Uzun lafın kısası: Ben bir daha, bu ülkede, hiçbir anne babanın çocuğuna
“Onlardan mısın bizden mi derlerse, aman evladım, sakın cevap verme!”
diye bir öğüt vermesini istemiyorum arkadaş
KARDEŞ O KARDEŞ
Kimse, bu ülkeyle ilgili hayali ne olursa olsun, “Savaş, intikam,
asalım, keselim, kafalarını patlatalım, alaşağı edelim” filan diye
bağırmasın, çat diye ağzına vururum ha! Tevellüt malum, şu an bildiğiniz
komşu teyzeyim ve buna hakkım var!
Bir teoriye göre, insan kendine
en faydalı ve en önemli tavsiyeleri 10 yaşına kadar duyarmış! “Temiz
ol”, “İyi kalpli ol”, “Kitap oku”, “Yalan söyleme”, “Yardım et”,
“Şımarma”, “Saygılı ol”, “Öğren”, “Dinle” en çok beğenip hiç unutmamaya
çalıştıklarım... Herkesin hatırlamasında da fayda var!
Öyle
başladım, 70’lerde, çocuklara söylenen başka bir öğütle bitireyim.
Televizyon tek kanaldı ve yayın akşam başlardı. Dolayısıyle gündüzleri
evde durmazdık pek. Sokakta ve parklarda oynardık. Bazen de, çocuk ve
salak olduğumuzdan, kaçınılmaz olarak birbirimize girerdik. Derlerdi ki:
“Kavga etme çocum, kardeş o, kardeş”!
Çocukken öğrendiğim her şey
Kendimi tekrar etme
pahasına “Aman kutuplaşmayalım, aman kutuplaştırmayalım, ‘onlar-biz’
yok, sadece ‘hepimiz’ varız” deyip durmamın temelinde, hariçten gazel
yoktur efendim. Sebep tevellüttür! 70’li yılların sonunu, çocuk yaşta da
olsa, yaşamış bir kişiyim!
İstanbul’da, Barbaros Bulvarı’na bakan bir apartmanda oturuyorduk. İlkokulum iki yüz metre ilerideydi.
Okula yürüyerek giden 7 yaşında bir çocuğa ne öğütlenir?
“Evladım
yabancı biri ‘şeker vereyim’ derse alma, ‘babanın arkadaşıyım benimle
gel’ filan derse gitme...” Ki zaten bunu yapmayacak kadar uyanıktık, ilk
televizyon çocuklarıydık biz!
“Evladım sokak satıcılarından pis
şeyler alıp yeme...” Ne pis, iğrenç şeyler alıp yiyorduk! Turşu suyundan
hünnapa, kâğıt helvadan leblebi tozuna, geniş bir yelpazede!
“Evladım
karşıdan karşıya geçerken önce sola, sonra sağa sonra tekrar sola bak,
koşmadan yürü...” Harfiyen, adeta teatral hareketlerle uyardım bu
kurala. Meğer üst kat komşularımız, önce göz kulak olmak için sabahları
okula gidişimi seyrederlerken, sonra bu ‘Doğru Ahmet’ tarzında eğitim
videosu stili performansıma müptela olup, mizahi açıdan seyircim haline
gelmişler!
ÇOK TRAJİK BİR ÖĞÜT
Ancak 70’lerin sonunda, her sabah, hepsinden daha hayati ve çok trajik bir öğüt daha verilirdi biz çocuklara:
“Evladım,
sokakta sana sağcı mısın solcu musun diye soran olursa, aman hiç cevap
verme, ben bilmiyorum öyle şeyleri de, yürü git!”
Zira o yıllarda
sokakta çok soruluyordu bu soru ve bazen, cevap yanlışsa beyninize bir
kurşun yiyordunuz. Üniversitede okuyan abim ve ablam her gün,
çatışmaların arasında kalıp şans eseri, bir arkadaşları koruduğu için,
bir öğretmen sınıfın kapısını kilitleyerek koruduğu için, Allah koruduğu
için filan eve canlı dönebiliyorlardı.
Öyle her istediğiniz
kıyafeti giyip çıkamıyordunuz. Parka giyiyorsan şunlardansın, yeşil
giyiyorsan bunlardan, kırmızı giyiyorsan onlardan, filan giyiyorsan
bizden, feşmekân giyiyorsan diğer taraftan... Bıyık şeklinden, sakal
şeklinden, fuların deseninden, ayakkabının modelinden, hemen
yaftalanıyordu insanlar. O günlerde, hayatta kalmak isteyenler için nötr
renkler revaçtaydı!
BUGÜN DE ÖLMEDİK!
Yanlarında yanlışlıkla vurulan arkadaşları, kulaklarının kenarından
vızıldayarak geçen mermiler haftalık sıklığa ulaşınca, ablamlar artık
okula gitmemeye başladılar.
Otobüs yakmak, vatandaşı copla sopayla
dövmek gibi rezillikler o zaman da vardı ama diğer faciaların yanında
lafı bile olmuyordu bunların.
O yıllarda ‘eylemci gençlerin bir
kısmı’ pankart açmak ve duvarlara espri yazmaktan ziyade, maalesef
insanlara çatır çatır kurşun sıkıyor, bazen ‘tarıyorlardı’ hatta.
O
yıllarda ‘polisin bir kısmı’ gaz sıkmak ve su sıkmaktan ziyade, maalesef
insanlara çatır çatır kurşun sıkıyor, bazen ‘tarıyorlardı’ hatta.
Bir
kâbusun içinde yaşıyorduk. 1 Mayıs günleri evin salonunda oturmazdık,
caddedeki yürüyüş sırasında sıkılan mermilere kazara hedef olmayalım
diye.
Darbe olunca, darbe anayasasına millet niye yüzde 92 oranında
‘evet’ dedi diye merak eden olursa, bayıldığından değil, aha bundan
dedi.
Haa, darbeden sonra kâbusun ikinci perdesi başladı. Sabah ben
okula giderken camdan göz kulak olan o komşular var ya, onların pırıl
pırıl çocuklarının işkenceden aklını yitirdiğini gördük.
70’li yıllardı. Soğuk savaş vardı. Dünya başkaydı. Ülke bambaşkaydı.
Çok
yol alındı. 2013’e gelinmiş, o kadar yılda demokrasinin bir arpa boyu
yol gitmemiş olması zaten mümkün değil. Onca zamanda, insanlığın
bilincinin aynı yerde kalmış olması da imkânsız...
Hayat hep ileri
gider. Şiddet, kimden gelirse gelsin, bir gün gelip utanılan “Tabii
artık günümüzün medeni dünyasında bunlar olmuyor” diye hatırlanan berbat
bir şeydir! Herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde, herhangi bir
meseleyi çözdüğü görülmemiştir!
Fikirlerini söyleyenler, daha çok
özgürlük isteyenler öcü değildir! Farklı fikirlere, farklı hayat
tarzlarına, farklı görüşlere sahip insanların yan yana durup barışçıl
yollarla siyasetten daha çok demokrasi talep etmesi öcü değildir,
harikuladedir. Ama öfke, kin, nefret, yok saymak, ayrımcılık, düşman
yaratmak öcüdür! Çocukken gördüm, oradan biliyorum!
Sanatçı
dediğimiz insanlar “Böyle kalalım işte, böyle iyi, daha iyisi olmasın,
bize fazla gelir” demez. Herkese daha çok hak ve özgürlük verilsin,
insanlar daha güzel yaşasın, herkes fikrini anlatabilsin, yöneticiler
dinlesin, kimse ezilmesin isterler. Bunun için, daha iyi şartlar için,
muhalefet yaparlar.
‘Onlar-biz’ diye ülkeyi ayıran, cadı avına
çıkan, hedef gösteren, savaş çığlıkları atan, saldıran, kıran, yakıp
yıkan kimsenin gözümde sinek kadar değeri yoktur. En has arkadaşım da
olsa, mahalle bakkalı da olsa, siyasetçi de olsa!
Gülse BİRSEL
30 Haziran 2013