Devrimin iki farklı yüzü: Mısır ve Tunus
15 Temmuz 2013 14:25 TUNUS AA
Mısır'daki darbenin ardından gözler Arap devrimlerinin fitilini ateşleyen Tunus'un demokrasi tecrübesi üzerine çevrildi.
Mısır'da seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin 3 Temmuz'daki askeri
darbe ile görevden uzaklaştırılması ve anayasanın askıya alınması
üzerine gözler Arap devrimlerinin fitilini ateşleyen Tunus'un demokrasi
tecrübesi üzerine çevrildi.
Tunus'ta devrimin gerçekleştiği 14
Ocak 2011'den sonraki süreçte ülkede iki kez "temerrüd" (isyan)
hareketi başlatılarak askeri darbeye zemin hazırlama girişiminde
bulunuldu.
Üçlü koalisyon isyanları doğru yönetti
Ülkeyi 23 yıl yöneten Zeynelabidin bin Ali'nin devrilmesinden sonra
demokrasiye geçiş çalışmalarının yapıldığı Tunus'ta Mart 2011'de yapılan
anketler, İslami eğilimli Nahda Hareketi Partisi'nin (Nahda) yüzde 29
oy oranıyla önde gittiğini gösteriyordu. Bunun üzerine kimi laik
kesimlerden "İslamcıların kazanmaması için seçimlerin ertelenmesi"
çağrıları yapılmıştı.
Nihayet 24 Ekim 2011'de yapılan Tunus
Kurucu Meclisi seçimlerinde Nahda yüzde 40 oy oranıyla meclisteki 217
sandalyenin 89'unu kazandı. Nahda milletvekillerinin yarıya yakını
kadın.
Sandıktan çıkan tablo karşısında muhalefet, birincisi 9
Nisan 1938 şehitleri anma günü münasebetiyle geçen yıl (2012) ülkede
yaşanan şiddet olayları, ikincisi 6 Şubat 2013 tarihinde muhalif lider
Şükrü Beliyd’in faili meçhul bir cinayete kurban gitmesinin akabinde
olmak üzere iki defa "temerrüd" (isyan) hareketi başlatıp askeri darbeye
zemin hazırlama girişiminde bulundu.
Ülkede istikrarı sarsarak
hükümeti düşürme girişimlerine rağmen iktidardaki üçlü koalisyonu
oluşturan partiler (Troyka) özellikle de Nahda, kendi tabanını, sivil
toplum kuruluşlarını (STK) ve özellikle de Devrimi Koruma Birlikleri’ni
işlevsel bir şekilde yönetti ve her iki olayda da süreci kendi lehine
çevirmeyi başardı.
Tunus ordusunun darbe geleneği yok
Öte yandan Tunus ordusunun doğrudan veya dolaylı olarak siyasete müdahil olma geleneği bulunmadığı gibi Mısır
ordusunun aksine iktisadi teşebbüsleri de bulunmamaktadır. Bununla
birlikte eski içişleri bakanı, şimdiki Başbakan Ali el-Urayyid,
özellikle içişleri bakanlığı döneminde asker ve polis teşkilatı içinde
isimleri yolsuzluğa karışmış olanların büyük bir kısmını tasfiye etmeyi
başardı.
En son geçtiğimiz günlerde Orgeneral Reşid Ammar’ın
görevden ayrılmasıyla boşalan Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna Orgeneral
Muhammed es-Salih el-Hamidi’nin atanmış olması da bu tasfiye
hareketinin en son dalgası olarak anlaşılmalıdır. General Reşid Ammar’ın
görevi bırakmadan önce ciddi lobi çalışmaları yaparak yine kendisi gibi
Sahil bölgesinden bir generalin genelkurmay başkanlığına getirileceği
konusunda çok emin olduğu anlaşılıyordu. Ancak Cumhurbaşkanı Munsif
el-Marzuki’nin bu planı tersine çevirerek hiç kimsenin beklemediği bir
ismi, Sidi Buzeyd’li Hamidi’yi göreve getirmesi asker üzerinden hesap
yapan kesimlerin planlarını boşa çıkardı.
Gelinen noktada
Troyka hükümetinin, Tunus’taki güvenlik güçlerini büyük oranda
tarafsızlaştırmayı başardığını söylemek mümkün. Mısır’daki Mursi
yönetimi ise sadece Genelkurmay Başkanı Muhammed Hüseyin Tantavi'yi
görevden almakla yetinmişti.
Kuşatıcı politika izleyen Nahda uzlaşı sağlayabildi
Mısır'da Müslüman Kardeşler (İhvan) ve Hürriyet ve Adalet Partisi (HAP)
kuşatıcı ve uzlaşmacı bir politika izleyememek, geniş kesimlerin
desteğini sağlayamamakla suçlanmıştı.
Tunus'ta ise sandıktan
çıkan en güçlü parti olmasına rağmen Nahda, bu gücü laik ve sosyal
demokrat partilerle paylaşmayı tercih etti. Süreç içinde uzlaşı eksenli
bir yönetim uygulayan bu hükümet döneminde, Tunus
siyasetinde her devrin adamı olarak görülen ve birçok kesim tarafından
devrim karşıtı güçler için bir odak oluşturabilecek potansiyele sahip
olduğu için tehlikeli kabul edilen Baci Kaid es-Sipsi’ye dahi “Nidau
Tunis” adlı partisini kurma izni verildi.
Ayrıca Nahda Hareketi,
iktidarın paylaşılması stratejisi çerçevesinde bazı siyasi riskleri
göze almaktan çekinmedi. Anayasa hazırlık sürecinde, “şeriat anayasası”
tekliflerini kendi tabanını karşısına alma riskine rağmen reddetti.
Raşid el-Gannuşi başta olmak üzere en-Nahda’nın etkin isimleri “din
devleti” yerine ısrarla “sivil devlet” kavramının altını çizdi.
Nahda tabanında tepkilere yol açan “devletin dini olmaz; vatandaşın dini
olur” tarzı yaklaşımlar ise her fırsatta dile getirildi. Tunus Kurucu
Meclisi’ndeki Nahda Grubu, İsrail’le ilişkilerin normalleşmesini suç
sayan anayasa maddesi teklifine, karşı oy kullandı. Bu yüzden, parti
içinde selefi kanadı temsil eden kurucu kadrodan milletvekili Sadık
Şoro’nun sert eleştirilerine maruz kaldı.
Nahda Hareketi
Partisi seçimlerden sonra kurulan hükümette, önemli bakanlıkların
teknokratlara verilmesini onayladı. Devrim öncesi süreçte memurluktan
atılan, işkence gören ve mağdur olan vatandaşların haklarını tazmin
edecek düzenlemeler yapmayı, ülkede gerilime sebep olur gerekçesiyle
erteledi.
Mursi yönetiminin tersine Tunus, muhalif odakları
demokratik işleyişin içine çekmeyi büyük oranda başardı. Ülkedeki bazı
selefi grupları partileşmeye ikna etti. Ensaru’ş-Şeria gibi marjinal
selefi grupları ve şiddet hareketlerini politik hayatın içine çekme
çalışmaları da hız kesmeden devam etmektedir.
Ekonomik gelişme
Tunus’ta devrimden sonra ülke ekonomisinde gözlemlenen gelişmeler,
istikrar ve yatırım ortamının iyileşmesi de demokrasi karşıtı odakların
girişimlerini boşa çıkaran bir faktör olarak öne çıktı.
Özellikle 2013 yılında ülkede gözle görülür bir ekonomik hareketlilik
başladı. Mısır'da turizm gelirleri gerilerken Tunus'ta turizmde artış
gözlendi. Türkiye, Körfez ülkeleri, İngiltere, ABD ve ülkenin en önemli
ekonomik partneri kabul edilen Fransa’dan yatırımcılar artan bir ilgiyle
Tunus’a yöneldi.
Üniversite sınavlarının olaysız şekilde
yapılması, ülkedeki istikrarın önemli göstergelerinden biri olarak kabul
edilirken, tüketici lehine fiyatlara zaman zaman yapılan müdahaleler de
geniş halk kesimlerinde memnuniyetle karşılandı.
Başarılı halkla ilişkiler çalışmaları
Hükümetin büyük ortağı Nahda Hareketi Partisi, uluslararası ölçekte
halkla ilişkiler çalışmalarına önem vererek Avrupa ve ABD’yi Nahda’nın
ılımlı ve demokrasinin en büyük savunucusu bir parti olduğu konusunda
ikna etmeyi büyük oranda başardı. ABD’de yaşayan Tunuslu entelektüel
Rıdvan Masmudi’nin yürüttüğü lobi çalışmaları, Nahda-ABD ilişkilerinin
iyileşmesinde ciddi rol oynamaktadır. Üst düzey ticari ilişkiler,
politik ve sosyal organizasyonlar, önde gelen liberal ve
seküler isimlerinin de katılımıyla sorunsuz bir şekilde organize
edilebildi. Küresel ölçekte katılımla düzenlenen Dünya Sosyal Forumu da
bu yıl Tunus’ta başarılı bir şekilde sonuçlandırıldı.
Nahda’nın
karizmatik lideri Raşid el-Gannuşi birçok Batı ülkesine giderek “İslam
ve Demokrasi” başlıklı konferanslar verdi. ABD’nin en ünlü düşünce
kuruluşu Brookings Enstitüsü Saban Ortadoğu Politika Merkezi, 31
Mayıs’ta Raşid el-Gannuşi’yi misafir ederek “Tunus Demokrasisi” başlıklı bir konferans verdirdi.
Mevcut hükümet, doğrudan temas ve karşılıklı üst düzey resmi ziyaretler
ile demokratik geçiş süreciyle ilgili uluslararası düzeyde olumlu bir
imaj oluşturmayı başardı. Hükümetin uluslararası
lobicilik çalışmalarının bir sonucu olarak 2013 Dünya Sosyal Forumu,
Tunus’ta yapıldı.
Geçtiğimiz haftalarda Başbakan Urayyid,
Brüksel ve Almanya’daydı. Son bir buçuk yıl içinde birçok Batılı lider
Tunus’u ziyaret etti. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, 4-5 Temmuz
2013’te Tunus’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Hollande’ın Tunus’u
ziyaretinin mevcut Tunus
hükümetine meşruiyet kazandıracağını düşünen muhalif kesimler ziyaretin
yapılmaması için ciddi lobi çalışmaları yürüttükleri halde Nahda’nın
diplomatik atakları baskın çıktı ve kritik ziyaret planlandığı şekilde
gerçekleşti.
Mısır
olaylarının patlak verdiği günlere denk gelen bu ziyaret esnasında
Hollande, Tunus’ta yerleşik, köklü ve kurumsal bir devlet geleneği
olduğunu ve mevcut hükümetin devrim sonrası süreci başarıyla
yönettiğini, bu yüzden Tunus’un Mısır olamayacağını söylemesi Tunus muhalefetinde hayal kırıklığına yol açtı.
Nahda’nın büyük ortağı olduğu Tunus
üçlü koalisyon hükümeti, uluslararası ölçekte etkin bir diplomasi
faaliyeti yürütürken, Mursi ve kabinesi ise her fırsatta demokrasi
vurgusu yapmakla birlikte günlük problemlerin içine çok fazla dalmak
durumunda kaldıkları için Batılı ortaklarına ve uluslararası topluma
kendilerini ifade etmede ve stratejilerini açıklamakta zayıf kaldı.
Tunusluların, hangi ideolojik odaktan gelirse gelsin şiddetin her
türlüsünü reddeden bir tabiata sahip olması da, ülkedeki demokratik
işleyiş ve istikrarı teminat altına alan unsurlar arasında yer alıyor.
Nitekim Ensaru’ş-Şeria adlı Selefi örgütün son dönemde ortaya koyduğu
şiddet eylemleri karşısında Tunusluların tepkileri ve Halk Cephesi adlı
Marksist-sol-laik muhalefet bloğunun son iki hafta içinde isyan dalgası
oluşturma çabalarının sonuçsuz kalması bu analizi için önemli ipuçları
taşımaktadır. Ülkedeki kimi neo-selefi grupların türbe ve mezarlara
yaptığı saldırılar halk nezdinde nefretle karşılanmaktadır.
Mısır
olaylarının ölümcül çatışmalara dönüşmesi ve ülkenin bir şiddet
sarmalına girmiş olması, Tunus’ta demokratik geçiş sürecine karşı
yapılacak herhangi bir eylemi destekleme konusunda Tunusluları iki defa
düşündürecektir.
Sonuç olarak Tunus'ta olağandışı bir dış
müdahale olmadıkça demokrasinin kesintiye uğraması beklenmiyor. Tunus'un
iç politik dinamiklerinin askeri bir darbe veya kitlesel bir isyan
hareketinin oluşmasına zemin hazırlamadığı söylenebilir.