Sanatçı mı mukallid mi ?
Dünyanın
bütün köklü kültür ve medeniyetlerinde sanat ve sanatçılık için
kabiliyet hiç kuşkusuz önemli bir kriterdir.
Ama ne yazık ki yüzünü
Batı'ya çevirmiş ve 'Batılılaşacağız'
diye kendini yırtan bizim
ülkemizde özellikle
Cumhuriyet sonrası resmî Batılılaşma ile
birlikte
sanat sadece belli bir elitin ipoteği
altına girdi ve kabiliyet bir
kriter olmaktan
–neredeyse- çıktı, onun yerine referans kriter
olmaya
başladı.
Sanat belli bir sınıfın hizmet ve
kontrolüne girdi, halkına
yabancılaştı, halkın
değerleri sanat yoluyla rencide edildi hatta yok
sayıldı.
Batı'nın oyunları sahnelendi, müzikleri çalındı, sanat eserleri
sergilendi.
Dolayısıyla yerlilik gelişmedi ve Batı'nın sanat değerleri
taklid edilmeye başlandı.
Bu yüzdendir ki özellikle Cumhuriyet'ten sonra
yerleşen
'Sanatın en güzeli Batı'da yapılır'
anlayışı,
bizde sanatçıdan
çok 'mukkalid' yetiştirdi.
Sanatın her alanında Batı'yı taklid eden bu
mukallidler, sınırlı kabiliyetlerine rağmen her
zaman toplumun
ilerisinde görüldü ve halkın
da böyle görmesi sağlandı.
Yönetmenimiz
Batılı bir yönetmeni, romancımız batılı bir romancıyı, müzisyenimiz
batılı bir müzisyeni taklid etti.
Elbette
sanatçı, sıradan bir insandan donanım ve kabiliyetler açısından ileride
olmalıdır, ama 'sanatçılık' referansla elde edilen bir şey haline
geldiğinden olsa gerek, referansı kuvvetli ama kabiliyeti yetersiz ve
kifayetsiz biri, sanatçı diye tanıtıldı… ortaya koyduğu hiçbir özgün ve
sanat değeri olmayan ürünleri de yüksek sanat eseri diye sunuldu. Daha
da ileri gidilerek, bu sıradan ve herkeste varolan kabiliyetlere sahip
sözde sanatçı profili abartıldı ve adeta kutsallaştırıldı. Ama norm
olarak Batılı sanatçı örnek alındığı için, bu ülkenin sanatçı diye
yetiştirilip ortalığa salıverilen tipleri, dünya sanat klasmanında hep
son sıralarda yer aldı. Eğer bu sanatçılar içinde Türkiye'yi… kendi
ülkesini eleştirenler varsa, ancak bu şartla dünya medyasının ilgisini
çektiler ve ödüllendirildiler.
Müziği,
tiyatrosu, sineması, resmi, heykeli ve edebiyatı ile bu ülkede sanat,
'yerli' olma özelliğini kaybetmiştir ve kaybetmeye devam etmektedir.
'Sanatçı' ilan edilmek için bir batılı sanatçıyı taklid etmenin, bir
batılı yazarın yazdığını oynamanın yeterli olduğu bu yapı içinde gerçek
sanatçı olmak için çabalamaya gerek yoktur, iyi bir mukallid olmak
yeterlidir ve bizdeki sanatçı profili ancak bunu yapabilecek formatta
yetiştirilmiştir. Türkiye'de sanatçı, devrimci ve tabu yıkıcısı pozları
takınır ama kendisi birtakım tabularla sarmalanmıştır. Batılı sanatçının
kendi toplumunu dönüştürmek konusunda gösterdiği yüksek çaba ve
başarıyı, sanki bu işi kendisi başarmış gibi alıp kullanır ve referans
olarak gösterir. Bu yaptığı görgüsüzlüğü de çağdaş bir sanatçı davranışı
olarak sunar.
Sanat,
yerelden evrensele açılır, ancak ülkemizde bu ağır yükü omuzlayacak
sanatçı –birkaç kişi dışında- hemen hemen yok gibidir. Çünkü 'mukkalid',
bu ağır yükü yüklenecek sıklette değildir. Durum böyle olunca, bu
mukallidlere 'sanatçı' dememiz mümkün müdür ? Mukallide sanatçı demek
gerçek sanatçıya haksızlık olmaz mı ? Hayatı taklid etmek ve kendisine
verilen 'rolü' oynamakla geçen birinin attığı slogan ve yaptığı yürüyüş
de kendisine 'verilen' rolü oynamak gibi bir eylemden öteye gidebilir mi
?
YALÇIN ÇETİNKAYA
23 06 2013 pazar
'İslâmî müzik' nedir?
Müzik,
Allah'ın yarattığı seslere melodi giydirmek suretiyle yapılan bir
sanattır ve insana melodi yapma kabiliyetini veren de Allah'tır. Müzik
gibi gürültü de yine seslerden meydana gelir. Müzik, seslerin
harmonisinin/uyumunun/âhenginin ifadesidir, Aristo'nun dediği gibi
'güzellik bir uyumluluktur', o halde müziği güzel yapan da sesler
arasındaki uyumluluk/âhengtir. Seslerin birbiriyle uyumlu/âhengli olması
da 'melodi' demektir. Ama gürültü, kakafonik sesler bütünü ve
uyumsuzluklar ifadesidir. Bu, bir müziğin İslâmî olup olmadığı konusunda
çok da belirleyici bir durum değildir. Çünkü Batı'da hem dînî hem de
din dışı nitelik taşıyan pekçok müzik armoni kurallarına uygun
yazılmıştır. Lâkin Batı'da armoni kurallarına uygun olarak yazılan her
müzik güzel değildir. Ama güzel olan her müzik, mutlaka armoni/aheng
kurallarına da uygundur. Nâçizâne 'güzelliği', bir nesnenin İslâmî olup
olmadığı konusunda önemli ve ayırdedici bir unsur olarak kabul ediyorum.
Allah, varlığı güzel yaratmıştır ve bir hadiste 'Allah güzeldir, güzeli
sever' buyurulduğu rivâyet edilmiştir. 'Güzel', İslâmî ve tabii bir
vasıftır, dini, mezhebi, milliyeti ne olursa olsun bütün insanların
ortak olduğu hususlardan bir tanesi 'güzellik algısı'dır. Güzellik
algısı izâfî (kişiden kişiye değişen) olsa bile, bu algı insanoğluna
Allah'ın verdiği bir algıdır. O halde dünyanın neresinde ve kim
tarafından bestelenirse bestelensin güzel bir müzik, 'İslâmî' olma
özelliği taşıyor demektir.
O
halde bir müziğin 'İslâmî' olup olmadığını sormadan önce, İslâmî
olmanın ne demek olduğunu ve bir şeye 'İslâmî' olma özelliği kazandıran
unsurların neler olduğunu açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Evet, eşya
masumdur, müzik de insana verilmiş bir tür 'eşya'dır. Ancak müziği
'müzik' yapan onun eşya olması değil o eşyayı kullananın ona verdiği
şekil ve onunla ne ifade ettiğidir. Müziği karakterize eden, insanın
duygu ve düşünceleridir, duygu ve düşüncelerini belirleyen de durduğu
yer ve inandığı değerlerdir. Eşyayı anlamlandıran, insanın niyetleri ve o
eşyayı kullanma biçimidir. Ayrıca sanırım bir şeyin 'İslâmî' olması
başka, İslâmiyet'in konusu olması başka şeylerdir. Meselâ şirk,
İslâmiyet'in bir konusu olabilir, ama Allah'a şirk koşmak İslâmî bir
davranış olmadığı gibi, Allah'ın affetmeyeceği bir günahtır.
Allah
Kur'an'da; 'Üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak
İslâmiyet'i seçtim' buyurduysa, o halde 'İslâmî' olmak bir anlam ve
değer taşıyor olmalıdır. Ama 'İslamî' olanın sınırları nereye kadardır ?
Bence bir şey haramla kirletilmediği, onun fıtrîliğine zarar
verilmediği, insanı büyük günah işlemeye teşvik etmediği, Allah'a şirk
koşulmadığı ve buna vasıta olmadığı sürece her şey İslâmîdir. Müzik
açısından bakacak olursak, meselâ Vivaldi'nin mevsimler süiti pekâlâ
İslâmî olabilir. Albinoni'nin Adagio'su pekâlâ İslamî olabilir,
Mozart'ın 'Alla Turca'sı pekçok eseri pekâlâ İslâmî olabilir. (Ve daha
pekçok Batılı ve Doğulu bestecinin eserleri). Bu insanlar Hıristiyan
kültürüne ait olsalar bile yaptıkları müzikler güzeldir, içlerinde şirk
barındıran bir unsur yoksa bu müziklere 'İslâm dışıdır' demek mümkün
değildir; fakat Bach'ın 'Kilise'nin Tanrısı' için yazdığı müziklerin de
'İslâmî' olmadığını düşünüyorum. Çünkü bu müzikler, Allah'tan başka bir
ilâh tanımına uyularak ve bu Tanrı adına yapılmış müziklerdir. İslâmiyet
insanlığa 'Allah'tan başka ilâh olmadığını, Allah'ın doğurmadığını ve
doğurulmadığını, evlât da edinmediğini' öğrettiği halde Kilise bu
hakikati reddeden bir öğreti üzerine bir inanç tesis etmişse, varlığın
anlamını bozuyor ve açıkça şirk koşuyor demektir. Dolayısıyla bu inancın
müziği de İslâmî değildir. Ama aynı Bach'ın çello süitleri, Brandenburg
Konçertoları, kahve kantatası…ve Kilise'nin 'Tanrısı' adına yapılmayan
bütün 'güzel' müzikleri yine pekâlâ 'İslâmî' olabilir. Hatta bu
müzisyenlerin müziklerinin, günümüzde kendisini 'İslâmî müzisyen' olarak
tanımlayan kişilerin yaptığı tuhaf müziklerden daha güzel olmaları
bakımından daha 'İslâmî' özellikler taşıdığını söyleyebiliriz.
İslâmiyet,
müzikte bir 'form' tanımı ve dayatması yapmaz ve bir kalıp da çizmez.
İslâmî olan; 'güzel', 'doğru', 'iyi', 'fıtrata ve ahlâkî normlara uygun'
olan her şeyi içine alır. Çünkü insan, İslâm fıtratı üzerine
yaratılmıştır. (Dolayısıyla Hıristiyan bir müzisyenin yaptığı senfonik
bir müzik, İslâmî olabilir.) Bir müziğin İslâmî olması için içinde ille
de Allah, Muhammed, Filistin, Cihad, Mekke, Medine kelimelerinin geçmesi
gerekmez. Belki de bu özelliği ile, içinde bu kelimelerin geçtiği ve
adına birilerinin 'İslâmî' dediği pekçok müzik, sırf çok kötü oldukları
için aslında 'İslâmî' olma vasfını kaybetmiş de olabilir. Ayrıca
'İslâmî' olan bir müziği veya başka bir şeyi sadece Müslümanlar yapar
diye bir kural olmadığı gibi, Müslümanların yaptığı her şey İslâmî de
olmayabilir.
İslâmî
olan, Kelime-i Tevhîd ve Kelime-i Şehâdete, fıtrata, güzelliğe uygun
olandır. Bir müzik, kim tarafından bestelenirse bestelensin bu
prensiplere uygunsa pekâlâ İslâmîdir.
19 05 2013