BeKoS tv Every Day A Film We are now less then a minute Türkiye'yiz
22 Haziran 2013 Cumartesi Başbakan Erdoğan Çingene’dir Düşünün ki bu başbakanın muhaliflerinin kahir ekseriyeti Çingene-değil
22 Haziran 2013 Cumartesi
Başbakan Erdoğan Çingene’dir.
Başbakan Erdoğan, “Müslüman”ın
performatif bir kimlik olduğunun farkında
olan diğer Müslümanlar gibi,
tam da
Türkiye’nin zelil Çingene’sidir ve Türkiye’de
esas çatışma
Müslümanlar ve Müslüman-
Kürt-Ermeni ırkçısı Kemalistler arasındadır!
Başbakanı Çingene olan bir ülke
düşünün.
Düşünün ki bu başbakanın muhaliflerinin kahir ekseriyeti
Çingene-değil.
Ve düşünün ki bu ülke, Çingeneler’den nefret eden,
Çingeneler’in, meselâ kamu müesseselerinde, Çingene-tarzı kıyafetler
giymelerini yasaklayarak kültürlerini yaşamalarına izin vermeyen;
medya,
okul/üniversite, aile, futbol, vs. gibi “ideolojik devlet aygıtları”nda
ve askeriye, polis, yargı gibi “baskıcı devlet aygıtları”nda ırkçı,
anti-Çingene bir ideolojiyi söylemselleştiren (“Çingeneler kirlidir”,
“Çingeneler olur da bir gün bu ülkeyi ele geçirirlerse bizi öldürecekler
ya da en azından keyfimizi çalacaklar, hayat tarzımızı yok edecekler”,
“Çingeneler medenileşmemiştir”, “Çingeneler sinsidir”, “Çingeneler
aptaldır”, “Çingeneler karanlıktır”, vs.) hegemon gayr-ı Çingene
insanlar tarafından kurulu. Ve düşünün ki hem gayr-ı Çingene hem de
anti-ırkçı, anti-milliyetçi (“öteki”ye -bilhassa Çingeneler’e- mümkün
olduğunca açık) olan insanlar bile izole edilmiş, Çingeneler’den azade
mahallelerde ve okullarda Çingene korkusuyla yetiş(tiril)mekte. Ve son
olarak düşünün ki “Irkçılık ve milliyetçilik ayağımın altındadır” demiş
bu Çingene başbakan; ülkede son 30 yılda 40.000 insanın ölümüne yol
açmış Kürt meselesini/savaşını bitirmek üzere ve kendisi kendisine
muhalefet eden gayr-ı Çingene kitle tarafından en az Çingeneler kadar
nefret edilen, zulmedilmiş, gadredilmiş ve ölümüne baskılanmış Kürtler’e
kimlik haklarını ve özgürlüklerini vermek için çabalıyor, Ermeni
azınlığa (gayr-ı Çingeneler’in Kürtler’e ilaveten bir başka menfi
ötekisi, yani “öteki Çingeneler”) zamanında kendilerinden gaspedilmiş
vakıflarını ve kiliselerini iade ediyor, ve gayr-ı Çingene (beyaz)
Gladio’yu ve eski askeri darbelerin gayr-ı Çingene (beyaz) liderlerini
hapse tıkıyor.
Çingeneler ve elitler...
Artık
resmimiz ortaya çıktı. Bu resimde gayr-ı Çingene (beyaz/elit) kesimin
uzun zamandan beri varolan hegemonyalarının çatırdamasına olan öfke ve
nefretlerinden ötürü patlamanın eşiğine geldiklerini kolayca fark
edebilirsiniz. Şayet bu Çingene başbakan; Çingeler’den nefret
ettiklerini ve gayr-ı Çingene hegemonyanın kurucusunun, o taparcasına
sevdikleri “ata”larının askeri olduklarını bağırıp duran ve bilhassa
caddelerde ulusal bayrağı sallayan; mütehakkim, gayr-ı Çingene, ırkçı
insanların kitle protestolarıyla neticelenen; en büyük şehrinin merkez
parkının ağaçlarını oraya bir alışveriş merkezi inşa etmek için kesmek
ve barışçıl solcu protestoculara karşı gaz bombası kullanmak gibi bazı
yanlış/gayr-ı etik siyasalar yürütecek olursa, biz yine de bu ülkedeki
bütün Çingeneler’i -bilhassa kimliklerini simgeleyip ifşa eden
geleneksel Çingene kıyafetiyle dolaşan kadınları- terörize eden, Çingene
başbakana yönelik öfke ve nefretin hakim ideolojiyle, yani Çingene
ırkçığıyla herhangi bir alakası/rabıtası yoktur diyebilir miyiz?
Protestolar kozmopolitanist, çevreci (gayr-ı Çingene) solcular
tarafından başlatıldığı için, bizler yine de ülkenin geri kalanında
meydana gelen ırkçı, vandal gayr-ı Çingene (beyaz/elit) insanların
protestolarının, bütün protestoların başlangıç noktası ve simgesi olan o
merkezi parkta toplanmış solcu protestoların “ruhuna”,
anti-ırkçılıklarına gölge düşürmediğini söyleyebilir miyiz? Bütün bir
ülkede o mahut istisna mantığını (olağanüstü hal) takip edip etiğin
insan haysiyetini ve masuniyetini vaz eden temel hükümlerini askıya
alarak meydana gelen protestoların, tam da kendisi bir istisna-i munkatı
hâline gelmiş olan merkezi parktaki protestoların ruhunu taşıdığını
söyleyebilir miyiz hâlâ?
Başbakan Erdoğan, “Müslüman”ın
performatif bir kimlik olduğunun farkında olan ve bu yüzden Müslüman
olmak için en azından İslâm’ın temel şartlarını yerine getirmeye çalışan
diğer Müslümanlar gibi, tam da Türkiye’nin zelil Çingene’sidir; ve
Türkiye’de esas çatışma Müslümanlar (“Çingeneler”: Şarkiyatçı
akademisyenler onlara, onların kendilerine “Müslüman” deyip kendilerini
böyle tanıyor olmalarına rağmen gayet Şarkiyatçı bir şekilde “İslamcı”
demektedirler) ve Müslüman-Kürt-Ermeni ırkçısı Kemalistler arasındadır!
Slavoj Zizek, Noam Chomsky ve David Harvey gibi, Erdoğan’ın Kemalistler
de dahil olmak üzere bütün protestocularına destek verdiklerini beyan
etmiş önde gelen sol akademisyenlerin bu vakıanın tamamen cahili
oldukları âşikârdır.
Naziler de sekülerdi...
Gezi
Parkı’nda başlayan protestolar en başta solun renklerine boyanmıştı.
Burada “sol”dan kastım Zizek’in, Foucault’nun, Butler’ın, Negri ve
Hardt’ın perspektifleriyle uyumlu bir soldur - hâlâ Kemalist ve/veya
ulusalcı olduğunu söylemekten hayâ etmeyen faillerin Türkiye’de siyasi
kimliklerini ifade etmek için lafzileştirilen “sol” değil. Türkiye’deki
sözümona “sol”un büyük çoğunluğu Adornocu cevherî/etik akıldan mahrumdur
maalesef: Dersim soykırımı (30.000 Kürt-Alevi ölmüştür); İstiklâl
Mahkemeleri’nin yaptığı katliamlar; Varlık Vergisi’ni ödeyemeyen
Ermeniler ve Yahudiler için kurulmuş toplama kampları; Kürt katliamları;
Kürt dilinin, isimlerinin ve kimliğinin yasaklanması; başörtüsünün
yasaklanması; kiliselerin kapatılması ve camilerin ahır yapılması vs.
gibi CHP’nin (mahut Devlet Partisi) zalim siyasalarını savunmaktadırlar.
Gezi Parkı protestolarının aksine, Türkiye’nin geri kalanında
düzenlenen diğer protestolar Kemalistlerin ırkçı renkleriyle
boyanmıştır. Kemalistler’e sırf seküler oldukları için sempati duyan
Batılı akademisyenler, gazeteciler ve siyasetçiler Nazilerin de seküler
olduklarını unutmamalıdırlar.
Başlangıçta Gezi Parkı “özgürlük”,
“anti-kapitalizm”, “çevrecilik” gibi kastedenleri bunların yüzer-gezer
dolaşımını sabitlemek suretiyle bir “kapitone noktası” olarak kendisine
dikerek bu kasteden zincirinin ana kastedeni (master signifier) haline
gelmişti. Fakat Kemalistlerin protestolara katılmaları ve protestoları
hegemonize etmelerinden sonra “Atatürk” kastedeni bu zincire duhul etti
ve ciddi bir kısa devre cereyan etti. Aslında bizler Kemalistlerin,
onların “demokrasi” ve “militarizm” gibi boş kastedenlerin ontik-verili,
ortalama, gündelik anlamlarını tasavvur etmelerini engelleyen ve onları
askerî darbeleri tes’it eden biricik ideolojilerini tesmiye etmek için
“militarist demokrasi” gibi oksimoron tabirler kurmaya sevkeden belli
bir afazi türüne duçar olduklarını zaten biliyorduk da ... ama yine de
Gezi Parkı’ndaki ve akademideki solcuların bu kısa devre hakkında
görünür bir şekilde neden sessiz kaldıklarını henüz anlayabilmiş
değiliz.
Süheyb Öğüt