, sokaktaki meşruiyetlerini
sınırlı kıldı.
Halihazırdaki şartlar ise farklı. Rejimin başarısız
olduğu doğru ancak rejim bir cemaate ve Mısır halkının bir kesiminin
desteğine dayanıyor.
Mursi, Mübarek’in aksine 13 milyon Mısırlının oyunu
aldığı özgür seçimlerle geldi -gerçi çoğu Mursi’yi seçtiği için de
pişmanlık duyuyorlar- anayasa Mısır halkının yüzde 63’ünün onayını aldı.
Ortada açık ara başarısız olmuş siyaset var ve yeniden inşa edilmesi
gerekiyor.
Rejimin değiştirilmesi istenmektedir ancak
devrilmesi gerekmemektedir.
Zira iki rejim arasındaki fark çok önemli.
Hem İhvan cemaatinin Mısır dışına gideceğini veya hapishanelere
atılacağını düşünenler yanılırlar.
İhvan, Mısır halkının bir kesiminin
desteğiyle iktidara geldi ve açık ara başarısız oldu.
Kamusal ve siyasi
hayattan uzaklaştırılarak değil, demokratik araçlarla iktidardan
indirilmesi gerekmekte.
Çünkü kapıdan atılabilirler ancak pencereden
girerler.
23 06 2013 pazar
AMIR ŞUBEKİ
Mısır gazetesi El Mısır El Yevm
Bugün Kadıköy'de yapılacak miting nedeniyle bazı cadde ve sokaklar trafiğe kapatılacak Kamuoyunun bilgisine sunulur 23 06 2013 pazar
Bugün Kadıköy'de yapılacak miting nedeniyle bazı cadde ve sokaklar trafiğe kapatılacak.
YUKARIDAKİ TRAFİĞE KAPATILACAK OLAN NOKTALAR DIŞINDA SÜRÜCÜLER, AŞAĞIDAKİ ALTERNATİF YOLLARI KULLANABİLECEKLERDİR
• Tıbbiye Caddesinden gelen trafik
akımı; 1-Burhanfelek Caddesinden E-5 yönüne yönlendirilecektir.
2-Behiçbey Sokaktan İbrahimağa ışıklar istikametine yönlendirecektir.
• Söğütlüçeşme Caddesinden gelen trafik akımı; Altıyol Boğa Meydanından
Rıhtıma inmeleri engellenerek Kuşdili Caddesi Salı Pazarı istikametine
yönlendirilecektir.
• Modadan gelen trafik akımı, Mühürdar Kavşaktan geri yönlendirilecektir.
Kamuoyunun bilgisine sunulur."
TRAFİĞE KAPATILACAK CADDE VE SOKAKLAR
• Rıhtım Caddesi tamamen trafiğe
kapatılacaktır.
• Boğa Meydanından Rıhtım Caddesine kadar tüm yol
trafiğe kapatılacaktır.
• Söğütlüçeşme Caddesinden Rıhtıma inen ara
sokaklar trafiğe kapatılacaktır.
• Taşköprü Caddesi, Kışla Caddesi, Orgeneral
Şahap Gürler Caddesi,
Albay F. Sözdener
Caddesi ihtiyaç duyulduğunda trafiğe
kapatılacaktır.
İstanbul Emniyet
Müdürlüğü, bugünKadıköy Meydan Otobüs
Durakları'nda Alevi derneklerinin
yanısıra bazı sivil toplum
örgütlerinin katılımıyla düzenlenecek olan
yürüyüş nedeniyle
bazı yolların trafiğe kapatılacağını duyurdu.
Konuyla ilgili Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada şunlar kaydedildi:
"23
Haziran Pazar günü 13:00’dan itibaren Kadıköy Meydan Otobüs
Duraklarında yapılacak olan açık yer toplantısı nedeniyle aynı gün
saat:12:00’dan itibaren kontrollü olarak trafiğe kapatılacak yollar
aşağıya çıkartılmıştır.
Tahriklere kapılmayın, oyuna gelmeyin Başbakan Tayyip Erdoğan, ‘Milli İradeye Saygı Mitingi’nin 3.sünü Kayseri’de yaptı 22 06 2013
Alevilere seslendi:
Tahriklere kapılmayın, oyuna gelmeyin
Başbakan Tayyip Erdoğan,
‘Milli İradeye Saygı Mitingi’nin 3.sünü Kayseri’
de yaptı.
Başbakan, konuşmasının büyük bir kısmını Gezi Parkı olaylarına ayırdı. Türkiye üzerinde oynanan oyunlara dikkat çekti. Olayların çözüm sürecini sabote etmek için kullanıldığını ifade etti. Erdoğan, Akil İnsanlar’la da çarşamba günü görüşüp raporları değerlendireceklerini söyledi.
Alevilere seslendi: Tahriklere kapılmayın, oyuna gelmeyin
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ‘Milli İradeye Saygı Mitingi’nin üçüncüsünü Kayseri’de yaptı. Yüz binlere seslenen Erdoğan, konuşmasının büyük bir kısmını yine Gezi Parkı olaylarına ayırdı. Türkiye üzerinde oynanan oyunlara dikkat çekti. Fitne çıkarmak isteyenlerin boş durmadığını belirterek, özellikle Alevi vatandaşlar üzerinden oyun oynanmak istendiğini aktardı. ‘Tahriklere kapılmayın, oyuna gelmeyin’ çağrısında bulundu. İşte Erdoğan’ın konuşmasından satır başları:
Zarar 200 milyon TL’yi aştı: “Diyorlar ki: ‘Ne olur Sayın Başbakan miting yapmayın.’ Tamam biz bu mitingleri yapmayacağız da her gün sizin saldırmanızı mı izleyeceğiz? Size milletin sesini duyurmak için bu miting meydanları en meşru zeminlerdir. Eğer siz de dürüstseniz gelin meydanlarda bunu yapın. Kırıp dökmeyin, yakıp yıkmayın. Bunlar milletin malıdır. Şu ana kadar 200 trilyonu (eski parayla) aşkın zarar var.”
CHP, mikser gibi karıştırdı: “Ey CHP sana sesleniyorum. Ortalığı mikser gibi karıştırdın. Takıldın o illegal ve terör örgütlerinin peşine. Bu ülkenin yönetimine her türlü hakareti yaptın. AKM’yi işgal ettiler. Paçavralar astılar. Teröristbaşının posteri, Atatürk heykeli ve yanında Türk bayrağı. CHP’ye soruyorum. Siz onu nasıl seyrettiniz? Biz, 17 gün sabrettik.”
Sandığı hazmedemediler: “Gezi Parkı tüm halkımın ve milletimindir. Taksim Meydanı miting meydanı değildir. Miting yapacaksan Kazlıçeşme’de, Kadıköy’de yaparsın. (Dik dur eğilme, bu millet seninle sloganlarına karşılık) Sizin gadanızı alırım, gadanızı. Bunlar sandık sonucunu hazmedemediler. Demokrasiyi hazmedemediler. Bunlar milleti de milli iradeyi de hazmedemediler.”
Zahide nine analarını ağlattı: “Şu kalabalığa bidon kafalı diyorlar. Bu milleti yıllarca horladılar. Zahide nine analarını ağlattı. Bu terbiyesizler, Zahide nineyi ‘para verecekler’ diyerek tahkir ettiler. Dik durdu, eğilmedi. O Zahide ninelerin eli öpülür. Bu Zahide nine, Nene Hatun’ların torunları.”
Cumhurbaşkanı olamazsınız dediler: “Kayseri’yi de aşağıladılar. Sizden cumhurbaşkanı olmaz dediler. Oldu mu? Oldu. Eyyy kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’ım. Siyasete, diplomasiye asla yanaşmayacaksınız dediler. Türk baharı 3 Kasım 2002’de yaşandı. Bu güzel ülkeye artık kış şartları gelmeyecek.”
Bu millet bu oyunu bozar: “3 Kasım 2002’de oyunu bozdunuz. Siz 27 Nisan’da, 22 Temmuz’da oyunu bozdunuz. Cumhuriyet mitingleriyle kurulan, Ergenekon’la kurulan oyunu siz bozdunuz. ‘Cumhurbaşkanı seçtirmem, partini kapatırım’ diyenlerin, oyununu siz bozdunuz.”
Bu tuzağı altüst edeceğiz: “Biz, ‘durmak yok yola devam’ diyoruz. Peki bunlar ne diyor: ‘duran adam.’ Bunlar bizi yıllarca SSK kuyruklarında, eczane kuyruklarında, üniversite kapılarında, tüpgaz, benzin kuyruklarında, ekmek, şeker kuyruklarında durdurdular. Milleti durduramayanlar, hamdolsun artık kendileri duran adam oldular. Ama biz durmayacağız, bu oyunu da bozacağız. Allah’ın izniyle bu tuzağı da altüst edeceğiz.”
Gezi Parkı sadece vitrin: “Vitrinde ağaç var, çevre var, Gezi Parkı var. Ama vitrinin gerisinde, perdenin gerisinde, büyüyen, güçlenen, uluslararası itibarı artan Türkiye var. IMF’ye borcu sıfırladık, kredi notumuz arttı. Borsa değer kazandı. Devletin borçlanma faizi yüzde 63’lerden yüzde 6’lara kadar düştü. Bunlardan rahatsız oldular.”
CHP, Alevi kardeşlerimizi tahrik ediyor: “Türkiye’de çok çirkin tahriklerle Alevi kardeşlerimiz üzerinde oyun oynanmak isteniyor. Maalesef CHP bu tahrikte başrolde bulunuyor. CHP’nin bazı kendini bilmez milletvekilleri başrolü oynuyor. Bazı yurtdışı odaklar da bunlarla beraber oluyor. Alevi vatandaşlara samimiyetimle sesleniyorum, bu tahriklere karşı dikkatli olun. Huzurumuzu, huzurunuzu, istikrarı bozacak, kardeşliğimizi bozacak şeylere karşı tedbirli olun.”
Somut adımlar attık, atacağız: “Dersim olaylarına karşı bizim dönemimizde olmadığı halde başbakan olarak özür beyanında bulunurken, bu CHP genel başkanı, bu benim özrümün istikametinde değil, karşısında durmuştur. Güya kendisi Dersimli. 10,5 yıldır tüm inanç grupları gibi Alevi kardeşlerimizin de sorunlarına eğildik. Şu anda yine bir çalışma yapılıyor. Alevi kardeşlerimizin önderleriyle somut ve hayırlı adımlar attık. Atacağız.”
Bu ülke hepimizin: “Türkiye, hepimizin ortak vatanı. Bu bayrak, bu toprak hepimizin. Geçmiş de gelecek de hepimizin. Bölünmeyeceğiz, bir olacağız, beraber olacağız, iri olacağız, diri olacağız. Hacı Bektaş 76 milyonun, Pir Sultan 76 milyonun ozanıdır. Bizi çok üzdüler, biz kimseyi üzmeyeceğiz. Biz itidalimizi koruyoruz. 8 ay sonra sandık önümüze gelince bu vandallardan, onları tahrik ve teşvik edenlerden sandıkta hesap soracağız. Biz, yüzde 100’ün hükümetiyiz.”
Akillerle çarşamba günü buluşuyor
Başbakan Erdoğan, Gezi Parkı olaylarının çözüm sürecini sabote etmek için kullanıldığını söyledi. Çarşamba günü raporlarını tamamlayan Akil İnsanlar Heyeti’yle görüşeceğini anlatan Erdoğan, şu ifadeleri kullandı: “Bu gösterileri kukla gibi parmaklarında oynatanların niyetinde çözüm sürecini sabote etmek var. Artık şehit haberi gelmiyor. Bundan da rahatsız oldular. Cudi Dağı’nın eteklerinde piknik yapılıyor. 7 coğrafi bölge kucaklaşıyor. Bir olduk, birlikte Türkiye olduk. Terör artık sona eriyor. Bu olayları çıkarmak suretiyle çözüm sürecini başarısız kılmak istiyorlar. Sabotajlar olabileceğini söylemiştik. Ama biz bunlara da aldanmayacağız. Bu oyunu da bozacağız. Akil İnsanlar 7 coğrafi bölgede çalışmalarını tamamladı. Çarşamba günü bir araya gelerek hazırladıkları raporları inceleyeceğiz. Onları dinleyeceğiz. Ona göre de yolumuza devam edeceğiz. Sonra çözüm sürecini kararlılıkla ilerleteceğiz. Bizim en büyük hazinemiz kardeşliğimizdir. Kardeşliğimizi yücelterek Türkiye’yi büyülteceğiz.”
Sınıfsız toplum 23 Haziran 2013 Pazar "sınıf" ve "statü"
Sınıfsız toplum
Gezi Parkı ekseninde yaşananlar üzerine giriştiğim sınıf analizlerine,
"sınıf" ve "statü"
karşılaştırmalarına özellikle sol cenahtan çıldırmış tepkiler aldım.
Solun
vazgeçilmezi olan "sınıfsal açıklama"yı galiba benden başka yapan
çıkmadı. "Bilimsel sosyalizm"i benimseyen radikal grupların şiddet yüklü
eylemlerine aldırmayın. Marks dünyanın bazı bölgelerinde yaşamaya devam
ediyor; ama Taksim civarında izine ve eserine rastlayan olmadı. Taksim
eylemlerinin küçücük bile olsa, ezilen sınıflarla temas alanı yoktu;
tersine geçmişin egemen sınıfları yitirdikleri hegemonyanın peşine
düşmüşlerdi. Var iken değerini pek kavrayamadıkları eski statükoyu
arıyorlardı.
Protesto eylemlerinin farklı toplumsal kesimleri
eşitleyen güçlü bir ortak paydası vardır. Ortak payda, içi farklı
şekillerde doldurulan "protesto"nun kendisidir. Geçersiniz
protestocuların yanına, siz de tepkinizi dile getirirsiniz. Kimse de
dönüp "sen neye karşısın?" diye sormaz. Eylemin genel gidişini amacından
saptırmadığı sürece, sonradan katılanlara barikatlarda her zaman yer
bulunur. Kıyamet, işler yolunda gidip de maksat hasıl olduktan sonra
kopar. Devrim sonraları iktidar mücadeleleri, tarihin en kanlı ve kıyıcı
katliamlarına sebep olur. Fay hatlarının kesiştiği yerdeyiz. Şiddet
yöntemine müracaat eden sol grupların muradı, konumuzun bütünüyle
dışında.
Sol düşünce, bizde hiçbir zaman sınıfsal temellere
dayanmadı. "Anti-emperyalizm" her zaman daha kolay bir ateşleyici ve
birleştirici güç olarak devreye sokuldu. Ulusalcılığın, sol düşüncenin
alamet-i farikası haline gelmesi bu anti-emperyalizm kolaycılığının
eseridir. Cumhuriyet'i kuranlar, millî mücadeleden çıkıp gelmişlerdi ve
sınıfsız-imtiyazsız bir toplum isteyerek, aşağı kattakilerin
egemenliğine kendi ayrıcalıklarını sürdürmek için karşı çıkmışlardı.
Bugün Taksim'de karşımıza çıkan geniş koalisyonun bu tarihî geçmişten
bir farkı var mı?
"Anti-kapitalist Müslümanlar"ı namaz kılarken,
Cihangir'in nevzuhur burjuvazisini yoga yaparken aynı safta bir araya
getirebilmek için, sınıfsız-imtiyazsız toplum idealinin hâlâ yaşamakta
olması gerekir. Sınıf mı? Burjuvazimiz, rahatını bozup, meydanlara
çıkıp, biber gazına ve polis jopuna direniyorsa ve üstelik bu kadar
eziyete toplumun bütünü için katlanıyorsa sınıf terazisi iflas etmiş
demektir. Madem sınıf yok, o zaman her şey mubah olmalı. Tuba ağacı gibi
ters duran sol idealler, bunun göstergesi.
Türkiye'de
ezilen-ezen ilişkisi yakın zamana kadar örgütsüz geniş halk kesimleri
ile Cumhuriyet'in yönetici-seçkin azınlığının kendi içinde oluşturduğu
tarihsel blok arasında geçti. Askerî vesayet, bu blokun fakir halk
çocuklarından devşirdiği askerî sınıf ile, çoğunluğa karşı iktidarını
sürdürmesine hizmet etti. Sonra bu blokun miadı doldu. Örgütsüz halk,
kendi içinden çıkan ve halka dayanmaktan başka gücü olmayan yeni bir
seçkin grubu iktidara taşıyarak, onların aracılığıyla tarihin sonunu
getirdi.
Ağaçlar, çölleşmekte olan dünya için önemli bir değer.
Ama kimse, Brezilya'yı kasıp kavuran eylemlerin 20 kuruşluk otobüs
zammından kaynaklanmasını, Türkiye'den farklı olarak Amazon yağmur
ormanlarındaki ağaç bolluğuna dayanarak açıklayamaz. Eğer sınıf
diyorsanız, Türkiye'yi değil, Brezilya'yı mercek altına yatıracaksınız.
Demokrasilerde siyasetin geleceğini, birbiriyle rekabet eden seçkin
grupların hal ve gidişine bakarak kestirmek mümkündür. İktidarda olan AK
Partili seçkinler, geçmişin taşra radikalizmi içinde kişiliklerini ve
reflekslerini edindiler. Geçmişlerinde bugünkü yönetim yeteneklerine
yansıyan sıkı bir tecrübe birikimi var. Her iki kesime de aşinayız. Eşit
şartlarda yürütülecek rekabette, Cumhuriyet burjuvazisinin sülbünden
gelenlerin iktidardaki seçkinler karşısında hiç şansı olamaz.
Kapitalizmin kendi iç rekabeti boyunca dişiyle, tırnaklarıyla mücadele
ederek bulunduğu konumu elde eden yeni bir beyaz yakalı sınıf gelişiyor.
Bu sınıfın vitrinini pazarlamacılar oluşturuyor. Geleceğin
yönetici-seçkinleri muhtemelen bu yeni sınıfın içinden çıkacak. Uzun ama
çok uzun bir zaman sonra...
Mümtaz'er Türköne
23 Haziran 2013 Pazar
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından 13-19 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek 3. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin bu yılki ana teması ‘Çocuk(ça) Adalet’ olarak belirlendi 23 Haziran 2013
Suç ve Ceza Festivali filmleri bekliyor
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
tarafından 13-19 Eylül tarihleri arasında
düzenlenecek
‘3. Uluslararası Suç ve Ceza Film
Festivali’nin bu yılki ana teması ‘Çocuk(ça)
Adalet’
olarak belirlendi.
Festival için hazırlanan ve Korhan Bozkurt tarafından hazırlanan tanıtım filminde, ‘Suça Sürüklenen Çocuklara’ dikkat çekiliyor. Festival ‘Uluslararası Altın Terazi Film’ ve ‘Uluslararası Altın Terazi Kısa Film’ olmak üzere iki ana bölümde yapılacak. Jüri tarafından belirlenecek ‘En iyi kısa metrajlı film’ 6 bin, ‘En iyi uzun metrajlı film’ ise 20 bin dolar para ödülü kazanacak. Gösterim ve yarışmalar için başvuruda bulunacak katılımcıların, www.icapff.com sitesindeki başvuru formunu doldurarak, ön izleme kopyalarını en geç 15 Temmuz 2013 tarihine kadar festival merkezine ulaştırması gerekiyor.
23 Haziran 2013
Ne yapmalı 23 Haziran 2013
Tekrar ile tefekkür sarmalında modern/mübarek zamanlar
Geçen gün genç bir grupla konuşurken hayata dair sorgulamaların,
“İyi
nedir?”
“Yapmakta olduğumuzun en isabetli tercih olduğunu nereden
bileceğiz?”
şeklinde bir muhasebeye daldık.
Hayat bir örgü müdür? Bu metafor üzerinden devam edersek, malzemeler verili midir? İp, şiş, tığ ya da iğne... Ya da bir örgü makinesi mi? Tekstil fabrikası mı yoksa? Kendisine pamuklu ip verilen kişi iğne oyası gibi bir örme yapabilir mi? Pamuk ya da yün verili olabilir; ama kalın bir pazen ya da aba dokumak da onu inceltip tiril tiril bir yünlü ya da ipek gibi bir merserize dokumak da mümkün.
O zaman demek ki verili olanı nasıl kullandığımız asıl mesele. İpek değil de yün olabilir bize verilen. Talebimiz iğne oyası gibi bir dokuma ise yünü de narin bir şekilde işleyebiliriz. Burada talep ve gayret girer devreye. Belki de bu yüzden İlahiyat-ı Kenan'da beni en çok çarpan mısra, Tuğrul İnançer'in sesinin tınısıyla da güçlü bir ifadeye kavuşan “Talebin ne ise osun sen” mısraı olmuştur. Bizi biz yapan taleplerimiz. Ama “Benim amacım aslında bu muydu acaba?” sorgulamaları eşliğinde, her seferinde bükülen ipi ve örülen örgüyü sökersek yol alamayız. Bu tür bir sorgulama ne tefekküre kapı aralıyor, ne de kişiyi muhasebeye sevk ediyor. Çünkü “Esasında ben ne istiyorum?” sorusu akleden kalbi, fikreden zihni değil, nefsi muhatap alan bir sorgulama düzeyine işaret ediyor ekseriyetle. Bu tarz sorgulama, modern kimlik kurgusunda çok önemli bir işleve sahip. En içte hiçbir dış kurgudan etkilenmeyen dokunulmamış bir öz olduğu ve bireyin bu özü keşfederek kendini gerçekleştirebileceği şeklindeki kimlik anlayışı hakim günümüze. NLP de bu anlayışa yaslanarak “Gerçekte ne istiyorum?” sorusunu merkeze alıyor ve bireyin bencilliğini besleyen benmerkezci bir yaklaşım üzerine bina ediyor stratejisini.
“İpliğini büküp sonra çözen kadın gibi olmayın.” hadis-i şerifinin hafızamdaki izi belki de böyle ip ve örgü üzerinden bir istiareye başvurmama yol açan. Ritüel ve ahlaki davranış arasında bağlantı kuran Amerikalı felsefeci Martha Nussbaum'un tespitinin ilginç gelmesi de bu arka planla alakalı olabilir. Ritüel ile ahlaklı bir hayat arasındaki bağlantıdan bahsediyor Nussbaum. Esasında pek çok insanın kolayca kurabileceği bir bağ değil bu. Çoğu insan ritüel deyince, her gün tekrar tekrar aynı can sıkıcı şeyi yapmak zorunda olmayı anlayacaktır. Ve bunun da düşünme ve tefekkürü ihtiva eden ahlakla pek bir bağlantısı olmasa gerek, diye düşünülebilir. Nussbaum'un zihnimizde belirmesi muhtemel bu sorulara bir cevabı var elbette. Ona göre ahlaki bir yaşamın merkezinde duygular yer alır. Yani eğer neye derinden bağlı olduğumuz üzerinde düşünürsek, bu bizim ahlaki hayatımızı da düzene sokacaktır. Çünkü biz pek de kontrol edemediğimiz şekilde kişilere ve eşyaya derinden ve tutkulu bir bağlılık duyarız. Fakat insan hayatının ihtiva ettiği en derin duygusal bağlılıklara gelince: keder, kaybetme, özlem, neşe... Bunlardır en derin bağlılıklar. Ve bu açıdan bakıldığında ritüel hiçbir zaman bizden uzak kalmaz. Çünkü ritüel, muhteşem bir müzik parçası gibi bizim içimizdeki, derinlerdeki bağlılıklara temas eder; tekrar etmek sıkıcı gibi görünebilir ama ancak tekrarla hatıralar su yüzüne çıkar. O yüzden hatırlamak ve tekrarlamak, dinin en temel iki dayanağıdır. Hatırla diye başlayan ne çok ayet vardır! “Hiçbir şey olmadığın, bir su damlası olduğun” dönemleri, ruhlar yaratılıp “Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?” sorusuna muhatap olduğun dönemi, Yunus'un balığın karnındaki pişmanlığını, Musa'nın Firavun'un karşısındaki dirayetini, Davud'un demiri büken kudretini, İbrahim'in oğlunu kurban ederkenki teslimiyetini... Hatırla... Hatırlamakla iman etmek arasında çok önemli bir bağ var.
Bir de tekrarlamak... Hz. İbrahim'im teslim oluşunu, Hacer'in çabalayışını, Musa'nın duasını, Hz. Muhammed'in hayatının hemen bütün ayrıntılarını tekrar etmek... Günü beşe bölmek, belli sayıda secde ve rüku yapmak, belli sure ve duaları okumak, her Ramazan ayında oruç tutmak, Zilhicce ayında Kâbe'ye gidip herkesle birlikte aynı tavafı, sa'yi vb. ritüelleri uygulamak... Bu farz ibadetlerin yanı sıra nafile ibadetlerde de mesela zikirde de aynı tekrar mantığının hakimiyetini görmek mümkün. Peki bu şekle dair tekrarın daha üst bir şuur ve varlık seviyesi olarak kabul edilen tefekkürle karşıt bir konumlanması vardır denilebilir mi?
Hac da bir ritüel değil mi? Yaratılışı, varlığı, ölümü tekrar tekrar tecrübe ettiğimiz bir sahne... Peki bundan daha derin tefekkür mevcut olabilir mi?
Bu açıdan bakınca aralarında çelişki varmış gibi görünmesi çok yanıltıcı. Hayatın biteviye akışına teslimiyetle onu hikmetli kavrayış, ve dahi yaşayarak dönüştürmek eşzamanlı ve iç içe... Bu hakikati, tefekkür ile ritüelin karşıtlığı üzerinden değil, tamamlayıcılığı üzerinden giderek idrak edebiliriz ancak. Zira tefekkür ile ritüel çelişkili gibi görünse de birbirini besleyen iki kadim insani tavır. Üç aylar bu hakikati idrak etmek için eşsiz bir fırsat sunuyor bize. Çünkü ibadetlerle, ritüellerle gündelik hayatımızı örgütlerken bir akışın içine teslim oluyoruz. Ramazan'la buluşmamız, Bayram'a kavuşmamız, her yıl böyle ve bu zamana özgü rutin bir akışa teslimiyetin sonucunda vaki oluyor. Ama bu teslimiyet ve rutin akış, aynı zamanda varlığı hikmetli kavrayışa kapı aralayacak ve bizi kemalat basamaklarında yükseltecek tahavvüllerin de vuku bulduğu zemin.
23 Haziran 2013
NAZIFE ŞIŞMAN
Konfederasyon Kupası'nda son iki turnuvanın şampiyonu Brezilya grupları firesiz tamamladı 23 06 2013 pazar
Konfederasyon Kupası'nda son iki turnuvanın şampiyonu Brezilya grupları firesiz tamamladı.
Lider maçında İtalya 'yla karşılaşan
Sambacılar, karşılaşmayı 4-2 kazanarak A
Grubu'nu zirvede bitirdi.
Zorlu mücadelenin ilk yarısında rakibine göz açtırmayan Brezilya ilk yarıda beklediği golü uzatmalarda buldu. Sakatlanan David Luiz'in yerine oyuna giren Dante, Brezilya'yı öne taşıdı.
İkinci yarı iyi başlayan İtalya beraberlik golünü bulmakta gecikmedi. 48. dakikada Balotelli'nin enfes pasında hareketlenen Giaccherini skora dengeyi getirdi. 53. dakikada sahneye çıkan Neymar yine enfes bir gol attı. Ceza sahası ön çizgisinde kendisine yapılan faulde topun başına geçen Neymar, Buffon'u kapattığı köşeden avladı: 2-1
Taraftarı önünde iştahlı bir oyun sergileyen Brezilya 66. dakikada Fred ile farkı ikiye çıkardı. Artık iyice rahatlayan Brezilya'da teknik direktör Scolari sarı kartı da bulunan Neymar'ı da çıkardı. Ancak maçta organize atak geliştirmekte zorlanan İtalya tartışmalı bir şekilde golü buldu. 71. dakikada kullanılan kornerde Balotelli yerde kaldı, hakem düdüğünü çaldı Chiellini topu ağlara gönderdi. İlk önce golü vermeyen Özbek hakem daha sonra orta saha çizgisini gösterdi.
81. dakikada İtalya beraberliğe iyi yaklaştı. Köşe atışına iyi yükselen Maggio'nun kafa vuruşu üst direkten geri döndü. 89. dakikada Buffon'dan seken topu iyi takip eden Fred maçın skorunu ilan etti: 4-2. Böylece 9 puana çıkan Brezilya grubu zirvede tamamlarken, İtalya ise 6 puanla ikinci sırada yer aldı.
MEKSİKA GALİBİYETLE KAPATTI
Grubun diğer maçında
Meksika, Japonya'yı 2-1 mağlup ederek turnuvaya galibiyetle veda etti.
Kuzey Amerika'ya galibiyeti getiren golleri Hernandez kaydederken,
Okazi'nin golü Japonya'ya yetmedi.
AK Parti, sorular, sorunlar ve parazitler… Türkiye gibi yarı kapalı düzenden açık düzene doğru ilerleyen toplumlarda sıkça taşıyıcıların, yani siyasi iktidarların 'becerisi ve tarzı' mutlaklaştırılır Bunların panzehiri AK Parti'dedir Panzehir demokratik tashihtir
AK Parti, sorular, sorunlar ve parazitler…
Türkiye gibi yarı kapalı düzenden açık düzene doğru ilerleyen toplumlarda sıkça taşıyıcıların, yani siyasi iktidarların 'becerisi ve tarzı' mutlaklaştırılır.
Tek yol fikriyle, hatta demokrasi kavramıyla özdeşleştirilir.
Bunun demokrasi açısından tehlikeli ve paradoksal bir algı olduğu su götürmez.
Oysa esas basittir:
Demokratik düzende ve zihinde ne siyasi 'doğru'nun tek şekli, tek modeli vardır, ne de siyaset kavramının tek anlamı...
Memlekete bakalım…
Ekonomik ve siyasi istikrar, yükselen kamu hizmeti kalitesi, devlet alanının adım adım sivilleşmesi ve demokratik ilkelere yakın hale gelmesi, kimlik meselelerinde hak kullanımı ve tanımı özgürlükler istikametinde derinleşmesi olumlu açık göstergeler…
Ancak bu kefenin bir de karşı kefesi var.
Karşı kefede şunlar bulunuyor:
Yargı-siyaset ilişkilerinin yarattığı ihlal ve hukuksuz haller, eleştiri alanının adım adım daralması, buna bağlı olarak basın özgürlüğü konusunda yaşanan ağır sıkıntılar, özellikle oto-sansürü öne çıkaran bir doku, siyasi iktidarın her alana girip tanzim etme ve siyasetin toplumun tüm sahalarına, örneğin toplumsal, kültürel alanlarına nefes alma imkanı bırakmaması…
Hayatta ne doğrular yanlışları götürür, ne de yanlışlar doğruları yok eder…
Şöyle diyelim: AK Parti'nin yıllardır makro siyasi konularda yapılması gerekenleri ustaca ve cesaretle yapıyor olması, Türkiye'nin önünü açıyor olması, benimsediği siyasi modelin, toplum-siyaset anlayışının, özgürlük fikrine bakışının aynı oranda doğru olduğunu göstermiyor.
Gücünü toplumdan almakla, değişim politikalarıyla topluma hareket alanı sağlamakla birlikte, AK Parti 'toplumsal'ı tanımlarken, toplumla ilişki kurarken, fiili ve sembolik katılma mekanizmaları üzerinden toplum-siyaset ilişkilerini biçimlendirirken 'özerklik fikri'ne tahammülsüz davranıyor.
Bunu siyaseti temel değer, siyasetçiyi mutlak önder, siyasetçinin yaptığını mutlak doğru haline getirerek pekiştiriyor.
En doğruyu yapan, en çok risk alan, en çok hizmet eden…
Bunlar 'öteki'yi küçümseyen, azımsayan, 'doğrunun bozucusu ve bozguncusu' haline getiren bir etki yaratıyorlar…
Sonuç malum: Özgürlük alanını parçalara ayıran, kimi parçalarla çatışmaya soyunan bildik bir söylemin dışına çıkan bir anlayış…
Türkiye'nin bugün AK Parti yönetiminde yaşadığı ve tartıştığı temel sorunlardan birisi budur.
AK Parti'nin bu durumdan hızla bir sonuç çıkarması gerekir.
Bu sonuç demokratik tashihi içermelidir.
Görmeleri gerekir ki, bu tablo, Gezi olayına, patlamasına yol açmıştır. Hükümetin komplo olarak adlandırdığı ne varsa, bu zemin üzerinden, bu patlamayı vesile bilerek devreye girmiştir.
Tayyip Erdoğan'ı içeride, dışarıda 'tehlike' olarak gören her aktörün fırsatı bulunca oyuna girdiği aşikar… Yaşanan krizi olduğunun ötesinde bir pakete büründürülme, kriz görüntüsünün yerleşik ve yapısal hale çevrilme arayışlarının olmadığı da söylenemez…
Bunların panzehiri AK Parti'dedir.
Panzehir demokratik tashihtir.
Duran adam eyleminde askere özenen, selam duranların yeni toplumsal harekete sahip çıkmalarının ve Sarıyer tarzı tehlikeli karşılaşmaların önünü sadece bu alır.
22 06 2013 Cumartesi
ALİ BAYRAMOĞLU
1 kişiye 1.3 milyon TL 23 Haziran 2013 Pazar
1 kişiye 1.3 milyon TL
1 7 25 42 43 49
6 Bilen bir kişi, 1 milyon 363 bin 177 lira
kazandı. 5 bilenler 2 bin 611'er lira, 4 bilenler
39'ar lira, 3 bilenler ise 6'şar lira alacak.
Sanatçı mı mukallid mi 23 06 2013 pazar İslâmî müzik' nedir
Sanatçı mı mukallid mi ?
Dünyanın bütün köklü kültür ve medeniyetlerinde sanat ve sanatçılık için kabiliyet hiç kuşkusuz önemli bir kriterdir.
Ama ne yazık ki yüzünü Batı'ya çevirmiş ve 'Batılılaşacağız'
diye kendini yırtan bizim ülkemizde özellikle
Cumhuriyet sonrası resmî Batılılaşma ile
birlikte sanat sadece belli bir elitin ipoteği
altına girdi ve kabiliyet bir kriter olmaktan
–neredeyse- çıktı, onun yerine referans kriter
olmaya başladı.
Sanat belli bir sınıfın hizmet ve
kontrolüne girdi, halkına yabancılaştı, halkın
değerleri sanat yoluyla rencide edildi hatta yok
sayıldı.
Batı'nın oyunları sahnelendi, müzikleri çalındı, sanat eserleri sergilendi.
Dolayısıyla yerlilik gelişmedi ve Batı'nın sanat değerleri taklid edilmeye başlandı.
Bu yüzdendir ki özellikle Cumhuriyet'ten sonra yerleşen
'Sanatın en güzeli Batı'da yapılır'
anlayışı,
bizde sanatçıdan çok 'mukkalid' yetiştirdi.
Sanatın her alanında Batı'yı taklid eden bu
mukallidler, sınırlı kabiliyetlerine rağmen her
zaman toplumun ilerisinde görüldü ve halkın
da böyle görmesi sağlandı.
Yönetmenimiz Batılı bir yönetmeni, romancımız batılı bir romancıyı, müzisyenimiz batılı bir müzisyeni taklid etti.
Elbette sanatçı, sıradan bir insandan donanım ve kabiliyetler açısından ileride olmalıdır, ama 'sanatçılık' referansla elde edilen bir şey haline geldiğinden olsa gerek, referansı kuvvetli ama kabiliyeti yetersiz ve kifayetsiz biri, sanatçı diye tanıtıldı… ortaya koyduğu hiçbir özgün ve sanat değeri olmayan ürünleri de yüksek sanat eseri diye sunuldu. Daha da ileri gidilerek, bu sıradan ve herkeste varolan kabiliyetlere sahip sözde sanatçı profili abartıldı ve adeta kutsallaştırıldı. Ama norm olarak Batılı sanatçı örnek alındığı için, bu ülkenin sanatçı diye yetiştirilip ortalığa salıverilen tipleri, dünya sanat klasmanında hep son sıralarda yer aldı. Eğer bu sanatçılar içinde Türkiye'yi… kendi ülkesini eleştirenler varsa, ancak bu şartla dünya medyasının ilgisini çektiler ve ödüllendirildiler.
Müziği, tiyatrosu, sineması, resmi, heykeli ve edebiyatı ile bu ülkede sanat, 'yerli' olma özelliğini kaybetmiştir ve kaybetmeye devam etmektedir. 'Sanatçı' ilan edilmek için bir batılı sanatçıyı taklid etmenin, bir batılı yazarın yazdığını oynamanın yeterli olduğu bu yapı içinde gerçek sanatçı olmak için çabalamaya gerek yoktur, iyi bir mukallid olmak yeterlidir ve bizdeki sanatçı profili ancak bunu yapabilecek formatta yetiştirilmiştir. Türkiye'de sanatçı, devrimci ve tabu yıkıcısı pozları takınır ama kendisi birtakım tabularla sarmalanmıştır. Batılı sanatçının kendi toplumunu dönüştürmek konusunda gösterdiği yüksek çaba ve başarıyı, sanki bu işi kendisi başarmış gibi alıp kullanır ve referans olarak gösterir. Bu yaptığı görgüsüzlüğü de çağdaş bir sanatçı davranışı olarak sunar.
Sanat, yerelden evrensele açılır, ancak ülkemizde bu ağır yükü omuzlayacak sanatçı –birkaç kişi dışında- hemen hemen yok gibidir. Çünkü 'mukkalid', bu ağır yükü yüklenecek sıklette değildir. Durum böyle olunca, bu mukallidlere 'sanatçı' dememiz mümkün müdür ? Mukallide sanatçı demek gerçek sanatçıya haksızlık olmaz mı ? Hayatı taklid etmek ve kendisine verilen 'rolü' oynamakla geçen birinin attığı slogan ve yaptığı yürüyüş de kendisine 'verilen' rolü oynamak gibi bir eylemden öteye gidebilir mi ?
YALÇIN ÇETİNKAYA
23 06 2013 pazar
'İslâmî müzik' nedir?
Müzik, Allah'ın yarattığı seslere melodi giydirmek suretiyle yapılan bir sanattır ve insana melodi yapma kabiliyetini veren de Allah'tır. Müzik gibi gürültü de yine seslerden meydana gelir. Müzik, seslerin harmonisinin/uyumunun/âhenginin ifadesidir, Aristo'nun dediği gibi 'güzellik bir uyumluluktur', o halde müziği güzel yapan da sesler arasındaki uyumluluk/âhengtir. Seslerin birbiriyle uyumlu/âhengli olması da 'melodi' demektir. Ama gürültü, kakafonik sesler bütünü ve uyumsuzluklar ifadesidir. Bu, bir müziğin İslâmî olup olmadığı konusunda çok da belirleyici bir durum değildir. Çünkü Batı'da hem dînî hem de din dışı nitelik taşıyan pekçok müzik armoni kurallarına uygun yazılmıştır. Lâkin Batı'da armoni kurallarına uygun olarak yazılan her müzik güzel değildir. Ama güzel olan her müzik, mutlaka armoni/aheng kurallarına da uygundur. Nâçizâne 'güzelliği', bir nesnenin İslâmî olup olmadığı konusunda önemli ve ayırdedici bir unsur olarak kabul ediyorum. Allah, varlığı güzel yaratmıştır ve bir hadiste 'Allah güzeldir, güzeli sever' buyurulduğu rivâyet edilmiştir. 'Güzel', İslâmî ve tabii bir vasıftır, dini, mezhebi, milliyeti ne olursa olsun bütün insanların ortak olduğu hususlardan bir tanesi 'güzellik algısı'dır. Güzellik algısı izâfî (kişiden kişiye değişen) olsa bile, bu algı insanoğluna Allah'ın verdiği bir algıdır. O halde dünyanın neresinde ve kim tarafından bestelenirse bestelensin güzel bir müzik, 'İslâmî' olma özelliği taşıyor demektir.
O halde bir müziğin 'İslâmî' olup olmadığını sormadan önce, İslâmî olmanın ne demek olduğunu ve bir şeye 'İslâmî' olma özelliği kazandıran unsurların neler olduğunu açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Evet, eşya masumdur, müzik de insana verilmiş bir tür 'eşya'dır. Ancak müziği 'müzik' yapan onun eşya olması değil o eşyayı kullananın ona verdiği şekil ve onunla ne ifade ettiğidir. Müziği karakterize eden, insanın duygu ve düşünceleridir, duygu ve düşüncelerini belirleyen de durduğu yer ve inandığı değerlerdir. Eşyayı anlamlandıran, insanın niyetleri ve o eşyayı kullanma biçimidir. Ayrıca sanırım bir şeyin 'İslâmî' olması başka, İslâmiyet'in konusu olması başka şeylerdir. Meselâ şirk, İslâmiyet'in bir konusu olabilir, ama Allah'a şirk koşmak İslâmî bir davranış olmadığı gibi, Allah'ın affetmeyeceği bir günahtır.
Allah Kur'an'da; 'Üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâmiyet'i seçtim' buyurduysa, o halde 'İslâmî' olmak bir anlam ve değer taşıyor olmalıdır. Ama 'İslamî' olanın sınırları nereye kadardır ? Bence bir şey haramla kirletilmediği, onun fıtrîliğine zarar verilmediği, insanı büyük günah işlemeye teşvik etmediği, Allah'a şirk koşulmadığı ve buna vasıta olmadığı sürece her şey İslâmîdir. Müzik açısından bakacak olursak, meselâ Vivaldi'nin mevsimler süiti pekâlâ İslâmî olabilir. Albinoni'nin Adagio'su pekâlâ İslamî olabilir, Mozart'ın 'Alla Turca'sı pekçok eseri pekâlâ İslâmî olabilir. (Ve daha pekçok Batılı ve Doğulu bestecinin eserleri). Bu insanlar Hıristiyan kültürüne ait olsalar bile yaptıkları müzikler güzeldir, içlerinde şirk barındıran bir unsur yoksa bu müziklere 'İslâm dışıdır' demek mümkün değildir; fakat Bach'ın 'Kilise'nin Tanrısı' için yazdığı müziklerin de 'İslâmî' olmadığını düşünüyorum. Çünkü bu müzikler, Allah'tan başka bir ilâh tanımına uyularak ve bu Tanrı adına yapılmış müziklerdir. İslâmiyet insanlığa 'Allah'tan başka ilâh olmadığını, Allah'ın doğurmadığını ve doğurulmadığını, evlât da edinmediğini' öğrettiği halde Kilise bu hakikati reddeden bir öğreti üzerine bir inanç tesis etmişse, varlığın anlamını bozuyor ve açıkça şirk koşuyor demektir. Dolayısıyla bu inancın müziği de İslâmî değildir. Ama aynı Bach'ın çello süitleri, Brandenburg Konçertoları, kahve kantatası…ve Kilise'nin 'Tanrısı' adına yapılmayan bütün 'güzel' müzikleri yine pekâlâ 'İslâmî' olabilir. Hatta bu müzisyenlerin müziklerinin, günümüzde kendisini 'İslâmî müzisyen' olarak tanımlayan kişilerin yaptığı tuhaf müziklerden daha güzel olmaları bakımından daha 'İslâmî' özellikler taşıdığını söyleyebiliriz.
İslâmiyet, müzikte bir 'form' tanımı ve dayatması yapmaz ve bir kalıp da çizmez. İslâmî olan; 'güzel', 'doğru', 'iyi', 'fıtrata ve ahlâkî normlara uygun' olan her şeyi içine alır. Çünkü insan, İslâm fıtratı üzerine yaratılmıştır. (Dolayısıyla Hıristiyan bir müzisyenin yaptığı senfonik bir müzik, İslâmî olabilir.) Bir müziğin İslâmî olması için içinde ille de Allah, Muhammed, Filistin, Cihad, Mekke, Medine kelimelerinin geçmesi gerekmez. Belki de bu özelliği ile, içinde bu kelimelerin geçtiği ve adına birilerinin 'İslâmî' dediği pekçok müzik, sırf çok kötü oldukları için aslında 'İslâmî' olma vasfını kaybetmiş de olabilir. Ayrıca 'İslâmî' olan bir müziği veya başka bir şeyi sadece Müslümanlar yapar diye bir kural olmadığı gibi, Müslümanların yaptığı her şey İslâmî de olmayabilir.
İslâmî olan, Kelime-i Tevhîd ve Kelime-i Şehâdete, fıtrata, güzelliğe uygun olandır. Bir müzik, kim tarafından bestelenirse bestelensin bu prensiplere uygunsa pekâlâ İslâmîdir.
19 05 2013
Rıza Kayaalp: Allah'a şükürler olsun ki 23 Haziran 2013 Pazar 01:12 17. Akdeniz Oyunları'nda 120 kilo grekoromen stilde altın madalya kazanan milli güreşçi Rıza Kayaalp, "Allah'a şükürler olsun ki, madalya serime devam ediyorum
Rıza Kayaalp: Allah'a şükürler olsun ki...
17. Akdeniz Oyunları'nda 120 kilo grekoromen stilde altın madalya kazanan milli güreşçi Rıza Kayaalp, "Allah'a şükürler olsun ki, madalya serime devam ediyorum...
23 Haziran 2013 Pazar 01:12
17. Akdeniz Oyunları'nda 120 kilo grekoromen stilde altın madalya kazanan milli güreşçi Rıza Kayaalp, "Allah'a şükürler olsun ki, madalya serime devam ediyorum. Türk'ün gücünü bir kez daha gösterdik" dedi.Madalya töreninin ardından AA muhabirine açıklamalarda bulunan Rıza Kayaalp, madalya serisine devam ettiğini belirterek, şunları kaydetti:
"Allah'a şükürler olsun ki, madalya serime devam ediyorum. Türk'ün gücünü bir kez daha gösterdik. Ülkemizde yapılan Akdeniz Oyunları'nda ikinci kez şampiyon oldum. Bu yıl kendime dört hedef koymuştum. Bunlar, Avrupa, Akdeniz Oyunları, Üniversitelerarası Dünya Şampiyonsı ve Büyükler Dünya Şampiyonası'ydı. Allah'a şükür bunların ikisini altın madalya ile kapattım. Geriye Üniversitelerarası Dünya Şampiyonası ve Büyükler Dünya Şampiyonası kaldı. Onları kazanmak için çalışmalarıma devam edeceğim. Bu sevinci Türk halkına yaşattığım için gurur duyuyorum."
- "O mesajım, yakıp yıkanlara karşıydı"
Öte yandan Gezi Park'ı odaklı olaylar hakkında sosyal medyadaki kişisel hesabından attığı mesajın yanlış anlaşıldığını ifade eden Rıza Kayaalp, "Bu konu hakkında çok fazla konuşmak istemiyorum ama Twitter'dan attığım o mesaj, yakıp yıkanlara karşıydı" diye konuştu.
Söylediklerinin yanlış anlaşıldığını savunan Rıza, "Ben herzaman ülkemin huzurlu olmasını istiyorum. Ülkemi de uluslararası camiada, elimden geldiğince en iyi şekilde temsil etmek için çalışıyorum. Bunu da gayet iyi yaptığımı düşünüyorum. Bizler bu ülkeyi yücelteceğiz, büyüteceğiz. Avrupa ve dünya şampiyonalarında Türk'ün gücünü göstereceğiz ve ülkemizi tanıtacağız. Ufak tefek sorunlardan dolayı ülkemizin zarar görmesini istemiyorum. Vatan sevgisi olan sporcularız. Ülkemiz için gerekirse canımızı bile vermeye hazırız" ifadelerini kullandı.
- "Anneme ve babama bu sevinci yaşattığım için çok guruluyum"
Rıza, kazandığı altın madalyanın ardından annesinin mindere çıkarak kendisine sarılmasıyla ilgili, "Annem, benim şampiyonluğuma her zaman çok seviniyor. O, herzaman 'Allah önce başkasının, sonra da benim çocuğuma versin' der. Allah'a şükürler olsun duasının karşılığını her zaman alıyor. Kazandığım her şampiyonluktan sonra annem de büyük bir sevinç yaşıyor. Anneme ve babama bu sevinci yaşattığım için çok guruluyum" şeklinde konuştu.
- "Bizi seven Türk halkı inşallah başarımızla seviniyordur"
Milli sporcu, güreşe başladığı 2005 yılından bu yana hep daha iyi olmak için çalıştığını anlatarak, "Burada iki dakika güreşmek için tonlarca kilo kaldırarak antrenmanlar yapıyoruz. Emeğimizin de karşılığını alıyoruz ve bundan da büyük mutluluk duyuyoruz. Bizi seven Türk halkı inşallah başarımızla seviniyordur. Hem kendi emeğimizin karşılığını almak hem de Türk halkını sevindirmek için çalışacağız. Bundan sonra da çalışmalara devam edeceğiz" diyerek sözlerini tamamladı.
Bu zamanda bu 'Okul' yakın gelecekte daha çok 'Gezici' çıkarır Hele bir de 'Tablet'lerin dağıtımının tamamlandığını düşünün 23 06 2013 pazar
Değinmeler...
Başbakan açıkladı:
Seçilme yaşı 18'e indirilecek.
Gençleri memnun edecek bir teklif midir bu acaba?
18'ini tamamlamış gençler bu düzenlemeyi getirenlere şükranlarını sunar
(ve onları destekler)
mı acaba?
Söz konu düzenleme yapıldığında mostralık kabilinden 18'inde bir iki milletvekilinin Meclis'te yer alması sayıları yüzbinleri (milyonları?)
bulan 18'ini tamamlayanlara 'İşte nihayet biz de milli iradenin temsilcileri olabiliyoruz' dedirttir mi acaba?
Hiç sanmıyorum.
Bana sorarsanız, 'Gençleri 18'inde Meclis'e sokmak onların yararına değil zararınadır' derim.
Hayal edin:
18'inde bir genç
'Salı toplantıları'nda kim bilir ne kadar sıkılır;
parti yönetimlerinin direktifiyle el kaldıran
milletvekilleri arasında bulunmaktan kim bilir
nasıl bunalır; koyu renk takım elbise içinde
Meclis lokantasında
'Türk mutfağı' ile beslenmek kimbilir canını ne kadar sıkar.
18'inde bir gencin dört yılını Meclis çatısı altında geçirmesi onun her türden formasyonu açısından -muhakkak ki- yarardan çok zarar getirir.
Yüksek öğretimden vazgeçmiş olarak büyük ihtimalle kendisini küçük ismiyle çağıran 'meslekdaşlar'ın genel kurul ve kulislerde anlattıkları hikayeleri dinlemekten bıkmış bir 18 yaş milletvekili!
Dolayısıyla bir eğitimci olarak gençlere tavsiyem şudur:
Sakın ha sakın! 18'inizde
(yani şairin dediği gibi 'en güzel yaşınızda')
Meclis'te vakit geçirmeyi aklınızdan sakın ha geçirmeyin...
???
Üçünçü Köprü'nün adını Cumhurbaşkanı açıkladığı için gazeteciler tabii olarak malum soruyu ona da yöneltmişler.
'Yavuz Selim Sultan' adı incitici-yaralayıcı-öfkelendirici olmadı mı?
Cumhurbaşkanı'nın cevabı da köprü açılışında yer alan protokolun diğer üyelerinin cevabından farksız.
Bu cevap özetle şöyle:
Ne münasebet!
İsim babalarının aklından Alevileri incitmek asla geçmemiştir!
İnsan bu cevap karşısında sormadan edemiyor tabii ki:
'Ne yani, siz ki tarihe ve sosyolojiye bu derece hakimsiniz, bu kadarcığı da mı aklınıza gelmedi?' Gelmemiş....
Cumhurbaşkanı niyetlerinin kötü olmadığını belirtirken şöyle bir açıklamada daha bulunmuş:
'Büyük bir devlet projesine, Pir Sultan Abdal veya Hacı Bektaş-ı Veli'nin ismi verilebilir.
Bu şekilde hepimizin kaynaşması sağlanabilir.'
Bana sorarsanız Yavuz isminin seçilmesi gibi bu 'telafi' önerisi de yersizdir.
'Büyük bir devlet projesi' denilince akla gelen
otoyol, baraj, köprü, kanal, demiryolu vb gibi
yatırımlar olduğuna göre, Pir Sultan Abdal
veya Hacı Bektaş-ı Veli gibi 'büyük devlet
projeleri' ile uzaktan yakından ilgisi olmayan
bu tarihi kişiliklerin adlarının bu projelere
verilmesi de aynı derecede yersiz ve anlamsız kaçmaz mı?
Düşünün
'Hacı Bektaş Veli Barajı'nın açılış töreninde...'
gibi bir haber cümlesinde bir tuhaflık yok mu?
Demek ki
'büyük devlet projeleri'ne ad ararken kültür
tarihimizin düşünürleri, şairleri, yazarları gibi
padişahları akla getirmemeliyiz.
Yani ne 'Yavuz Köprüsü', ne de
'Pir Sultan Abdal Kanalı'(!)
'Sivil' adları tercih etmeliyiz; ne bileyim mesela
söz konusu 'projeler'in içinde yer aldığı köy,
kasaba, dağ, ova adları filan...
Oysa biz diğer yolu tercih ettiğimizden pek çok adı, adlarıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan yerlere uygun gördük.
Bu çerçevede yirmi yıl önce kaleme aldığım bir örneği hatırlatmak isterim: İzmir'de bir anayol üzerine yapılan üstgeçite Mehmet Akif Ersoy ismi uygun bulunmuştu.
İsim babası belli ki 'muhafazakar' biriydi ve sevdiği şairi böylece şereflendirmek istiyordu.
Konuya ilişkin o dönem yaptığım eleştiri şöyle bir şeydi:
'Tamam Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı'nda
'Düşün altında binlerce kefensiz yatanı'
şeklinde bir dizeyi kaleme almıştı; ama şairin
'Düşün bu üstgeçitin altında binlerce kefensiz
yatanı' şeklinde bir dizesi yoktu!'
???
Birkaç gün önce bu köşede ('Gezi'den bahisle) gençlerin 'Salı toplantıları' gibi 'Okul'dan da çok sıkıldıklarını söylememe bazı okurlardan itiraz geldi.
'Okul'u bu şekilde can sıkıcı bir kurum olarak takdim etmek doğru muydu?
Ben yine sözümün arkasındayım; ülkedeki 'Okul' gerçekten de haddinden fazla 'can sıkıcı' ve büyük bir ihtimalle gençleri 'Gezi' protestocuları arasına sokan etkili bir faktördür.
Bu tesbitime inanmak istemeyenlere bu çerçevede yakın tarihten bir örnek vermek isterim.
İki hafta önce gerçekleşen SBS'nin şu sorusuna bakın lütfen.
Unutmuyoruz bu sınava giren adaylar 15 yaşlarında; yani 'can sıkıntısı'nı üst seviyeden yaşayan adaylar bunlar.
Soru 10: 'Atatürkçülük insanların ortak değerlerini kapsayan bir düşünce sistemedir' diyen bir kişi, Atatürk'ün düşünce sisteminin hangi niteliğini vurgulamış olur?
Evrensel b) Bilimsel c) Yenilikçi d) Akılcı
Evet doğru bildiniz, doğru cevap 'b' seçeneği! Ama mecburen 'b' seçeneği, çünkü 'hiçbiri' seçeneğine yer verilmemiş...
Şimdi düşünelim: SBS sorularının (Türkçe ve Sosyal'den söz ediyoruz) 'Ayşe teyze'li 'Mehmet amca'lı bu ve benzer soruları adaylar acısından son derece 'can sıkıcı', hatta 'isyan ettirici' değil midir? Yani özetle bazı okurlarımın itiraz ettiği tesbitim yanlış değil.
Bu zamanda bu
'Okul'
yakın gelecekte daha çok 'Gezici' çıkarır.
Hele bir de 'Tablet'lerin dağıtımının tamamlandığını düşünün!
23 06 2013 pazar
KÜRŞAT BUMİN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)