BeKoS tv Every Day A Film We are now less then a minute Türkiye'yiz
Başkanlık kötü, parlamenter sistem iyidir
Başkanlık kötü, parlamenter sistem iyidir.
Bu konuyu daha önce hangi
vesilelerle, kaç defa ele aldığımı hatırlamıyorum.
Fakat konu, Başbakan
Erdoğan'ın ilk kez geçen 18
Nisan akşamı bir televizyon programında
başkanlık
sisteminin Türkiye'nin gündemine gelebileceğini
söylemesinden
bu yana yeniden güncellik kazandı.
Başbakan
12 Eylül'de yapılan halkoylamasından hemen sonra da tekrar, yapılacak
yeni anayasa ile başkanlık sistemine geçilebileceğinden söz etti.
Yeni
anayasa üzerine çalışmaya başlamasını istediği TBMM Anayasa Komisyonu
Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu da hemen gazetelere
"Sağlıklı işleyecek
tek model başkanlık sistemidir" demekte gecikmedi.
Başbakan Erdoğan'ın,
bundan sonraki hedefinin Cumhurbaşkanı seçilmek olduğu, bunun için de
kendisini yürütmenin başı konumunda tutacak başkanlık ya da
yarı-başkanlık sistemine geçilmesini istediği spekülasyonları
yapılmakta.
Bütün bu nedenlerle bu konudaki görüşlerimi bir kez daha
okurlarla paylaşma gereğini duyuyorum.
Bilindiği üzere
demokrasilerde, esas olarak üç tür hükümet sistemi olabiliyor:
Parlamenter sistem
(beşiği Britanya),
başkanlık sistemi
(beşiği ABD) ve
ikisinin bir karması olan yarı-başkanlık sistemi
(beşiği Fransa).
Dolayısıyla başkanlık ya da yarı-başkanlık
sistemlerinin demokrasiyle
bağdaşmadığı elbette ki söylenemez.
Ne var ki, siyaset
bilimcilerimizin büyük çoğunluğu gibi ben de başkanlık sistemlerinin,
Türkiye açısından özellikle uygun olmadığını düşünüyorum.
Bunun başlıca
nedenlerini de şöyle sıralayabilirim:
Devlet başkanının
(ya da
Cumhurbaşkanı'nın)
sadece devleti ve milleti temsil etmesinde, bütün
yurttaşların güvenebileceği, partiler üstü bir konumda olmasında büyük
yarar görüyorum.
Parlamenter sistemde, parlamentonun genelde partiler
arası mutabakatla seçtiği Cumhurbaşkanı partilerüstü devlet adamı rolünü
kolaylıkla oynayabiliyor.
Oysa başkanlık sistemlerinde başkanın, aynı
zamanda yürütmenin de başı olması nedeniyle, bu rolü oynaması mümkün
olmuyor.
Türkiye'nin köklü reformlara, dolayısıyla güçlü yürütme
organına ihtiyacı var. Bunu da ancak parlamenter sistem sağlayabilir.
Parlamenter sistemde yürütmenin başı, başbakan parlamentodan çıktığı
için, yürütme ile yasama organı arasında uyumsuzluk söz konusu olmuyor.
Oysa başkanlık sistemlerinde, başkan ile yasama organının farklı
partilerden olması halinde yönetimde büyük sorun yaşanıyor.
Ve sorunlar
ancak (bizde pek olmayan) uzlaşma kültürüyle aşılabiliyor.
Başbakan
Erdoğan'ın başka bir partiden olan
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer
döneminde
yaşadığı sıkıntılar kesinlikle parlamenter sistemden
değil,
1982 anayasasının bir vesayet kurumu olarak
Cumhurbaşkanı'na tanıdığı,
parlamenter sistemle
bağdaşmayan, yarı-başkanlık sistemindekileri
andırır yetkilerden kaynaklandı.
Yani Türkiye bir anlamda yarı-başkanlık
sisteminin sakıncalarını yaşadı.
Türkiye devletinin
ademi-merkeziyetçi bir şekilde
yeniden yapılandırılması ihtiyacı, hiçbir
şekilde başkanlık ya da yarı-başkanlık sistemine
geçilmesini gerekli
kılmaz. Parlamenter hükümet
sistemi, federalizmle (Hindistan) bölgelere
yetki
devriyle (Britanya ve İspanya) ya da devletin temel
görevleriyle
(yani savunma, güvenlik, ekonomi, dış
politika, adalet) ile ilgili
olanlar dışında kalan
bütün yetkilerin yerel yönetimlere devredildiği
üniter yapıyla (İsveç), hatta valilerin geneloyla
seçildiği türden
üniter yapıyla da (Japonya)
bağdaşır.
Parlamenter sistemin
(bence) sorunlu olan ve dolayısıyla istenmeyen yönü koalisyon
hükümetlerine de kapıyı açık bırakmasıyla ilgilidir.
Ama parlamenter
sistem koalisyon hükümetlerini zorunlu kılmaz.
Uyumsuz, kendi içinde
kavga eden koalisyon hükümetlerine yol açan, nisbi temsil seçim
sistemidir.
Nisbi temsil sisteminde % 10'luk barajın bile koalisyonları
önlemeye yetmediğini tecrübeyle öğrendik.
Koalisyon hükümetleri (bence)
kötüdür, ama çaresi
kesinlikle başkanlık sistemleri değil, çoğunluk
seçim sistemidir.
07 Ekim 2010 Perşembe
Şahin Alpay