-
direnme. direngenlik diye türkçeleştirmişler bazı yerlerde de
anglo-amerikan hukuk sisteminde
bizdeki temerrüte benzer bir kurum bulunmamaktadır. buna göre, bir
borcun zamanında ifa edilmesi, veya kararlaştırılan zamanda kabul
edilmesi sözleşmenin ayrılmaz parçası olarak kabul edildiğinden,
taraflardan birinin borcunu süresinde ifa etmemesi* veya bu ifayı kabul edememesi* durumunda, sözleşmeye aykırılık nedeniyle diğer tarafa sözleşmeden dönme ve olumlu tazminat isteme hakkı tanınır.
kara avrupası hukukuna
göre ise, bir borcun gecikerek ifa edilmesi halinde de ifa gerçekleşmiş
sayılır, ancak yerine göre temerrütten doğan sonuçlar uygulanabilir.
hukuk dilinde gecikme olarak ifade ediliyormuş bu terim. halk dilinde ise geçirme olarak..
boçlu temerrüdü olabılecegı gıbı (bkz: alacaklı temerrüdü)
de bulunmaktadır. alacaklı borca uygun bir şekilde kendisine yapılan
ifayı haklı bir neden olmaksızın kabulden kaçınırsa alacaklı temerrüdüne
düşer. alacaklının temerrüde düşmesi borçluyu borcundan kurtarmaz
sadece kanunda belirtilen haklardan yararlanabilir.
borçlu temerrüde düşmede kusursuz olduğunu
ispatlayamazsa alacaklının temerrüt yüzünden uğramış olduğu zararı
karşılamak zorundadır. kusursuzluğunu ispatlayabilirse borcuyla beraber temerrüt faizi ödeyerek sorumluluktan kurtulabilir.
hangi tarafta olunduğuna bakılarak karşılık bulan
terimdir. örneğin hukuken borçlu iseniz halt etmenizdir, yok eğer
alacaklı iseniz halt ettirmenizdir.
Temerrüt, hukuk dilinde
"gecikme",
"direnme"
gibi sözcüklerle de ifade
edilmektedir.
Temerrütte borcun zamanında ifa edilmemesi, ifada
gecikilmesi söz konusudur. Borcun zamanında ifa edilmemesine neden olan
kişi alacaklı ise alacaklının temerrüdü; ifanın borçlu tarafından
ödenmesi, zamanında yerine getirilmeyip böylece borcun ihlaline yol
açılması halinde borçlunun temerrüdü oluşur.
Alacaklının Temerrüdü
Bununla
ilgili koşullar Borçlar Kanunu'nun (BK) 90. maddesinde düzenlenmiştir.
Bu konuda aranan koşullar şunlardır: Her şeyden önce borçlu tarafından
borcun ifası, borç ilişkisinde öngörülen zamanda ve yerde gerçek ve
eylemli (fiili) olarak, yani usulü dairesinde alacaklıya önerilmiş
olmalıdır.
İfanın gerçekleşmesi için alacaklının yapması gereken
işler varsa ve alacaklının bu işleri savsaklaması nedeniyle borçlu
edimini yerine getiremiyorsa, yine alacaklının temerrüdü söz konusu
olur. Örneğin, edime ilişkin bazı özelliklerin alıcı tarafında
belirlenmesi gerekiyorsa ya da bir yapı yapılmasına ilişkin istisna
sözleşmesinde inşaat ruhsatı alma yükümü alacaklıya aitse ve alacaklı bu
işleri yerine getirmezse, yine sonuç olarak alacaklı temerrüde düşmüş
olur.
Bu koşulların dışında borcun ifasının "imkân dahilinde"
bulunması da zorunludur. Başka bir deyişle, ifanın imkânsızlığı
alacaklının temerrüdünü engeller. Ayrıca alacaklı kendisine sunulan
edimi haklı bir neden olmaksızın reddetmiş bulunmalıdır. Alacaklının
temerrüdünün doğurduğu sonuçlar şöylebelirlenebilir:
Tevdi:
Borçlu, alacaklının temerrüdü halinde, alacaklıya vereceği şeyi uygun
bir yere tevdi ederek, sorumluluktan kurtulabilir. (BK m. 91)
Alacaklının borçlanılan şeyi nereye tevdi edeceğini ifa yerindeki yargıç
tayin eder. Yani borçlu, yargıca başvurarak tevdi yerinin tayinini
ister. Eğer verilecek şey ticari eşya niteliğindeyse, yargıç kararı
olmaksızın da bunu bir ardiyeye tevdi edebilir. Tevdi gerçekleştiğinde
borçlu, şeyin hasara uğramasından ve tevdi giderlerinden sorumlu olmaz.
Borçlu tevdi ettiği şeyi geri alacak olursa, o zaman alacak bütün
bağımlı haklarla birlikte, kesintiye uğramaksızın varolmaya devam eder.
Satmak
hakkı: Borcun konusunu oluşturan mal, özellikleri, niteliği gereği çok
masraflı ise, borçlu önce alacaklıyı bu konuda uyararak ve uyarıdan
(ihtardan) sonra satış için yargıçtan izin alarak söz konusu malı alenen
sattırabilir. Malın değeri belirliyse ve satış giderini kaldırmayacak
ölçüde azsa, o takdirde açık artırma, hatta ihtar bile yapılmaksızın
satış mümkündür. Borçlu satım bedelini tevdi ederek borcundan
kurtulabilir.
Sözleşmeden dönme: Edimin konusu bir yapma borcu
ise, bu takdirde tevdi olanağı bulunmadığından, borçlu sözleşmeden
dönebilir (akdi feshedebilir). (BK m. 94) Sözleşmeden dönme halinde,
BK'nın 106-108. maddeleri arasında düzenlenen borçlunun temerrüdü ile
ilgili hükümler burada da örnekseme yoluyla uygulanır.
Bu temel
sonuçların dışında, alacaklının temerrüdü halinde aşağıdaki hükümler de
meydana gelir: Alacaklı temerrüde düştüğü andan itibaren, mal borçlunun
kusuru olmadan hasara uğrar ya da telef olursa, bundan doğan zarara
alacaklı katlanır. Temerrüt tarihinden itibaren, edim için borçlunun
yapacağı giderler, özellikle şeyin korunma giderleri alacaklıya ait
olur. Eğer alacaklıya ifa öneren borçlu, daha önce borçlu temerrüdüne
düşmüş bulunmaktaysa, bu öneriyle birlikte temerrütten kurtulur ve
temerrüt tarihinden itibaren temerrüt faizi işlemez.
İfa, alacaklının reddi gerçekleşmeden de imkânsız hale gelebilir. (BK m. 95) Buna göre:
İfa alacaklının şahsına bağlı bir sebeble ona önerilmezse,
Borçlu,
alacaklının şahsını bilemiyorsa, borçlu alacaklının temerrüdünde
tanınan tevdi ve sözleşmeden dönme olanaklarından yararlanabilir.
Bu
hallere örnek olarak, alacaklının gaip olması, temyiz kudretini
yitirmiş bulunması ve kendisine bir kanuni temsilci atanmamış bulunması,
alacaklının ölmesi üzerine gerçek mirasçının çekişmelere meydan
vermesi, birden fazla kişinin gerçek alacaklı olduklarını iddia etmeleri
gibi olaylar verilebilir.
Borçlunun Temerrüdü
Borçlu,
borcun konusunu oluşturan edimi borç ilişkisinde öngörülen zamanda
yerine getirmediği takdirde temerrüde (gecikmeye) düşer. Bu duruma
borçlunun temerrüdü (gecikmesi, direnmesi) denir; geciken borçluya da
"mütemerrit borçlu" adı verilir.
Temerrüt faizinin ödenmesinin
kusura bağlı olmadığını yinelemekle yetinelim. Temerrüdün alacaklı
yönünden doğurduğu hükümleri, daha doğrusu alacaklıya sağladığı
yetkileri de açıklamak gerekir.
Borçlar Kanunu, tam iki taraflı
sözleşmelerde alacaklıya daha geniş haklar vermiş ve borçlunun durumunu
daha da ağırlaştırmıştır. Genel olarak alacaklı aynen ifa ve gecikmeden
doğan zararın tazmini ve para borçlarında ayrıca temerrüt faizi
isteyebilirken, tam iki taraflı sözleşmelerde ek bazı haklara sahip
kılınmaktadır. (BK m. 106-108)
Alım, satım, hizmet, kira, istisna
gibi tam iki taraflı bir sözleşmede, temerrüt olayının
gerçekleşmesinden sonra, alacaklının, ek olanaklardan yararlanabilmesi
için borçluya borcunu ifa için bir süre (mehil) vermesi gerekir. Mehil
uygun olmalıdır. Uygunluk her somut olayın özelliklerine göre ayrı ayrı
değerlendirilmelidir.
Mehil, temerrüt için aranan ihtarla
birlikte yapılabilir. BK'nın 107. maddesi hükmüne göre, borcun kesin
olarak belirli bir zamanda ödeneceği kararlaştırıldığı takdirde ya da
ifanın artık anlam ve faydasını yitirdiği durumlarda mehil tayinine
gerek kalmaz. Mehile karşın ifanın borçlu tarafından yerine
getirilmediği durumlarda alacaklının sahip bulunduğu yetkiler şunlardır:
Alacaklı, aynen ifa ve gecikme tazminatını, tüm temerrüt hallerinde olduğu gibi isteyebilir.
Alacaklı,
ifadan vazgeçtiğini mehil bittiğinde derhal borçluya bildirerek, ifa
etmemeden doğan zararın giderilmesini isteyebilir.
Buna alacaklının "ifa
çıkarı (menfaati)" denir ve bu olasılıkta borç ilişkisi varlığını
sürdürür. Bu bildirim, mehil tayini ile ilgili ihbar ile birlikte de
yapılabilir.
Alacaklı, mehil sonunda sözleşmeden dönebilir ve
sözleşmeye duyduğu güven nedeniyle uğradığı zararı (menfi zararı) talep
edebilir. (BK m. 108/II) Dönme yerine yasa ve uygulama "fesih" terimine
ağırlık vermektedir.
Dönme (fesih) beyanı ile birlikte borç ilikisi
ortadan kalktığından, taraflar verdiklerini sebepsiz zenginleşme
kurallarına göre iade ile yükümlüdür. (BK m.108/I)
BK'nın
106-108. maddelerinde yer alan hükümler, bu konuda özel hükümler
öngörülmemişse uygulama alanı bulacaktır. Örneğin satım sözleşmesinde,
malı teslim etmiş olan satıcının, semeni (satış bedelini) tediyede
temerrüde düşen alıcıya karşı bu hakkını ayrıca saklı tutmamışsa,
sözleşmeden dönemeyeceği örgörülmüştür. (BK mü 211/III)
Kısmi
temerrüt durumunda ise, BK'nın 106-108, maddeleri hükümleri sadece
gecikmeli bölüm için uygulama alanı bulabilecekir.
Bu husus, Türk
Ticaret Kanunu'nun 25/I. maddesinden anlaşılmaktadır.