Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
20 Temmuz 2013 Cumartesi
19 Temmuz 2013 Cuma
Sokak olaylarında iddianame hazırlandı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı sokak olaylrına ilişkin iddianameyi hazırladı. 19 Temmuz 2013 Cuma
Sokak olaylarında iddianame hazırlandı
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı sokak olaylrına ilişkin iddianameyi hazırladı.
19 Temmuz 2013 Cuma Meksika'dan Taksim'e 600 pizza "Taksim'e gelen 600 pizzanın parası Meksika'dan ödendi" 19 Temmuz 2013 Cuma
Meksika'dan Taksim'e 600 pizza
"Taksim'e gelen 600 pizzanın parası Meksika'dan ödendi"
19 Temmuz 2013 Cuma
Gezi Parkı olayları ve dış bağlantıları konusunda tartışmalar sürerken,
ünlü işadamı Zeynel Abidin Erdem ilginç bir bilgi paylaştı. Erdem,
olaylar esnasında geç saatte Taksim'e giden bir arkadaşının kendisine
aktardığı dikkat çekici bir ayrıntıyı anlattı. Erdem, arkadaşının
kendisine, "Geç saatte 600 tane pizza geldi. Sordum, 600 pizzayı kim
ödedi. Adam dedi ki; efendim Meksika’dan bir kredi kartıyla ödendi."
dediğini aktardı.
İstanbul Sanayici ve İş Adamları Derneği (İSİAD), İstanbul Grand Cevahir Hotel’de 7 Tepe’den 7 Kıta’ya Başarı Ödülleri töreni düzenledi. Törene işadamı Zeynel Abidin Erdem'in yaptığı konuşma damga vurdu. Konuşmasında Türkiye'nin son 10 yıldaki kazanımlarına dikkat çektikten sonra Gezi Parkı olayları ve sonrasında yaşananlara değinen Erdem, şunları söyledi:
"Bizler ülkesini seven insanlarız. Her şart altında hükümetimize destek olmaya koşuyoruz. Güneydoğu’da terör bitti diye bütün dünya birlik oldu ve Türkiye’yi karıştırma adına büyük çaba göstermektedir. Size bir şey anlatayım; beni geçmişte hedef aldılar, belki şimdi yine alırlar, alsınlar önemli değil. Benim için yurdum önemli. Bir arkadaşım dedi ki, Taksim’e gece gittim. Geç saatte 600 tane pizza geldi. Sordum, 600 pizzayı kim ödedi. Adam dedi ki; efendim Meksika’dan bir kredi kartıyla ödendi. Ne demek istediğimi anlayın. Türkiye’yi seven, demokrasiye sahip çıkan, vatanımızı her şart altında korumaya çalışan ve şu anda 10 senede bu hükümetin bize neler kazandırdığını bilen insanlarız. Lütfen önce bayrağımızı, toprağımızı, vatanımızı, milletimizi ve bizi yönetenleri yalnız bırakmayın, birlikte olun, birlik olun. Birlikten rahmet, ayrılıktan zahmet doğar."
İstanbul Sanayici ve İş Adamları Derneği (İSİAD), İstanbul Grand Cevahir Hotel’de 7 Tepe’den 7 Kıta’ya Başarı Ödülleri töreni düzenledi. Törene işadamı Zeynel Abidin Erdem'in yaptığı konuşma damga vurdu. Konuşmasında Türkiye'nin son 10 yıldaki kazanımlarına dikkat çektikten sonra Gezi Parkı olayları ve sonrasında yaşananlara değinen Erdem, şunları söyledi:
"Bizler ülkesini seven insanlarız. Her şart altında hükümetimize destek olmaya koşuyoruz. Güneydoğu’da terör bitti diye bütün dünya birlik oldu ve Türkiye’yi karıştırma adına büyük çaba göstermektedir. Size bir şey anlatayım; beni geçmişte hedef aldılar, belki şimdi yine alırlar, alsınlar önemli değil. Benim için yurdum önemli. Bir arkadaşım dedi ki, Taksim’e gece gittim. Geç saatte 600 tane pizza geldi. Sordum, 600 pizzayı kim ödedi. Adam dedi ki; efendim Meksika’dan bir kredi kartıyla ödendi. Ne demek istediğimi anlayın. Türkiye’yi seven, demokrasiye sahip çıkan, vatanımızı her şart altında korumaya çalışan ve şu anda 10 senede bu hükümetin bize neler kazandırdığını bilen insanlarız. Lütfen önce bayrağımızı, toprağımızı, vatanımızı, milletimizi ve bizi yönetenleri yalnız bırakmayın, birlikte olun, birlik olun. Birlikten rahmet, ayrılıktan zahmet doğar."
''Ümit ederiz olumlu neticelenir'' Cumhurbaşkanı Gül şehit yakınları ve gaziler ile iftarda bir araya geldi. 19 Temmuz 2013 Cuma
''Ümit ederiz olumlu neticelenir''
Cumhurbaşkanı Gül şehit yakınları ve gaziler ile iftarda bir araya geldi.
19 Temmuz 2013 Cuma Akşam Gazetesi ve SKY 360 satıldı Akşam Gazetesi ve SKY 360 kanalını Kolin-Limak-Cengiz ortaklığı satın aldı. 19 Temmuz 2013 Cuma
Akşam Gazetesi ve SKY 360 satıldı
Akşam Gazetesi ve SKY 360 kanalını Kolin-Limak-Cengiz ortaklığı satın aldı.
19 Temmuz 2013 Cuma "Erdoğan'ı koltuğundan edecek sandığın fırtınasıdır" Bahçeli, "Başbakan Erdoğan'ı koltuğundan edecek sandığın kasırgasıdır" dedi 19 Temmuz 2013 Cuma
"Erdoğan'ı koltuğundan edecek sandığın fırtınasıdır"
Bahçeli,
"Başbakan Erdoğan'ı koltuğundan edecek sandığın kasırgasıdır"
dedi.
19 Temmuz 2013 Cuma
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin Yenimahalle Belediye
Başkan adayı Devran Kutlugün, Akyurt Belediye Başkan adayı Hakan Türkdağ
ve Kazan Belediye Başkan adayı Fazıl Köremezli'nin adaylıklarını
Yenimahalle'de açık havada düzenlenen toplantıda açıkladı.
AK Parti'nin Türkiye'yi kutuplaşmaya sevkettiğini ifade eden Bahçeli, Erdoğan'ın Ortaçağ derebeylerinin izinde gittiğini savundu.
"Erdoğan, kibrin tuzağına, kendini beğenmişliğin çukuruna, böbürlenmenin ve üstten bakmanın içerisine düşmüştür"
diyen Bahçeli,
"Başbakan 1930 model batılı diktatörler gibidir.
Zorbaların takipçisidir, tek adamlığa özenmektedir"
görüşünü savundu.
"Adalet ve Kalkınma Partisi kontrolden çıkmıştır. Başbakan Erdoğan Türk milletinin huzur ve güvenini vahim ölçüde bozmuştur" diyen Devlet Bahçeli, Başbakan Erdoğan'ın dün Ankara'da yaptığı mitingde üç hilal ve bozkurt temalı bayrakların açılmasını eleştirerek, "Başbakan Erdoğan, açılan bozkurtlu ve üç hilalli bayraklara sanki önceden bilmiyormuşçasına dikkat kesilmiş, 'MHP'li kardeşlerime teşekkür ediyorum, inşallah bu yolda birlikte yürüyelim' diyerek komplo mucidi olduğunu göstermiştir.
Bahçeli, şöyle devam etti:
"Başbakan Erdoğan'ın konuştuğu platformun hemen yanı başında üç hilalli ve bozkurt amblemli afiş ve
dövizlerin sallanması daha önceden kurgulanan iğrenç bir tezgahtır.
Milliyetçi-ülkücü hareketi, Gezi Parkı hadiseleri ile sokağa çekmeye, marjinal unsurlarla aynı kareye almaya
gayret eden Başbakan, bunu başaramayınca bu defa da AKP'nin yanında konumlandırmaya, duruşunu
sulandırmaya yönelmiştir.
Üç hilal ve bozkurdu taşıyanlar, AKP'li lejyonlardır.
Üç hilali AKP mitinginde açanlar soytarılığın ve soysuzluğun liste başıdır.
Bu mizanseni planlayan, projelendiren ve eylemi döken başta Başbakan Erdoğan olmak üzere tüm failler
Türk milletine ve milliyetçi-ülkücü harekete en büyük namertliği yapmışlardır."
Sincan'da üç hilal ve bozkurtlu bayrakların açılmasını
"Çok tehlikeli bir oyun"
olarak niteleyen Bahçeli,
"Eğer bir siyasi partinin genel başkanı ve başbakanı, Ankara'nın sokaklarında giderken 1 kilometrede
güvenlik altına alınıyor ve öyle işyerine veya ikametgahına gidiyorsa, mitinginde 25 metrelik güvenlik
çemberinin içine kadar 30-40 kişinin bir siyasi partinin pankartı ile oraya gelebilmesi, Başbakan'ın hayati riskidir.
Sayın Başbakan bunun farkına varmalı, MHP'nin pankartlarını taşıyan alçakları anarken kendisine suikast
hazırlamaya yeltenenlere de dikkat etmelidir.
Bu çok tehlikelidir"
dedi.
Bahçeli, sokakların büyüsüne kapılıp yerli ve yabancı provokatörlerin değirmenine su taşınmamasını istedi ve
"Başbakan Erdoğan'ı koltuğundan edecek sokakların gelip geçici rüzgarı değil sandığın fırtınası, sandığın kasırgasıdır"
görüşünü dile getirdi.
AK Parti'nin Türkiye'yi kutuplaşmaya sevkettiğini ifade eden Bahçeli, Erdoğan'ın Ortaçağ derebeylerinin izinde gittiğini savundu.
"Erdoğan, kibrin tuzağına, kendini beğenmişliğin çukuruna, böbürlenmenin ve üstten bakmanın içerisine düşmüştür"
diyen Bahçeli,
"Başbakan 1930 model batılı diktatörler gibidir.
Zorbaların takipçisidir, tek adamlığa özenmektedir"
görüşünü savundu.
"Adalet ve Kalkınma Partisi kontrolden çıkmıştır. Başbakan Erdoğan Türk milletinin huzur ve güvenini vahim ölçüde bozmuştur" diyen Devlet Bahçeli, Başbakan Erdoğan'ın dün Ankara'da yaptığı mitingde üç hilal ve bozkurt temalı bayrakların açılmasını eleştirerek, "Başbakan Erdoğan, açılan bozkurtlu ve üç hilalli bayraklara sanki önceden bilmiyormuşçasına dikkat kesilmiş, 'MHP'li kardeşlerime teşekkür ediyorum, inşallah bu yolda birlikte yürüyelim' diyerek komplo mucidi olduğunu göstermiştir.
Bahçeli, şöyle devam etti:
"Başbakan Erdoğan'ın konuştuğu platformun hemen yanı başında üç hilalli ve bozkurt amblemli afiş ve
dövizlerin sallanması daha önceden kurgulanan iğrenç bir tezgahtır.
Milliyetçi-ülkücü hareketi, Gezi Parkı hadiseleri ile sokağa çekmeye, marjinal unsurlarla aynı kareye almaya
gayret eden Başbakan, bunu başaramayınca bu defa da AKP'nin yanında konumlandırmaya, duruşunu
sulandırmaya yönelmiştir.
Üç hilal ve bozkurdu taşıyanlar, AKP'li lejyonlardır.
Üç hilali AKP mitinginde açanlar soytarılığın ve soysuzluğun liste başıdır.
Bu mizanseni planlayan, projelendiren ve eylemi döken başta Başbakan Erdoğan olmak üzere tüm failler
Türk milletine ve milliyetçi-ülkücü harekete en büyük namertliği yapmışlardır."
Sincan'da üç hilal ve bozkurtlu bayrakların açılmasını
"Çok tehlikeli bir oyun"
olarak niteleyen Bahçeli,
"Eğer bir siyasi partinin genel başkanı ve başbakanı, Ankara'nın sokaklarında giderken 1 kilometrede
güvenlik altına alınıyor ve öyle işyerine veya ikametgahına gidiyorsa, mitinginde 25 metrelik güvenlik
çemberinin içine kadar 30-40 kişinin bir siyasi partinin pankartı ile oraya gelebilmesi, Başbakan'ın hayati riskidir.
Sayın Başbakan bunun farkına varmalı, MHP'nin pankartlarını taşıyan alçakları anarken kendisine suikast
hazırlamaya yeltenenlere de dikkat etmelidir.
Bu çok tehlikelidir"
dedi.
Bahçeli, sokakların büyüsüne kapılıp yerli ve yabancı provokatörlerin değirmenine su taşınmamasını istedi ve
"Başbakan Erdoğan'ı koltuğundan edecek sokakların gelip geçici rüzgarı değil sandığın fırtınası, sandığın kasırgasıdır"
görüşünü dile getirdi.
Kastamonu Havaalanı'na uçak indi
Başbakan Erdoğan Kastamonu Havaalanı'nı hizmete açtı.
19 Temmuz 2013 Cuma
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Kastamonu Havalimanı’nın açılışını yaptı. Erdoğan burada yaptığı konuşmada, Kastamonu’nda Adnan Menderes döneminde havaalanı yapıldığını ancak daha sonra kapatıldığını hatırlattı. Havaalanının 1990 yılında tekrar açıldığını ve birkaç uçuş yapıldıktan sonra kapatıldığını söyleyen Erdoğan, “Buraya bir havaalanı değil, havalimanı yapmaya karar verdik ve bugün onun açılışını yapıyoruz” dedi.
Havaalanının 100 milyon TL’ye maal olduğu bilgisini veren Erdoğan, “Biz Ilgaz’ın virajlarından vatandaşı kurtarmak için Ilgaz’ı delerek Çankırı ile birleştirmeye yönelik çalışmalarımızı sürdürüyoruz” diye konuştu.
Kastamonu’ya yapılan yatırımlar hakkında bilgi veren Erdoğan, sadece 231 milyon lira kamu yatırımı yaptıklarını söyledi ve “Bu yatırımlar Kastamonu halkına hayırlı olsun” ifadelerini kullandı.
2023 HEDEFİNE DEĞİNDİ
2023 hedefine de değinen Erdoğan, “Hedef muhasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmaktır. Türkiye'mizi dünyada ilk 10 ülke içine sokmaktır” diye konuştu.
Türkiye’de hala kayıt dışı ekonomi ve vergi yolsuzluklarının olduğunu belirten Erdoğan, yolsuzlukları sıfırlamak için mücadeleyi sürdürdüklerini ifade etti.
FAİZ LOBİSİ DEDİM HOPLAMAYA BAŞLADILAR
Faiz lobisine de değinen Erdoğan, “Faiz lobisi dedim, hoplamaya başladılar. Neden hopluyorsun? Faiz dışı gelirle benim vatandaşım sömürülüyor” ifadelerini kullandı.
“Kastamonu’ya uçağı indirdik” diyen Erdoğan, geçen hafta Bingöl Havaalanını açtıklarını hatırlatarak, gelecek hafta da Şırnak Havaalanı’nın hizmete açılacağı müjdesini verdi.
TENCERE TAVACILARI SİZLER YARGIYA TAŞIYACAKSINIZ
Yaşanan sokak olaylarına da değinen Erdoğan, “Elinde Molotof kokteyliyle kamu mallarına zarar veren değil, bu ülkeye ne kazandırırım diyen gençlik istiyoruz” dedi.
“Molotofçularla sizi aynı yerde göremeyiz” ifadelerini kullanan Erdoğan, “Tencere tavacıları çekinmeden sizler yargıya taşıyacaksınız” şeklinde konuştu.
ÜÇÜNCÜ HAVALİMANI, ÜÇÜNCÜ KÖPRÜYE DE KARŞI ÇIKARLAR
İstanbul’a yapılacak üçüncü havalimanını ve üçüncü köprüyü durdurmak için müracaat edenlerin olduğu bilgisini veren Erdoğan, “Kim yaptı bunları? CHP zihniyeti. Bunların bir dikili taşları ve ağaçları yok. Hep yıkmak için var oldular” dedi.
Erdoğan Kanal İstanbul Projesi ihalesinin yaklaştığı bilgisini de verdi. Onu durdurmak için de yargıya gidenlerin olacağını söyleyen Erdoğan, “Ama bu kervan yürüyecek” şeklinde konuştu.
Proje ile İstanbul Boğazı’nı olası tehlikelerden korumayı hedeflediklerini söyleyen Erdoğan, devam eden çözüm süreci ve Mısır’da yaşanan askeri darbeye de değindi.
Çözüm süreci ile Türkiye’nin yeni bir mesafe aldığını ifade eden Erdoğan, “Biz Türküyle, Kürdüyle, Çerkesi, Gürcüsüyle tüm etnik gruplarımızla biriz, kardeşiz” diye konuştu.
Osmanlı Medreselerinde Tartışma Metodolojisi
Osmanlı Medreselerinde Tartışma Metodolojisi
Osmanlı medreselerinde eğitim ve öğretimin genelde ezber ve tekrara dayandığı sık sık iddia edilir. Yukarıdaki mısralarda da veciz bir şekilde ifade edilen bu görüş tam olarak doğruyu yansıtmamaktadır. Tahlil ve tenkide dayalı tartışma geleneğinin İslam eğitim ve öğretim tarihinde önemli bir yeri vardır. Osmanlı medreseleri bu geleneği sadece devam ettirmekle kalmamış aynı zamanda bu alana önemli katkılarda bulunmuştur. Medreselerde adabu’l-bahs ve’l-münazara veya kısaca adab adı altında okutulan bu derste gerek Osmanlı öncesi İslam alimlerinin meşhur eserleri gerekse Osmanlı alimlerinin telifleri okutulmuştur.
İslam dünyasında, Semerkandi çalışmalarını genel tartışma mantığı üzerinde yoğunlaştırmış ilk mantıkçı sayılır. Semerkandi Risale fi adabi’l-bahs adlı eserinde tartışma metodunu münferit ilimleri aşan ve bütün alanlara uygulanabilir, evrensel bir disiplin olarak değerlendirir. Buna rağmen onun Risale’sinde hukuk tartışma metodu ön plana çıkmaktadır. Semerkandi’yi, Adud’ud-Din İci, Cürcani, Ma’raşi, Kalanbevi, Taşköprülüzade ve İsmail Gelenbevi gibi alimler takip etmiştir.
Osmanlı öncesi İslam eğitim geleneğinde tartışmaya verilen önem Osmanlı medreselerinde de kendini göstermiştir. Osmanlı medrese eğitiminde tartışma ve eleştiriye verilen önemi hem genel ilimler ve eğitim üzerine yazılan eserlerde hem de müfredatla ilgili kitaplarda görebiliriz. Mesela Taşköprülüzade Miftahu’s-Sa’ade adlı eserinde öğrencilerin vazifeleri arasında yaşıtlarıyla konuları karşılıklı gözden geçirmeyi, birlikte incelemeyi ve münazarayı sayar. Daha sonra tartışmanın amaçları ve nasıl olması gerektiği üzerinde durur. Ona göre, tartışmada doğrunun ortaya çıkarılması amaçlanmalıdır. Üstün gelmek, öğünmek veya karşısındakini utandırmak amacıyla tartışmak uygun olmadığı gibi bu amaçlarla tartışan kimselerin tartışmalardan olumlu bir netice alabilmesi de mümkün değildir; ayrıca dinen de mahzurludur. Taşköprülüzade’ye göre insaflı, hoşgörülü, dikkatli, düşünceli olmak ve duygulara kapılmamak tartışmanın adabı arasındadır. Münazaranın özünü istişare oluşturur ve istişare sadece doğruyu ortaya çıkarmak içindir; bu da ancak temiz bir kalp, düşünceli olma ve insafla gerçekleşir. Tartışmalarda çeşitli hile ve aldatmacalara başvurmak kesinlikle yasak olmakla birlikte eğer karşı taraf böyle bir yola başvuruyorsa buna müsaade edilebilir. Olumlu bir havada geçen münazaranın tek başına yapılan tekrar ve çalışmadan daha faydalı olduğunu söyleyen Taşköprülüzade, tartışma ile ilgili tavsiyelerini şu sözlerle tamamlar: ”Demişlerdir ki: ‘Bir saat münazara bir ay mütalaadan hayırlıdır. ” 1
On sekizinci yüzyıl ortalarında Osmanlı medrese müfredatı üzerine yazılmış Kevakib-i Seb’a adlı eser öğrencilerin, haftada her biri bir kaç satırdan oluşan beş ders okuduklarını, her derse, bir gün önce, sekiz dokuz saat çalışarak hazırlandıklarını ve hoca metnin anlamını verdikten sonra tüm öğrencilerin görüşünü hocaya söyleyerek konuyu dört-beş saat tartıştıklarını bildirmektedir.2 Yine aynı eser müderrislerin, okuttukları derslerle ilgili herhangi bir konuyu öğrenciler arasında tartışmaya açtıklarını ve farklı fikirleri savunan taraflar arasında hakem olup kendi görüşlerini söylediklerini belirtmektedir.3
Osmanlı medreselerinde tartışmaya geniş yer veren pek çok kitap veya dersin okutulduğunu görmekteyiz. Bunlar arasında adab ilmi sadece tartışmaya hasredilmiş olması sebebiyle diğerlerinden daha önemlidir .Genelde bu ilim müfredatta mantıktan sonra, fakat kelam, usul ve fıkıhtan önce yer almaktaydı.
Dolayısıyla mantık ile diğer ilimler arasında bir köprü vazifesi görmekteydi. Kevakib-i Seb’a ‘ya göre bu ilmin amacı tartışma ve araştırmalarda yanlıştan korunmayı sağlamak içindir (mubahesede haşadan ihtiraz içün). İleri seviyede mantık kitaplarından olan Şems’iyye, şerh ve haşiyeleriyle birlikte okunduktan sonra öğrencinin delil getirme ve tartışmaya olan kabiliyeti ortaya çıkmaktaydı. Bu yüzden Şems’iyye adeta öğrencinin bir mihenk taşı olarak kabul edilmekteydi.4 Bu aşamadan sonra öğrenciler adab ile ilgili kitapları okumaya yönelirdi Okunan kitaplar arasında Taşköprü Şerhi, Mes’ud-i Rumi, Hüseyin Efendi, Kadı Adud Metni, Şerh-i Hanefiyye ve haşiyesi Mjr bulunmaktadır.5 Adab’ul-bahs sarf, nahiv ve mantıkla birlikte muhtasarat denilen dersleri oluşturulmaktadır.6 Burada dikkati çeken husus iyi bir mantık eğitiminden sonra öğrencilerin tartışmaya hasredilmiş kitapların tetkikine geçmeleridir .Yukarıda da belirtildiği gibi, öğrenciler karşılıklı müzakere ve tartışma yapmak için bu ilmin okutulmasını beklemiyorlardı. Fakat diğer derslerde konulan iyice kavramak için yapa geldikleri tartışmayı bir ilim olarak herhangi bir disiplinin sınırlarına bağlı kalmaksızın genel bir açıdan inceliyorlardı.
Osmanlı ulemasının ilimlerin sınıflandırılması ve içerikleri üzerine yazdıkları eserlere başvurduğumuzda farklı isimler altında eleştirel düşünme ve tartışmayla yakından ilgili pek çok ilimle karşılaşmaktayız. Bunlar arasında, adabu’l-bahs’in yanı sıra, ilm’un-nazar, ilmu’l-hilaf, ilm’ul-cedel ve ilmu’lmünazara sayılabilir. Bu konuda eser yazan Taşköprülüzade, Katip Çelebi ve Nevi’ Efendi gibi Osmanlı alimleri bu ilimlerin içerikleri hakkında bilgiler ermektedir .
Taşköprülüzade aklı kavramları inceleyen alet ilimlerini iki kısma ayırır. İlk kısım bilgi elde etmede hatadan koruyan mantık ilmidir. Diğer kısma giren ilimler ise ders işlenişinde ve tartışmada hatalardan koruyan nazar, ders adabı, cedel ve hilaf ilimleridir. Nazar ilmi tartışmalarda kullanılan dili araştırır ve konusunu deliller ve delillerin nitelikleri oluşturur. Faydası tartışma melekesini geliştirmektir. Bu ilmin amacı doğruyu açık bir şekilde ortaya çıkarmaktır. Taşköprülüzade bu alanda yazılan muhtasar kitaplar arasında Kadı Adud’udDin’in Risalesi, tercümesi ve şerhlerini, Semerkandi’nin Risale’si, şerhleri ve haşiyelerini sayar. 7
Araştırma ve tartışmalarda yanlışlardan koruyan diğer bir ilim cedeldir. Taşköprülüzade’ye göre cedel aklı ilimlerin bir çeşididir, fakat aynı zamanda usul ilminin alt dalları arasında yer alır.8 Cedel her hangi bir tezi ispatlama veya çürütme yollarını araştıran bir ilimdir. Cedel aynı zamanda nazar ilminin alt dallarından olup, hilaf ilmine kaynaklık eder. Taşköprülüzade’ye göre cedel ilmi netice itibariyle mantığın bir kısmı olan diyalektiğe dayanır; aralarındaki tek fark cedelin dini ilimlere has olmasıdır .Cedel kullandığı. öncüllerin bir kısmını nazar ilminden, bir kısmını hitabetten ve diğer bir kısmını ise günlük meselelerden alır . Aynı zamanda adabu’l-bahs olarak meşhur münazara ilminden de yardım almaktadır. Amacı ispatlama ve çürütme melekelerini geliştirmektir. Teorik ve pratik ilimlerde muhaliflerin karşıt delillerini reddetme ve şüpheleri giderme açısından oldukça faydalıdır.9
Hem Taşköprülüzade’ye hem de Katip Çelebi ‘ye göre cedel ilmine münazara ilmi demek mümkündür, çünkü her ikisi de aynı anlama gelmektedir. Fakat cedelin alanı münazaradan daha sınırlıdır. Zaten İbn Haldun’un Mukaddime’sindeki ifadeler de bunu desteklemektedir: ”Cedel fıkhi ve diğer mezhepler arasında geçen münazara adabını bilmektir.” 10
Bazı alimler cedeli, insanı fıkıhtan uzaklaştırması, ömrü zayi etmesi vahşet ve düşmanlık doğurması sebebiyle yasaklamışlardır. Taşköprülüzade burada kastedilen cedelin vakit öldürmekten başka faydası olmayan tartışmalardan ibaret olduğunu söyler. Ona göre doğruyu ortaya çıkarmak hedeflendiği sürece, ayette zikredilen ”onlarla en güzel şekilde tartış” (Nah1: 125) emri gereğince, cedelde bir mahzur yoktur.Ayrıca bu ilim zihinleri keskinleştirmek ve hafızayı güçlendirmek açısından oldukça faydalıdır.11
Taşköprülüzade eserinde ilm-i marifet-i cedeli ‘I-Kuran başlığıyla bir ilimden de bahsetmektedir, Kuran’ın her türlü akli ve işitmeye dayalı burhan ve delilleri içermesi sebebiyle, ondaki delillerin de araştırılması bu ilmin konusunu oluşturur. Fakat bu deliller kelamcıların metotları üzere olmayıp okuma yazma bilmeyen Arapların adetleri üzeredir. Kuran’ın genel halkı muhatap alması sebebiyle onda kapalı ifadeler , teknik terim ve deliller bulunmaz, çünkü bunlar halk tarafından anlaşılamaz.12
Cedelle yakından ilgili diğer bir ilim ilmu’l-hilaftır. Taşköprülüzade’ye göre hilaf ilmi fıkıh mezhepleri arasındaki tartışmalı konuları inceler. Bu iki ilim arasındaki fark şudur: cedel, hilaf ilmindeki delillerin içeriklerini araştırır , hilaf ise delillerin şekilleriyle ilgilenir.13 Katip Çelebi de hilaf ilminin amacının şer’i delilleri ortaya koymak, şüpheleri gidermek ve kesin ispatlarla karşıt delilleri tenkit etmek olduğunu söylemektedir.
Nev’i Efendi ise hilaf ilmini dindeki fikir ayrılıkları açısından ele almaktadır .Ona göre inançla ilgili konularda fikir ayrılıklarına düşmek uygun değildir, çünkü bu alandaki bilgi zanna dayalı olmayıp kesin bilgidir. İtikadi alanlarda doğru tektir; ameli alanda ise fikir ayrılıkları mümkündür, hatla bu alandaki fikir ayrılıkları İslam ümmeti için bir rahmettir.14 Nev’i Efendiye göre, ihtilaf düşünme ve düşünceyi zorlar; ihtilaf olmadığında zihin tembelleşir bu da dine zarar verir.15 Hilaf ilmi kaynaklarını cedel ilminden alır. Nev’i Efendi bu bölümü cedelin amele mani olacağını ihtar eden bir kıta ile bitirir .16
Taşköprülüzade’den nakille Katip Çelebi Adabu’l-bahs’in iki tartışmacı arasındaki şartları araştırdığını söylemektedir. Amacı şüpheye mahal bırakmaksızın doğrunun ortaya çıkarılmasıdır. Adab akli ilimlerdendir ve usul ilminin alt dalları arasında yer alır. Bu ilme ilm al-münazara da denilmektedir. Tartışmacılar arasında sözün nasıl söyleneceğini araştırır ve konusunu, iddia sahibinin tezini ispatlarken kullandığı deliller oluşturur .Bu ilmin prensiplerinin doğruluğu kendinden bilinebilir ve amacı hatadan korunmak, doğruyu ortaya çıkarmak için tartışma melekesini sağlamaktır. 17
Katip Çelebi İbn Sadreddin’den yaptığı bir alıntıda adab ilminin bütün ilimlere hizmet ettiğini çünkü amacının doğruyu ortaya çıkarmak ve hasmı ilzam etmek üzere bir konuyu her iki taraftan da incelemek olduğunu söyler. Zaman içinde fikir ve bakış açılarının birikimi, zihin ve mizaçların farklılaşması sebebiyle ilmi konular çoğalır. Dolayısıyla görüş ayrılıklarını, ve bu ayrılıkların ifade ediliş şekillerini kabul ve ret açısından inceleyen bir ilme ihtiyaç vardır Kabul ve reddin kurallarını araştıran bu ilim, adabdır.18
Osmanlı medreselerinde tartışma ve eleştirel düşünmeyi konu edinen veya dolaylı olarak içeren dersler hiç de küçümsenecek bir bölüm teşkil etmez. Bu ilimlerin muhtevalarının ve birbirleriyle olan ilişkilerinin daha ayrıntılı bir biçimde incelenmesi ve ortaya konması gerekmektedir. Biz burada sadece bu ilimlere işaret etmekle yetindik. Görüldüğü gibi Osmanlı medreselerinde okutulan dersleri ve derslerin işleniş şekillerini sadece ezbere dayalı olarak değerlendirmek doğru değildir. Şimdi bu ilimlerden tartışmayı ve eleştirel incelemeyi konu edinen adab’ul-bahs ve’l-münazaranın içeriğine kısaca değinelim.
ADAB KİTAPLARINDA İŞLENEN KONULAR
Osmanlı döneminde adab üzerine yazılan onlarca eseri, şerh ve haşiyeleriyle birlikte içerik açısından burada değerlendirebilmek imkansızdır Bu yüzden son dönem Osmanlı alimlerinden Ahmed Cevdet Paşa’nın Adab-ı sedad adlı eserinden hareketle bu derste okutulan bazı konulara değineceğiz. Ahmed Cevdet Paşa tartışmaları düzenleyen ve bu konudaki kuralları araştıran ilmin ilmi adab-ı bahs veya ilm-i münazara olduğunu söyler. Bu ilim bir tezin nasıl doğru bir şekilde savunulacağı öğretir ve tartışmacılar bu ilmin kuralları sayesinde tartışmalarda hatalardan korunur. Ayrıca tartışına ilmi diğer İslami ilimlere bir giriş özelliği taşır .Bu ilmi çalışmayan kimse felsefe, kelam ve hukuk metodolojisi ilimlerini gereği gibi kavrayamaz.19 Adab ilminde tartışmalar bir soru soran (sa ‘il) ve bir cevap veren (mucib) olmak üzere iki kişi arasında geçen karşılıklı konuşmaya dayalı bir çerçevede incelenir. Tartışmada sorular öğrenmek maksadıyla sorulmaz, dolayısıyla bu türden sorular adab ilminin sınırları dışında kalır. Tartışmacının sorusu bir itiraza dayalıdır ve ”hasmanedir”.20
Adab ilmi bir takım ilkelerden hareketle tartışmayı düzenler ve bu ilkelerin ilki her tezin bir delilinin olması gerektiğidir “Delilsiz dava tahakkümdür. Tahakküm ise mesmu’ değildir .” 21 Dolayısıyla her teze delil istenir Yalnız herkes tarafından bilinen ve doğruluğu kabul edilen bedihi konular bu ilkeye istisna teşkil eder: Mesela bir önermenin hem doğru hem yanlış olamayacağı gibi.22 Her tezin ispatlanması için bir delile ihtiyacı olduğu gibi, bir delil olmaksızın bir tezi veya davayı reddetmek de mümkün değildir ve mükabere adı altında yasaklanmıştır. Mükabere, tartışmalarda doğruyu bulmaya yardımcı olmayan sözlerdir .Akla dayalı ilimlerde ortaya konan ilke veya aksiyomlar (evveliyyat), doğuştan herkesin kabul ettiği bilgiler (fıtrıyyat) ve yine herkes tarafından kabul edilen tecrübeye dayalı bilgiler için de tartışmada delil getirmek gerekmez. Bu konulara delil istemek veya karşı çıkmak, Mesela güneşin doğuşunu veya İstanbul diye bir şehrin varolduğunu inkar etmek anlamsızdır. Hatta içsel duyum (müşahede), sezgi, ve geniş kesimler tarafından kabul edilen tarihi bilgiler de bu kısma dahildir. 23
Tartışmalarda ortak referans alanı mantıktır. Mantık kurallarına uymayan deliller veya tezler kabul edilemez. Delillerde ilk aranan husus kıyasın şekli şartlarına uygunluktur. Buradaki şekilden kasıt klasik mantık kitaplarında belirtilmiş gerek kategorik mantığın, gerekse şartlı önermelerden oluşan kıyasların şekilleridir. Tartışmalarda diğer bir referans alanı tartışmacıların bağlı bulundukları inanç ve düşünce sistemleridir. Mesela bir kelamcının evrenin sonradan yaratıldığına karşı çıkması veya bir felsefecinin evrenin yaratılmamış olduğunu inkar etmesi de tartışmada kabul edilemez.24
Düşünme hataları olarak değerlendirebileceğimiz bazı konular adab kitaplarında sistematik olarak bir başlık altında işlenmemiş fakat bölümler arasından serpiştirilmiştir. Bunların en önemlileri arasında, sonucun öncüllerin bir parçası olarak kabul edilmesi gelir. Tartışmada böyle bir hareketin yasaklanmasının sebebi, kısır döngüleri doğurmasıdır. Örnek olarak ”Alem ezelidir , çünkü sonradan yaratılmamıştır” şeklindeki argüman verilebilir .25 Aslında kısır döngüler bizatihi düşünme yanlışı olarak kabul edilmez. Mesela baba kavramı çocuk kavramını gerektirdiği gibi çocuk kavramı da baba kavramını gerektirir. Dolayısıyla ‘baba’ ve ‘çocuk’ döngüsel olarak birbirlerini gerektirirler ve bir düşünme hatası içermezler: Her babanın bir çocuğu vardır çünkü her çocuğun bir babası vardır. Kısır döngünün yanı zincirleme sonsuza götüren deliller de şekil yönüyle değil, içerik yönüyle tenkit edilirler. Sebeplerin sonsuza kadar gitmesi felsefeciler ve kelamcılar tarafından kabul edilemez fakat sayılar için bu anlamda bir sınır koymak mümkün değildir.
Bir tartışmada karşı tarafa yönelik üç ayrı yöntem takip edilebilir. Bunlar sırasıyla, engelleme (men’), nakz ve muarazadır. Bir davaya delil getiren kimseye bu delil kabul edilemez diye yapılan itiraza ‘engelleme’ denir.
Engelleme belirli öncüllere delil veya açıklama istemektir. Bu, öncülü ”kabul etmeyiz” diyerek kısaca yapılabileceği gibi, niye delil veya açıklama istendiği de soruda belirtilebilir. Eğer soruda böyle bir belirleme varsa bu senetli engelleme olarak adlandırılır. Senedin kapsamı engellenenin kapsamına ya eşit ya da ondan daha dar olmalıdır. Eğer daha geniş olursa faydası olmaz. 16 Ayrıca engellemeyi yapan kimsenin şahit veya delil getirme yükümlülüğü yoktur.27
Tartışmada takip edilen ikinci yöntem nakzdır. Eğer soruyu soran kimse öne sürülen delilin batıl olduğunu başka bir delille ispatlarsa bu itiraza nakz denir .Bir delilin iptali için getirilen delil iki kısma ayrılır: (1) Karşı tarafın delilinin onun tezini desteklemediğini gösteren bir delil, (2) Karşı tarafın delilleri arasında bir çelişki, döngüsellik veya delillerin zincirleme sonsuza gitmesi gibi hataları içerdiğini gösteren bir delil. Fakat yukarıda da geçtiği gibi her döngüsel ve sonsuza götüren delil geçersiz değildir.28
Tartışmalarda kullanılan üçüncü yöntem muarazadır. Eğer itiraz delile değil de tezin kendisine olursa, yani bir delille tezin yanlışlığı ispatlanırsa buna muaraza denir.29 Muaraza üç şekilde gerçekleşir: (1) Bir teze karşı çıkanın getirdiği delil, savunanın deliliyle şekil ve içerik itibariyle aynı olabilir; Mesela ahirette Allah’ın görülüp görülemeyeceği konusunda, Ehl-i Sünnet, Mutezile’yle aynı ayetleri zıt tezlerine delil olarak kullanırlar. ”Gözler onu idrak (ihata) edemez; O gözleri idrak (ihata) eder.” (En’am, 103) (2) Tarafların getirdiği deliller şekil itibariyle farklı fakat içerik itibariyle aynı olabilir; Mesela felsefecilerin “Alem yaratılmamıştır.Yaratılmayan her şey kadimdir.O halde alem kadimdir” deliline karşı kelamcılar, “Alem değişkendir. Hiçbir değişken kadim değildir.Alem kadim değildir” şeklinde karşılık verdiklerinde, her iki tarafın delilleri şeklen aynı fakat içerik itibariyle farklıdır .(3) Son olarak tarafların delilleri şekil itibariyle aynı, içerik itibariyle farklı olabilir. Felsefecilerin yukarıdaki deliline kelamcılar “Alem değişkendir. Hiçbir kadim değişken değildir. Alem kadim değildir” diye karşılık verdiklerinde iki delilin şekilleri farklı fakat içerikleri aynı olduğu için bu gruba girer.30
Sıralamada en güçlü muarazadır, daha sonra nakz ve en son olarak engelleme gelir .Engelleme itirazın en zayıfı fakat en eminidir .Diğer yöntemlere göre doğruyu ortaya çıkarmada daha faydalıdır. Taraflar engelleme, nakz ve muaraza arasında en uygun olanını kullanırlar. Engellemenin yeterli olduğu yerde diğerlerine başvurmak tehlikeli olabilir.31 Engelleme surlar içinde savaşmak gibidir. Nakz ve muaraza ise açık alanda düşmanın üzerine hücum etmeye benzer. Engelleme bir tezin veya delilin yanlış değil kapalı olduğunu gösterir Bir delili nakzetmek o delilin yanlış olduğunu gösterir fakat bir delilin yanlış olması tezin yanlış olmasını gerektirmez. Başka bir ifadeyle ”delilin butlanından davanın butlanı lazım gelmez.”32 Tez delilden daha genel olabilir ve başka bir delil onu ispatlayabilir. Sorgulayan kimsenin karşı tarafı susturmasına ifham tersine ilzam denir. İlzam ifhamdan daha güçlüdür çünkü engellemek kolaydır fakat İspatlamak zordur.33
Adab kitapları mantık merkezli tartışma metodunu genelde ahlaki olarak nitelendirebileceğimiz bir takım kurallarla bitirirler. Bu kuralları yaklaşık on başlıkta toplamak mümkündür (1) Söz uzatılmamalıdır, (2) Söz manasını eksik bırakacak derecede de kısa tutulmamalıdır, (3) Tartışmada kapalı ve yabancı lafızlardan kaçınılmalıdır , ( 4 ) Karşı tarafın sözünü anlamadan müdahale etmemelidir, (5) Konu dışı söz edilmemelidir, (6) Gülmek, sesi yükseltmek gibi taşkınlıklardan kaçınılmalıdır , (7) Karşı tarafı küçük düşürücü söz ve davranışlardan kaçınılmalıdır, (8) Karşı tarafın sözünü kesmemelidir, (9) Tartışma meclisini yönetenler tartışmanın düzenli bir şekilde geçmesini temin etmelidirler,(10) Tartışma adabı ve kurallarını bilmeyen kimselerle tartışmamalıdır.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Medreselerde okutulan adab derslerinin temel hedefleri arasında öğrenciyi araştırma ve tartışma tekniklerine alıştırma, mantığın teorik konularının temel İslami ilimlere nasıl uygulanacağını gösterme vardır. Bu sebeple adab ilmine uygulamalı mantık veya yabancı literatürdeki karşılığıyla “informel” mantık da denilebilir. Adabla ilgili eserlerde işlenen konular arasında mantık hataları, kısır döngü, teselsül, konuyla ilgisizlik, delilin tanımı, itirazın çeşitleri, delil ile tez arasındaki ilişki, tanımla ilgili sorunlar, şartlı önermeler ve çeşitleri ve tartışmada uyulması gerek kuralların bulunduğunu gördük. Bu konular bir yönüyle mantık felsefesini ilgilendirir. Medreselerde klasik dönemde okutulan tartışma metoduyla ilgili eserlerin incelenmesi Osmanlı bilim tarihinde mantık felsefesiyle ilgili gelişmelere de kısmen ışık tutacaktır.
Tanzimat döneminde tartışma metoduyla ilgili yazılan eserlerin çoğu Türkçe kaleme alınmıştır. Ahmed Cevdet Paşanın Adab-ı Sedadı ve Ali Rıza Ardahani’nin Mi’yar el-Münazara’sı bu eserler arasındadır. Bunda Tanzimat’tan itibaren Türkçe’nin bir ilim dili olarak yaygınlaşmasının rolü vardır Bu dönemde yazılan eserlerinde göze çarpan diğer bir husus verilen örneklerin bir kısmının günlük hayattan olmasıdır. Avrupa toplumunun çalışkanlığı, kaşık kullanmanın veya iç çamaşır giymenin bidat olup olmadığı gibi sosyal ve dini içerikli örnekler,teoriyle pratik arasında bir bağ kurmaya yönelik çabalar olarak değerlendirilebilir.
Sonuç olarak İslam geleneğindeki tartışma teorisi Osmanlı medrese eğitim sisteminde olgunlaşarak eğitimde önemli bir rol oynamış ve eleştirel düşünce ezber ve tekrara rağmen varlığını sürdürmüştür.
A. Hadi ADANALI
———————————————————————————
*Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi
1-Taşköprülüzade Ahmed Efendi, Mevzu’atu’l-Ulum. Terc. Kemaleddin Muhammed Efendi 2 Cilt İstanbul: Dersaadette İkdam Matbaası, 1313, c. 1, s. 63
2- Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim. 2 cild. İstanbul. İz Yayıncılık, 1997, c 1, s. 763
3- a.g.e., c.1, s.54.
4- a.g.e., c.1, s.72.
5- a.g.e., c.1, s.51-52.
6- a.g.e., c.1 , s.53.
7- Taşköprülüzade, Mevzu’atu’l-’Ulum, c.1, s.331.
8- a.g.e., c.1, s.333; ayrıca bkz a.g.e., c 2 s 250.
9- a.g.e., c.1. s.333; ayrıca bkz. Katip Çelebi. Keşfu’z-Zunun 3 cilt. İstanbul Milli Eğitim Basımevi, 1971 , c.1, s. 579-580.
10- Katip Çelebi, Keşfu’z-Zunun, c.1, s.579.
11- Taşköprülüzade, Mevzu’atu’l-’Ulum, c.1, s.333; Katip Çelebi , Keşfu’z-Zunun, c.1, s. 580.
12- Taşköprülüzade, Mevzu’atu’l-’Ulum, c.2, s.185-89.
13- a.g.e., c. 2, s. 250.
14- Nev’i Efendi, İlimlerin Özü (Netayicu’I-Funun) Yay.Haz. Ömer Tolgay. İstanbul. İnsan Yayınları, 1995, s.170-71.
15- A.g.e., s. 175.
16- Netice hasıl olmaz bu cedelden, Seni bu vehm-i ilmi kor amelden. A.g.e., S. 182.
17- Katip Çelebi, Keşfu’z-Zunun, c.1 , s.38.
18- A.g.e., c.1 , s.39. Katip Çelebi Samarkandi’nin Adab risalesi’nin üzerine yazılmış şerh ve haşiyelerin bir liste sininin yanı sıra Adudu’d-Din İci’nin on satırdan oluşan eserinin tamamını ve onun şerh ve haşiyelerinin listesini vermektedir. Daha sonra beş tane daha adab kitabının ismini sıralıyor ki Taşköprü Risalesi bunlar arasındadır Bkz. c.1 , s. 39-41.
19- Ahmed Cevdet Paşa, Adab-ı Sedad, Mantık Metinleri içinde. 2 cilt Haz Kudret Büyükcoşkun. İstanbul İşaret Yayınları, 1998, c. 2, S. 112.
20- A.g.e., s. 111.
21- A.g.e., s. 113.
22- A.g.e., s. 113.
23- A.g.e., s.116.
24- A.g.y.
25- A.g.e., s.114.
26- A.g.e., s.123.
27- Mehmed Halis, Mizanu’l-Ezhan, Mantık Metinleri içinde 2 Cilt Haz Kudret Büyükcoşkun. İstanbul İşaret Yayınları, 1998,c.1, s.178.
28- Ahmed Cevdet Paşa, Adab-ı Sedad, s. 128-30.
29- A.g.e., s.115.
30- A.g.e., s.132-33.
31 – A.g.e., s.118.
32 – A.g.e., s.138.
33- A.g.e., s.117.
18 inci Yüzyılda Ulemâ Meşâyih Münâsebetleri MEDRESE iLiMLERİ VE MEşâYiH
XVII. Yüzyılda Ulemâ-Meşâyih Münâsebetleri
A. KADIZÂDELİLER-SİVÂSİLER MESELESİ
XVII. yüzyılın en dikkat çekici tarafı tasavvuf ehline karşı hasım, kendilerine “Kadızâdeliler” veya “Fakılar” denilen bir gurubun ortaya çıkması olmuştur. Bu sınıf tasavvuf ehline karşı aşırı düşmanlık gösteren birkaç vâizden oluşmakla birlikte, bâzı saray mensuplarının vaizleri tutması neticesinde tekkelerin basılması, bâzı şeyhlerin ölümle tehdit edilmesi gibi çirkin hadiseler vuku bulmuştur. Bu mücadele karşısında mutasavvıflar da işi fiilî bir eyleme dönüştürmeden kendilerini sözlü ve yazılı olarak savunmuşlardır. Bunlar arasında yüzyıl boyunca her iki taraftan da birer ismin sahneye çıktığına şahit olmaktayız. Bunlardan Kadızâde Mehmed Efendi’nin karşısında Şeyh Abdülmecîd Sivâsî Efendi yer almıştır. Bu yüzden, daha sonraki zamanlarda, ortaya Kadızâdelilerin karşısında olarak çıkan mutasavvıflar da “Sivâsîler” olarak isimlendirilmiştir. XVII. yüzyılın başında bahsettiğimiz iki şahısla başlayan bu mücadeleler, devletin el koyması ile durulmuşsa da zaman zaman fırsat buldukça tekrar gün yüzüne çıkmıştır. Bu asırda üç defa alevlenerek tekrarlanan mezkûr tartışmalar hakkında her iki taraftan da kendi taraflarını savunan bir isim tarih sahnesine çıkmıştır.
Yukarıda bahsettiğimiz zâtlardan sonra
mezkûr mücâdelenin temsilciliğini, yüzyılın ortalarında Kadızâdelilerden
Üstüvânî Mehmed Efendi ile karşısında Abdülehad Nûrî Efendi, asrın
sonunda da Kadızâde muakkiblerinden Vânî Efendi ile sûfiyyeden Niyâzî
Mısrî Efendi üstlenmişlerdir.
Kadızâdeliler-Sivâsîler meselesi
dönemin müellifleri tarafından ele alınmış, konu hakkında bilgiler
verilmiş, değerlendirmeler yapılmıştır. Bu müelliflerin başında Kâtip
Çelebi ve târihçi Naîmâ gelmektedir.[1]
XVII. Asra damgasını vurmuş olan bu mesele batılıların ilgisini bir hayli çekmiş, bu alanda çaplı ve önemli çalışmalar yapılmıştır. Yerli araştırmacılar da son zamanlarda makale çapında çeşitli çalışmalarla bu konuyu işlemişlerdir. Biz de araştırmamızın sınırlarını aştığı ve ayrı bir incelemenin konusunu teşkil ettiği için meselenin analizine girmeden, görebildiğimiz, yapılan çalışmaları tanıtmakla yetineceğiz.
1. Necati Öztürk tarafından, İngiltere
Edinburg Üniversitesi’nde, 1981’de Islamıc Orthodoxy Among The Ottomans
İn The Seventeenth Century Wıth Specıal Reference To The Qâdı-zâde
Movement adlı bir doktora tezi hazırlanmıştır.[2]
2. Semiramis
Çavuşoğlu tarafından, Amerika Princeton Üniversitesi’nde, 1990’da, The
Kadizâdeli Movement: An Attampt of Şerî’at-Minded Reform in the Ottoman
Empire adlı bir doktora tezi hazırlamıştır.[3]
3. Madeline C. Zilfi
tarafından, The Kadızâdelis: Discordant Revivalism in
Seventeenth-century İstanbul isimli bir çalışma yapılmıştır.[4]
4.
Dina Le Gall tarafından, 1992’de Princeton Üniversitesi’nde, The Ottoman
Naqshbandiyya in the Pre-Mujaddidi Phase: A Study in İslamic Religious
Culture and int Transmission adlı doktora tezinde, “Orthodoxy and
activısm: Nakqsbandis and Kadızâdelis” başlığı altında (ss. 167-176)
konuyu ele almıştır.
Kadızâdeliler-Sivâsîler meselesini ülkemizde
de, Hüseyin Gazi Yurdaydın,[5] İsmail Hakkı Uzunçarşılı[6] ve Ahmet
Yaşar Ocak[7] gibi târihçilerle, Cengiz Gündoğdu[8] ve Mustafa Aşkar[9]
gibi tasavvuf târihi araştırmacıları ve Hüseyin Akkaya[10] gibi edebiyat
târihçileri incelemelerine konu edinmişlerdir.[11]
Kadızâdeliler-Sivâsîler
meselesi XVII. yüzyılda İstanbul’da başlamış olmasına rağmen Anadolu’da
da kendisini hissettirmiştir. Yer yer sınırı aşmış olsalar da tekke
erbâbı bu konuda mutedil bir yol izlemiş, akla ve nakle dayanmıştır.
Kadızâdeliler devran ve semâ gibi sûfîlerin kullandığı araçlardan
hareket ederek onların bütün âdâb erkân ve tekkelerini hedef alarak
üzerlerine yürümeyi ve ortadan kaldırmayı kastetmişlerdir. Devlet ise
burada siyâsî davranarak gönülden desteklediği sûfîlere fazla yüz
vermemiş, Kadızâdeliler’in nüfûzundan siyâsî olarak istifâde etme yoluna
gitmiştir. Bütün bunlara rağmen hadiseyi genelleştirip bir
medrese-tekke çatışması gibi görmek yerine bir grup cerbezeli vâizin
tarîkat erbâbına karşı bir hareketi olarak değerlendirmek kanaatimizce
daha doğru bir yaklaşımdır.
B. MEDRESE İLİMLERİ VE MEŞÂYİH
XVII. yüzyılda faaliyet gösteren
tarîkat şeyhlerinin, bir çoğunun medrese ilimlerini tahsil ettiklerini
tesbit ediyoruz. Tablo 1’den görüleceği gibi 388 şeyh içerisinde seksen
üçü medrese ilimlerini ikmâl etmiştir. Bu da oran olarak % 22’ye tekâbül
etmektedir.
Bayrâmî Tarîkatı’na mensup olanlar yirmi dokuz kişide
altı kişi ile % 21, Celvetî Tarîkatı’na mensup olanlar otuz iki kişide
üç kişi ile yaklaşık % 10, Halvetî Tarîkatı’na mensup olanlar 209 kişide
kırk beş kişi ile yaklaşık % 22, Kâdiriyye Tarîkatı’na mensup olanlar
on üç kişide üç kişi ile % 23, Mevlevî Tarîkatı’na mensup olanlar kırk
sekiz kişide dokuz kişi ile yaklaşık % 19, Nakşî Tarîkatı’na mensup
olanlar otuz yedi kişide on üç kişi ile % 35, diğer tarîkat mensupları
ise yirmi kişide dört kişi ile, % 20’yi teşkil etmektedirler.
Bu dönemde, sayı ve oranlarını
verdiğimiz meşâyih, sadece medrese ilimlerini tahsil etmekle kalmamış
bir kısmı müderrislik ve kadılık payelerini de alarak, bu görevlerde
bulunmuşlardır. Yine tesbit ettiğimiz 388 şeyh içerisinde yirmi altı
tanesinin çeşitli medreselerde müderrislik yaptığını görüyoruz. Dört
tanesi kadılık, dört tanesi müftülük vazîfesinde bulunmuş, üç tanesi
müderrislik ve kadılık, iki tanesi de müderrislik ve müftülük
yapmışlardır.
Nakşî meşâyihından Esîrî Dâmâdı diye bilinen Mustafa
Efendi’nin, Debbağzâde Mehmed Efendi, Ebû Saîdzâde Feyzullah Efendi,
Başmakçızâde Seyyid Ali Efendi ve Sâdık Mehmed Efendi gibi dört
şeyhulislâm zamanında bunların ders vekilliğinde bulunmuş olması,[12]
dönemin meşâyihının ilme ve ilim adamlarına yakınlığını göstermesi
açısından çarpıcı bir örnektir.
Hans Georg Mayer’in isabetle belirttiği
gibi, ulemâ ile tasavvuf erbâbı genel olarak âhenk içinde yaşamasını
bilmişlerdir.[13] Zaman zaman ortaya çıkan sürtüşmeleri genele teşmil
edilebilecek cinsten olaylar olarak görmemek gerekir. Meşâyih da ulemâ
gibi şerîatın temel prensiplerinin korunması noktasında hassasiyet
göstermişlerdir. İslâm târihinin genelinde olduğu gibi bu dönemde de,
bir takım uç unsurlara öncelikle kendi aralarında, mutasavvıflar tepki
göstermişlerdir.[14]
Kadızâdeliler-Sivâsîler meseleleri gibi,
ortaya çıkan bir takım hadiseleri, ulemâ-meşâyih çatışması olarak lanse
etmek tekrar edelim ki, abartılı bir yaklaşımdır. Evet, tekkeler
basılmış kimi dervişler öldürülmüştür, ancak dönemin hiçbir ileri gelen
âlim ve müderrisi bu hâdiselerin arkasında olmamıştır. Kadızâde Mehmed
Efendi dışındakiler tahsillerinin tam olmadığı ve cerbezer cahil
kimseler olduğu ortaya çıkmaktadır. Mesele, matematik ve benzeri
ilimlerin tahsîlini câiz görmeyecek kadar mutaassıp ve bir takım
menfaatler uman bir grup vâiz tarafından alevlendirilmiştir. Pâdişahlar
her ne kadar bâzı dengeleri gözetmek adına zâhiren Kadızâdelilere karşı
iyi davranmışlarsa da asıl îtibariyle meşâyih tarafında yer
almışlardır.[15]
Aslında Kadızâdelilerin mutasavvıflar aleyhine gündeme getirdikleri meselelerin bir kısmı tamamen onların cehâletini ortaya koyar nitelik arz etmekte, bir kısmı da aslında öteden beri gündeme gelmekle birlikte itikâdî bir mâhiyet arz etmeyen, tâlî meseleler olarak karşımıza çıkmaktadır.[16]
Dönemin Şeyhulislâmlarının bu hususlarda genellikle mutasavvıflar yanında olmaları da hâdisenin ulemâ-meşâyih veya medrese-tekke çatışması şeklinde görülmesine manidir.
C. ULEMÂ VE TASAVVUF
XVII. yüzyılda medrese çevrelerinin
tasavvufa rağbet ettikleri bir gerçektir. Tablo 1’de görüleceği gibi,
388 şeyh içerisinde, kırka yakınının müderris, kadı ve müftülük
hizmetlerinde bulunmaları ve yine 388 şeyhin seksen üçünün medrese
ilimlerini tahsil etmeleri bu rağbetin açık göstergesidir.
Bu
dönemde ulemânın bağlı bulundukları ve onların başı durumunda olan
Şeyhulislâmların çoğunluğu da tasavvufa ve tasavvuf erbâbına yakın
olmuşlardır. Bu şahsiyetlerin tasavvufla alâkaları, genel manada ilmiye
mensuplarının tasavvufa bakışını yansıtacağından, tesbit ettiğimiz
kadarıyla onların tasavvufla ilgilerine değinilecektir.
XVII.
yüzyılda, şeyhulislâmlık makâmını, sırasıyla Hacı Mustafa Sunullah
Efendi (v. 1021/1612), Hoca Sadeddinzâde Şerif Mehmed Efendi (v.
1024/1615), Ebülmeyâmin Mustafa Efendi (v. 1015/1606), Hoca Sadeddinzâde
Mehmed Es’ad Efendi (v. 1034/1625), Yahyâ Efendi (v. 1053/1644),
Âhîzâde Mehmed Hüseyin Efendi (v. 1044/1634), Es’ad Efendizâde Ebû Said
Mehmed Efendi (v. 1072/1662), Muid Ahmed Efendi (v. 1057/1647), Hacı
Abdürrahim Efendi (v. 1066/1656), Mehmed Bahâyî Efendi (v. 1064/1654),
Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi (v. 1068/1658), Kocahüsamzâde
Abdurrahman Efendi (v. 1081/1670), Memikzâde Mustafa Efendi (v.
1067/1657), Hocazâde Mes’ud Efendi (v. 1066/1656), Hanefî Mehmed Efendi
(v. 1069/1658), Bâlîzâde Mustafa Efendi (v. 1073/1662), Bolevî Mustafa
Efendi (v. 1086/1675), Esîrî Muhammed Efendi (v. 1092/1681), Sun’îzâde
Mehmed Emin Efendi (v. 1076/1665), Minkārîzâde Yahyâ Efendi (v.
1088/1678), Çatalcalı Ali Efendi (v. 1103/1692), Ankaralı Mehmed Emin
Efendi (v. 1098/1687), Debbâğzâde Mehmed Efendi (v. 1114/1702), Mehmed
Feyzullah Efendi (v. 1703), Ebûsâidzâde Feyzullah Feyzî Efendi (v.
1110/1698), Sadreddinzâde Sâdık Mehmed Efendi (v. 1121/1709) işgal
etmişlerdir.[17]
Şeyhulislâm Ebülmeyâmin Mustafa Efendi, İdris Muhtefî Efendi’nin bağlılarındandır.[18]
Hocazâde
Mehmed Es’ad Efendi, zâhirî ilimlerin yanısıra mânevî ilimlere de merak
sararak Hüdâyî Efendi’ye intisâb etmiş ve hattâ rivâyete göre ondan
hilâfet almıştır. Hocazâde’nin Hz. Hüdâyî ile yakınlıkları babaları
zamanında başlamış, babasının ve ağabeyi Mehmed Efendi’nin cenâze
namazlarını da Hüdâyî Efendi kıldırmıştır.[19]
Şeyhulislâm Yahyâ Efendi[20] ve Bahâyî Efendi[21] Galata Mevlevîhânesi postnişîni Âdem Dede’nin bağlılarındandır.
Yahyâ
Efendi, IV. Murad ile Bağdat Seferi’ne giderken, Konya’da, Sultan’ın
îdam etmek istediği Ebûbekir Çelebi’ye şefaat ederek, Çelebi’nin affını
ve İstanbul’a sürgün edilmesini sağlamıştır.[22]
Bahâyî Efendi
meşhur mevlevî hattatlardan Derviş Abdî’den ta’lik meşketmiştir.
Kendisine “Bahâyî” mahlası, selefi Yahyâ Efendi tarafından, soyunun
Bahâaddin Nakşibend hazretlerine ulaştığı için verildiği, ayrıca Nakşî
Tarîkatı’na mensûb olduğu da belirtilmektedir. Kadızâdeliler meselesi,
Bahâyî Efendi döneminde en hararetli dönemini yaşamış, kendisi tarîkat
erbâbı tarafına meyilli olduğu halde, Kadızâdeliler’den çekindiği, belki
de bir olay çıkmasını istemediği için tasavvuf erbâbının bâzı
davranışları aleyhine fetva vermiş olduğu, ancak el altından onları
koruduğu bildirilmektedir.[23]
Hammer’in anlattığına göre,
Kadızâdeliler’in temsilcilerinden olan Üstüvânî Mehmed Efendi, bir
tekkenin postnişîni olan Abdülkerim Çelebi’ye şu mealde bir tezkire
yazar: “Raks ve devrân ettiğin için seni men’ etmek vâcib olmuştur.
Tekkeni basıp seni ve sana tâbi’ olanları katlederiz ve tekkenin
temelini birkaç arşın kazıp toprağını deryâya dökeriz. Bu dereceye
gidilmedikçe o tekkede namaz kılmak câiz olmaz.”
Abdülkerim Efendi,
bu tezkireyi Şeyhulislâm Bahâyî Efendi’ye götürür. Bahâyî Efendi
hiddetlenerek Üstüvânî’ye, “sen ki Üstüvânî’sin, bu varakayı alınca
huzûruma gelmelisin; muhâlefet edersen hakkında vahîm olur” şeklinde bir
kâğıt yazar.
Üstüvânî, hareketinin netîcesinden korkarak,
sadrâzama başvurup, Şeyhulislâm’ın teskîn edilmesini istirham eder. Reîs
efendi bunun için Şeyhulislâm’a gönderilir. Şeyhulislâm, reis efendi
ile görüşmesinde azarlar gibi hitâb ederek:
“Efendi! Bu devletde
şimdi rüşvet alınıp mansıblar ‘bey’-i men yezîd’ sûretiyle satılmakda,
münkirât ve kabâyıhdan bu kadar ef’âl icrâ olunmakda iken böyle
fitne-engîz vâcibü’l-katl adamların himâyesi neden lâzım geliyor?
Mutasavvıfânın devrânı, fukahânın efkârı eski bir hikâyedir; biz de
zâhir-i şer’e göre hareket ederek raksın hurmetine dâir fetvâ vermekde
eslâfımıza imtisâl eyledik. Lâkin nice büyük pâdişâhlar, sadrâzam
hazretlerinden büyük vezîrler –bizden daha âlim ve daha hakîm müftîlerin
fetvâları olmakla berâber- sofıları döğmeğe, öldürmeğe, âyînlerinden
men’ etmeğe ikdâm etmediler. On yaşındaki ma’sûm pâdişâh-ı İslâm’ı bir
bölük habîsü’n-nefs fitnecûyânın ihâta edip de halkın bed-duâsına
uğratması neden iktizâ ediyor? Ya Üstüvânî mutlaka te’dîb olunur, yâhud
sakalını tıraş ederek küreğe korum” der.
İstanbul kadısı Es’ad Efendi, muhâlif
tarafa mensup vâizleri ayrı ayrı çağırtarak sûfîleri kürsîde tahkîrden
ve âyînlerini ihlâlden men’ etmeye memur olur.[24]
Şeyhulislâm Bahâyî
Efendi’yi, selefi ve aynı aileye mensûb olan, Ebû Said Mehmed Efendi
de,[25] âilelerinin duâları sâyesinde mes’ûdiyete nâil oldukları meşâyih
ve dervişlerin, zamânında bunca haksız muâmelelere uğratılmalarının
layık olmadığını beyân ederek, bu tutumunda desteklemiştir.[26]
Bahâyî Efendi, belirtildiğine göre Muhiddin Arabî’nin eserleriyle de ilgilenmiştir.[27]
Çatalcalı Ali Efendi, Alâiyeli Mehmed
Efendi adında bir Nakşî şeyhinin oğludur. Babası Çatalca’da bir Nakşî
tekkesinde şeyhlik yapmakta iken burada doğmuştur. Kırk üç yaşında
şeyhulislâm olmuş ve on iki yıldan fazla bu makamda kalmıştır. Tarîkatla
ilgilenmesi sebebiyle kendisine “mecmau’l-bahreyn” (iki denizin
birleştiği yer) sıfatı layık görülmüştür.[28]
Şeyhulislâm
Paşmakçızâde Seyyid Ali Efendi (v. 1124/1712), Bursalı Seyyid Mehmed
Hâşim Efendi (v. 1088/1677)’nin bağlısıdır. Şeyhinden sonra Melâmî kutbu
olmuştur.[29]
Seyyid Feyzullah Efendi’nin, âilece Halvetî Tarîkatı’na mensup olduğu bildirilmektedir.[30]
Kimi
Şeyhulislâmların dönemlerindeki meşâyihın cenâze namazlarını kıldırması
da bu iki kesimin birbirlerine karşı olan ilgilerini göstermesi
bakımından önem arz etmektedir. Zirâ;
Nakşî meşâyihından Tireli
Hoca Ömer Bâkî Efendi’nin cenâze namazı, 1020/1611 senesinde, Eyüp
Sultan Câmii’nde Şeyhulislâm Hocazâde Şerif Mehmed Efendi tarafından,
Ömer
Bâkî Efendi’nin kardeşi yine Nakşî meşâyihından olan, Tireli Ahmed
Efendi’nin cenâze namazı, 1034/1624 senesinde, Şeyhulislâm Es’ad Efendi
tarafından,
Aziz Mahmud Hüdâyî Efendi’nin cenâze namazı, 1038/1628 senesinde, Şeyhulislâm Yahyâ Efendi tarafından,
Sünbülî şeyhi Seyyid Alâaddin Efendi’nin cenâze namazı, 1091/1680 senesinde, Şeyhulislâm Çatalcalı Ali Efendi tarafından,
Muabbir
Hasan Efendi’nin cenâze namazı ise, 1098/1687 senesinde, Üsküdar
Mihrimah Sultan Câmii’nde, Şeyhulislâm Mevlânâ Muhammed Efendi
tarafından kıldırılmıştır.[31]
Dönemin önde gelen müellif âlimlerinden
olup, aynı zamanda bir tarîkata müntesip olan zâtlar üzerinde, müntesip
oldukları tarîkatlar belli olanların bir kısmı ilgili bölümlerde
kaydedilmişti. Bunlardan daha önce yer vermediklerimizden tesbit
edebildiklerimizi ise buraya kaydedeceğiz.
Areczâde Ahmed Efendi:
Fıkıh ilminde mütehassıs idi. Kastamonu’nun Küre kazâsındandır.
Tahsîlini tamamladıktan sonra Şehzâde Câmii’ne müderris olmuştur.
1120/1611 senesinde vefat etmiştir. Câmiu’ş-Şurûh ismiyle Mültekâ şerhi
ve vaaza dair bir eser yazmıştır. Ulemâdan olan babası Mehmed Efendi de
kendisi gibi Celvetî Tarîkatı’na mensuptur.[32]
Ahmed b. Hasan b. Sinanüddin Beyâzîzâde: Bosnalı olup, Bosna’dan İstanbul’a gelerek, Mekke ve İstanbul kadılıkları gibi görevlerde bulunan Beyâzî Hasan Efendi (v. 1063/1653)’nin oğludur. Medrese tahsîlini tamamlayarak müderrislik ve kadılık görevlerinde bulunmuştur. Öğrenciliği esnâsında Kadızâdeliler’den etkilendiği için bid’atlar, Hz. Peygamber’in anne-babasının âhiretteki durumu, tekfir meselesi gibi çeşitli konularda Kadızâdeliler’e yakın görüşler paylaşmışsa da,[33] Nakşî Tarîkatı’na intisâb ettiği[34] ve meşhur mevlevî hattatlardan olan Derviş Abdî (v. 1057/1647)’den hat meşk ederek aynı zamanda hattatlar arasında yer aldığı bildirilmektedir.[35] Kelâm ve fıkha dâir eserlerle manzûm risâleler yazmıştır.[36]
İsmâil b. Sinan Sivâsî Efendi:
Fakihlerdendir. Zâhirî ve bâtınî ilimleri Abdülmecid Sivâsî Efendi’den
tahsil etmiş, 1048/1638 senesinde Sivas’da vefat etmiştir. Eserleri
vardır.[37]
Bursalı Musannif Muhammed Efendi: Fakihlerdendir.
Tenvîru’l-Ebsâr isimli esere Tabsıru’l-Envâr ismiyle bir şerh yazmıştır.
Üftâdezâde Kutub İbrahim Efendi’nin müntesiblerindendir. 1088/1677
senesinde vefat ederek Bursa’da Pınarbaşı avlusunda Kalenderhâne
yakınına defnedilmiştir.[38]
Bursalı Sirkezâde İbrahim Efendi:
Kadılardan ve Halvetî Tarîkatı halîfelerindendir. 1092/1681 senesinde
vefat ederek Orhan Gazi türbesi karşısındaki ilk mektebin yanına
defnedilmiştir. Mefâtîhu’l-Fütûh fî Ahvâli’r-Rûh isminde rûhî
hâdiselerin ilmine dâir eser yazmıştır.[39]
Şahap Kürdî: Tasavvufa dâir
Tenbîhu’l-Ukûl alâ Tenzîhi’s-Sûfiyye isimli eseri yanında başka eserleri
de vardır. 1091/1680 senesinde vefat etmiştir.[40]
Dönemin değerli
müellif âlimlerinden olan Hezarfen Hüseyin Çelebi (v. 1103/1691-92)
târihî eserleri yanında ahlâk, tasavvuf ve devlet teşkilâtı ve tıb
ilmine âit çalışmaları ile tanınmıştır.[41]
Necdet Yılmaz
[1] Kâtip Çelebi, Mîzânu’l-Hak fi İhtiyâri’l-Ehak (İslâm’da Tenkid ve Tartışma Usûlü), sad.: Süleyman Uludağ-Mustafa Kara, İstanbul 1990; Naîmâ Mustafa Efendi, Ravzatü’l-Hüseyn fî Hülâsât Ahbâri’l-Hafîkayn, c. VI, İstanbul 1280, ss. 228 vd. Ayrıca bk. Mehmed Murad, Târîh-i Ebu’l-Fârûk, c. V, İstanbul 1329, ss. 300-303, c. VI, ss. 56-69.
[2] Necati Öztürk, Islamıc Orthodoxy Among The Ottomans İn The Seventeenth Century Wıth Specıal Reference To The Qâdı-zâde Movement, basılmamış doktora tezi, Edinburg Üniversitesi 1981.
[3] Semiramis Çavuşoğlu, The Kadizâdeli Movement: An Attampt of Şerî’at-Minded Reform in the Ottoman Empire, basılmamış doktora tezi, Princeton University, 1990.
[4] Madeline C. Zilfi, “The Kadızâdelis: Discordant Revivalism in Seventeenth-century İstanbul”, Journal of Near Eastern Studies, 4 (1986), ss. 251-269. Çevirisi için bk. “Kadızâdeliler: Onyedinci Yüzyıl İstanbul’unda Dinde İhya Hareketleri”, çev.: M. Hulusi Lekesiz, Türkiye Günlüğü, sy.: 58 (Kasım-Aralık 1999), ss. 65-79.
[5] Hüseyin Gazi Yurdaydın, İslam Tarihi Dersleri, Ankara 1971, ss. 125 vd.; a.mlf., “Üstüvanî Risalesi”, AÜİFD, c. X (Ankara 1963), ss. 71-78.
[6] Uzunçarşılı İ. Hakkı, Osmanlı Tarihi, c. III/1, Ankara 1977, ss. 343-366.
[7] Ahmet Yaşar Ocak, “XVII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Dinde Tasfiye (Püritanizm) Teşebbüslerine Bir Bakış: Kadızâdeliler Hareketi”, Türk Kültürü Araştırmaları, XVII-XXI/1-2 (1983), ss. 208-223; a.mlf., “Paul Rıcaut ve XVII. Yüzyıl İstanbul’unda Osmanlı Resmi Düşüncesine Karşı Zümreler”, Türk Kültürü Araştırmaları, yıl: XXVII/1-2 (Ankara 1989), ss. 233-244. .
[8] Cengiz Gündoğdu, Abdülmecîd Sivâsî, ss. 63 vd; a.mlf., “XVII. Yüzyılda Tekke-Medrese Münâsebetleri Açısından Sivâsîler-Kadızâdeliler Mücâdelesi”, İLAM, c. III, sy.: 1 (Ocak-Haziran 1998), ss. 37-72; a.mlf., “XVII. Yüzyıl Osmanlısında Siyasi Otoritenin Ulemâ-Sûfî Yaklaşımına Dair Bir Örnek: IV. Murat-Kadızâde-Sivâsî”, Dini Araştırmalar, c. II, sy.: 5 (Eylül-Aralık 1999), ss. 203-223.
[9] Mustafa Aşkar, Niyazî-i Mısrî ve Tasavvuf Anlayışı, ss. 36 vd.; a.mlf., “Tarikat-Devlet İlişkisi, Kadızâdeli ve Meşâyih Tartışmaları Açısından Niyazî-i Mısrî ve Döneme Etkileri”, Tasavvuf, yıl: 1, sy.: 1 (Ağustos 1999), ss. 48-80.
[10] Hüseyin Akkaya, Kadızâdeliler-Sivasîler Tartışmasının Önemli İsimlerinden Aldülahad Nûri ve Divanı, ss7-21; a.mlf., “XVII. Yüzyıl Osmanlı Devleti’nde Görülen Fikir Hareketlerinde Kadızadeliler-Sivasîler Tartışması”, Osmanlı, ed.: Güler Eren, c. VII, ss. 170-177.
[11] Ayrıca bk. Hey’et, “Osmanlı’ya Bakış: Kültürel Soğuma ve Kadızâdeliler”, Büyük Türk Klasikleri, c. V, İstanbul 1987, ss. 32 vd; Necdet Sakaoğlu, “Kadızadeliler-Sivasîler”, DBİA, c. IV, ss. 367-369.
[12] Şeyhî, a.g.e., c. II, s. 417.
[13] Hans Georg Mayer, “İçtimâî Târih Açısından Osmanlı Devleti’nde Ulemâ-Meşâyih Münâsebetleri”, KAM, yıl: 9, sy.: IV (1980), s. 49.
[14] Genel bir değerlendirme için bk. Mustafa Kara, “Sûfîlerin Tenkidleri ve Tasavvufu İhya Faaliyetleri”, Tanımı, Kaynakları ve Tesirleriyle Tasavvuf, İstanbul 1991, ss. 67-90.
[15] Bk. Hüseyin Atay, Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi, İstanbul 1983, s. 166; Gündoğdu, “XVII. Yüzyıl Osmanlısı’nda Siyasi Otoritenin…”, ss. 203-223.
[16] Bunlar arasında, Hızır Peygamber’in sağ olup olmadığı, ezan ve mevlidi güzel sesle okumanın caiz olup olmadığı, Hz. Peygamber’in anne ve babasının müslüman olup olmadığı, Muhiddin Ârâbî’nin durumu, kabir ziyâreti, cemâatle nâfile namaz kılınıp kılınamayacağı ve devran ve semâın meşrûiyeti gibi meseleler vardır.
[17] Bk. Müstakimzâde Süleyman Saadeddin, Devhat ül- Meşayıh, İstanbul 1978, ss. 39-79; Abdülkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ankara 1972, ss. 51-104;
[18] Müstakimzâde, Menâkıb-ı Melâmiyye, vr. 44a.
[19] Yılmaz, Celvetiyye, s. 137.
[20] Sâkıb Dede, a.g.e., c. II, s. 44.
[21] Ali Enver, Semâhâne-i Edeb, s. 8.
[22] Ahmed Refik, Âlimler ve San’atkârlar, Ankara 1980, s. 161.
[23] Mehmed İpşirli-Mustafa Uzun, “Bahâî Mehmed Efendi”, DİA, c. IV, ss. 363-364. Ayrıca bk. Harun Tolasa, Şeyhülislâm Bahâyî Efendi Dîvânı’ndan Seçmeler, İstanbul 1979, s. 28, 167.
[24] Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, (Mehmed Atâ’nın tercümesinden hazırlayanlar: Mümin Çevik-Erol Kılıç), 5 (Dokuzuncu Cild), İstanbul 1990, ss. 490-491.
[25] Bilgi için bk. Mehmet İpşirli, “Ebûsaid Mehmed Efendi”, DİA, c. X, s. 281.
[26] Hammer, a.g.e., s. 491.
[27] Tolasa, a.g.e., s. 27.
[28] Mehmet ipşirli, “Çatalcalı Ali Efendi”, DİA, c. VIII, s. 234.
[29] Gölpınarlı, a.g.e., s. 163.
[30] Mehmet İpşirli, “Feyzullah Efendi, Seyyid”, DİA, c. XII, s. 527.
[31] Müstakimzâde, Meşâyihnâme-i İslâm, vr. 8a-b.
[32] Bursalı, Osmanlı Müellifleri, c. I, s. 234.
[33] Geniş bilgi için bk. İlyas Çelebi, “Beyâzîzâde’nin Hayatı, İlmi Şahsiyeti ve Eserleri”, Beyâzîzâde, İmam Azam Ebû Hanîfe’nin İtikâdî Görüşleri içinde, ss. 19-30.
[34] Bursalı, Osmanlı Müellifleri, c. I, s. 258.
[35] Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, s. 642.
[36] Çelebi, a.g.e., ss. 25-30.
[37] Bursalı, a.g.e., c. I, s. 229.
[38] A.g.e., s. 396.
[39] A.g.e., s. 324.
[40] A.g.e., s. 337.
[41] Sevim İlgürel, “Hezarfen Hüseyin Efendi”, Telhîsü’l-Beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân kitabına yazılan giriş, Ankara 1998, s. 4.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)