Ben bugün (28 Mayıs) internette
gezinirken rastladım habere. Oysa canlı bir edebiyat ortamında
bulunuyordum o gün. Kahramanmaraş'ta Uluslararası Necip Fazıl Kısakürek
Sempozyumu'ndaydık. Türk edebiyatının dünüyle ve bugünüyle ilgili
öğretim üyeleriyle bir aradaydık. Hiçbirinden Mustafa Şerif Onaran'ın
ölümüyle ilgili herhangi bir duyum almadım. Demek kimse duymamıştı bu
emektar edebiyat adamının öldüğünü... Bense, şimdi, onun ölümünü
öğrenince karışık, karmaşık duygular içine girdim. Elbette hatırı sayılı
bir kültür birikiminin dünyamızdan sessiz sedasız çekilmesi hüzün
vericiydi.
Onu 1977
yılında yüz yüze tanıdım. Mavera dergisini yeni çıkarmaya başlamıştık.
Cumhuriyet gazetesinde müteveffa Rauf Mutluay dergimizle ilgi yazılar
yazıyor, hakkımızda kuşkular uyandıracak beyanlarda bulunuyordu. Biz,
dergiyi, nerdeyse cep harçlıklarımızla çıkarmaya çalışırken Mutluay,
bize petrodolarların nereden geldiğini soruyordu. Bir yazıyla yetinmedi.
Bu soruyu birkaç yazısında tekrarladı. Arkadaşlarımız bu yazılara cevap
verilmesi gerektiğini söylüyordu. Bense, bu yazıya cevap vermek
iddiayı ciddiye almak olur, cevap vermeyerek iddia sahibini dikkate
almadığımızı göstermek daha uygun olur, diyordum. Nitekim cevap
vermedik. İşte o sıralarda Mustafa Şerif Onaran, Türk Dili dergisinde bu
satırların yazarının öyküleri dolayımında Mavera dergisinden de söz
açarak 'bu imzanın yer aldığı bir dergide Mutluay'ın değindiği nitelikte
usulsüzlüklere yer verilemeyeceği' mealinde yazılar yazdı. Dediğim gibi
o tarihte Onaran'la yüz yüze tanışmıyorduk. Bize olan bu gıyabi güveni
benim için elbette kıvanç verici bir durumdu. İlk fırsatta adresini
öğrenip teşekkür ziyaretimi gerçekleştirmek üzerime farz olmuştu.
Daha
sonra çok çeşitli vesilelerle bir araya geldik. Birkaç defa
Cumhurbaşkanlığı'nın düzenlediği resepsiyonlarda karşılaştık. Birkaç yıl
önce Frankfurt Kitap Fuar'ında bir araya geldik. Fuarda, benim bir
sunumum vardı, o sırada birlikte olduğu müteveffa tiyatro oyuncusu Rüştü
Asyalı ile birlikte beni dinleme nezaketinde bulunmuştu.
Son
yıllarda Hece dergisinde yazıyordu. Kimizaman aynı sayıda buluştuğumuz
oluyordu. Her defasında beni arayarak yazımdan bahsetme nezaketinde
bulunurdu. TRT Televizyonlarında yayınlanan Maveraya Yolculuk
programındaki sohbetlerimizi değerli eşi, Doktor Leziz hanımefendi ile
birlikte dinlediklerini, dingin, fakat devrimci olarak nitelediği
üslubumuzu beğendiklerini her defasında tekrarlardı.
Geçtiğimiz
yıl (12 Haziran 2012)Yunus Emre Vakfı'nın hakkımızda düzenlediği,
Ankara Devlet Konuk Evi'nde gerçekleştirilen programa da katılma
nezaketini göstermiş; hakkımızda uzunca bir tebliğ sunmuştu.
Birkaç
yıl önce de, TRT 2 ekranlarında gösterilen bir edebiyat programına beni
çağırma lütfunda bulunmuştu. Programı Necip Fazıl Kısakürek'in ölüm
yıldönümünde onu anmaya ayırmışlardı. Programı Talat Sait Halman'la
birlikte düzenliyorlardı, Erendiz Atasü de onlarla birlikteydi.
Programda Necip Fazıl Kısakürek'in Anneciğim başlıklı şiirini okumuştu.
Program arasında niçin bu şiiri tercih ettiğini sorduğumda, bu şiirin
lirik olduğunu, kendisine annesini de hatırlattığını söyledi.
Birkaç
dergide yoğunluklu olarak deneme yazıyor olmasına rağmen yıllardır şiir
yazmıyordu. Karşılaşmalarımızda hep aklıma gelmesine rağmen belki
uygunsuz kaçabilir mülahazasıyla nedenini sormamıştım. Sonra bir
mülakatında öğrenmiştim bunun nedenini. Orada, İkinci Yeni şiirinin
kendisini şiirden uzaklaştırdığını şöyle anlatıyordu:
'Ben
kendimi 'Kırk Kuşağı'ndan sonra gelen 'Ara Kuşak'tan sayarım. Anlatı
şiirinden kurtulamayan bir kuşak.
'İkinci Yeni'deki biçem özelliğini
kavrayamayan bir kuşak. ...
Bana gelince, 'anlatı şiirinin
kolaylığından kurtulamadığım için şiirden uzaklaştım' demeye çekindiğim
için cerrahinin sıkıdüzenine sığınmaya çalıştım. ' (Sincan İstasyonu,
Ocak 2011, Sayı: 41).
Ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum, aydınlık içinde yatsın.