Bizde de darbe olur mu?
12 Temmuz 2013
Mısır’daki darbe, fısıldanan bir soruyu
Türkiye’nin gündemine taşıdı:
Bizde artık darbe olur mu?
Bunun iki sebebi var. Birincisi, ABD ve
Avrupa’nın bir darbeyi, savundukları bütün demokratik ilkeleri unutarak
desteklemeleri…
Yani Batı’nın menfaatleri söz konusu olduğunda,
demokrasinin uluslararası bir teminatı yok.
Küresel güç merkezlerinden
bir işaret, el altından destek ve sonrasında darbenin adını bile anmama
hali var.
Kestirmeden söyleyelim;
Türkiye’de –maazallah-
bir darbe olsa
ve Mısır’dakine takındığı tavrı ABD ve AB bize takınsa, cuntacılara yol
verse, al sana darbe...
İkincisi, Taksim Gezi Parkı’ndaki bir
kıvılcımın, yüzde elli oy ile gelmiş bir iktidarı on beş gün içinde
sarsması şaşırtıcı değil mi? Hatırlayınız, ABD ve AB, Gezi Parkı
olaylarında her fırsatta belki yirmi defa hep hükümete fatura kesti.
Tamam, ilk iki gündeki tepkileri anladık.
Ama ondan sonra aleni olarak
bir düğmeye basıldığı besbelli bir organizasyonla, bir iktidarı sandık
dışı yollarla devirmenin hamlesi ile karşı karşıyayız.
Taksim’i bir
Tahrir yapmak çabaları, eğer AK Parti’nin büyük şehirlerdeki meydan
mitingleri ile frenlenmeseydi, acaba Türkiye’de durum ne olurdu?
Sayın
Başbakan’ın İstanbul’daki çalışma ofisini, Ankara’daki evini basma
girişimleri gerçekleşseydi, acaba şimdi neyi konuşuyorduk?
Demek ki, darbe olur mu sorusu boşuna yüksek sesle sorulmuyor.
Şimdi buna bağlı olarak ikinci bir soru soralım: Türkiye, hâlâ darbeye müsait bir ülke mi?
Evet, iki açıdan gayet müsait.
Birincisi,
cuntalara cesaret ve yol veren vesayetçi yapı, yüzde 20’lik bir zaafa
rağmen hâlâ ayakta.
Kimse kendini kandırmasın. Darbe ve darbeye
teşebbüsün yargılanması ile
“artık darbe devri bitmiştir”
rehavetine
sürüklenmesin…
Vesayete güç veren odakların hepsi ayakta. “Diren
Türkiye”
dedikleri,
“diren vesayet”tir…
İkincisi, bir darbe
öncesinde; provokasyonları, şiddet ve terörü çok kısa zamanda kaos
ortamına dönüştürecek üç tehlikeli zemin var:
Türk-Kürt, Sünni-Alevi,
yaşam tarzlarındaki farklılığın getirdiği kutuplaşma.
Bu üç
zemindeki zaaflarımız devam ediyor. Allah korusun, bir Türk-Kürt iç
savaşının kıvılcımını çakmak hiç de zor değil. Çözüm süreci hâlâ güven
vermeyen, her an PKK terörünün hortlayacağı bir çizgide gidiyor.
Milletimizin büyüklüğü, inancı ve birlikte yaşama iradesi, bu tehlikeye
direnmemizi sağlıyor.
Suriye üzerinden bir Sünni-Alevi
çatışmasını, mezhep savaşına çevirmek için çok açık provokasyonlar var.
Sivas, Erzincan Başbağlar, Çorum, Maraş, Gazi olayları, DHKP-C’nin
yeniden uyandırılması, “Ali’siz Alevilik” için Avrupa’da çok ciddi
çalışmaların varlığı, bu tehlikenin boyutunu anlatmaya yeter.
Üçüncü
olarak Gezi Parkı olaylarının en somut sonucu, yaşam tarzı farklı
kesimler arasındaki güvensizliği ve kutuplaşmayı had safhaya çıkartmış
olmasıdır.
Sırf bu kutuplaşma için işlenmiş olan Uğur Mumcu ve benzer
cinayetleri bile böylesine kin, nefret, ötekileştirme ortamı
sağlayamamıştı…
Eğer siyasiler, başta iktidar, işin vahametini
görür ve tedbir alınırsa bu tehlikeli oyunu bozabiliriz.
68 kuşağı
olarak biz birbirimize yıllarca, “kahrolsun komünistler”,
“kahrolsun
faşistler”
diye bağırdık.
“Bizden olmayanlar”ın kahrolmasıyla, kimsenin
bu ülkede huzur içinde yaşamayacağını bilemedik.
Önümüzde hâlâ
bir fırsat var.
Kısmi değil baştan aşağı yeni ve sivil bir anayasa...
Çıkış yolu, o anayasanın getireceği demokratikleşme ve
farklılıklarımızla bir arada yaşamadır.
Aynı gemideyiz.
Anayasa
üzerinden siyaset hesapları devam ederse, Türkiye’yi elli yıl
geriletebilirler…
Hüseyin Gülerce