'Demokratik yollardan darbe yapmak'
Başta
Başbakan olmak üzere, AKP kurmayları,
AKP destekçisi basın
'demokratik
yollardan darbe'
fikrini pek benimsemiş görünüyorlar.
Sanal âlemin hız sarhoşluğu ve öncesini sonrasını düşünmeden o anı
mutlaklaştırarak yaşama saplantısı, tarihi de bugüne hapsediyor.
Sanal ortamda her türlü bilginin kartopu gibi çoğalmasının yanında,
zaman ve mekândan ırak hale gelmesinin etkisi buna ilave oluyor.
Balyoz davasında savcının mütalaasını okuyan avukatlar ortaya çıkardı.
Savcı, iddia edildiğine göre, -mütalaayı okuyamadım- TDK Türkçe
Sözlüğü’nün 2005 yılı baskısındaki ‘darbe’ kelimesinin karşısında yer
alan tanımı referans göstermiş suç iddiasına:
“Bir ülkede baskı kurarak,
zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükümeti istifa
ettirme veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme işi.” Tanım
başlı başına sorunlu ve eğer bu tanım ceza yargısına referans
oluşturuyorsa, o zaman ‘muhalefetin hükümet üzerinde baskı kurması’nı
veya ‘demokratik yollardan’, örneğin Başbakan’ın yolsuzluklarının
belgesini basında yayımlayarak hükümetin istifa etmesini sağlamasını
darbe olarak tanımlamak gerekir. Sadece Türkiye’nin değil, en demokratik
ülkelerin tarihi esas olarak darbeler tarihi olur. Nixon’ın istifa
etmesi bir darbe miydi? TDK sözlüğündeki darbe tanımı demokrasi
açısından son derece sorunlu, her türlü muhalefeti olağan şüpheli olarak
gösteren bir tanım. Türkiye’de ‘hükümeti yıpratma suçu’nu son dört-beş
yılda ihdas eden savcılar ve hâkimler herhalde bu tanımın beslendiği
zihniyet dünyasında yer alıyorlar.
Gelgelelim bu tanım ne şimdi, ne 2005’te girmiş sözlüğe. TDK üç hafta
önce açıkladı.
Bu tanım sözlüğün 9. baskısında, 1998’de ilk yer almış.
Ondan önce, 1959’da ilk kez sözlüğe
‘hükümet
darbesi, hükümeti kanunsuz
yollardan ele geçirme’
anlamıyla girmiş.
Diyecek bir şey yok.
1969’da
‘kanunsuz’,
‘yasadışı’ olmuş, o kadar. 1983’te ise tanım epey değişmiş.
‘Yasadışı yollardan iktidara gelme’
bir kenara bırakılmış, darbe
‘bir
ülkede zor kullanarak yönetimi devirme eylemi’
olarak tanımlanmış.
Yasadışı yollardan
iktidara gelen Milli Güvenlik Konseyi
cuntasının
yaptığına darbe dememek için olsa gerek.
1980 darbesini generallerin zor
kullanmadan, hükümetin ve hatta muhalefetin rızasıyla yaptıklarına mı
inanıyordu dönemin TDK üyeleri?
Herhalde, darbeci generalin
halkoylamasında
% 92 evet oyuyla cumhurbaşkanı
yapılmasından sonra, TDK
zor fiilinin 1980
darbesi için kullanılamayacağına kanaat
getirmiş
olmalı.
Nihayet 1998’e geliyoruz.
28 Şubat müdahalesi amacına ulaşmış.
O dönemin
muktedir paşalarının yüzlerinde
memnun ve muzip bir ifadeyle
‘post-modern darbe’
diye övündükleri
‘şey’
olmuş.
TDK da durumdan vazife
çıkarmış demek ki,
1998’de darbe kelimesinin içeriğini, dile yeni
giren
bu anlamla genişletmiş. 28 Şubat’ın sivil
ve askeri paşalarının dümen
suyundan gitmiş
ve
‘baskı kurarak ve demokratik yollardan
hükümeti
istifa ettirme’
eylemini de darbe
tanımı içine almış.
Sonra devran değişti.
Post-modern darbenin mağdurları iktidar
oldu.
Ama
devran değişmesi otomatik olarak zihniyet değişmesi anlamına gelmez.
Zihniyet polisliği geleneği değişmedi.
Bugün başta Başbakan olmak üzere,
AKP
kurmayları, AKP destekçisi basın
‘demokratik yollardan darbe’
fikrini pek benimsemiş görünüyorlar.
Bunu yaparken 28 Şubat döneminde bu
fikri
benimsemiş olan asker brifingli sivil toplumla
düşman gibi
gözükseler de demokrasiye farklı
açılardan ama aynı uzaklıkta
durduklarını ele
veriyorlar.
Demokrasi bilinçlerinin sığlığını ve
demokratik
meşruiyet anlayışlarının son derece dar
sınırlarını apaçık
sergiliyorlar.
Dil, bilincin yansımasıdır.
AHMET
İNSEL
09 07 2013