Tunus’taki siyasi gerginliğin yönetiminde "Gannuşi faktörü"
05 Eylül 2013
TUNUS AA
Tunus'taki devrim sonrası
sürecin Mısır, Libya veya Suriye gibi olmaması Nahda Lideri Gannuşi'nin
"hikmeti" veya "Gannuşi faktörü" ile açıklanıyor.
Arap devrimlerinin yaşandığı ülkelerde karşı devrim hareketleri siyasi
ve toplumsal kaosa yol açarken Tunus'taki üçlü koalisyon hükümetinin
(troyka) büyük ortağı Nahda Hareketi Partisi (Nahda) Genel Başkanı Raşid el-Gannuşi ülkede yaşanmakta olan siyasi krizin çözümü için yoğun çaba sarfediyor.
Arap devrimlerinin yaşandığı ülkelerde karşı devrim hareketleri siyasi
ve toplumsal kaosa yol açarken Tunus'taki üçlü koalisyon hükümetinin
(troyka) büyük ortağı Nahda Hareketi Partisi (Nahda) Genel Başkanı Raşid el-Gannuşi ülkede yaşanmakta olan siyasi krizin çözümü için yoğun çaba sarfediyor.
Gannuşi, 17 Aralık Tunus
Devrimi sonrası ülkesine döndüğü andan itibaren geçtiğimiz günlerde
Mısır’da yaşanan olayları adeta o günden görmüş ve gelecek planını ona
göre şekillendirmişti. Mısır'da Müslüman Kardeşler Teşkilatı'nın (İhvan)
hataları olarak sıralanan birçok konuda Gannuşi'nin farklı bir yol
takip etmesi dikkati çekiyor. Tunus'taki devrim sonrası sürecin Mısır,
Libya veya Suriye gibi olmaması Gannuşi'nin "hikmeti" veya "Gannuşi faktörü" ile açıklanıyor. Peki "Gannuşi faktörü" Tunus'ta nasıl bir fark yarattı?
Genel seçimlerde elde ettiği yüzde 42'lik oy oranı ile tek başına
hükümet kurma yetkisine sahip Nahda, bu gücü biri sosyal demokrat,
diğeri liberal laik ve solcu iki partiyle paylaşmayı tercih etmiş “Emek
ve Özgürlük için Demokrasi Bloğu Partisi (et-Tekettül)” ve “Cumhuriyet
için Kongre Partisi (el-Mu’temer)” ile üçlü koalisyon hükümetini
kurmuşlardı.
Gücü paylaşmayı tercih etti
Uzun sürgün ve hapis yıllarından sonra ülkesine döndükten sonra
seçimlerden galip çıkan partinin lideri olması hasebiyle başbakan
olabilecekken o, tercihini Nahda
Hareketi ve partisini yönetmekten yana koydu. Cumhurbaşkanlığına
liberal demokrat, seküler bir ismi, bir insan hakları aktivisti Munsif
Marzuki’yi önerdi. Meclis başkanlığı görevini ise sosyal demokrat
Mustafa bin Cafer deruhte etti.
Gannuşi, ülkenin ve halkın menfaati için uzlaşmanın bir "amentü mesabesinde" olduğuna sürekli vurgu yaptı.
Ülkede yaşanan her siyasi gerilimde el-Gannuşi, şaşırtıcı, hatta “oyun
bozucu” teklifler getirdi. Mesela en son siyasi krizde şaşırtıcı bir
teklifle “kısır siyasi tartışmaları bırakın. Gelin hükümeti birlikte
yeniden kuralım” dediğinde tüm muhaliflerini adeta ters köşeye yatırdı.
İslam-demokrasi uyumunu savunan ilk teorisyen
Soğuk savaş dönemi İslamcı kuşağın içinde İslam ve demokrasi uzlaşısına
vurgu yapan ilk “İslamcı” teorisyen Raşid el-Gannuşi 1990’lı yıllarda
yazdığı “El-hurriyyatü’l-amme fi’d-devle’l-İslamiyye" (İslam Devletinde
Kamusal Özgürlükler) adlı kitabında İslami demokrasiyi savunmuştu.
Dönemin İslamcı ideologlarının hemen hepsi demokrasiyi “şirk” ya da
“küfür” olarak görürken Gannuşi çok açık ve net bir biçimde
İslam-demokrasi uyumu, İslam devleti içinde laik veya Marksist bir
partinin kurulabileceği, kadının devlet başkanı olabileceği
gibi muhataralı konuları net bir biçimde savunarak, İslami kesimin önüne
koyduğunda doğu Arap dünyasındaki özellikle selefiler kendisini
"tekfir" etmişti (din dışı saymıştı).
Gannuşi'nin bu liberal,
demokrat çoğulcu siyaset anlayışı ve hoşgörü atakları, o dönemdeki kimi
İslami kesimlerin aforozcu duvarlarına çarparak geri döndüğü gibi, ne
ilginçtir ki şimdi de çok keskin ve katı ideolojik marjlara sahip laik
ve sol tandanslı muhalefetin katı duvarlarına çarparak geri dönüyor. Tam
bu noktada ülkede, büyük çoğunluğu diktatörlük döneminde teşekkül etmiş
medyanın tek sesli ve ideolojik tutumu da hükümetin özellikle de Gannuşi ve Nahda’nın önünde ciddi bir handikap olarak duruyor.
Diğer taraftan Gannuşi’nin bu liberal ve demokrat söyleminin tabana
ulaşamıyor oluşu, parti içindeki, devrim öncesi süreçte sürgünde
yaşayanlarla, Tunus’ta hapishanelerde yıllarını geçiren parti
kadrolarının arasındaki gerilim Nahda’yı zaman zaman tökezletebiliyor.
Nahda ve Gannuşi'ye medya karartması
İktidara geldiğinden bu yana sürekli “ulusal uzlaşı” vurgusu yapan
Nahda’nın, geçtiğimiz aylarda yeni anayasa yapım sürecinde İsrail’le
ilişkileri anayasal suç sayan madde teklifini onaylamaması, devrime
giden süreçte diktatörlük dönemi mağdurlarının haklarının tazmin
edilmesi konusunda ayak sürümesi gibi birçok konuda “uzlaşı” eksenli bir
tutum izlemesi az önce bahsettiğimiz Nahda
içindeki gerilimi tırmandırması pahasına hükümetin bu konulardaki
“uzlaşı” eksenli siyasetine rağmen ülkedeki tek sesli ve ideolojik basın
Nahda’yı, “radikal selefi bir örgüt”, liderini ise “fanatik bir Taliban
ya da el-Kaide şeyhi” gibi sunmakta meslek etiği açısından bir beis
görmüyor.
Gannuşi'nin bütün uzlaşmacı tavrına rağmen Tunus
medyası onu halk kitlelerine “radikal İslamcı, fanatik bir terörist”
gibi takdim ediyor. Bu da bazı halk kesimlerinde yankı bulabiliyor.
Gerek Şükri Beliyd gerekse Brahmi suikastleri sonrasında yapılan
gösterilerde “katil Gannuşi” sloganlarının atılması, “Vampir Gannuşi”
yazılı pankartların taşınması bunun tipik birer göstergesi. Entelektüel
kesimde de durum çok farklı değil. Bazı Tunuslu akademisyen ve yazarlar
Gannuşi’nin herhangi bir kitabını okumadıklarını itiraf ediyor. Onların Gannuşi ve Nahda algısı, büyük oranda Bin Ali rejiminin ve onun medyasının kara propagandaları üzerinden şekillenmiş.
Tüm bunlara rağmen Nahda, özellikle de Gannuşi, ılımlı ve uzlaşmacı
tavrından taviz vermiyor. Birkaç ay önce AA muhabirine açıklamalar yapan
Gannuşi, “Mütemadiyen uzlaşı çağrısında bulunuyorsunuz. Bununla
birlikte tüm bu uzlaşma çağrılarınız katı ideolojik duvarları aşarak
ulaşması gereken yere ulaşamıyor. Söylemde ve siyasette bir değişikliğe
gitmeyi düşünüyor musunuz?” sorusuna, “Ulusal ve uluslararası muhalefet
tam da bizi böyle bir şeye itmeye çalışıyor. Sertleşmemizi ve
kabalaşmamızı istiyorlar. Bizim buna iltifat etmediğimizi görünce
çılgına dönüyorlar” diyerek kimi muhalif kesimlerdeki ideolojik körlüğün
zararlarına dikkati çekmişti.
Diğer taraftan Tunus’ta ideolojik
kutuplaşmanın çok katı bir düzlemde seyretmesi ve şimdilik
söylem düzeyinde dahi olsa, bu gerilimde arabulucu rolü oynayabilecek
liberal bir sınıfın teşekkül etmemiş olması Tunus’ta işleri zorlaştıran
diğer bir husus.
Nahda Hareketi Partisi'nin temsil ettiği eğilimler
Nahda, içinde farklı siyasi eğilimleri barındıran bir parti. Sadık
Şoro, Salih b. Abdullah ve Habib el-Levz gibi kurucu kadrodan bazı
isimler parti içinde selefi eğilimi temsil ederken, Abdülfettah Moro,
Ziyad Devletli, Abdülmecid Neccar ise yerel geleneksel anlayışı temsil
ediyor. Bu iki eğilimin yanında bir de belki ikinci kuşak Nahdacılar
diye isimlendirilebilecek, nisbeten daha genç, neoliberal ekonomi
politikaları ve Türkiye’deki AK Parti tecrübesini bir model olarak
gören, Riyad eş-Şuaybi, Hammadi el-Cibali ve ekibinin temsil ettiği bir
eğilimden sözetmek mümkün.
Hareket bu yapısıyla çoğulcu bir
karakter arzetmekle birlikte özellikle selefi kanadın dini düzlem
üzerinde siyaset üretmeleri ve bu yüzden ülkedeki bazı selefi yapılarla
birlikte görüntü vermeleri, Bin Ali döneminin kara-propagandasıyla
şekillenmiş, “terörist Nahda” imajını besleyerek, bu durumdan siyasi
rant devşirmeyi hedefleyen kimi muhalif gruplar için ciddi bir malzemeye
dönüşüyor. 1980’li yıllarda kurulduğunda nisbeten selefi bir söylemi
benimsediği için geleneksel dindar kesimlerde kuşkuyla karşılanan
“Vehhabi/selefi Nahda” imajı yine aynı muhalif odaklar ve basın
tarafından köpürtülerek, Tunus’un siyasi İslamcı olmayan dindar
kesimlerini, Nahda’ya karşı durmaya ikna etmeyi başarabiliyor.
Başka bir söyleyişle Nahda’nın ülkede sorun oluşturan selefi akımlara
karşı ikircikli bir tavır görüntüsü vermesi kimi halk kesimlerinin
harekete ve partiye karşı kuşkularının artmasına sebep oluyor. Mesela
Habib el-Levz ve Sadık Şoro gibi Nahda lider kadrosundan bazı isimlerin, geçtiğimiz günlerde terör örgütü ilan edilen, suikast listesinde Nahda
liderlerinden Amir el-Urayyid gibi isimlerin de bulunduğu
"Ensaru’ş-Şeria" örgütünün bazı toplantılarına katılmış olmaları,
muhalefet ve medya tarafından yoğun bir şekilde kullanıldı.
Diğer taraftan mevcut Din İşleri Bakanı Nuruddin el-Hadimi’nin sıklıkla
Körfez ülkelerinden selefi din adamlarını Tunus’ta ağırlaması ve
geleneksel kesimlerle arasına mesafe koyması bu algıyı besleyen bir
diğer sebep.
Nahda’nın acilen "halk islamı"yla barışması
gerektiği belirtiliyor. Gannuşi’nin son zamanlarda Tunus’un din anlayışı
sadedinde yaptığı açıklamalardaki “Malikilik ve Eş'arilik” vurgusu bu
bağlamda gözden kaçmıyor. Tunus'un da dahil olduğu Kuzey Afrika'da,
amelde Maliki, itikatta Eş'ari mezhebi hakim. Gannuşi'nin bu
referanslara vurgu yapması yerel / geleneksel İslam anlayışına zeytin
dalı uzatması anlamına geliyor.
Nahda ve üçlü koalisyonun önündeki meydan okumalar
Öyle gözüküyor ki Nahda’nın gelinen noktada artık salt bir “İslami
hareket” değil, ülkeyi yöneten bir parti olduğunu ivedilikle fark
etmesi, ülkedeki mevcut dini dokuyla barışık bütünüyle yerelleşmiş /
Tunuslulaşmış bir siyasi hareket olduğu konusunda geleneksel halk
kesimlerini ikna etmesi bir aciliyet ifade ediyor. Nahda
halk nezdindeki bu algıyı tashih edemezse, Mısır’da da gözlemlendiği
üzere muhalefet bunu ciddi anlamda suistimal ederek, anti-demokratik ve
darbeci müdahalelere bile dini/teolojik kılıf biçme konusunda bazı din
adamlarını istihdam edecektir. Hali hazırda Tunus’ta Ferid el-Baci gibi
kimi din adamları bu role çoktan soyunmuş durumda.
Gannuşi’nin
uzlaşı temelinde geliştirdiği politikaları, stratejileri ve politik
manevraları ve demokrasiyi gerçekten benimsemiş olması, mevcut siyasi
krizi ustalıkla yönetmesini sağladığında kuşku yok. Ne var ki bunun
böyle olması kısa vadede işe yaramakla birlikte uzun vadede iş
görmeyebilir. Çünkü mevcut hükümetin karşısında, aşırı ideolojik ve
halkın değerleriyle barışık olmayan bir muhalefet var. Bu yüzden
demokratik seçimlerle iktidar olamayacağını anlayan ve bu
sebeple manipüle edilebilecek bir sandık ve seçim atmosferi oluşturmak
için her türlü aracı mubah gören muhalefet kanaatimizce ciddi bir sorun
teşkil etmiyor. Çünkü mevcut muhalefetin Tunus'ta oluşturduğu kriz
dalgası henüz halkın ilgisini çekmiş değil. Muhalafetin geçen hafta ilan
ettiği "hükümeti kovma haftası"na halkın ilgi göstermemesi de bunun en
somut kanıtı. Bu yüzden Tunus
muhalefeti en azından şimdilik demokrasi karşısında tehdit oluşturacak
potansiyele sahip değil. Bununla birlikte 14 Şubat 2011 devriminden
sonraı demokratik geçiş sürecini yönetmekten sorumlu mevcut hükümetin
karşı karşıya kaldığı başka meydan okumalar ülkedeki kimi analistlere
göre daha tedirgin edici bir durum arzediyor.
Ekonomiden sorumlu
devlet bakanlığının yaptığı açıklamada 2013 bütçesinde yaklaşık 5
milyar dinarlık (3 milyar dolar) bir açıktan sözediliyor. Bu,
ülke bütçesinin dörtte biri anlamına geliyor. Dolayısıyla gerekli
tedbirlerin alınamaması ve ihtiyaç duyulan kredi ve ekonomik desteğin
bulunamaması durumunda ülke ekonomisinin ciddi bir kriz yaşaması
kaçınılmaz olacaktır. Bu da geniş halk kesimleri nezdinde büyük
rahatsızlıklar ve sosyal çalkantılara sebep olacaktır. Muhalefetin de
körüklemesiyle Tunus’ta yeni bir halk ayaklanmasının yaşanması ve
akabinde ülkede iç karışıklıkların meydana gelmesi kaçınılmaz olacaktır.
Diğer taraftan özellikle El-Kaide tandanslı "Ensaru’ş-Şeria" gibi
örgütlerin terör eylemleri de hükümetin karşısındaki en büyük meydan
okumalardan biri.. Özellikle Libya içinde ve Cezayir sınırındaki Şeanbi
dağında konuşlanmış olan örgütün başkent Tunus’ta birkaç bomba
patlatması, demokrasiye müdahale etmek isteyen karanlık odakların
iştahını kabartacaktır. Ayrıca artan terör olaylarına karşı alınacak
askeri tedbirlerin Tunus ekonomisine ağır bir yük getireceği de az önce sözünü ettiğimiz meydan okumayı besleyen bir unsur olacaktır.
Tunus'a uluslararası baskılar
Hükümetin karşısındaki diğer büyük meydan okuma ise bölgesel ve
uluslararası baskılardır. Özellikle Fransa, ABD, Almanya, Suudi
Arabistan, BAE, Cezayir ve İran’ın gerek büyükelçilikleri gerekse sivil
topum kanalları üzerinden Tunus’un ulusal güvenlik konseptini tarumar
edecek yıkıcı faaliyetler yürütmekte olduğu artık herkesin malumu. Mısır
tecrübesinin de gösterdiği üzere bu ülkelerin demokrasiyi ve meşru
hükümeti yıkmak için devasa paralar ve imkanlarını harekete geçirmesi
çok uzak bir ihtimal değil. Ayrıca bu bölgesel ve uluslararası güçler
sahip oldukları devasa medya imkanlarını harekete geçirerek mevcut
hükümeti uluslararası toplum nezdinde itibarsızlaştırarak daha fazla
baskıya maruz kalmasını sağlayabilir. Bu bağlamda Tunus
halkının dostları entelektüel, yazar, siyasetçi herkesin bu anlamda
lobi yapması ve demokratik geçiş sürecine destek olması bu meydan
okumaların en azından bir tanesini aşma konusunda katkı sağlayacaktır.
Ordu ve emniyetin rolü
Öte yandan Cumhurbaşkanı Munsif Marzuki’nin orduda yaptığı bir takım
değişiklikler sonucu askerin en azından kısa vadede siyasete ve
demokrasiye müdahil olması olası gözükmüyor. Fakat emniyet teşkilatı
içinde kuytulaşmış bazı yapıların tedirgin edici olduğunu söylemek
mümkün. Bazı analistler emniyet teşkilatı içinde gerekli ıslahatı
yapamamış olmasını hükümetin karnesindeki eksilerden biri olarak
görüyor. Çünkü ülkede bir karışıklığın olması durumunda bu kaosun
aktörlerinin belki de en fazla odaklanacağı mekanizmanın emniyet
olacağını kestirmek güç değil.
Özet olarak Tunus
halkı ve demokrasisi, bugün gerçek dostlarının desteğine her
zamankinden daha fazla muhtaç. Bu desteğin sağlanamaması durumunda uzun
vadede Tunus demokrasisinin kesintiye uğrama ihtimalini ve halkın sandığa yansıyan iradesinin yok edilmesi sürecini öngörmek kehanet olmaz.