Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
23 Haziran 2013 Pazar
In The House 2013 Comedy Director Francois Ozon Kristin Scott Thomas karacahmet Tv izle tv ilk defa In The House 2013 Türçe Altyazılı
In The House 2013
karacahmet Tv izle tv ilk defa In The House 2013 Türçe Altyazılı
105 minutes Comedy Director Francois Ozon
Cast: Kristin Scott Thomas, Fabrice Luchini, Ernst Umhauer
In Theaters: April 19th 2013
Synopsis:
A boy of 16 wants to get in the house of one of his classmates to glean inspiration for his writing assignments.
Impressed with this unusual and gifted student, his teacher rediscovers a taste for teaching, but the intrusion sparks a series of uncontrollable events.
http://www.guardian.co.uk/culture/kristin-scott-thomas
16 yaşındaki Claude, kompozisyon ödevi için
aradığı esin perisini sınıf arkadaşının evinde
bulur ve yazma yeteneğiyle birlikte keşfettiği
keskin gözlemciliği, röntgencilik boyutuna
ulaşır.
Sıra dışı öğrencisinin yeteneğinden etkilenen
Germain ise öğretmenin keyfini yeniden keşfeder.
Ne var ki, özel hayatın ihlaliyle başlayan olaylar çığırından çıkar.
Claude kontrolünü ufak ufak yitirirken, gerçek
ile hayal dünyasını ayırt edilemez hale gelir.
Oliver Twist 1948 türkçe altyazı Charles Dickens Yönetmeni David Lean
Oliver Twist 1948 türkçe altyazı
Charles Dickens Yönetmeni David Lean Dram Macera İngiltere
Senaryo yazarı , David Lean, Stanley Haynes
karacahmet Tv tv de ilk izle Oliver Twist 1948 oliver twist 1948 izle türkçe altyazı
Italy 19 August 1948 (Venice Film Festival)
Czech Republic 3 December 2005 (British Film Days)
Oyuncular
Robert Newton, Alec Guinness, Kay Walsh, Francis L. Sullivan, Henry Stephenson, Mary Clare, Anthony Newley, Josephine Stuart, Ralph Truman, Kathleen Harrison, Gibb McLaughlin, Amy Veness, Frederick Lloyd, John Howard Davies, Henry Edwards, Ivor Barnard, Maurice Denham, Michael Dear, Michael Ripper, Peter Bull, Deidre Doyle, Diana Dors, Kenneth Downey, W.G. Fay, Edie Martin, Fay Middleton, Graveley Edwards, John Potter, Maurice Jones, Hattie Jacques, Betty Paul, Johnny Briggs, Erik Chitty, Arthur Mullard, Nosher Powell, Eustace Shipman, Paul Stockman, Dennis Wyndham
Charles Dickens’ın romanından uyarlanan Oliver Twist, düşkünler evinden kaçıp Londra sokaklarında bir yankesiciyle tanışan yetim bir çocuğu anlatır.
Oliver, yankesici çocuk tarafından kandırılır ve ustaları tarafından hırsızlık yapmak için eğitilen bir grup çocukla aynı yere düşer.
Oliver Twist’in bu versiyonu, baş serseri Fagin rolünü oynayan Alec
Guiness’in ustaca performansıyla zirveye çıkar iyi seyirler
Burhan Doğançay'ın resimlerinde izlediğimiz görsel birikim, dünyada kent yaşamının son 40-50 yıllık zaman dilimine Bürokrasi ve sanat arasında ilişkin ipuçları da verir
Bürokrasi ve sanat arasında
Burhan Doğançay'ın resimlerinde izlediğimiz görsel birikim, dünyada kent yaşamının son 40-50 yıllık zaman dilimine ilişkin ipuçları da verir.
Bürokrasi ve sanat arasında
Doğançay, 1962’de Turizm Bakanlığı’nın New York Ofisi’nin başına
geçmek üzere ABD’ye gittiğinde de bürokrasiyle sanat arasında bir ‘çifte
hayat’ yaşar. Fakat 1964’te buradaki görevinin sona ermesi ve Paris’e
transfer edilmesi söz konusu olduğunda karar anı gelmiştir; hayatındaki
tutku da o zaman somutluk kazanır. Paris’e gitmeyi tercih etmez; işsiz
kalmayı, dahası New York’taki binlerce adsız sanatçıdan biri olmayı göze
alır. Bir süre epey zorluk çeker. Sanatsal açıdan, Paris’teki görevi
kabul etmemesinin üzerinde durmak gerekir. 1960’lı yıllarda Paris,
dünyadaki gelişmeler açısından olmasa da Türkiyeli sanatçılar için hâlâ
sanatın merkezidir. 1950’li yıllardan itibaren oraya yerleşenler
arasında Fahrelnissa Zeid, Nejad Devrim, Selim Turan, Avni Arbaş, Mübin
Orhon, Tiraje, Abidin Dino, Hakkı Anlı gibi sanatçılar vardır; sanat
eğitimi açısından da tercih edilen başlıca şehirdir. New York’ta olup
bitenlerse Türkiye sanat ortamına çok uzaktır. Türkiye’de bu yıllarda
kısır bir yerel-evrensel tartışmasının etrafında biçime temelli
yaklaşımların hem sanatçılar hem sanat yazarları tarafından geleneksel
hat sanatının, yerel ve folklorik motiflerin bir tür yansıması olarak
görüldüğü bir dönem yaşanmaktadır. Giderek yükselen bir sosyal
hareketlilik içinde ‘kent’ değil ‘köy’ olgusu ön plandadır.
Doğançay’ı Doğançay yapan olguların başında ise kent olgusu ve New York
gelir. Kendisi de “New York’a gelmeseydi, duvarlara yönelik böylesi bir
tutku geliştireceğinden şüphe ettiğini” söyler. Doğançay’ın 1960’larda
bu kentte bulduğu sanatsal ortam da bu tutkuyu besler. Rauschenberg,
Warhol, Lichtenstein, Rosenquist, Indiana gibi öncü Pop sanatçılarının
döneme damgasını vurduğu yıllarda kent olgusu, duvarlardan
billboard’lara, afişlerden gündelik tüketim nesnelerine tüm cepheleriyle
başroldedir. Hazır-imgeye ve popüler kültür imgelerine dayanan, soyut
dışavurumculuğa, pentür geleneğine alternatif bir sanat yapma biçimi
olarak ortaya çıkan bir modernist kırılma yaşanmaktadır. İngiltere ve
ABD’de Pop akım, Fransa’da Yeni Gerçekçilik gibi yaklaşımlar, İkinci
Dünya Savaşı sonrasındaki süreçte ‘kent’ olgusunun çeşitli cepheleriyle
gündeme gelmesine yol açmıştır. İçe bakan bir soyut dışavurumcu
ressamlar kuşağının yerini, dış dünyayı gözlemlemekte olan genç kuşak
sanatçılar almaktadır.
Doğançay’ın kendi kişisel arayışları, sanattaki bu dönüşümle aynı zamana
denk gelir. Pentür geleneğini ve kaygıları itibariyle modern sanat
çizgisini sürdüren bir sanatçı olmasına rağmen, kendi içsel kırılmasını,
tıpkı dönemin diğer çağdaş ressamları gibi, etrafına bakarak, bu
dönemde yaşamaya başlamıştır. Böylece Doğançay, salt kendi
izlenimlerinden oluşan daha geleneksel kent görünümlerini terk edip,
başlı başına bir kavramsal arayış olarak ‘iz’ olgusu üzerine gitmeye
başlamış ve bu şekilde kendi özgün üslubuna kavuşmuştur. Doğançay’ın
1960’lardan günümüze her biri birbirinden beslenen ‘Kent Duvarları’,
‘Kapılar’, ‘Sapaklar’, ‘New York’un Mavi Duvarları’, ‘Kurdeleler’,
‘Çifte Gerçeklik’ gibi farklı resim serileri bu sürecin ürünüdür. Tüm bu
serilerin dikkat çekici bir özelliği, temel bir sanatsal problem olarak
gerçeklik ile temsil arasındaki gelgit üzerinde kurulmuş olmalarıdır.
‘Kurdeleler’ gibi ‘soyut’ resimleri de dahil olmak üzere Doğançay’da
gördüğümüz her imgenin gerçek hayatta bir karşılığı ve hemen hepsinin
fotografik bir eskizi vardır. Öte yandan Doğançay, duvarlarda kültürün
ve doğanın yarattığı izlerin estetik yönüne çekim duyduğu kadar, bu
duvarların anlattığıyla da yoğun olarak ilgilenen bir sanatçı olmuştur.
Doğançay’ın resimlerinde izlediğimiz görsel birikim dünyada kent
yaşamının son 40-50 yıllık zaman dilimine ilişkin ipuçları verirken, bu
resimlere kaynaklık eden fotoğraflar, o zaman dilimine ilişkin başlı
başına alternatif bir antropolojik görsel tarihtir. 1982’de Pompidou’da
açılan ‘Fısıldayan Duvarlar’ sergisinden sonra ressamlığının yanı sıra
fotoğrafçılığıyla da tanınmaya başlayan Doğançay’ın dünya duvarları
arşivi, onun hem özgünlüğünün hem de güncelliğinin temeltaşı olarak
görülebilir. ‘Arşiv’ olgusunun resmi tarih oluşumundaki rolünü sıkça
sorguladığımız şu günlerde Doğançay’ın 1960’lardan bu yana oluşturduğu
dünya duvarları arşivi, resmi tarih yerine duvarlara insanın bıraktığı
izlerle, resimlerle, yazılarla şekillenen gayri-resmi bir tarihi
gözlerimizin önüne getirir, bir ülkenin kalbinin duvarlarında attığını
söyleyen ve kuşkusuz önce bu cümleyle hatırlanacak bir görsel birikimi
geride bırakan sanatçıyı doğrular.
Son yıllarda Doğançay her ne kadar sanat piyasasında resimlerinin
‘kırdığı rekorlarla’ gündeme gelse de bu yalnızca küçük bir çevreyi
ilgilendiren bir meseledir. O rekor fiyatlar nedeniyle gördüğü yoğun
ilgi, ölümünden önce kendi birikimini sergilemek üzere açtığı Doğançay
Müzesi’ni yaşatmaya yetecek midir; yoksa orası bugün de olduğu gibi
genellikle ıssız mı kalacaktır, izlemeye değer.
1953, PARİS
Bu gençlik fotoğrafı, tutkusunun Doğançay’ı nasıl yönlendirdiğini çok iyi ifade eder: Takım elbiseli şık bir adam görürüz; yirmili yaşlarında. Paris’te ekonomi doktorasını yeni bitirmiş, Ankara’da Ticaret Bakanlığı’nda çalışmaya başlayacak. Ne var ki başka bir ilgi alanı var belli: O resmî haliyle sokakta kaldırıma oturmuş desen çiziyor.
Eski bir Doğançay yazısına Eski Yunan’da cenazelerde ölenin ardından
sorulduğu rivayet edilen bir soruyla başlamışım: “Tutkulu bir insan
mıydı?”
Bu soru sanki bugün sorulmuş gibi de devam etmişim: “Yaşına çok yıllar
ekleyip de yaşlanmayan bir adam, dünyanın dört bir yanında sokakları
arşınlıyor; kent duvarlarının fotoğraflarını çekiyor; duvarlara
yapıştırılmış broşürleri, afişlerin kıvrık köşelerini, solmuş
görüntüleri biriktiriyor; ceplerini kent duvarlarının artıklarıyla
dolduruyor, bu torbalar dolusu kent birikintisine hem mecazi hem gerçek
anlamda yeniden
hayat
veriyor...”
Tutku değilse nedir bu?
Yıl 2002’ydi o zaman; Doğançay 73 yaşındaydı.
Gençmiş!..
Şimdi o soruyu gerçekten
sormanın vakti gelmiş. Doğançay 84 yaşında öldü.
Bir gençlik fotoğrafı, tutkusunun Doğançay’ı nasıl yönlendirdiğini çok
iyi ifade eder: Takım elbiseli şık bir adam görürüz; yirmili yaşlarında.
Paris’te
ekonomi
doktorasını yeni bitirmiş, Ankara’da Ticaret
Bakanlığı’nda çalışmaya başlayacak. Ne var ki başka bir ilgi alanı var
belli: O resmi haliyle sokakta kaldırıma oturmuş desen çiziyor. Sanat
eleştirmeni Richard Vine’ın yorumu pek yerinde: “Bu kadar rafine bir
adamı, hoyrat ve azılı bir biçimde kentsel olana çeken neydi gerçekten?”
Doğançay, 1953’te Paris’ten Türkiye’ye döndükten sonra da resim yapmayı
hiç bırakmaz;
babasıyla birlikte açtığı sergiler epey ilgi de görür.
Doğançay’ın esas sanat öğretmenidir harita subayı olan babası Adil Doğançay (1900-1990); küçük yaşlarından itibaren gezi ve sanat merakını ona aşılayan kişidir.
Adil Doğançay ile Burhan Doğançay, birlikte ilk sergilerini açtıkları günlerden itibaren farklıdırlar birbirlerinden.
Ama ortak bir noktaları vardır; ‘izlenim yakalamak ve yaratmak’ merakı. Adil Doğançay geleneksel bir doğa izlenimcisidir; Burhan Doğançay ise yıllar geçtikçe ‘izlenim’ kavramının sınırlarını genişleten çağdaş bir kent izlenimcisidir.
‘Gönül kırıklıkları’nı gidermek lazım 24 Haziran 2013 Taksim Gezi Parkı olayları, genelde Türkiye'nin yüz yıllık tarihi içinden ya da uluslararası siyaset cephesinden yorumlandı
‘Gönül kırıklıkları’nı gidermek lazım.
Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan
Taksim Gezi Parkı olayları, genelde Türkiye'nin yüz yıllık tarihi içinden ya da uluslararası siyaset cephesinden yorumlandı.
Siyaset
dışında sosyolojik analizlere girişenler de olmadı değil. Ancak hazırda
bekletilen bazı kavramlardan, sahaya inemeyen kalıp cümlelerden öteye
geçmek zor. Âkil İnsanlar Heyeti ile “Kürt meselesi” için Marmara
Bölgesi'ni dolaşan Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, toplumdaki ‘birikmiş
enerji'nin çok önceden hissedildiğini söylüyor. Bu enerjinin, bugün
olmasa başka zaman mutlaka açığa çıkacağını düşünen Arıboğan,
uluslararası dengelerin yeniden kurulduğu bir dünyada, yeni
hareketlenmelerin de doğal olduğunu belirtiyor. Ama ona göre en büyük
sebep ‘gönül kırıklıkları'. Kürt meselesinde olduğu gibi Alevi
meselesinde de görülen bu ‘gönül kırıklıkları' yıllarca horlanmış
toplulukların devlete karşı öfke duymasına yol açıyor. Açılımlar bu
anlamda tansiyonu düşürüyordu ancak Gezi Parkı sonrası oluşan atmosfer,
artık ‘tanınma' politikalarının kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Deniz
Ülke Arıboğan’la Timaş Yayınları’ndan çıkan “Büyük Resmi Görmek” kitabı
etrafında yaşananları konuştuk.
Daha önce örneği olmayan
bir olayı yaşıyoruz, Gezi Parkı eylemleri Taksim'den başlayarak tüm
Türkiye'ye taşındı. Nasıl okumak lazım?
Taksim meselesi
uzun bir süredir birikmiş bir enerjinin açığa çıkmasıdır. Son 10 yıldır
dünya üzerinde büyük bir dönüşüm yaşanıyor. Türkiye, bu dönüşüme bir
tepki veriyor. İçerde de vesayetçi sistemin yıkılması ve demokratikleşme
çabası, diğer yandan merkeziyetçi bir yapıya doğru gidiş var. Ayrıca
Cumhuriyet döneminin egemen sınıfı yerini yeni aktörlere bırakıyor. Bu
dönüşümün yarattığı enerji birikimi çok yoğundu ve bir yerde patlak
vermesi kaçınılmazdı. Ben olayı, başlangıçta yanlış yönetilmiş bir mikro
krizin, makro çerçeveye yayılması ve bir enerji atımı olarak
değerlendiriyorum.
Olayların aktörü ya da aktörleri kim?
Türkiye
dönüşürken, eski Türkiye ile ittifak halindeki yapılar bundan
memnuniyet duymuyor. Özellikle Türkiye'nin yeni dış politikasından
kaynaklanan bir Türkiye muhalifleri cephesi oluşmuş durumda. ABD
yönetimi ile en iyi ilişkilerinizin olduğu bir noktada, en büyük
muhalefeti yine ABD içerisindeki bir gruptan görebilirsiniz. Bu bakımdan
devletsel değil, siyasal hatlardan ve türdeş olmayan aktörlerden söz
etmeliyiz. Özetlersek bir tarafta Türkiye'nin dış politika hattının ve
dünya üzerindeki konumlanışının değişmesinden rahatsız olanlar; öte
tarafta Erdoğan hükümetinin 3. döneminde daha otoriter bir çizgiye doğru
evrildiğini ve bunun Türkiye'ye biçilen rol modeline aykırı olduğunu
düşünenler var. Arkalarda da “ittifakları koparırsan çok da güçlü
olamazsın” mesajı ile Erdoğan ile yeni anlaşma yapmak isteyenler var.
Türkiye'de çıkarılmak istenen bir toplumsal çatışma, bir mezhep çatışması endişesi var. Bu endişeyi nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye'deki
hemen bütün sosyal fay hatlarında kaynama var. Biz bunu Akil Heyet
toplantılarımızda gözlemledik. Problemin sadece PKK ya da Kürt meselesi
üzerinden çözümlenemeyeceğini, Türkiye'nin bir genel demokratikleşme
atmosferine ihtiyacı olduğunu tespit ettik. Bunun temel sebebi, mağdur
edilmiş kesimlerin kendini ifade etme arayışının çok belirgin olması.
Tıpkı Kürtler gibi Alevilerin de toplumla değil, devletle sorunu var.
Alevi cemaatinde devletin uyguladığı politikalar üzerinden biriken
kızgınlığı görseniz bile, bu yıkıcı bir isyan değil. “Bizi de dinleyin,
biz de varız” diye şekillenen bir gönül kırgınlığı var ortada. Cemevleri
meselesi ciddi bir incinme duygusu yaratıyor. İnançlarının saygı
görmediğini, dolayısıyla kendilerinin tanınmadığını düşünüyorlar. Bu bir
kimlik ve haysiyet meselesi, teolojik bir konu değil.
Mezhepsel bir çatışma zemini gördünüz mü peki?
Sünni-Şii
gerilimi Ortadoğu'dan Türkiye'ye ihraç etmeye çalışılan bir mesele.
Halkın birbirine yaklaşımında şimdilik bir gerginlik yok. Ama bu bir
garanti değil; bir iki tane provokatif eylemle oluşabilir. Mesela
köprünün isminin Yavuz Sultan Selim olarak seçilmesi yanlış bir uygulama
oldu. Siyasal-toplumsal kimlikler “seçilmiş zaferler” ve “seçilmiş
travmalar” üzerinden kurgulanır. Birilerinin zaferi diğerinin travması
olduğunda çatışma kaçınılmaz hale gelebilir. Kimileri bu ismi
referanduma sunmanın demokratik olduğunu düşünüyor. Bu daha büyük bir
yanlışa sebep olabilir. Çünkü olay, toplumu ikiye bölecek bir referandum
kampanyasına dönüşür.
Bunları Başbakan Erdoğan'a ilettiğiniz raporlarda da not ettiniz mi?
Alevi
meselesindeki hassasiyeti iletmiştik ara toplantıda. Aleviler açısından
kendini ifade etme isteğinin belirginleştiğini söylemiştik. Lakin bu,
bizim keşfettiğimiz bir durum da değil, Sayın Başbakan ve hükümet
üyeleri zaten bunları biliyor ve politika geliştirmeye çalışıyorlar.
Sadece Kürtler ve Aleviler değil kendisini mağdur hisseden bütün
kesimlerin söyleyecekleri sözler var. Bu insanların temel haklarını,
mağduriyetlerini daha onlar söylemeden, talep etmeden devletin tespit
edip onlara sunması lazım. Çatışmaya dönmesinin üzerinden, geri adım
atarak hakkın verilmesi sağlıklı değil.
Arap Baharı'ndan ilhamla bir Türk baharı karşılaştırması var...
Son
dönemlerde dünya sathında iki farklı kapitalizme eklemlenme modeli
ortaya çıkıyor. Bunlardan ilki ABD-Avrupa çizgisinde liberalleşme,
özgürlükler, haklar üzerinden gelişen ve demokrasi ile kapitalist
iktisadi gelişimi birebir endeksleyen yaklaşım. İkinci model ise Çin ve
Rusya gibi yarı demokratik ortamlarda ortaya çıkan kapitalist model.
Buralarda haklar ve özgürlükler değil, istikrar ve güven ön planda.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki mücadele de, “bir kapitalistleşme olacak
ama hangi modele göre” olacağı çatışmasıdır. Türkiye, iktisadi, sosyal
ve siyasal yapısıyla Ortadoğu ülkelerinden çok farklı ve Avrupa
demokrasilerine çok daha yakın bir model. Ama arafta duruyor.
Gençler, internet ve sosyal medya olayın tetikleyicisi. Gençlerin üslubuna uygun olarak nasıl çözülebilirdi?
Bu
gençler, yani 1980 sonrasında doğan Y ve Z kuşakları, coğrafi sınırlar
içinde endoktrine edilmiş, katı milli ideolojilerle yetişmiş bir kuşak
değil. Bunların sathı vatan değil, dünya. Facebook ve Twitter üzerinden
ortak zeminler kurup, kutuplarda ortaya çıkan bir çevre felaketi için de
Gezi benzeri bir eylemi yapabilecek duyarlılığa sahip gençler
görüyoruz. Olay siyasî değil, sosyolojik bir çerçevede ele alınsaydı
kolayca yumuşatılabilirdi. Bizim kuşağımızın zihinsel kalıplarına göre
etrafta farklı düşünenler değil düşmanlar vardır. Baktığımızda
tezgâhlar, komplolar, örgütler, devletler görürüz. Maslov'un
teorisindeki gibi. “Elinde çekiç olan her şeyi çivi olarak görür” ya!
Bizler elimizde çekiçle doğmuş bir nesiliz maalesef. Bütün ortamları da
kendimize benzetiyoruz. Bir kez topluluk oluştuktan sonra içine
devletler, istihbarat servisleri, örgütler girer, provokatörler de
sızar. Bu zemini hazırlamamak asıl olan.
Başa dönersek Gezi'de işi bu noktaya getiren gelişmeler ve kilometre taşları neydi?
Birincisi
ilk gün eylemcilere yönelik sert polis müdahalesiydi. Ama
kitleselleşmesi Başbakan Erdoğan'ın yaptığı iki konuşma ile oldu. Bu,
bir kesim tarafından “sizi yok sayıyorum” beyanı olarak algılandı. Bu,
gönül kırıklığı yaratan bir şey. İnsanların gönülleri kırıldı,
incindiler. Kürt meselesinin, Alevi meselesinin temelinde de devlete
karşı duyulan gönül kırıklığını görüyorsunuz. Devlet insanının, insanlar
da birbirinin gönlünü kırmamak zorunda. Bunun üzerine, toplumsal
psikolojiyi okuyan birileri de durumdan vaziyet çıkartmayı başardı.
Olayı Erdoğan karşıtı bir kalkışmaya dönüştürme çabasına girdiler.
Çatışma çözümlerine göre her konu üzerinden pazarlık yapılabilir ama
insanların kimlikleri ve haysiyetleri üzerinde pazarlık yapamazsınız.
İnsanlar aç yaşamayı kabullenebiliyor, büyük savaşları göze alabiliyor
ama “haysiyetime dokunma, kırma, incitme, beni tanı” diyor. Bu felsefeyi
mutlaka içinde barındırmalı bir sistem. En küçük azınlığı bile tanımak,
saygı göstermek demokratik bir devletin özü.
Gönül kırıklıkları nasıl telafi edilir, yaralar nasıl sarılır ilk etapta?
Ben
her şeyin başlangıcını dil yarası olarak görüyorum. Sayın Başbakan
üslubunu balkon konuşması üslubuna çektiği sürece bütün Türkiye'nin
başbakanı olarak birçok gerilimi hafifletebilir. Ayrıca Başbakan
Erdoğan, mikro meselelere müdahil oldukça bunların makro düzeyde
çatışmalara dönüşeceğini söyleyebiliriz. Yukarı çıkıp üst siyasetle,
dünya meseleleriyle ilgilenmesi gerekiyor.
Taraflar ne çıkarmalı buradan?
Protesto
demokratik bir haktır ancak bu bir işgale, şiddet hareketine, hakarete
dönüşemez. Güvenlik güçlerinin küçük kıvılcımları büyük yangınlara
dönüştürecek önlemlere başvurmaması gerekiyor. Muhalefetin ise aynaya
bakıp yeni kuşakların beklentileri nasıl karşılanabilir, eski kuşakların
gönülleri nasıl alınabilir planlamasına girmesi şart. İktidarın da
yüzde 50 oyla iktidara gelseniz bile, tüm Türkiye'yi göz önünde
bulunduran politikalar uygulanmadığı zaman sadece yüzde 1 ile bile koca
bir ülkenin geleceğiyle oynamak mümkün. Çoğunlukçu değil çoğulcu
davranabilmenin yollarını bulmak lazım. Türkiye halkına tek tip bir
formatı dayatmak ve “vatandaşımızın inancı, ahlakı, dünyaya bakışı şöyle
olmalı” diye bir hat belirlemek hepimizin kaybedeceği bir oyuna girmek
olur. Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün vatandaşlarını makbul kabul etmek
gerekiyor.
Başkanlık kötü, parlamenter sistem iyidir
Başkanlık kötü, parlamenter sistem iyidir.
Bu konuyu daha önce hangi vesilelerle, kaç defa ele aldığımı hatırlamıyorum.
Fakat konu, Başbakan Erdoğan'ın ilk kez geçen 18
Nisan akşamı bir televizyon programında başkanlık
sisteminin Türkiye'nin gündemine gelebileceğini
söylemesinden bu yana yeniden güncellik kazandı.
Başbakan
12 Eylül'de yapılan halkoylamasından hemen sonra da tekrar, yapılacak
yeni anayasa ile başkanlık sistemine geçilebileceğinden söz etti.
Yeni
anayasa üzerine çalışmaya başlamasını istediği TBMM Anayasa Komisyonu
Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu da hemen gazetelere
"Sağlıklı işleyecek
tek model başkanlık sistemidir" demekte gecikmedi.
Başbakan Erdoğan'ın,
bundan sonraki hedefinin Cumhurbaşkanı seçilmek olduğu, bunun için de
kendisini yürütmenin başı konumunda tutacak başkanlık ya da
yarı-başkanlık sistemine geçilmesini istediği spekülasyonları
yapılmakta.
Bütün bu nedenlerle bu konudaki görüşlerimi bir kez daha
okurlarla paylaşma gereğini duyuyorum.
Bilindiği üzere
demokrasilerde, esas olarak üç tür hükümet sistemi olabiliyor:
Parlamenter sistem
(beşiği Britanya),
başkanlık sistemi
(beşiği ABD) ve
ikisinin bir karması olan yarı-başkanlık sistemi
(beşiği Fransa).
Dolayısıyla başkanlık ya da yarı-başkanlık
sistemlerinin demokrasiyle
bağdaşmadığı elbette ki söylenemez.
Ne var ki, siyaset
bilimcilerimizin büyük çoğunluğu gibi ben de başkanlık sistemlerinin,
Türkiye açısından özellikle uygun olmadığını düşünüyorum.
Bunun başlıca
nedenlerini de şöyle sıralayabilirim:
Devlet başkanının
(ya da
Cumhurbaşkanı'nın)
sadece devleti ve milleti temsil etmesinde, bütün
yurttaşların güvenebileceği, partiler üstü bir konumda olmasında büyük
yarar görüyorum.
Parlamenter sistemde, parlamentonun genelde partiler
arası mutabakatla seçtiği Cumhurbaşkanı partilerüstü devlet adamı rolünü
kolaylıkla oynayabiliyor.
Oysa başkanlık sistemlerinde başkanın, aynı
zamanda yürütmenin de başı olması nedeniyle, bu rolü oynaması mümkün
olmuyor.
Türkiye'nin köklü reformlara, dolayısıyla güçlü yürütme
organına ihtiyacı var. Bunu da ancak parlamenter sistem sağlayabilir.
Parlamenter sistemde yürütmenin başı, başbakan parlamentodan çıktığı
için, yürütme ile yasama organı arasında uyumsuzluk söz konusu olmuyor.
Oysa başkanlık sistemlerinde, başkan ile yasama organının farklı
partilerden olması halinde yönetimde büyük sorun yaşanıyor.
Ve sorunlar
ancak (bizde pek olmayan) uzlaşma kültürüyle aşılabiliyor.
Başbakan
Erdoğan'ın başka bir partiden olan
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer
döneminde
yaşadığı sıkıntılar kesinlikle parlamenter sistemden
değil,
1982 anayasasının bir vesayet kurumu olarak
Cumhurbaşkanı'na tanıdığı,
parlamenter sistemle
bağdaşmayan, yarı-başkanlık sistemindekileri
andırır yetkilerden kaynaklandı.
Yani Türkiye bir anlamda yarı-başkanlık
sisteminin sakıncalarını yaşadı.
Türkiye devletinin
ademi-merkeziyetçi bir şekilde
yeniden yapılandırılması ihtiyacı, hiçbir
şekilde başkanlık ya da yarı-başkanlık sistemine
geçilmesini gerekli
kılmaz. Parlamenter hükümet
sistemi, federalizmle (Hindistan) bölgelere
yetki
devriyle (Britanya ve İspanya) ya da devletin temel
görevleriyle
(yani savunma, güvenlik, ekonomi, dış
politika, adalet) ile ilgili
olanlar dışında kalan
bütün yetkilerin yerel yönetimlere devredildiği
üniter yapıyla (İsveç), hatta valilerin geneloyla
seçildiği türden
üniter yapıyla da (Japonya)
bağdaşır.
Parlamenter sistemin
(bence) sorunlu olan ve dolayısıyla istenmeyen yönü koalisyon
hükümetlerine de kapıyı açık bırakmasıyla ilgilidir.
Ama parlamenter
sistem koalisyon hükümetlerini zorunlu kılmaz.
Uyumsuz, kendi içinde
kavga eden koalisyon hükümetlerine yol açan, nisbi temsil seçim
sistemidir.
Nisbi temsil sisteminde % 10'luk barajın bile koalisyonları
önlemeye yetmediğini tecrübeyle öğrendik.
Koalisyon hükümetleri (bence)
kötüdür, ama çaresi
kesinlikle başkanlık sistemleri değil, çoğunluk
seçim sistemidir.
07 Ekim 2010 Perşembe
Şahin Alpay
24 Haziran 2013 00:10 BEYRUT Lübnan'da Suriye'deki rejime karşı duruşuyla bilinen Selefi Şeyh Ahmed Esir taraftarlarıyla ordu birliklerinin çatışmasında 7 kişi öldü
Lübnan'da çatışma
24 Haziran 2013 00:10 BEYRUT
Lübnan'da Suriye'deki rejime karşı duruşuyla bilinen Selefi Şeyh Ahmed Esir taraftarlarıyla ordu birliklerinin çatışmasında 7 kişi öldü.
Lübnan'da Suriye'deki rejime karşı duruşuyla bilinen Selefi Şeyh Ahmed Esir taraftarlarıyla ordu birlikleri arasında dün akşam yaşanan çatışmada ölü sayısı 7'ye yükseldi.
Lübnan Ordusu'ndan yapılan açıklamada, ''Şeyh Esir taraftarlarının Abra'daki askeri kontrol noktasına gerekçesiz saldırdığı, çatışmada 2 subay ve 4 askerin hayatını kaybettiği'' belirtildi.
Alınan bilgiye göre, Sayda kentinin Abra bölgesinde, İmam Esir taraftarı İsam el-Arifi adındaki şahıs, askerler tarafından ruhsatsız silah taşıdığı gerekçesiyle tutuklandı. Şeyh Esir'in girişimlerine rağmen el-Arifi serbest bırakılmadı. Lübnan ordusunu Hizbullah'ın saflarında yer almakla suçlayan Esir taraftarları ise saldırıyı gerçekleştirdi. Saldırıda Şeyh Esir taraftarı 1 kişi öldü, 10'dan fazla kişi yaralandı.
Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman İçişleri Bakanı Mervan Şerbel ve Genelkurmay Başkanı Can İmad Kahveci ile toplantı gerçekleştirerek, saldırganların derhal bulunması talimatını verdi.
Cumhurbaşkanlığından yapılan yazılı açıklamada, Süleyman'ın ''Ordu, halk desteğini almış tarafsız bir kurumdur. Kendisine saldıranları bastırması için tüm siyasi destek kararlı bir şekilde arkasındadır'' ifadesine yer verildi.
Ordu operasyon başlattı
Olayın ardından ordu birlikleri bölgede, Şeyh Esir'i ve olaya karışanları tutuklamak için geniş çaplı operasyon başlattı. Görgü tanıkları, şehirden şiddetli çatışma seslerini geldiğini ve Sayda-Beyrut yolunun ulaşıma kapatıldığını aktardı.
Öte yandan Selefi Şeyh Ahmed Esir bir sosyal paylaşım sitesinde yayınladığı görüntülü mesajda, ''İran-Lübnanordusu tarafından ağır silahlarla saldırıya uğruyoruz. Sokaklara çıkın ve onları engelleyin. Tüm onurlu Lübnançocuklarını İran'ın güdümüne girmiş ordudan istifa etmeye çağırıyorum'' dedi.
Endonezya'da sübvanseli benzine zam yapılması ile başlayan gösteriler devam ediyor. Göstericiler bugüne kadar herhangi bir kurum ve kuruluşa zarar vermezken, ilk kez resmi araç ve otobüslere taş ve tekmeler ile saldırdı.23 Haziran 2013 Pazar
Endonezya'da Zam Gösterileri Dinmiyor
Endonezya'da
sübvanseli benzine zam yapılması ile başlayan gösteriler devam ediyor.
Göstericiler bugüne kadar herhangi bir kurum ve kuruluşa zarar
vermezken, ilk kez resmi araç ve otobüslere taş ve tekmeler ile
saldırdı.
23 Haziran 2013 Pazar
Endonezya'da sübvanseli benzine zam yapılması ile başlayan gösteriler
devam ediyor. Göstericiler bugüne kadar herhangi bir kurum ve kuruluşa
zarar vermezken, ilk kez resmi araç ve otobüslere taş ve tekmeler ile
saldırdı.
Endonezya'da Cuma günü akşam yapılan resmi açıklama ile sübvanseli benzine zam yapılmıştı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Jero Wacik'in yaptığı resmi açıklama sonrası benzinin fiyatı 4 bin 500 rupiahtan (0,88 TL) 6 bin 500 rupiaha (1,27 TL) çıktı.
Ekonomi Bakanı Hatta Rajasa ise benzine yapılan zammın ülke ekonomisi için bir mecburiyet olduğunu ve geçim darlığı çekenlere de benzin parası takviyesi yapılacağı belirtmişti. Buna rağmen ülkedeki benzin zammı protestoları dinmedi.
Daha çok üniversite gençleri tarafından yapılan protestoların şiddetini artırması da ayrıca endişe verici olarak görülüyor. Göstericiler bugüne kadar herhangi bir kurum ve kuruluşa zarar vermezken, ilk kez resmi araç ve otobüslere taş ve tekmeler ile saldırdı.
Polis ise henüz göstericilere sert müdahalelerde bulunmadı. Sadece grupları provoke eden bir kaç gösterici gözaltına alındı.
Bu arada hükümetten yapılan açıklamada, şiddetin artması durumunda ordudan yardım alınacağı belirtildi.
Endonezya'da Cuma günü akşam yapılan resmi açıklama ile sübvanseli benzine zam yapılmıştı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Jero Wacik'in yaptığı resmi açıklama sonrası benzinin fiyatı 4 bin 500 rupiahtan (0,88 TL) 6 bin 500 rupiaha (1,27 TL) çıktı.
Ekonomi Bakanı Hatta Rajasa ise benzine yapılan zammın ülke ekonomisi için bir mecburiyet olduğunu ve geçim darlığı çekenlere de benzin parası takviyesi yapılacağı belirtmişti. Buna rağmen ülkedeki benzin zammı protestoları dinmedi.
Daha çok üniversite gençleri tarafından yapılan protestoların şiddetini artırması da ayrıca endişe verici olarak görülüyor. Göstericiler bugüne kadar herhangi bir kurum ve kuruluşa zarar vermezken, ilk kez resmi araç ve otobüslere taş ve tekmeler ile saldırdı.
Polis ise henüz göstericilere sert müdahalelerde bulunmadı. Sadece grupları provoke eden bir kaç gösterici gözaltına alındı.
Bu arada hükümetten yapılan açıklamada, şiddetin artması durumunda ordudan yardım alınacağı belirtildi.
Sultanahmet Camisi'nde Berat Kandili programı 23 Haziran 2013 23:29 Sultanahmet Camisi'nde, kandil dolayısıyla özel bir program düzenlendi
Sultanahmet Camisi'nde Berat Kandili programı
23 Haziran 2013 23:29
Sultanahmet Camisi'nde, kandil dolayısıyla özel bir program düzenlendi.
Berat Kandili dolayısıyla Sultanahmet Camisi'nde özel bir program düzenlendi.
Akşam namazından sonra, İmam Hasan Kara tarafından gecenin önemine dair vaaz edildi. Ardından Kur'an-ı Kerim tilaveti yapıldı. Sultanahmet Camisi imam ve müezzinlerinden oluşan grup, Mevlid-i Şerif ve ilahiler okudu. Gecenin duasını ise Sultanahmet Camisi imamlarından İshak Kızılaslan yaptı.
Camideki programa yoğun ilgi olduğu gözlemlenirken, bazı vatandaşların da caminin iç ve dış avlusunda programı takip ettiği görüldü. . Cami çıkışında bazı vatandaşlar, camiye gelenler ile turistlere şekerleme ve lokum ikram etti.
Kandil gecesine turistlerin de yoğun ilgi gösterdiği görüldü.
Berat Kandili dolayısıyla, Balkan ülkelerinde yaşayan Müslümanlar camilere akın etti.
Berat kandili nedeniyle, Bosna-Hersek'in başta Saraybosna olmak üzere Mostar, Zenica, Tuzla ve Bihaç kentlerinde çeşitli camilerde programlar düzenlendi.
Akşam namazından sonra, İmam Hasan Kara tarafından gecenin önemine dair vaaz edildi. Ardından Kur'an-ı Kerim tilaveti yapıldı. Sultanahmet Camisi imam ve müezzinlerinden oluşan grup, Mevlid-i Şerif ve ilahiler okudu. Gecenin duasını ise Sultanahmet Camisi imamlarından İshak Kızılaslan yaptı.
Camideki programa yoğun ilgi olduğu gözlemlenirken, bazı vatandaşların da caminin iç ve dış avlusunda programı takip ettiği görüldü. . Cami çıkışında bazı vatandaşlar, camiye gelenler ile turistlere şekerleme ve lokum ikram etti.
Kandil gecesine turistlerin de yoğun ilgi gösterdiği görüldü.
Berat Kandili dolayısıyla, Balkan ülkelerinde yaşayan Müslümanlar camilere akın etti.
Berat kandili nedeniyle, Bosna-Hersek'in başta Saraybosna olmak üzere Mostar, Zenica, Tuzla ve Bihaç kentlerinde çeşitli camilerde programlar düzenlendi.
Mandela'nın durumu yeniden kötüleşti JOHANNESBURG 23 Haziran 2013 23:45 Akciğer enfeksiyonu nedeniyle 2 haftadan uzun bir süredir hastanede tedavi gören eski Güney Afrika Devlet Başkanı Nelson Mandela'nın durumunun yeniden kötüleştiği bildirildi
Mandela'nın durumu yeniden kötüleşti
JOHANNESBURG 23 Haziran 2013 23:45
Akciğer
enfeksiyonu nedeniyle 2 haftadan uzun bir süredir hastanede tedavi
gören eski Güney Afrika Devlet Başkanı Nelson Mandela'nın durumunun
yeniden kötüleştiği bildirildi.
Akciğer enfeksiyonu nedeniyle 2 haftadan uzun bir süredir hastanede tedavi gören eski Güney Afrika Devlet Başkanı Nelson Mandela'nın durumunun yeniden kötüleştiği bildirildi.
Devlet Başkanı Jacob Zuma, yaptığı açıklamada 94 yaşındaki Mandela'nın durumunun kritik olduğunu, doktorların ellerinden gelen her şeyi yaptığını belirtti.
Zuma, halka Mandela için dua etmeleri çağrısında bulundu.
Akciğer enfeksiyonu nedeniyle 27 Mart'ta hastaneye kaldırılan Mandela, 6 Nisan'da taburcu edilmiş, tedaviye evde devam edileceği belirtilmişti. Mandela, hastalığının nüksetmesi nedeniyle 8 Haziran'da tekrar hastaneye getirilmişti.
Güney Afrika'nın demokratik seçimle göreve gelen ilk devlet başkanı olan Nobel Barış Ödülü sahibi Mandela, kasım ayından bu yana 4. kez hastaneye yatmıştı.
Hz. Ali'nin (K.v) Hâlife Seçilmesi 656 23 Haziran 2013 Kandiliniz Mübârek Olsun Ramazan ayının müjdecisi olan ve Şaban ayının ondördüncü gecesini on beşinci gününe bağlayan Berat Kandili, bu gece idrak edilecek
Hz. Ali'nin (K.v) Hâlife Seçilmesi 656
"Kandiliniz Mübârek Olsun"
Bu gece "Berat" Kandili
23 Haziran 2013 15:25
Ramazan ayının müjdecisi olan ve Şaban
ayının ondördüncü gecesini on beşinci gününe
bağlayan Berat Kandili, bu gece idrak edilecek.
Ramazan ayının müjdecisi olan ve Şaban
ayının ondördüncü gecesini on beşinci gününe
bağlayan Berat Kandili, bu gece kutlanacak.
Berat, günahlardan arınmayı, Yüce Allah’ın rahmet ve mağfiretine ulaşmayı ifade ediyor. Berat Kandili, Müslümanların, sınırsız af ve merhamet sahibi Yüce Allah’a sığınarak günahlardan arınma, ilahi lütuf ve bereketlere erişebilme fırsatını yakalayabilecekleri müstesna zaman dilimlerinden birisi olma özelliğini taşıyor.
Hz. Muhammed'in, Cenab-ı Allah'ın kendisinden bağışlanma dileyenleri affedeceğini, içtenlikle yapılan duaları kabul edeceğini müjdelediği bu gece, bilerek veya bilmeyerek işlenen hata ve günahlardan tövbe ederek, günahların kalplerde bıraktığı kirlilikten arınma, sıkılan ve bunalan ruhların Yüce Allah'ın rahmetine ve mağfiretine ulaşması adına bir fırsat sunuyor.
''Rahmet Gecesi'' olarak da adlandırılan Berat Kandili, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın düzenlediği özel bir programla Ankara Kocatepe Camii'nde kutlanacak.
Gece dolayısıyla Ulu, Eyüp Sultan, Fatih ve Emirsultan camilerinin de aralarında bulunduğu birçok camide mevlit okunacak, dualar edilecek.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Berat Kandili'nin manevi kayıplar üzerine yeniden düşünme, bütün insanlığın huzurunu, yayımladığı kandil mesajında, Berat Kandili'nin, İslam kaynaklarında “rahmet, icabet, gufran, kısmet, takdir, hayat ve mübarek” olarak nitelendirildiğini belirtti.
Her insanın beratının kendi elinde olduğunu vurgulayan Görmez, şöyle devam etti:
"Beratın yegane sahibi elbette yüce Rabbimizdir. Zira biz O’na bir adım yaklaşırsak O bize bin adım yaklaşır. Biz kendi yapıp ettiklerimizi bilir, her türlü kötü amellerimizden nasuh tövbe ile uzaklaşır, salih amel ile O’na yönelirsek Allah’ın mağfireti şüphesiz bize erişir. Biz, bize yapılanlar karşısında kin ve intikam duygularıyla hareket etmez ve affedici olursak Allah da bizi affeder. Biz, zorda ve darda kalanların zorluğuna ve darlığına yardım edersek Allah da bizim zorluklarımızı ve darlıklarımızı ortadan kaldırır. Biz kendimiz için istediğimiz güzel şeyleri başkaları için de istersek Allah da bize tüm güzellikleri ihsan eder. Biz anaya babaya iyilik eder ve yakınlarımızı gözetirsek Allah da bizi hiçbir iyilikten mahrum etmez, her zaman yanımızda olur. Biz din, dil, mezhep, meşrep ayrımı yapmadan tüm mazlumların yanında olursak Allah da bizi zalimlerle imtihan etmez. Biz yanlış yaptıklarımızdan pişman olursak Allah bizi doğru yola sevk eder ve kendi beratımızı ellerimizle almış oluruz. İşte bu gece bütün bunları düşünerek beratımızı hak edip etmediğimizin muhasebesini yapacağımız bir gecedir.”
"Kalpleri karartan atmosferi değiştiremezsek dirilişimizi gerçekleştiremeyiz"
Mahşer günü, insanın bu dünyada yaptıklarıyla dirileceğini belirten Görmez, bu dünyanın kalpleri karartan atmosferi değiştirilemezse dirilişin gerçekleştirilemeyeceğini vurguladı. Görmez, Berat gecesinin yeniden dirilmek için milat kabul edilmesini, geri kalan ömrün bozgunculuk ve ifsatla değil imar ve inşayla geçirilmesini tavsiye etti.
23 Haziran 2013 21:23 ADANA Adana'da, Taksim Gezi Parkı'ndaki olayları gerekçe göstererek yürüyüş yapmak isteyen gruba polisin müdahalesi sonucu 12 kişi gözaltına alındı
Adana'da 12 gözaltı
23 Haziran 2013 21:23 ADANA
Adana'da,
Taksim Gezi Parkı'ndaki olayları gerekçe göstererek yürüyüş yapmak
isteyen gruba polisin müdahalesi sonucu 12 kişi gözaltına alındı.
Adana'da, Taksim Gezi Parkı'ndaki olayları gerekçe göstererek yürüyüş yapmak için toplanan gruba polis müdahale etti, 12 eylemci gözaltına alındı.
Gezi Parkı'ndaki olayları protesto etmek isteyen ve bir grup, İnönü Parkı'nda toplanarak Atatürk Parkı'na yürümek istedi. Polisin, yürüyüşün izinsiz olduğu ve grubun dağılması gerektiği uyarılarana uymayan eylemciler yürüyüşe devam etmek istedi. Bunun üzerine, güvenlik önlemi alan polis ekipleri, gruba müdahale etti.
Kısa süreli arbedenin ardından 12 eylemci gözaltına alındı. Yürüyüş yapmak isteyen grup dağıldı.
28 Şubat’ın SİVİL KARARGAHI’na giriliyor 23 Haziran 2013 Pazar OYUN açıktı; KEMAL DERVİŞ PARTİ KURSUN, BAŞBAKAN OLSUN, BU ÜLKE KURTULSUN
28 Şubat’ın SİVİL KARARGAHI’na giriliyor...
23 Haziran 2013 Pazar
Yiğit BULUT
Son
“sermaye destekli, içeride-dışarıda planlanan”
sivil darbe denemesi, bir gerçeği net bir şekilde ortaya çıkardı;
bu ülkede halk kimi seçerse seçsin, iradeyi tanımayan ve bu ülkenin
“kaynaklarını ben sömürürüm, dışarıdaki efendilerimle birlikte ben yönetirim” diyen bir topluluk var kısacası bir yerleşik düzen var !
Sevgili dostlar, bu YERLEŞİK DÜZEN’i görmek için çok eskiye gitmeye gerek yok.
En yakın
“darbe girişimleri”
daha doğrusu
“kendilerince başarı kazandıkları son darbeleri”
28 Şubat süreci...
Amaç sözde “laiklik-demokrasi”, hedef “ülkenin kaynaklarını sömürmek-yönettirmemek-yönetmek”!
Sonuç: Lafı fazla uzatmaya gerek yok. 28 Şubat süreci ve planlanan ekonomik-finansal manipülasyonlar DEVLET tarafından son noktasına kadar tespit edilmiş durumda. Bu bilgiler ışığında çok yakında “SİVİL KARARGAH’a girilecek” ve Türk Halkı bugüne kadar görmediği-bilmediği bütün rezilliği detaylarıyla öğrenecek... Uyan Türkiyem, uyan ve gör KANINI EMEN, İRADENE TECAVÜZ EDEN SİVİL GENERALLERİ !
***
Kemal Derviş yapmadı !
Olaylar sokağa taştığı gün şunu yazmıştım; “...bugünlerde çok net bir sürümünü gördüğümüz ülkelerde seçim dışı yöntemlerle iktidarları avlama oyununun sonraki versiyonlarından birinin finansal olacağını düşünüyorum. Halkın iRADESİ ve SEÇTİKLERİNİ yok sayarak istediklerini almaya çalışanlar durmayacak ve maalesef bu süreç çeşitli sürümler halinde dalga dalga devam edecektir...”
Sevgili dostlar, bu satırların mürekkebi kurumadan piyasalarda “daha fazla faiz isteriz-vermezseniz kuru yukarı çekeriz” oyunu başladı ve bu dalgalanma içinde borsa endeksi de dip seviyesini test etti...
Peki bundan sonra ne olacak ? Ne olacağı T. A. gibi isimlerin konuşmalarından anlaşılabilir. Şöyle diyor muhterem zat; “aslında AK Parti’nin uyguladığı ekonomik program Derviş’e aitti, program bitti dalgalanma başladı”! Gördüğünüz gibi kara propaganda çok açık; aslında ekonomide bir başarı yok, başarı da başkasına ait !
Tam bir YALAN ama adamların sonraki adımlarını da gösteriyor; ekonomi üstüne oynayıp, AK Parti’nin “başarısını” gölgelemeye çalışacaklar ! Peki ne yapacağız ? Bu süreçlerde en doğru silah BİLİNÇLİ OLMAK, SAKİN KALABİLMEK ve BİLGİ ile cevap verebilmektir... Olaya bu açıdan yaklaşan biri olarak KÜRESEL ve YEREL güçlerin Derviş’i
Türkiye’ye çağırmamıza sebep olan OYUNLARINI, o dönemki Hükümetin finansal-entelektüel eksikliği ve irade ortaya koyamama durumundan yararlanarak ortaya koydukları denemeyi sizlere detaylı şekilde aktarmak ve bilgi hazinemizde saklayalım notunu düşmek istiyorum...
Bu noktada soralım; “Arama motorlarına” 2001 krizi ile ilgili başvurduğunuzda karşınıza ne çıkıyor ?
Çok açık; anayasa atıldı, kriz çıktı ! Şimdi sıkı durun; 2001 krizi “anayasa kitapçığı atılmasıyla” başlamaz, tam tersi “atılmasıyla biter” ve bitiş yani “soygun” ilan edilir, alarm zilleri çalmaya başlar...
Nasıl mı ?
Size ispat edeyim... Aşağıdaki grafiğe lütfen bakın. Solda gördüğünüz üçgenin alt bacağı olan kırmızı balon 1999 yılının 11. Ayından itibaren başlar. Endeks değeri 8,000 civarında tutunmaya çalışır. Sağda gördüğünüz balon ise 2001 Şubat ayını gösterir ve endeks değeri yine 8,000 civarındadır. Yukarıda gördüğünüz zirve yani üçgenin üst köşesi 20,617 seviyesidir ve TL bazında Cumhuriyet tarihinde görülen en yüksek değerdir...
Peki bütün bunlar ne anlama geliyor?
Maddeler halinde sorgulayalım;
1-Gördüğünüz 8,000’lerden 20,000’lere gelişin süresi sadece 8 hafta !
2-Bu 8 hafta içinde Türkiye’de çıkan “olumlu haberlerin” iki ana fikri var; 1- Türkiye IMF ile yeni bir anlaşma yapıyor, 2- Türkiye AB’ye tam üye oluyor!
3-Bu 8 haftada yabancı takası 5 milyar dolardan 14,5 milyara çıkarken, 2000 Ocak yani zirve ile 2001 Şubat yani dip arasında yeniden 5 milyar dolara dönüşü 13 ay !
4-Daha açık yazayım; 15 ay içinde ülke piyasalarında o güne kadar yaşanan en büyük “giriş-çıkış” yaşanıyor ve Türkiye 2000 Ocak-2001 Şubat arasında o tarihe kadar yaşadığı en büyük cari açığı veriyor !
Sevgili dostlar, 2001 Şubat ayında “anayasa atıldı” krizi çıkmadan Türkiye tarihinin en büyük-giriş çıkışını, tarihinin en büyük cari açığı eşliğinde yaşıyor ama “idrak edemiyor” ! Diğer piyasalarda da durum farklı değil, şimdi gelin birlikte “TL-Dolar ilişkisine” bakalım;
Grafik çok açık ve “anlayamadığımız” detayları ortaya koyuyor. Maddeler halinde sorgulayalım;
1-2001 Şubat ayına kadar yani yukarıda gördüğünüz kırmızı balon içindeki sürede “1999-2001 Şubat” dolar kuru Merkez Bankası kontrolünde ve 600 TL civarında lineer bir artış var.
2-Türkiye 1999-2001 Şubat arasında tarihinin en büyük “giriş-çıkışını” yaşarken MB “döviz çıkışını” desteklercesine isteyene 600 TL civarında istediği kadar dolar veriyor ! Daha açık yazayım; Türkiye soyuluyor ve MB bu trendi pompalıyor ! 2001 Şubat yani “Anayasa atılana” kadar sermaye piyasasında “10 milyar dolar” cebe koyanlar doları kaç liradan alacağını biliyorlar !
Sonuç : “Kitapçık atıldığı” zaman SOYGUN bitmiş, paralar MB desteğinde 600 TL’den dolara çevrilmiş ve Türkiye çoktan terk edilmişti. Artık sistemi patlatmak ve “krizi ilan edip” içi boşaltılan Türkiye’yi “teşhir edip, ortalığı karıştırarak” ortadan kaybolma zamanıydı !
Son söz :
OYUN açıktı;
KEMAL DERVİŞ PARTİ KURSUN, BAŞBAKAN OLSUN, BU ÜLKE KURTULSUN !
Ama olmadı!
BAŞARAMADILAR !
Şimdi aynı oyun farklı sürümü ile geliyor... DEŞİFRE ETMEYE devam edeceğiz..
Fatih Sultan Mehmet'in Papa'ya cevabı Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan Papa'nın yazdığı mektuba Fatih Sultan Mehmet'in cevabı ne olmuştu?
Fatih Sultan Mehmet'in Papa'ya cevabı
Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan Papa'nın yazdığı mektuba Fatih Sultan Mehmet'in cevabı ne olmuştu?
Fatih Sultan Mehmet'in
hayatını konu alan
"Fatih; Avrupa'nın Kaderini Değiştiren Adam"
belgeselinin çekimleri sırasında Fatih Sultan Mehmet ile ilgili ortaya
çıkan önemli belgeler arasında Papa'nın
"Vaftiz ol"
çağırısı da vardı.
Papa'nın mektubu bir din çağırısı gibi algılanırken asıl sebebin farklı
olduğu ortaya çıktı. Bugün'den Erhan Afyoncu'nun köşesinde yer verdiği
bilgilere göre Fatih Sultan Mehmet de Papa'ya bir cevap yazmış ve eğer
'sünnet olursa onu şeyhülislam yapacağı'nı söylemişti.
ÇARESİZ PAPA
1458'de papa seçilmesinden 1464'te ölümüne
kadar geçen yıllar Fatih komutasındaki Türk ordularının zaferden zafere
koştuğu yıllardı. II. Pius, Hıristiyanlar'ı bir araya getirip, Haçlı
Seferi düzenlemek için çok uğraştı ama başarılı olamadı. Türk fütuhatı
engellenemediği gibi her geçen gün Hıristiyanlık açısından tehlike
büyüdü.
Yorgun, cesareti kırılmış ve Haçlı ordusu
gayretleri boşa çıkmış papa, Fatih'i Hıristiyan yaparak Avrupa'yı
kurtarmayı düşündü. Zaten uzun süredir Avrupa'da bu yönde söylentiler
dolaşıyordu.
HIRİSTİYAN OL DÜNYAYI YÖNETELİM
Papa III. Alexander, 1179'da Selçuklu Sultanı
Kılıçarslan'a yolladığı, din değiştirmeye davet eden bir mektup
göndermişti. II. Pius da 1461'de Fatih'e hitaben bir mektup yazarak
birkaç damla su ile vaftiz edilmek suretiyle dünyaya hükmedeceğini
söyleyerek, sultanı Hıristiyanlığa davet etti.
FATİH'İN PAPA'TA CEVABI : SÜNNET OL SENİ ŞEYHÜLİSLAM YAPAYIM
II. Pius, mektubunda yalnızca Hıristiyanlığın
İslam'a üstünlüğünü kanıtlamaya çalışmıyordu. Papalık makamının ruhanî
hakimiyeti altında bir Doğu İmparatorluğu kurmak istemişti. İşin ilginç
tarafı ise Prof. Dr. Kemal Beydilli tarafından Papa II. Pius'un
epistolalarının, yani mektuplarının arasında tespit edilen Fatih'in
Papa'ya cevabıdır. Fatih tarafından yazılıp, yazılmadığını tam olarak
bilemediğimiz bu mektupta sultan, Papa'ya Müslümanlığı kabul edip,
sünnet olması şartıyla şeyhülislamlık teklif etmiştir.
Onuncu Kalkınma Planı'na göre, 2018 yılında imalat sanayinde ihracat 257,1 milyar dolara ulaşacak İmalat sanayinde hedef 250 milyar dolar 23 Haziran 2013
İmalat sanayinde hedef 250 milyar dolar
23 Haziran 2013
Onuncu Kalkınma Planı'na göre, 2018 yılında imalat sanayinde ihracat 257,1 milyar dolara ulaşacak.
TBMM Başkanlığına sunulan ve 2014-2018 yıllarını kapsayan Onuncu Kalkınma Planı'na göre, 2007 yılında yüzde 41,6 olan savunma ihtiyaçlarının yerli kaynaklardan karşılanma oranı, 2011 yılında yüzde 54'e yükselmesine rağmen bu alanda dışa bağımlılık devam ediyor. Türkiye'nin uluslararası rekabet gücünü ve dünya ihracatından aldığı payı artırmak için imalat sanayinde dönüşümü gerçekleştirerek yüksek katma değerli yapıya geçmek ve yüksek teknoloji sektörlerinin payını artırmak amaçlanıyor.
Sanayi girdilerinin ülke içinden karşılanma oranının artırılması için yüksek yatırım gerektiren ara malı ve sanayi hammaddelerinin üretimine öncelik verilecek. Bu tesisler için nitelikli ve büyük çaplı mekan hazırlıkları yapılacak, yerli ve yabancı yatırımcıların özendirilmesi amacıyla mekanizmalar oluşturulacak ve bu yatırımların kamu desteklerinden öncelikli olarak yararlanması sağlanacak. Bu amaçlarla Girdi Tedarik Stratejisinin uygulanmasına devam edilecek.
Kentleşme ve kentsel dönüşüm, imalat sanayi ile bütünleşik bir şekilde ele alınacak. Bu çerçevede akıllı bina, yapı malzemeleri, toplu taşıma araçları ve sinyalizasyon sistemleri gibi alanlarda üretim ve ihracat kapasitesi artırılacak.
Raylı ulaşım sistemleri yurt içinde üretilecek
Plana göre, büyükşehir belediyeleri başta olmak üzere kamunun raylı ulaşım sistemleri ihtiyaçlarının yurt içinden karşılanması için teknolojik kabiliyet ve yerli üretim geliştirilecek. Bu doğrultuda yerli ve yabancı sanayi ortak girişimleri kurulması desteklenecek.
Ülke kredi ve garanti programları, sermaye malları ve yüksek teknolojili yerli ürün ihracatını artırmak amacıyla etkin olarak kullanılacak. Uluslararası standardizasyon faaliyetlerine katılım artırılacak. Otomotiv sanayinde, tedarik zincirini kapsayan, tasarım/Ar-Ge, üretim ve satış-pazarlama süreçleri bütününün yurt içinde geliştirilmesi sağlanarak katma değer artırılacak.
Savunma sanayi rekabetçi bir yapıya kavuşturulacak
Küresel kriz nedeniyle üretim ve ihracat seviyesinde önemli düşüş gerçekleşen Türk gemi inşa sanayinin rekabet gücünün bulunduğu alanlarda Ar-Ge çalışmalarıyla gemi tasarımı ve üretiminde dünya piyasalarından alınan pay artırılacak.
Savunma sanayi rekabetçi bir yapıya kavuşturulacak. Savunma sistem ve lojistik ihtiyaçlarının özgün tasarıma dayalı olarak ülke sanayisiyle bütünleşik ve sürdürülebilir bir şekilde karşılanması, uygun teknolojilerin sivil amaçlı kullanımıyla yerlilik oranının ve Ar-Ge'ye ayrılan payın artırılması sağlanacak.
İmalat sanayinde gelişmeler ve hedefler şöyle:
2006 2012 2013 2018 İmalat Sanayi / GSYH (Cari, yüzde) 17,2 15,6 15,5 16,5 İmalat Sanayi İhracatı (milyar dolar)1 79,6 129,9 144,1 257,1 Yüksek Teknoloji Sektörlerinin İmalat Sanayi İhracatı İçindeki Payı (yüzde)1 5,6 3,7 3,7 5,5 Ortanın Üstü Teknoloji Sektörlerinin İmalat Sanayi İhracatı İçindeki Payı (yüzde)1 30,8 31,4 31,4 32,1 Türkiye Üçlü Patent (Triadic) Başvuru Sayısı 2 14 35 (3) 63 167 Sanayide TFV Artışı (yüzde) 1,2 -0,9 -0,8 1,9
1-Altın hariç değerlerdir.
2-OECD Factbook, 2013
3- 2010 yılı değeridir.
AA
Gezi Parkı olaylarıyla ilgili değerlendirmelerde bulanan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Topçu Kışlası'nın harika bir kapısı olduğunu belirtti
Gezi Parkı olaylarıyla ilgili değerlendirmelerde bulanan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Topçu Kışlası'nın harika bir kapısı olduğunu belirtti.
Gezi Parkı olaylarıyla ilgili değerlendirmelerde bulanan Prof. Dr. Nevzat Tarhan,
“Fransa'daki tarihi anıt olan Zafer Takı'na
benzer bir yapı inşa edilirse hem yeşil korunur
hem de Gezi Parkı için eylemcilerin
duyarlılıklarının anlaşıldığı mesajı verilir.
Zafer Takı'nı görebilmek için yılda binlerce
turist Fransa'ya akın ediyor.”
dedi.
Türkiye'nin önde gelen psikiyatristleri arasında yer alan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Gezi Parkı olaylarıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. Olayların doğayı koruma gerekçesiyle başladığını ancak güvenlik güçlerinin sert müdahalesi, çeşitli gizli servis elemanları ile devletin içerisindeki gizli yapıların devreye girmesiyle kargaşanın büyüdüğünü belirtti. Bu tip olaylarda krizin daha iyi yönetilebilmesi için daha yumuşatıcı ifadelerin kullanılması gerektiğini dile getiren Tarhan, “Eylemcilerin savaş stratejisine girerseniz, siz de sertleşmek zorunda kalırsınız. Gerilim de onların istediği bir şey. Böyle durumlarda yöneticinin hisseden değil, düşünen beynini devreye sokması gerekir. Örneğin, ‘Sizi anlamak istiyorum. Lütfen sakin olur musunuz?' gibi denilebilse, kriz daha iyi yönetilirdi. Karşı taraf bunu düşündüğünde hisler kontrol altına alınacaktı. Bu konuda çift mesajlar verildi.” diye konuştu.
Gezi Parkı olaylarında orta yolun bulunması için Fransa'daki Zafer Takı'nın örnek alınabileceğini anlatan Tarhan “Topçu Kışlası'nın çok muhteşem bir kapısı vardı. O kapı Zafer Takı gibi Taksim Meydanı'nda yapılır ve çevresi yeşil alana bırakılır. Kışlada bir Osmanlı damgası var. Hükümet bunun için yapmak istiyor. Meydanda Osmanlı izi, geleneklerimizin mührü olsun isteniyor. Böylece hem yeşil korunur hem de Gezi Parkı için eylemcilerin duyarlılıklarının anlaşıldığını hissedilir. Zafer Takı'na çok turist geliyor. Taksim çalışmalarında yargı kararı bekleniyor ve referandumdan bahsediliyor. Fakat bunlardan önce bu konunun uzamaması gerekiyor.” ifadelerini kullandı.
‘BATILILAŞMAYI BETONLAŞMA GİBİ ALGILADIK'
Türkiye'de batılılaşmanın betonlaşma gibi algılandığını belirten Tarhan sözlerine şöyle devam etti:
“90 kuşağının yaygınlaşmasıyla Kuzey Avrupa'da yaşanan ahlak sorunları Türkiye'de de yaşanabilir.
Bu tip ülkelerde kimseye karışılmıyor diye uyuşturucu kullanmak serbest.
‘İnsan özgürdür ve kokain içip içmeme kararı ona aittir.' deniyor.
Bu kuşakta özgürlük ve sınırlılık sınırı bozuluyor.
Boşanma ve suç oranı yüksek.
Böyle giderse 10 yıl sonra Norveç toplumunun sorguladığı şeyleri hızla satın alacağız. Toplum kendi kültürüyle modernleşir.
Batılılaşmayı betonlaşma gibi algıladık.”
‘ŞİMDİKİ NESLİN HEDEFİ YOK, DAHA BİREYSELLER'
Tarhan, şimdiki neslin hedefsiz olduğunu belirterek, “Olaylarda 90 kuşağı ön plana çıktı. Önceki nesillerin bir hedefi vardı. Hangi taraftan olursa olsun, gençlerin toplum için bir şey yapma amacı vardı. Riske girme, kendini aşan ego idealleri vardı. Bu kuşakta yok öyle bir şey. Şimdi daha bireysel, daha konforuna düşkünler. Suriye'de yaşananlar için, Afrika'da aç kalan insanlar için tepki vermiyorlar, kendi konforu için yeşil için tepki veriyorlar. Benmerkezci eğilimlerin tatmin edildiği bir eğilim var.” dedi.
‘BAZI DEĞERLERİN YENİDEN HAREKET GEÇİRİLMESİ LAZIM'
Bediüzzaman Said-i Nursi'nin kötü ahlakın çirkin neticeleri üzerine toplumun uyanacağını anlattığını kaydeden Tarhan, "Toplum Gezi Parkı olaylarını konuşarak, Türkiye'deki kötü gidişi daha çok sorgulamaya başladı.
Gençlik nereye gidiyor?
Nasıl bir gençlik ortaya çıkarıyoruz?
‘Ortam kötü.
Çocuğuma sahip çıkmam
gerekir.'
diyen anne ve babalara bir bilinç getirdi.
Bu nesil Türkiye'de yaygın olduğu zaman, yönetilemeyen bir nesil olacaktır.
Gezi
parkındaki gençler, bir toplumun yönetilemeyen gençleri.
Bunlar kural dinlemeyen, her şeye karşı olan
anarşist ruhlu bir gençlik, bunlar anca şiddet
ve otorite ile bastırılabilir.
Kadim kültürümüzde terk edilmiş değerler var.
Bu değerlerin yeniden hayata geçirilmesi lazım.
Hutbe-i Şamiye eserinde Bediüzzaman önemli
tespitler yapıyor.
Bunlardan yararlanılabilir.” ifadelerini kullandı.
'DEVRİMCİ ROMANTİZME SAHİP EYLEMCİLER DEVRİM GELİYOR ZANNETTİ'
Türk Tabipler Birliği'nin eylemcilere sahip çıktığını, parkın içerisine çadırlar kurup ve sağlık hizmeti verdiğini hatırlatan Tarhan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Revirlerde çalışan doktorlardan bazılarını tanıyorum. Orada çalışanlar devrimci romantizme sahip gençlerdi. Devrimci romantizmde Karl Marks, ‘Şiddet yaratıcı faaliyetin sebebidir. Şiddet devrime ebelik yapacaktır.' diyor. Bu şiddet olaylarını görünce ‘devrim geliyor' diyerek romantik bir heyecana kapıldılar. Türkiye'de Brezilya'daki gibi büyük yürüyüşler olacağını düşündüler. Bu sebeple de destek verdiler. Gezi parkı olayları militarize olunca ilk saflığını kaybetti."
ZAFER TAKI NEDİR?
Zafer Takı, Fransa'nın başkenti Paris'te bulunan tarihi anıttır.
Charles de Gaulle Meydanın ortasında, Şanzelize Caddesi'nin batı kısmında yer almaktadır.
Boyu 45, eni 22 ve yüksekliği 49 metredir.
Charles de Gaulle Meydanı (ya da Place de l'Etoile), 19. yüzyıl'da Georges Eugène Haussmann tarafından
çizilen 12 caddeye yol veren çok geniş ve büyük bir döner kavşağıdır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)