Bir tesadüfler zinciri: Türkiye, Brezilya ve Fed
19 Haziran 2013 Çarşamba
Cemil ERTEM
Bugün Brezilya’dan başlayalım...
Dilma Rousseff...
Brezilya’nın ilk
kadın Cumhurbaşkanı; koltuğu sol İşçi Partisi lideri Lula’dan devraldı.
Lula Hükümetleri’nde enerji bakanlığı yaptı, Brezilya’nın askeri
faşizmden çıkış ve demokratikleşme sürecinde yaşadıklarından dolayı da,
katkısı büyük olan ve olmaya devam eden bir politikacı Rousseff.
Rousseff hükümeti, ekonomide bir müddet Lula’nın bıraktığı miras
üzerinden yürüdü.
Ancak burada yolun sonuna gelindiği de aşikardı.
Çünkü
Brezilya, Lula döneminde olduğu gibi, gelişmekte olan ekonomiler içinde
artık yatırım yapılabilir ‘yegane ülke’ olma özelliğini yitiriyordu.
İçlerinde Türkiye’nin de bulunduğu birçok ekonomi, istihdam yaratıcı
sermaye çekme açısından Brezilya’ya yetişmeye başlamıştı.
Öte yandan
Rousseff, özelleştirme ve yeni enerji yatırımları da içeren yabancı
sermayeyi daha fazla ülkeye çekmek için yeni bir ekonomi programı
geliştirdi.
Bu adım, önümüzdeki 5 yıl içinde, 50 milyar dolarlık yeni
yatırım hedefliyordu.
Ulaşım altyapısının özelleştirilerek yenilenmesi,
yeni limanlar ve enerjide çeşitliliğe giderek,
yabancı sermaye ile
birlikte bütün altyapıyı
yenilemeyi amaçlıyordu hükümet.
Rousseff,
bu strateji için önde gelen sermaye gruplarının temsilcileri ile
toplantılar yaptı ama Brezilya sermayesi, tıpkı bizdeki gibi,
dışarıdan
daha güçlü
Doğrudan Yabancı Yatırım çekecek bu önlemlere kuşku ile
bakıyordu.
Hükümet burada bir uzlaşma sağlayamadı.
Brezilya’nın önde
gelen ‘zenginleri’ dışarıya sermaye transfer etmeye
başlamıştı bile.
Buna karşı Brezilya, faizleri yukarı çekmek zorunda kaldı ama bu da pek
çare olmadı. Hükümet son olarak yabancı
girişlerinden aldığı finansal
işlem vergisini kaldırdı.
‘Kışla’ istemiyoruz, stad istemiyoruz!
Bu
adımdan hemen sonra Brezilya’da 2014
Dünya Kupası ile ilgili yapılan
yatırımların
maliyetine karşı çıkan gösteriler başladı.
Ulaşım zammı
tabii ki bu işin tuzu biberiydi.
Tam bu günlerde Türkiye’de olanları da
biliyorsunuz, çok benzer ama şunu da
söyleyelim, bu benzerlik tabii ki
olabilir;
özellikle otoriter rejimlerden hızlı çıkan
toplumlarda, daha
hızlı özgürlük isteği, genç
nüfusun ekonomideki hızlı kabuk değişimine
bağlı olarak sürekli arayışı ve düş kırıklığı, genç
işsizlik, kırın
değişmesi, teknolojinin her yere
inmesi ve yoğun şehirleşme...
Bütün
bunlar Türkiye, Brezilya gibi yıllardır yoksullukta ve askeri-baskıcı
rejimlerde ortaklaşmış ülkelerin ortak paydaları.
Ama bütün bu gerilimi
hesap etmek ve zamanı gelince bunun üzerine oynamak çok zor bir şey
olması gerek.
Bu ülkelerin, tam da şimdi, yani Merkez
Avrupa’nın hızla geriye gittiği ve gideceği bir dönemde, enerjiden
başlayarak sanayi ötesi bir gelişmişliği yakalama iradesi göstermeleleri
inanın şu sıralar Londra, Berlin ve Washington’da en yoğun tartışılan
gelişme. Tam burada şu soruyu soralım;
Fed, neden Chicago Fed
Başkanı Charles Evans’ın ortaya attığı Evans Kuralı tam anlamıyla
gerçekleşmeden parasal genişlemeyi tartıştırmaya başladı ve hatta
sonlandırma yoluna girdi?
Fed neden yarı yoldan döndü?
Biliyorsunuz,
burada enflasyon oranı yüzde 2.5’i aşmadığı sürece işsizlik hedefi
doğal işsizlik oranı olarak tespit edilen yüzde 6.5’e varana değin Fed,
önceden belirlediği genişleme politikalarına devam edecekti.
Ancak Fed
Başkanı Bernanke, mayıs ayının 22’sinde
“Veriler iyi gelirse tahvil
alımlarını
azaltabiliriz” dedi ve Fed’in
‘U’
dönüşü başladı.
Verilerin
iyi gelmeye başlayacağını Bernanke biliyordu ama sorun iyi ya da kötü
veri değildi...
(Bizde sorun ağaçlar, Brezilya’da yapılan stadlar
olmadığı gibi)
ABD şunu gördü, başta Çin olmak üzere, gelişmekte
olan Asya ülkelerinin büyümeleri düşüyor ancak bu düşüş, aynı zamanda,
onların ekonomi politikalarında temel değişikliğe de denk geliyor.
Yani
Çin artık yalnız düşük ücretli istihdam stratejisine dayanan bir büyüme
izlemeyecek.
Çin’in bu stratejiden vazgeçmesi daha az dış ticaret
fazlası vermesi anlamına da gelecek. Böylece Çin gibi ülkeler hem daha
az dolar hem de daha az ABD kağıdı stoklamış olacak.
Bu, ABD için çok
ciddi bir finansman sorununu da beraberinde getiriyor. Ancak bununla
birlikte Fed’in bu
‘erken’
dönüş için çok daha kapsamlı ve önemli iki
temel nedeni daha var. Bunlardan birincisi AB’nin özellikle Merkez
Avrupa’nın giderek kötüye giden durumu.
Bir ‘duran adam’ Avrupa
Özellikle
Fransa çok ciddi ve çok uzun sürebilecek bir resesyon tehlikesi ile
karşı karşıya.
Almanya’nın ihracatında çok ciddi düşüşler var ama
bunlardan daha da önemlisi Britanya’nın durumu.
Britanya, özellikle
Ortadoğu ve Hazar bölgesinde, ABD ve Türkiye’nin doğrudan anlaşması
sonucu enerji alanından başlamak üzere kontrolünü kaybediyor.
Tabii
Britanya’da sanayinin seksenli yıllardan başlamak üzere, doğuya
kaymasıyla birlikte teknolojinin öne çıkarak buradaki üretim açığını
kapatacağı sanılmıştı.
Bu olmadı;
çünkü gelişmekte olan Asya, teknojiyi
hem Merkez Avrupa’dan hem de Britanya’dan hızlı geliştirerek burada öne
geçti ve Avrupa’yı atlayarak doğrudan ABD ile rekabete başladı.
İkincisi
ise doğuya, batıda faizlerin ve kârlı reel yatırım yoğunluğunun giderek
düşmesi sonucu emek yoğun alanlar dışında ileri teknoloji ve Ar-Ge
alanlarına yatırım gelmeye başladı.
Hatta bu yatırımlar, emek yoğun
alanlarındaki yatırımların hızla önüne geçiyor ve bundan on yıl önce
olduğu gibi, yalnız gelişmekte olan Asya’ya gitmiyordu.
Örneğin Fransa
ve Britanya yerine Türkiye burada öne çıkmaya başlayacaktı.
İşte
Fed’in bu erken geri dönüşü, başta Türkiye olmak üzere, gelişmekte olan
ülkelere, artık Doğrudan Yabancı Yatırımlar olarak da gitmeye başlayan
sermayeyi tekrar Britanya ve Fransa’dan başlamak üzere batıya
yönlendirmek içindir.
ABD hiç bir zaman, kendi kaynağı olan Avrupa ve
Britanya’yı gözden çıkartamaz.
Bu, Obama’nın bile karşı koyamayacağı
tarihsel gerçektir.
Biliyorsunuz ABD, 2. Dünya Savaşı sonrasında da Avrupa’yı yeniden inşa etmişti.
Şimdi, aynı şeyi, bir başka biçimde yapıyor.