Ekonomik krizler niçin çıkıyor?
“Bu ekonomik krizlerde yalnız
varolan ürünlerin değil, daha önce yaratılagelmiş üretici güçlerin de
büyük bir kısmı dönem dönem yok olur. Bu krizlerde, daha önceki bütün
çağlarda akıl-dışı görünecek bir salgın yayılır — fazla üretim salgını.
Toplum kendini birdenbire geçici bir barbarlık alanında bulur. Sanki bir
kıtlık, evrensel bir yıkıcı savaş bütün geçim ve beslenme araçları
stokunu kurutmuştur; endüstri ve ticaret yok olmuş gibidir. Peki, niçin?
Çünkü, çok fazla uygarlık, çok fazla beslenme aracı, çok fazla
endüstri, çok fazla ticaret vardır.”
Hayır, bu sözler dün yazılmadı.
Bu sözler, neredeyse yüzyıl önce,
1848′de Marx ile Engels’in yazdıkları Komünist Manifesto’da yer alıyor.
Çok cüretli bir kehanet sayılmazdı — o dönemde birkaç yılda bir
kapitalist toplumun başına gelen bir şeyi anlatıyordu. 1929′da on
yaşından yukarı olanlar bunun böyle olmakta devam ettiğini bilirler.
Alıntı bildik geliyor, çünkü dünyanın gördüğü en büyük ekonomik krizi
[yani, 1929'da başlayan ekonomik krizi] yaşıyoruz.
Tarihin bütün dönemlerinde krizler
olmuştur. Ama kapitalizmden önce olanlarla sonra olanlar arasında
önemli bir ayrım vardır. Onsekizinci yüzyıldan önce en olağan buhran
tipi kötü üründen, savaştan ya da buna benzer anormal bir olaydan
doğardı; böyle buhranlarla yiyecek ve başka ihtiyaç maddeleri darlığı
baş gösterir ve fiyatlar yükselirdi. Ama bildiğimiz buhranlar,
kapitalist sistemin kuruluşuyla ortaya çıkan anormal olaylardan ileri
gelmezler — ekonomik sistemimizin zorunlu parçasıdırlar. Bu buhranlar
kıtlıktan değil, bolluktan doğar; bu buhranlarda fiyatlar yükselmez,
düşer.
Kriz
ve bunalımların öteki özelliklerini bilirsiniz: hem emek hem de sermaye
için işsizlik, kârlarda düşme, hem üretim hem ticarette, endüstriyel
etkinlikte genel bir yavaşlama… Bollukta yokluk paradoksu her yerde göze
çarpar.
Hammadde mi eksiktir? Hiç bile.
Pamuk üreticileri pamuklarını satmaya uğraşırlar… Sermaye eksikliği mi
vardır? Hiç bile. Fabrika sahipleri sessiz fabrikalarında tezgâhların
yeniden çalışmaya başladığını görmek için can atarlar… Emek darlığı mı
vardır? Hiç bile. İşsiz tekstil işçileri alamadıkları pamukluyu yapmak
için fabrikalara dönmeye fazlasıyla isteklidirler.
Hayır. Hammadde, sermaye ve emek,yani üretim için gerekli her şey hazırdır. Ama üretim yine de olamaz. Niçin?
Ekonomistler verilecek cevap konusunda anlaşamazlar.
Ama bir olgu üzerinde anlaşırlar.
Zaten bu olguyu başlangıçta kavramazsanız, krizlerin nedeni sizin için
kapalı bir kitap olmaya mahkûmdur.
Bu çok önemli olgu sadece şudur:
Kapitalist toplumda metalar kullanım için değil, mübadele için üretilir,
yani kârla değiş-tokuş edilmek üzere… Toplumumuzda madenlerin topraktan
çıkarılması, ürünlerin biçilmesi, insanlara iş verilmesi, endüstri
çarklarının işlemeye başlaması, malların alınıp satılması, ancak üretim
araçları sahiplerinin —yani, kapitalist sınıfın— kâr etme fırsatını
görmeleriyle mümkün olur.
Walter Lippmann Herald Tribune‘deki köşesinde 13 Temmuz 1934′te bunu açıkça dile getiriyordu:
“Büyük küçük bütün kapitalistler
kâr etmek amacıyla yatırım yapmaya başlamadıkça, bu koşullarda durumun
düzelmesi beklenemez.
Madalya almak için yatırım yapmaz kapitalistler.
Yurtseverlik adına veya kamuya hizmet olsun diye de kıllarını
kıpırdatmazlar.
Para kazanma fırsatını görürlerse işe girişirler. Bu,
kapitalist sistemdir.
Bu sistem böyle çalışır.”
Leo Huberman
Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, İletişim Yayınları
“Bu ekonomik krizlerde yalnız varolan
ürünlerin değil, daha önce yaratılagelmiş üretici güçlerin de büyük bir
kısmı dönem dönem yok olur. Bu krizlerde, daha önceki bütün çağlarda
akıl-dışı görünecek bir salgın yayılır — fazla üretim salgını. Toplum
kendini birdenbire geçici bir barbarlık alanında bulur. Sanki bir
kıtlık, evrensel bir yıkıcı savaş bütün geçim ve beslenme araçları
stokunu kurutmuştur; endüstri ve ticaret yok olmuş gibidir. Peki, niçin?
Çünkü, çok fazla uygarlık, çok fazla beslenme aracı, çok fazla
endüstri, çok fazla ticaret vardır.”
Hayır, bu sözler dün yazılmadı.
Bu sözler, neredeyse yüzyıl önce,
1848′de Marx ile Engels’in yazdıkları Komünist Manifesto’da yer alıyor.
Çok cüretli bir kehanet sayılmazdı — o dönemde birkaç yılda bir
kapitalist toplumun başına gelen bir şeyi anlatıyordu. 1929′da on
yaşından yukarı olanlar bunun böyle olmakta devam ettiğini bilirler.
Alıntı bildik geliyor, çünkü dünyanın gördüğü en büyük ekonomik krizi
[yani, 1929'da başlayan ekonomik krizi] yaşıyoruz.
Tarihin bütün dönemlerinde krizler
olmuştur. Ama kapitalizmden önce olanlarla sonra olanlar arasında önemli
bir ayrım vardır. Onsekizinci yüzyıldan önce en olağan buhran tipi kötü
üründen, savaştan ya da buna benzer anormal bir olaydan doğardı; böyle
buhranlarla yiyecek ve başka ihtiyaç maddeleri darlığı baş gösterir ve
fiyatlar yükselirdi. Ama bildiğimiz buhranlar, kapitalist sistemin
kuruluşuyla ortaya çıkan anormal olaylardan ileri gelmezler — ekonomik
sistemimizin zorunlu parçasıdırlar.
Bu buhranlar kıtlıktan değil,
bolluktan doğar; bu buhranlarda fiyatlar yükselmez, düşer.
Kriz ve bunalımların öteki özelliklerini
bilirsiniz: hem emek hem de sermaye için işsizlik, kârlarda düşme, hem
üretim hem ticarette, endüstriyel etkinlikte genel bir yavaşlama…
Bollukta yokluk paradoksu her yerde göze çarpar.
Hammadde mi eksiktir? Hiç bile. Pamuk
üreticileri pamuklarını satmaya uğraşırlar… Sermaye eksikliği mi vardır?
Hiç bile. Fabrika sahipleri sessiz fabrikalarında tezgâhların yeniden
çalışmaya başladığını görmek için can atarlar… Emek darlığı mı vardır?
Hiç bile. İşsiz tekstil işçileri alamadıkları pamukluyu yapmak için
fabrikalara dönmeye fazlasıyla isteklidirler.
Hayır. Hammadde, sermaye ve emek,yani üretim için gerekli her şey hazırdır. Ama üretim yine de olamaz. Niçin?
Ekonomistler verilecek cevap konusunda anlaşamazlar.
Ama bir olgu üzerinde anlaşırlar. Zaten
bu olguyu başlangıçta kavramazsanız, krizlerin nedeni sizin için kapalı
bir kitap olmaya mahkûmdur.
Bu çok önemli olgu sadece şudur:
Kapitalist toplumda metalar kullanım için değil, mübadele için üretilir,
yani kârla değiş-tokuş edilmek üzere… Toplumumuzda madenlerin topraktan
çıkarılması, ürünlerin biçilmesi, insanlara iş verilmesi, endüstri
çarklarının işlemeye başlaması, malların alınıp satılması, ancak üretim
araçları sahiplerinin —yani, kapitalist sınıfın— kâr etme fırsatını
görmeleriyle mümkün olur.
Walter Lippmann Herald Tribune’deki köşesinde 13 Temmuz 1934′te bunu açıkça dile getiriyordu:
“Büyük küçük bütün kapitalistler kâr
etmek amacıyla yatırım yapmaya başlamadıkça, bu koşullarda durumun
düzelmesi beklenemez. Madalya almak için yatırım yapmaz kapitalistler.
Yurtseverlik adına veya kamuya hizmet olsun diye de kıllarını
kıpırdatmazlar. Para kazanma fırsatını görürlerse işe girişirler. Bu,
kapitalist sistemdir. Bu sistem böyle çalışır.”
Künye: Huberman, Leo. Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, Çev. Murat Belge, İletişim Yayınları, Beşinci Baskı, 1991.
Leo Huberman